Seçim, seçim süreci ve devrimci tutum

1- SEÇİM, SAVAŞ POLİTİKALARINDAN AYRI ELE ALINAMAZ

14 Mayıs 2023’te bir seçim yapılacağı ilan edildi. Bir ihtimal, bu seçimlerin yapılacağı, diğer bir ihtimal ise yapılmayacağıdır.

Seçimlerin iptal edilmesi için, “iki füze göndeririz yeter” anlayışı, her zaman geçer akçedir. Bize kimse, AK Parti’nin ya da Saray Rejimi’nin ya da TC devletinin böylesi bir şey yapmayacağını söylemesin. Bu halk, bu topraklarda yaşayan herkes, aslında TC devletinin nasıl bir devlet olduğunu, derinden bilir. Bunun için yeterli bilgi ve deneyimi vardır. Deprem bölgesinde günlerce insanların enkaz altından gelen çığlıklarını seyretmemize neden olup insanları ölüme terk edenler, hiçbir zaman dürüst, kurallara bağlı vb. dahası bilinen anlamı ile insan olmazlar. TC devleti budur. Deprem, halkın devlet eli ile ölüme terk edilmesi demek olmuştur. Katliam politikalarına son derece uygundur. İnsanlara “depremde ölen annenizin cenazesini İstanbul’a gönderdik” deyip, İstanbul’da bir erkek cesedi gösterip, sonra da “yanlışlık oldu” deyip, Hatay’da annesinin kopmuş başını gösterenler, işkencecidirler ve onlardan bir beklenti içine girenler, çocuk değillerse, saf değillerse, akılsız değillerse, korkak ya da onların işbirlikçileridirler.

İşte bu nedenle, “iki füze” gönderilerek seçimin iptali uzak bir olasılık değildir. Hele ki, savaş bulutlarının bu denli yoğunlaştığı bir coğrafyada. Saray Rejimi, ABD uzantısıdır ve savaş politikalarına uygun olarak böylesi bir adım atması olasıdır.

Eğer ABD, İdlib’den, Suriye’den, Ortadoğu’dan çekilmeyi kabul etmemiş ise, ABD’ye tetikçiliği en iyi yapacak sistem-kişi gereklidir ve bu nedenle seçimlerin “kaderi” tartışma konusudur. İdlib, Saray Rejimi örgütlenmesi için sıradan bir etken değildir.

Evet, her seçimde, egemen, mesela ABD ya da NATO, önce kendi adamlarını seçer, sonra bunları halka “seçtirir”. Bunu zaten biliyoruz. Ama bu seçimlerde, durum daha da kritiktir. Savaşı anlamadan, savaşı görmeden, seçimi, seçim sürecini anlamak mümkün değildir.

ABD, eğer Suriye’den, İdlib’den TC devletini çekmeyecekse, bu durumda, oradaki IŞİD güçlerini Kılıçdaroğlu ile yönetmesi mümkün değildir. Çünkü IŞİD demek, aynı zamanda eroin ticareti, aynı zamanda insan ticareti, aynı zamanda silah ticareti, aynı zamanda organ kaçakçılığı vb. demektir. IŞİD, aynı zamanda Türkiye’nin içindedir. Bu boyutta kirli bir savaşı, TC devletini tetikçi olarak kullanarak ABD yönetmekte, organize etmektedir. Bu süreci iyice düşünerek kavramak gerekir. IŞİD çeteleri ile bir devlet ilan eden ABD, Ukrayna’da da, 2014’ten başlayarak, yani Suriye savaşının ardından başlayarak, bir Neonazi yönetim oluşturmuştur. Bu iki savaş birbirine çok bağlıdır. Saray Rejimi de savaş politikalarının gereğidir, ABD’nin tetikçi olarak TC’yi dizayn etmesine bağlıdır.

ABD, Ortadoğu da dâhil dünyada sürekli savaşları tırmandırarak, hegemonyasını sürdürmeye, kayıplarını önlemeye, rakiplerini kendi kontrolüne almaya çalışıyor.

Türkiye’de seçimler, ABD’nin bu savaş politikasına çok bağlıdır.

14 Mayıs 2023’te seçimin olacağının ilan edilmesi, seçimin iptali operasyonunu ortadan kaldırmaz. Tersine, “iki füze” ile savaşı genişletmek ve “milli mesele” adı altında tüm muhaliflere seçimin iptalini kabul ettirmek hâlâ bir olasılıktır. Savunu da kolaydır; “seçim yapmak istiyorduk, ama ne ki, milli çıkarlarımız gereği savaştayız, seçim iptal.” İşte CHP’nin de evet diyeceği bir seçim iptal operasyonu.

