Tekelci polis devleti ve devletin çeteleşmesi

Ortadoğu’dan pay almak için, Kerkük ve Musul’u almak için, Halep bizimdir demek için, daha başka paylar elde edebilmek için mangalda kül bırakmayacak şekilde esip gürlüyorlar, bir anda ovaları aşıyor, bir anda çağları devitiyorlar. Ve aynı hızla içeride de, bu yağıp gürleme, tüm devlet mekanizmalarının ve bürokrasinin “yavaşlığını” aşarak, tam bir çete örgütlenmesine, mafya reisliği sistemine dönüşüyor.

Bir kere, efendileri, burada paylaşım savaşı var diye buyurdu mu? Evet. Bir kere Rockefeller ve Rothschild aileleri kararlar verdi mi? Evet. Demek ki, bizim topraklarımızda onlar adına kâhyalık yapanları hiçbir şey tutamaz. Bu nedenle, devletin ağır işleyişi, artık gereksiz olmuştur.

IŞİD’e bakın. Ne kural var ne hukuk, ne hak var ne vicdan, ne insanlık var ne insan. Kafa kesiyorlar, çocukları katlediyorlar, kadınları satıyorlar, ırzına geçiyorlar. Ve tüm bunları, bir tek kurala dayandırıyorlar, din böyle emrediyor. Dinin ne emrettiğine kim karar veriyor, elbette ilgili kişi. İşte bu nedenle son derece hızlılar.

TC devleti, artık, uluslararası hukuk, insan hakları, masumiyet karinesi, hak ve adalet vb. gibi kavramlardan kurtulmak istiyor. Ne istersek onu yaparız, dönemine uygun olarak, bir yeni yapı organize ediyorlar.

İşte bu çeteleşmedir.

Tekellerin çıkarlarına, büyük sermayenin yararına, ülke içte yağmalanmaktadır. Doğa, doğal kaynaklar, insanlık yok edilmektedir ve bu konuda sınır tanımaz bir hukuksuzluk egemendir.

Burjuvalar, emperyalist efendilerinin, tüm bölgeyi bölüşme, paylaşma planlarını gördüler ve öncelikle, bizim ülkemizden, kendi ülkelerinden işe başladılar. Yağmalanmadık hiçbir şey bırakmak istemiyorlar.

Bunu yapabilmek için, hukuku askıya aldılar. Parlamento, artık varlığı tartışılan bir kurumdur, yetkilerini çoktan devretmiştir. Aydınların, halkların üzerine şiddetle ve hukuk tanımaz bir biçimde gidilmektedir. İşçi ve emekçiler, öğrenciler, öğrenci aileleri, en sıradan bir haklarını aradıklarında hapis ve copla, işkence ile tehdit edilmektedir. Tüm toplum, muhbir ağları ile polis teşkilâtına bağlanmaya çalışılmaktadır.

Burjuva anlamda dahi hukuk kalmamıştır.

Basın, tamamen AK Parti’nin ve o yolla Saray’ın ya da devletin denetimi altındadır. Tek bir aykırı sese tahammülleri kalmamıştır. RedHack sayesinde öğrendik ki, Mehmet Ali Yalçındağ, Alo Fatih karakterini çok geride bırakmış, Doğan medya için harikalar yaratmaktadır.

Basında her gün, Saray’a yağcılık yarışması yapılmakta, bu yarışmayı kazanmak için, her biri akıl almaz hokkabazlıklar gösteren kadın ve erkekler yarışmaktadır. Gülen, kendini dinleyenler içinden birilerine portakal kabukları atıyormuş, Saray’ın sakini, bu basın hokkabazlarına acaba muz kabuğu mu atmaktadır?

Basın, tam anlamı ile bir mafya örgütlenmesine dönmüştür.

İnşaat sektörü, bir mafya örgütlenmesidir.

Belediyeler, baştan aşağıya birer mafya örgütlenmesidir.

