Yara kimdeyse, merhem ondadır

30 Ekim günü bir deprem yaşadık. Depremle birlikte, her katliamda, her “doğal” afette öğrendiklerimizi teker teker tekrar hatırlattılar.

Deprem, İzmir’i 14.51’de vurdu. Saat 15.16’da, yani depremden 25 dakika sonra,  yani Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi’nde kolonlar patladığı için hastalar tahliye edildikten sonra, yani tüm İzmir artık birbirine ulaşmaya başlamışken, yani yollar araçlarla tıklım tıklım dolmaya başladıktan sonra, televizyonlarda yıkılmış binaların görüntülerini yorumlayan spikerin sesi titrerken, İzmir Valisi “Bize intikal eden can ve mal kaybıyla ilgili henüz bilgi yok.” diyordu.

25 dakikada herkesin gördüğünü göremeyenler, 4 gündür her fırsatta “tüm imkânları seferber ettik”lerinden bahsediyorlar.

Ama sistem böyle işliyor. Biliyoruz, Vali’ye “intikal” enkaz altında kalanların yakınlarından olmuyor, kaldı ki kendisinin üstünde durduğu fay da, bizimkiyle aynı değildir.

Pek tabii, görüntü ve söz uymayınca başka şeyler de uymayacaktır. İçişleri Bakanı’nın AFAD’ının 6.6’sıyla, Kandilli Rasathanesi’nin 6.9’u, USGS’nin 7.0’ı da birbiriyle ciddi bir uyumsuzluk içinde olmalı. En düşük verinin AFAD’ınki olmasının sebebi pandemi verilerindeki alışkanlıklarından mıdır, onu bilemiyoruz. Ancak anlaşılan odur ki, burada sağlanması gereken tek uyum haberlerde AFAD’ın verilerinin kullanılması üzerinedir. Bu uyum katliamdan hemen sonra “301’le kapatırız” açıklamalarıyla Soma’da da vardı, hatırlanmıştır.

Enkazlara arama kurtarma ekiplerinden önce polislerin gitmesini “mobilize ve çok” olmalarına bağlayanları, “provokasyon” yaratmayın açıklamalarının yanına koyalım. Zira, ola ki yaşadığı öfkeyle, üzüntüyle “devlet nerde” diye soran olursa, devletin orada olduğunu göstermenin açıklamasıdır bu. Bu konuda “tüm imkânları seferber ettik”lerinden şüphemiz yok.

Bir tarafta Tarım ve Orman Bakanı’nın enkaz üstündeki şovu, bir tarafta “birileri” gelecek diye hasar görmüş binanın diplerine sıkıştırılan insanlar, bir tarafta uzun konvoy ve koruma ordularıyla trafiği ve arama kurtarma çalışmalarındaki tahliye koridorlarını kilitleyenler, bir tarafta “yerine hemen yenisini yapacağız” diyenler, bir tarafta dükkanı genişletmek için kolonları kesilen binalarla ilgili “şikayet gelmeden inceleyemeyiz” diyenler, işte bize tüm imkanlarını seferber edenler!

Bu çürümüşlüğün dışında ise bambaşka bir zemin var

Can havliyle son anda binadan kendini atabilmiş insanların, hemen ardından enkazda kalanlara yardım etmeye çalışması Vali Bey’in 25 dakikasından daha hızlı intikal etti.

Yıkımdan çok sonra alana gelen arama kurtarma ekiplerinden önce, insanlar çalışmaya kendi elleriyle başladı.

Devlet Bahçeli kusura bakmasın, binlerce insan haber alamadıkları yakınlarını, Kızılay’a, AFAD’a, Belediye’ye bildirmek yerine, Twitter’a bildirdi. İnsanlar çözüm umutlarını, hiç tanımadığı insanlardan, belki de hiç üstüne vazife olmadığını düşündüğü insanlardan yana gösterdi. “Yönetenler” için ne acı bir tablo!

“Dayanışma Yaşatır”ın, depremden 3 dakika sonra IBAN numarası vererek para istemek olmadığını gösteren onlarca, yüzlerce insan, kendi yaralarını ya da kendi gibilerinin yaralarını sarmaya hızlıca başlamaya çalışmıştır.

Soma’lı madencilerin “biz bu acıyı biliriz” diyerek arama kurtarma çalışmalarına katılması, sınıfın duygularına tercüman olmakla kalmamış, eyleme dökerek bambaşka bir boyuta taşımıştır.

