Ya sosyalizm ya kanser!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2015 yılındaki sağlık harcamaları %10.4 artarak 104 milyar 568 milyon TL olarak gerçekleşti. Hane halkları tarafından tedavi, ilaç ve benzeri amaçlı yapılan cepten sağlık harcaması, 2015 yılında %3 artarak 17 milyar 315 milyon TL oldu. Kişi başı sağlık harcaması, 2014 yılında 1232 TL iken, 2015 yılında %9.2 artarak, 1345 TL’ye yükseldi.

Türk-İş tarafından yapılan ‘açlık ve yoksulluk sınırı’ araştırmasının Ekim ayı sonuçlarına göreyse; 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.405 lira, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 4.578 lira.

Tablo emekçiler açısından böyleyken; sermaye, hasta ettiği canlardan kâr etmeye devam ediyor. Yine TÜİK verilerine göre; Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı ilaçlar ile ilaç dışı tıbbi ürünleri kapsayan Türkiye tıbbi ürün pazarı, 2015’te %15,5 büyüme ile 16,86 milyar TL’ye ulaştı. %11,1 ile pazarda en çok paya sahip olan grup 2015’te de onkoloji ürün grubu oldu.

6 yılda 11 milyon 679 bin kişi kanser oldu

2 Kasım’da, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun yazılı soru önergesini yanıtlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, son 6 yılda Türkiye’de 11 milyon 679 bin 107 kişinin kanser tedavisi gördüğünü bildirdi. Rapora göre son 6 yılda, her yıl ortalama 1,5 milyon insan kanser tedavisi görüyor.

Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelinde yılda 14 milyon kişi kanser tanısı alırken, yaklaşık 8.2 milyon kişi hastalık nedeniyle yaşamını kaybediyor. The Lancet Dergisi’nde yayınlanan iki ayrı rapora göreyse kanser ölümlerinin en fazla görüldüğü ülkelerdeki teknik yetersizliklerin giderilmesi ve önlemlerin arttırılması sayesinde her yıl milyonu aşkın ölümün önüne geçilebileceği öneriliyor. Ayrıca kanser vakalarının %60’ı yoksul ülkelerde görülürken, bu ülkeler radyo terapi araçlarının ise sadece %32’sine sahip.

Halk sağlığı sosyalizmle mümkün

Küba ise insanı temel alan yaklaşımı ile sağlık alanında büyük başarılarına her geçen gün yenilerini ekliyor. ABD’nin 1962’de ticari abluka uygulamaya başladığı Küba, bu dönemde yaşadığı ciddi ilaç sıkıntısını çözmek üzere kendi ecza sektörünü geliştirmeye karar vermişti. Bu amaçla 1980’de kurulan Moleküler İmmünoloji Merkezi (CIM) bugüne kadar ada halkının sağlığı için büyük hizmetler sundu. CIM çalışanı Camilo Rodriguez’in verdiği bilgiye göre, ülkedeki ilaçların %70’ini merkez üretti.

Küba’da bebek ölümleri ciddi oranda azalırken, kanser, şeker hastalığı, görme kaybı gibi ciddi hastalıklarla ilgili de önemli ilerlemeler kaydedilmiş durumda. Küba geçtiğimiz yıl, anneden bebeğe AIDS virüsü geçişini durdurmayı ve Amerika kıtasını sarsan Zika virüsünü önlemeyi de başarmıştı. Son olarak, kanser hastalarının yaşam sürelerini uzatacak, kanseri geriletecek onlarca aşı geliştirilen Küba’da, 2017 itibariyle akciğer kanseri aşısının bedava olarak halka uygulanacak olması halk sağlığının ancak sosyalizmle mümkün olduğunu da kanıtlıyor.

Küba’da halk sağlığı

1960’larda çoğunluğu savaş yaşanan ülkeler olmak üzere pek çok ülkenin vatandaşlarında tıp eğitimi vermeye başlayan Küba; önleyici tıp anlayışıyla, Latin Amerika, Karayipler, ABD, Pakistan ve Çin’in de aralarında bulunduğu ülkelerden 80 bin doktor yetiştirdi. Küba’ya 122 ülkeden gelen 10 bin kadar öğrencinin halen ücretsiz eğitim almakta olduğu belirtiliyor.

Anayasası:

  • Sağlık bakımı ekonomik kâr aracı değil, temel insan hakkıdır. Bu nedenle bütün sağlık hizmetleri parasızdır ve herkes için eşittir.
  • Topluma sağlık hizmetini sunmak devletin görevidir.
  • Koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri sosyal ve ekonomik gelişmeyle entegredir.
  • Toplum, sağlık sisteminin geliştirilmesine ve yönetimine katılır

maddelerini içeren Küba’da devrim öncesinde yaklaşık 6000 doktor bulunmaktaydı. Bu doktorlar özel sağlık kuruluşlarında çalışıyordu. Ulaşım sıkıntısı yaşanan ve sadece paralı bir şekilde verilen sağlık hizmetine, zenginler dışında kimsenin ulaşabilme imkânı yoktu. Devrim sonrasında bu doktorların 3000’i yurt dışına kaçtı. Kaçanların önemli bir kısmı öğretim üyeleriydi. Kalan yaklaşık 3000 doktor topluma ulaşmak ve zaten az olan sağlıkçı sayısının arttırılması için çok büyük çaba sarf etti. Sağlık hizmetleri köylüye, işçiye, fakir halka ücretsiz bir şekilde ulaştırıldı. Sadece 1960 yılında yapılan DPT (Difteri-Boğmaca-Tetanoz) aşılaması 1954-1959 yılları arasında yapılan DPT aşılamasının iki katıydı. Sağlıklı içme suyuna ulaşma oranı 1958 yılında kentte %35, kırsalda %2 iken 1969 yılında bu oranlar kentte %90, kırsalda %63 oranına ulaştı.

Küba bunu yaparken toplumsal sorunların çözümüne halkı daha çok katabilmek için sağlıkta standartları merkezileştirirken, sağlığın yönetim kısmını desantralize etti. Halk; evlerde, iş yerlerinde, okullarda sorunları çözmek için örgütlendi. Çöp toplanmaması bulaşıcı hastalıklara yol açacağından, doğrudan halka dayanan örgütlenmeler çöpleri toplama işini organize bir şekilde üstlendi. Bisiklet kullanımı teşvik edildi, sigara ve yağ tüketimi azaltıldı. Doğum kontrol ilaçları ithal edilemeyince yüzük denilen bir gereç üretilmeye başlandı. Ekonomik kriz nedeni ile engelli bireyler için yeni merkezler inşa edilemeyince parklar danışmanlık merkezi olarak kullanıldı. Küçük çocuklara ve zayıf insanlara beslenmeden kaynaklı sorunlar yaşanmaması için vitamin, mineral ve besin desteği sağlandı.

Küba, kendisine uygulanan bütün ambargolara rağmen anayasasında bulunan dört maddeden taviz vermedi. Sağlığı bir meta haline getirmeyi asla tartışmadı. Bilimin halk yararına kullanılabileceğinin somut bir kanıtı oldu ve şu anda dünyada en ileri tıp uygulamalarının gerçekleştirildiği ülke haline geldi.

Kaynak: Sol, İşçi Gazetesi, Genç Gazete, kubadostluk.org, 17 Kasım 2016