Tekelcilik ve medya

Kaldıraç okurları, çok sıklıkla tekelci sisteme, tekelci kapitalizme bir vurgu yapıldığına şahit olmaktadır. Bu sıklık bile, konuyu anlatmaya yeterli midir, sorusu açıktadır.

Hatırlarsak biz, tekelci kapitalizmi, kapitalizmin olgunluk çağı, yani esas olarak kendini bulduğu, tüm özelliklerinin ve yasalarının daha net ortaya çıktığı dönemi olarak ele alıyoruz. Bu nedenle, 1870 öncesini “tekel öncesi kapitalizm” olarak ele alıyoruz. O ünlü “serbest rekabet dönemi”ni biz tam da tekel öncesi dönem olarak okuyoruz.

İkincisi, tekeller çağı, aynı zamanda kapitalizmin dünya sistemi hâline geldiği çağdır. Eğer, “tikel-özel-genel” kategorisi içinde bakarsak, kapitalizmin bir ülkede doğuşunu tikel, Avrupa’da yayılmasını “özel” olarak ele alırsak, tekeller çağı bunun genelleşerek bir dünya sistemi hâline gelmesi demek oluyor.

Üçüncüsü, tekeller çağı, aynı zamanda büyük çaplı üretimin egemen olduğu, kitlesel üretimin egemen olduğu çağdır. Fordizm ve Taylorizm olarak adlandırılan otomasyon sistemleri, emeğin sermayeye bağımlılığını artırmakla kalmadı, kitlesel üretimin boyutlarını da genişletti.

Bu durum bir yandan üretimin toplumsallaşması ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki kapitalizmin temel çelişkisini keskinleştirirken, diğer yandan “kitlesel üretim”e bağlı olarak “tüketim toplumu” denilen olgunun ortaya çıkmasına eşlik etti.

Büyük çaplı kitlesel üretim, reklamcılığın bugünkü hâli ile temelidir (Bu konuda daha kapsamlı bir tartışma ve bu sürecin değişik etkileri için bakınız Deniz Adalı, “Kapitalizm, İnsan, Bilinç ve Eylem”, Kaldıraç Yayınevi). 1870’lerde hızlanan sermayenin merkezîleşmesi ve yoğunlaşması, yani tekelleşme, 1 milyon tirajlı gazeteleri doğurmuştu. 1929’a gelindiğinde ise, reklamcılık, artık tekelci rekabetin ve bir bütün olarak tekelciliğin en önemli alanlarından biri oldu.

Bugünkü medya, sadece TV, basın demek değil. Aynı zamanda eğlence sektörünü, mesela Netflix gibi portalları, müzik alanını ve en yenisi sosyal medyayı da içine almaktadır.

Ve tüm bu medya sektörü tekellerin elindedir.

Nasıl ki, maksimum kâr amaçlı üretim olmamış olsa, insan ihtiyaçları için üretim temel alınsa, enerji teknolojileri böyle olmayacaktı, doğa ile insan ilişkisi böyle olmayacaktı, aynı şekilde tekelcilik olmamış olsa medya araçları da böyle olmayacaktı. Belki haberleşme kanalları, belki iletişim kanalları bambaşka olacaktı. Belki TV’ler hem teknik olarak hem de içerik olarak bugünkü gibi olmayacaktı.

Tekelcilik pazar hâkimiyeti ile başlar. Ama orada kalmaz. Hâkimiyet ilişkileri tüm toplumsal ilişki ağını içine alır. Yatak odalarımız dahi bu hâkimiyet ilişkilerinin alanı içindedir.

Tekelcilik aynı zamanda, devlet organizasyonunda da bir değişime neden olmuştur. Tekeller çağı nasıl ki, “serbest rekabetçi dönemi” geri gelmemek üzere ortadan kaldırmıştır, aynı biçimde burjuva diktatörlüğü demek olduğundan bir Marksist’in asla şüphe duymadığı “burjuva demokrasisi”ni de geri gelmemek üzere ortadan kaldırmıştır. Tekeller çağında devlet, yeni döneme uygun olarak organize edilmiştir.