Ve devlet içinde de çeteler, mafyalar örgütlenmektedir.

Bugünlerde Saray, en çok, Mehmet Ağar, Veli Küçük, Sedat Peker gibi ekiplerle yakındır. SADAT AŞ, başlıbaşına, bu çete örgütlenmesini göstermektedir. Genelkurmay başkanı ne derse desin, artık bir “ordu”ya ne kadar ihtiyaçları olduğu tartışmalıdır. Asker dediğin, ölmek için maaş alan kişidir. Bu söz, bir gerçeği ortaya çıkarır. IŞİD, El Kaide, El Nusra, çeşitli başka çeteler ve mafya grupları, gerçekten de bunun için maaş almaktadırlar.

Bir ganimet savaşı olarak ele alındığında bu savaş süreci, bu sözler anlaşılmaz değildir. Ganimetin büyüğü, elbette şeyhülislama aittir. Bunun kim olduğu ise, eskisi gibi belirlenmiyor, Pentagon tarafından belirleniyor. Ganimetin büyük payı, aslında efendilere, emperyalist güçlere aittir. Ama, burada sahaya konan tatışmalarda, bu bölüm ele alınmaz. Geriye kalan sahadan çıkan ganimettir. Bundan, her çete reisi pay alacaktır. İşte savaşın kutsal tarafı da budur.

Bu nedenle din, acımasızca, insafsızca kullanılmaktadır. TC devleti, tıpkı Suudi krallığı gibi, dinin kullanımını had safhaya çıkarmıştır. Musul, Başika ve Halep tartışmalarında, Sünni unsurun üzerine bu denli durmaları ile, içeride devletin tarikatlar arasında bölüşülmesi paralel gidiyor. Sağlık bakanlığının Menzir tarikatına ait olduğunu, artık söylediler ve duyduk. Ama Süleymancıların nereyi, Nakşilerin nereyi, Kadirilerin nereyi aldıklarını henüz tam olarak bilemiyoruz. Demek ki, Fethullahçıların %90 ağırlıkla “sızmaları” aykırı bir durum, istisnai bir hâl değilmiş.

İşte devletin çeteleşmesi burada da görünüyor.

Halklara, işçi ve emekçilere, özgürlük ve adalet isteyenlere karşı polis örgütlenmesi ile yanıt veriliyor. Ve aynı anda devlet, çeteleşiyor; dinî çeteler, mafya çeteleri, finansal çeteler, rantiye çeteler, şimdilik bizim tespit edebildiklerimizdir.

Demokrasi, burjuva anlamda bile anlamsızdır. Sadece meclise bakın demeyeceğiz. Evet meclise bakın. Siyasal partilere bakın, AK Parti diye bir parti var mıdır? Parti olarak AK Parti bitmiştir. Parti olarak MHP bitmiştir. Parti olarak CHP ruhunu en son Yenikapı’da teslim ederek bitmiştir. Bunların tümü birer çete örgütlenmesidir. Ama dahası var, yerel seçimlerle seçilen belediyelere dönük saldırılar, kayyum atanması vb. gerçek anlamı ile, devletin çözülüşünü de göstermektedir.

Onlara göre bu çeteleşme, burjuva egemenleri kurtaracak. SADAT AŞ, Mehmet Ağar, Sedat

Peker, basını tutmuş çeteler, inşaat çeteleri vb. Saray’ı mı kurtaracak? Beklenti budur. Koruma ordusu, basındaki hokkabazlar, dinî çeteler, mafya çeteleri, milliyetçi çeteler, tüm bunlar Saray’ı kurtaracak.

Ama yine de yetmiyor.

AK Parti, OHAL ile elde ettikleri güç ve olanakları değerlendirerek, daha ileri adımlar atmaya çalışıyor. AK Parti içinden açıkça silâhlanma çağrıları yapılıyor. Bu, sıradan bir süreç de değildir. İç savaş hazırlıkları olarak da ele alınamaz. Bu, aynı zamanda, devletin çöküş sürecidir de.