Toplumsal hafıza, haklarını almak için direnişte olan Soma’lı madencilerin, direniş ve dayanışma arasındaki bağı böylesine sıkı sıkıya bağlamasını unutmayacaktır. Ve elbette enkazın altındaki çalışmanın iyi sonuçlanacağı anlaşılınca, madencilerin alandan çıkarılıp fotoğraf vermek için AFAD ve İHH’nın alana alınmasını da!

Yardım malzemesini tribün gruplarının oluşturduğu alana getiren insanların “Kızılay’a güvenmediğimiz için size getirdik” demesi, ne denli büyük bir fayın kırıldığının göstergesidir.

Çürük olan binalar mı?

Bundan 6 sene önce bir kısmı herkese yansıyan planlarla, Bayraklı’nın 500 bin nüfuslu yeni kent merkezi olarak tasarlandığı, Alsancak Limanı’nın kurvaziyer limana dönüşeceği, bugünlerde de kullanılan şehir içinde kalan tek yeşil alan ve afet toplanma merkezi olan Kültürpark’ın yıkılacağı, Ege Mahallesi’nin parsellerinin Rönesans’ta mı yoksa Sancak’ta mı kalacağı konuşuluyordu.

Depremden en çok etkilenen bölgelerden biri olan Bayraklı, sahile doğru uzanan alanda silt, kum ve kil karışımı yani balçık zeminin olduğu, yeraltı su seviyesinin de yüksek olduğu bir alan. Üstelik bu bilgi depremden sonra edinilen bir bilgi de değil, 2014’te Bayraklı’nın gökdelen bölgesi olarak seçildiğinde de biliniyordu.

Bölgede bugün, Sancak Grubu’nun inşa ettiği Folkart Yapı’nın iki kulesi, Rönesans’ın Mistral Tower’ı, Kavuklar Grubu’nun Point Bornova’sı, Türkerler Grubu’nun Mahall Bomonti’si, İş Bankası’nın Ege Perla’sı bulunurken, enkazların çoğunda zemin katlarındaki işyerlerinin kolonlarının kesilerek genişletilmesi yüzünden çökme meydana geldi.

Ekonomideki yağma ve rant uygulamalarına “yürü ya kulum” diyenler, bugün aymazca “deprem değil, bina öldürür” gerçeğinin arkasına sığınıp, “hepsi yıkılsın, yenisini yapalım” diyor.

Sizin sisteminiz de binalarınıza benziyor pek sayın “yöneten”ler.

Ya da tam tersi.

Çürük!

Düştüğün yerde, derman sendedir!

En büyük salgın da, afet de devlettir. Her kritik konuda tekrar tekrar gördük ki, onların konusu bizler değiliz.

Sayıştay’ın TBMM’ne sunduğu rapora göre, Saray’ın günlük harcaması 10 milyon liradır.

İzmir’e depremden sonra 5 milyon lira ödenek ayrılmıştır, Bayraklı’daki herhangi bir gökdelenden üç daire alınamayacak bu “destek”le, depremden etkilenenlere “kendi başınasınız” denmiştir.

Durup da acaba bizi ne zaman düşünecekler diye beklemek, her geçen gün yaşamımızı daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.

Bizim canımızı düşünmeyenlere biz de canımızı emanet etmeyeceğiz. Onlara el açmayacağız.

Bizler artık her zamankinden daha fazla dayanışmayı örgütlemek zorundayız.

Dayanışma yardım dağıtmak değildir, ihtiyaçları örgütlemenin yoludur.

Çiğli Vansan fabrikasında 400 kiloluk dalgıç motorları deprem nedeniyle devrildikten sonra çalıştırılmaya devam eden işçiler için işi durdurmak, dayanışmadır.

Ortalama 6 yılda bir büyük depremin yaşandığı coğrafyamızda – öyle 100-200 de değil – resmi açıklamaya göre 17 enkazın olduğu, memleketin 3. büyük şehrinde, tek bir işi organize edemeyenlere karşı, “Deprem vergileri nerede?” diye sormak, dayanışmadır.

Kendini kaderine terk edilmiş hisseden herkes; bu dayanışmayı büyütmenin bir parçası olmalıdır.

Bu dayanışmanın açığa çıkardığı güç, hem yıkıcı hem yapıcı olacaktır.

Olsun.

O zaman enkazın altında kalanın, bizler olmayacağı kesindir!