Kapitalist gelişimin her aşamasında, her anında, her gününde meta üretimi daha da gelişmiş, meta yaşamın daha çok alanını kapsamaya başlamıştır. Her ilişki bir anlamda “meta”laşmıştır. Buna “aşkı” da dahil edelim. Bu aynı zamanda kapitalist mülkiyet ilişkilerinde de bir gelişim demektir. Kapitalist mülkiyet, her gün alanını genişletmiştir. Yıllar önce su dediğimiz içeceğin alınıp satılması kolayca düşünülemez iken, bugün tersi düşünülemez durumdadır. Kimse “su” için neden para ödediğini bilmemektedir. “Su gibi aziz ol”, herhâlde bugün, “paran kadar aziz” olabilirsin anlamına gelir olmuştur. Toprağın, suyun, havanın mülk edinilmesi, “bilgi”nin de mülk edinilmesini beraberinde getirmiştir ve artan oranda.

Bugün, sosyal medya devleri, Facebook, Twitter, Instagram, WhatsApp (galiba bunların hepsi de aynı gruba ait) ve onların babası gibi konum alan Google, bilginin mülk edinilmesinde “sömürgelerin yağmalanması” gibi, insan yaşamının, toplumsal yaşamın yağmalanmasında akıl almaz bir hegemonya sahibidirler.

İşte günümüz kapitalist devletinin şekillenmesi, bunları da içine almaktadır.

Biz bu devlete, günümüz burjuva diktatörlüğüne, günümüz burjuva demokrasisine Tekelci Polis Devleti (TPD) diyoruz.

Yüzyılın başında, tekeller çağının başlamasının ardındaki on yıllarda başlayan emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşımının içinde Ekim Devrimi kapitalist zinciri parçaladı.

Bu durum, tüm burjuva cephede, tekeller cephesinde, kapitalist-emperyalist sitemde korkuyu artırdı. Ekim Devrimi, maalesef dünyaya yeterince güçlü yayılamadı. 1919’da Alman devriminin yenilgisi, karşı-devrim atağını daha güçlü hâle getirdi. 1929 krizi, kapitalist dünyanın korkularını daha da artırdı. Ve 1930’larda gelişen faşizm, aslında tekeller çağının devlet organizasyonu için, olağanüstü bir devlet örgütlenmesi olarak ortaya çıktı.

İkinci Dünya Savaşı, sosyalizmin zaferi ile sonuçlandı. Onu Çin Devrimi ve ardından Küba Devrimi izledi.

Emperyalist dünya, hep birlikte destekçisi olduğu Hitler faşizminin yenilgisinin gözyaşları içinde, faşizmin tüm dişlilerini devletin yeni örgütlenmesine taşıdı.

Medya, bu süreçte çok özel bir rol oynamaya başladı. İkinci Dünya savaşı öncesinden gelir bu ve bugünün Procter & Gamble (P&G) firması, hani şu meşhur tekel, İkinci Dünya Savaşı döneminde ABD devleti adına savaş propaganda işlerini idare ediyordu (Daha fazla detay için bakınız Deniz Adalı, “21. Yüzyıl ve Kapitalist-Emperyalizm”, Kaldıraç Yayınevi).

Tüm burjuva devletler, iç savaşa dönük örgütlenmeye başladı.

Tekelci polis devleti (TDP), hem tekeller çağının devletini hem de bu iç savaşa göre örgütlenmeyi ifade eder. Burada, iç savaş örgütlerinin gelişimi işin bir önemli yönü ise, diğer önemli yönü, medyanın “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılarak devletin içine girmesidir.

Polis daha çok iç savaş kuvvetidir ve tekeller çağında tüm devlet makinası daha çok ve her yönden bu iç savaş örgütlenmesi olarak ortaya çıktı. McCarthycilik denilen komünist avı, en gelişmiş merkezlerde Gestapo tarzı yapıların oluşturulması ve medya ile kitlelerin alıklaştırılması, manipüle edilmesi, aslında devletin iç savaş örgütlenmesinin gelişimi olarak ele alınmalıdır. Bu durum, sadece ABD ile sınırlı da değildir. ABD, açıktan, Hitler’in tüm kalıntılarını devralmıştır.

Burada iç savaş örgütlenmesini ifade etmek için öne çıkardığımız “polis” kavramının, hukukçuların yaklaşımları ile karışmaması gerekir. Tekelci polis devlet, aslında işin niteliğini son derece güzel özetlemektedir.