Peki, bu silâhlanma yeterli olacak mı?

Soruyu şöyle sormak gerekir: Bunca korkunun nedeni nedir? Bunca şiddete rağmen, bunca baskıya rağmen, neden bu korku azalmıyor da, sürekli büyüyor?

Devam edelim, Erdoğan, ordu, FETÖ arasındaki kavgayı nasıl açıklayabilirsiniz? Erdoğan ve AK Parti, bir Amerikan projesidir. Bunu en iyi Erbakan hocadan dinlemek mümkündür. Artık, herkesin ortak kabulüdür. AK Parti öyledir de, FETÖ nedir? Gülen hareketinin CIA ile bağı, bugün değil, yıllardır bilinen bir gerçekliktir. Kusura bakmasın Erdoğan ve çevresi, bunu 17 25 Aralık’tan sonra da öğrenmedi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye bu konuda bilgi verildiği kayıtlıdır, gazete arşivlerinde vardır. Erdoğan ve çevresi de bunu çok ama çok yakinen biliyordu. Gelelim orduya. Ordu, NATO ordusudur. Ordunun NATO’dan bağımsız yaptığı hiçbir iş yoktur. Özetle şöyle diyebiliriz, bugün, iktidar içi çatışmada karşımıza çıkan tarafların tümü, doğrudan ABD’ye bağlı odaklardır.

Eğer bu durumu aklımızda tutarsak, unutmazsak, gelişmeleri anlamamız daha da kolaylaşacaktır.

Devletin çeteleşmesi süreci, sadece bir tek adam diktatörlüğü demek değildir. İşin içinde elbette bu vardır. Elbette, Türkiye, ne dün demokratik bir ülke oldu, ne de bugün. Bugün, parlamentoyu devre dışına iterek, belediyelere kayyum atayarak, işçi ve emekçilere saldırarak, her türden şiddeti tırmandırarak, basını bir Saray borazanına çevirerek demokratikleşmedikleri elbette açıktır. Ama bu, işin sadece bir yönüdür. İşin diğer yönünde, TC devletinin çözülüş süreci vardır.

Suriye ve Irak’ta çetelerle yatıp kalkmak, Suriye’yi Afganistanlaştırmak için uğraşmak, elbette içeride de çetelerle iş tutmak, Türkiye’yi de Pakistanlaştırmak demektir. Yağma sadece Suriye’de, sadece Musul’da yok. Yağma savaşına başladınız mı, içeride de bu yağma sürecek demektir.

Sonrası daha “otomatik”tir. Her ikisi birbirini besleyecektir, dışarıda yaptığınızın içeride, içeride yaptıklarınızın dışarıda yansımaları olacaktır. Sonra bir gün, yumurta- tavuk sarmalına gelmiş olursunuz.

İçeride baskı ve şiddet arttıkça, dışarıya doğru kükreme artmaktadır. Dışarıda çetelerle iş tutuldukça, içeride çetelerle iş tutulmaktadır. İçeride halklara saldırdıkça, dışarıda katliamlara destek verme eğilimi gelişecektir. Bu böylece birbirini besleyecektir.

İçeride zorlandıkça, dışarıda saldırgan bir politika devreye konulacaktır. Din ve milliyetçilik bu yolla sürekli, hem birlikte kullanılmakta, hem de her seferinde daha aşırı dozlarda kullanılmaktadır.

Başka da çareleri yoktur. Bu baskı ve karanlığı artırmak dışında çözümleri yoktur. Ama öyle görünüyor ki, bunun da sonuna yaklaşılıyor. Her karanlığın bir sonu vardır. Ve baskı ve şiddet, halkların özgürlük arayışını yok edemeyecektir. 12 Eylül’den bu yana süreklilik kazanan baskı ve şiddet, artık olağanlaşmıştır. OHAL uygulamaları, bu topraklarda yaşayanlar için olağan hâle gelmiştir.