Günümüz dünyasında “polis”, kolluk kuvveti ile de sınırlı bir işlem değildir. Bilgi toplanması, bilgi üzerine kapsamlı analizler, medya devlerinin işi olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında Google ya da Facebook, tekelci rekabetin gerektirdiği tarzda reklamcılık, tüketim toplumunun ihtiyaçlarına uygun olarak kitlesel ve ihtiyaç olmadan tüketim vb. amaçlar için iş görmektedirler. Ama mesele bununla sınırlı değildir. Tekel olmanın, hâkimiyet ilişkilerinin, sadece ekonomik sonuçları olmaz. Beraberinde şiddeti de getirir. Hâkimiyet ilişkileri ve bunun gerektirdiği şiddet üzerinden bakarsanız, aslında Google veya Facebook’un “medya terörü” kavramı içinde ne kadar etkili iş gördüklerini kavrayabilirsiniz. Google ve diğerleri devasa bilgi toplama ağıdırlar ve polis, açıktan esas “polis” olan bu merkezlerden bilgi istemektedir. Google veya Facebook ya da WhatsApp, bilgilerini devlete verir mi sorusu, oldukça safçadır. Saflığın bu kadarı da aptallık olarak ele alınabilir. Diyelim ki, sizin kullandığınız bir şampuan, sizde nasıl bir gerçeklikle bağı olmayan bir alışkanlık yaratıyorsa, Facebook için de bunu düşünüyor olmanız normal. Ama buradan sonra kalkıp da bu bilgileri “devlet” veya başkası ile paylaşırlar mı diye düşünmeniz saçmadır. Google veya Facebook, WhatsApp veya Instagram, bu bilgileri elbette devletlere verirler. Biri her devlete verir, biri ise sadece bir tanesine. Google veya Apple, bilgileri belki Türkiye’nin polis güçleri ile MİT ile paylaşmayabilirler. Ama CIA ile elbette paylaşırlar.

İşte sokakta kitlelere saldıran, mitinglerde komplolar kuran, TOMA’dan gaz fışkırtan, plastik veya gerçek mermilerle halka kurşun sıkan polis gücü, bu tekelci medya yanında, bilgi açısından çocuk kalır. Onlar, polis veya MİT, telefon dinlerler, operasyonel bilgi ile ilgilenirler. Oysa Google veya Facebook, kapsamlı operasyonlar yaparlar. Polis teşkilâtları, aslında, bu dev tekelci medyanın yönlendirmeleri ile hareket eden saha elemanları gibidir.

Demek artık, günümüzde, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, polis dediğimiz zaman, artık daha kapsamlı bir iç savaş örgütünü anlıyoruz. Öyle ise Google, Facebook, Twitter vb. aslında daha arkadaki devlet örgütlenmesinin bir parçasıdır. Önde polisin ve ordunun yürüttüğü işlerin önemi ortadan kalkmadan, devlet örgütlenmesinde bu yeni yön daha da gelişmiştir.

İşte tam da bu noktada, geçenlerde ABD’de ortaya çıkan Kongre binası baskınına bir kere daha bakmamız mümkündür.

Bizim tezimiz şudur: Devlet ile tekelci bir grup arasındaki çatışma, gerçekte tekeller arasındaki kanlı rekabetin bir yansımasıdır. Bu nettir burayı geçmek istiyorum.

Esas üzerinde durmak istediğim konu, Kongre binasının basılmasının ardından, Twitter tarafından Trump’ın sosyal medyasının “kalıcı olarak askıya alınması” meselesidir.

Elbette Trump’ı oraya sosyal medya ile taşıdılar. Facebook bu konuda özel bir rol oynadı. Trump’ın seçilmesini konu alan “The Great Hack” isimli belgesel film aslında bunu detaylı biçimde örneklemektedir. Demek ki Trump o tahta, başkanlık koltuğuna dev tekelci medya şirketlerinin manipülasyonları ile çıktı. Sadece o mu? Elbette değil. Uganda, 11 Ocak’ta bir açıklama yaptı. Bu açıklamada, “Facebook devlet başkanlığı seçimlerine müdahale ediyor” denmektedir. Ve bizim ülkemizde Erdoğan, aynı metotlarla beslenmiştir ve şimdi, sorun yaşadığının farkındadır. Hilal Kaplan onu uyarıyor.

Ve şimdi, Trump’a dönelim, tahta çıkarttılar ve çıkarken Twitter, Facebook destekçisi idi, oradan inişi konusunda sosyal medya tekelleri, Twitter, devreye sokulmuştur. Hesaplarını “kalıcı olarak askıya” alanlar demokratlık payesi almak istiyorlarsa, onu oraya çıkartırken hesaplarını “kalıcı olarak tepeye” çıkartırken yaptıkları manipülasyon için buyursun ceza çeksinler. Her zaman, hacıyatmaz gibi, bu dev medya tekelleri, “haklı” çıkıyorlar. Öyle bir hukuk ki, çıkartırken manipülasyon yapınca “haklı”, indirirken hesaplarını askıya almakta yine “haklı”.

Twitter, açıklamasında, “demokrasi kahramanı” payesi almak ister gibidir. Özetle biz, senden büyüğüz, seni seçtirdiğimiz gibi indiririz demek ister gibidir.

Google, Facebook, Twitter, Instagram, WhatsApp vb. ile hayatımızı “sosyalleşmek” adı altında kontrol edenler, aslında kendi güçlerini de ilan etmektedirler. Amerikan tekellerinin bir kanadı, açıkça, kendi çağlarını ilan eder gibidir.

Trump’ın ne olduğunu biliyoruz. Onu oraya çıkartanlar, şimdi de onun sosyal medyasını “kalıcı olarak askıya” alıyorlar.

Hukukçular dikkat etmelidir. “Kalıcı askıya almak” diye bir terim yenidir. Askıya almak, tanımı gereği geçicidir. Kapatmak, kalıcı olarak askıya almak anlamına gelir. Öyle ise kapatmak demelidirler. Öyle demiyorlar. Kendi hukukî terimlerini devreye soktular: “Kalıcı olarak askıya almak.” ABD’de bir yönetim krizinde medya tekelleri, kendi hukukî dillerini oluşturmaktadırlar. Ve bunu da ABD demokrasisi olarak bize sunmaktadırlar. Vietnam savaşını bize “demokrasi taşımak” olarak pazarladılar. Kızılderili yerlilerin katliamını bize “medeniyet taşımak” olarak pazarladılar. Irak işgaline “demokrasi taşımak” adını taktılar. Ve şimdi, kendilerinin ürünü olan bir soytarının iktidarda kalma isteğine karşı “hesaplarını kalıcı olarak askıya alma” işini bize demokratlık olarak pazarlıyorlar. Muhtemelen bu sayede, çok kârlar elde edecekler. İşte size günümüz demokrasisi. Tekelci demokrasi, tekellerin kârını artırmak anlamına gelir. Bu nedenle, bizim TPD tanımlamamızı sevmeyeniniz varsa, buna, “tekeller demokrasisi” de diyebilirsiniz.

Hilal Kaplan, Twitter’ın “kalıcı askıya alma” hamlesini, sadece Trump destekçisi olduğu için bu kadar ciddiye almadı, o aynı zamanda Türkiye’deki Saray Rejimi’nin iktidarda kalma planları açısından bugünden adımlar atması gerektiğini hissettiği için bu adımı çok ciddiye aldı. Yarın bizim başımıza da gelebilir diye uyarısının anlamı, Saray Rejimi’ne, şimdiden sosyal medya için önlem al, şimdiden “istenmeyen adam” olduğunda seni oraya çıkartanların indirmesine karşı önlem al demektedir. Haklıdır, çünkü kaybedince, o da kaybedecektir, cennetini kaybetme korkusudur bu.

Hilal Kaplan’ın gönlü rahat olsun. Saray Rejimi, tekeller arasındaki çatlaklar, uluslararası sermayenin kavgaları nedeni ile gitmeden önce, işçi ve emekçilerin sarayları yerle bir etmesi ile gidecektir. Bu nedenle Saray, ordunun silah ve araçlarının polise kayıtsız devrinden söz etmektedir.

Kaplan görüyor ki, Trump’ı oraya çıkartan manipülasyonların merkezlerini tutanlar, aslında onu indirmesini de bilmektedirler. Tekeller, ellerindeki hâkimiyet araçlarının ne demek olduğunun bilincindedirler. Bu gücü nasıl kullanacaklarını, yüzyıllardır yönetiyor olmalarının bilinci ile gayet iyi bilmektedirler. Ama tüm bu güçler, onların cennetlerinin, işçilerin cehennem hayatlarının üzerinde kurulu olduğu gerçeğini değiştiremezler.