Ya ABD Ortadoğu’dan çekilecek ve yenilgiyi kabul edecektir ya da savaş politikalarını daha da ileri seviyeye taşıyacaktır. Görünen ikincisidir. Bu nedenle, Türkiye’de seçimlerin olmama olasılığı yüksektir, eğer olursa çok farklı bir süreç yaşanma olasılığı yüksektir ve ABD’nin Kılıçdaroğlu ile bu aşamada, bu savaşı yürütmesi zordur. Yanlış anlaşılmasın, Kılıçdaroğlu ABD emirlerini yerine getirmez demiyoruz, elbette getirmek ister. Ama AB şemsiyesi ile ABD çıkarları artık eskisi gibi çakışmıyor.

ABD ve AB arasında bir anlaşma olmadan, seçimlerin gerçekleşmesi, sandığa atılan oyların sandıktan çıkan oylar olması mümkün değildir.

Biz onların, efendilerin kararlarını beklemeyi reddediyoruz. Halk, işçi ve emekçiler, kendi rotalarında devrime yürüme kararını vermelidir.

2- İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN, HALKIN BU SEÇİMLERDE CUMHURBAŞKANI ADAYI YOKTUR

Görünen o ki, Erdoğan’ın halk desteği yoktur.

2015’te de yoktu, kaybetmişti.

2017’de de kaybetti.

2018’de de kaybetti.

Kaybettiği her seçimi de çalmasını bildi.

Marifet, onun çalmasını bilmesinde, hırsızlıktaki başarında değil, esas marifet, onu meşru gören ve gösteren “burjuva muhalefet”tedir.

Saray Rejimi, bu nedenle, hiçbir zaman meşru değildir. Sadece Erdoğan’ın diploması olmadığından, sadece Erdoğan’ın epilepsi hastalığı nedeni ile değil; seçimleri her seferinde çaldıkları için de meşru değildir.

Demek ki Erdoğan, Saray Rejimi, orada halkın, halkların rızası ile durmamaktadır.

Meşru değildir.

Her fırsatta halkı suçlayan liberal sol, burjuva “muhalefet” aslında bu gerçeği görüyor ve susuyor. Devlete, Saray Rejimi’ne karşı direnişi meşru bir yol olarak ortaya koymaktan, daha çok korkuyor. Saray Rejimi’nden bir korkuyorlarsa, isyandan, ayaklanma ihtimalinden, halkın önüne gerçeği koymaktan, devrimden yüz korkuyorlar.

Öyle ise geniş kitlelerin Erdoğan’a karşı olması, onlara yetiyor.

Oysa geniş kitleler, Saray Rejimi’ne, TC devletine de karşıdırlar.

Bu nedenle, burjuva muhalefet, meseleyi sadece Erdoğan karşıtlığı şeklinde sınırlandırmak istiyor. Ve sol, buna razı olmuş durumdadır.

TC devleti, Saray Rejimi, ölümü göstererek, halkı, kitleleri, işçi ve emekçileri sıtmaya razı etmeye çalışıyor.

Sıtma, Kılıçdaroğlu da içinde, tüm diğer adaylardır.

Kılıçdaroğlu, Saray Rejimi’ne karşı bir alternatif değildir.

Ekmeleddin vakasını biz yaratmadık.

Muharrem İnce vakasının planlayıcısı bizler değiliz.

Muharrem İnce, gerçekte seçimi kazanmıştı ve kazanılmış seçimi satmıştır. Ve bunun karşılığında, yüklüce para aldığı da bilinmektedir. Kılıçdaroğlu bu süreçten habersiz midir?

HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını biz yaratmadık, yaratıcıları bellidir.

Kürt illerine kayyumlar atanırken, demokrasi nutuklarını, yasaları unutanların kim oldukları bellidir.

Halkın, bu seçimlerde adayı yoktur. Maalesef bu şans tepilmiştir.

Erdoğan’ın gitmesi için duyulan haklı istek, Kılıçdaroğlu’nu halka bir umut olarak sunma noktasına gelmiştir. Ve sol, buna razı olmuştur.

Bunu reddediyoruz. İşçi sınıfı ve halklar bir kere daha aldatılmamalıdır.

Varsayalım ki seçim olsun. Öyle ya, 14 Mayıs’ta seçim ilan edilmiştir. Kılıçdaroğlu normal bir seçimde elbette kazanır. Seçim olur mu, bu bir sorudur; olursa nasıl olur, bu da bir sorudur. Oldu diyelim, Kılıçdaroğlu da kazandı. İyi ama hangi sorunu çözer? Mesela ekonomiyi mi, mesela Kürt sorununu mu, mesela savaş politikalarını mı, mesela NATO meselesini mi, mesela anti-demokratik uygulamaları mı? Hiçbirini çözemez. Ama işçilerin, emekçilerin sisteme ve devlete karşı direnişlerini bir ölçüde kırar.

İşte Kılıçdaroğlu’nun bir umut olarak yükseltilmesi, halkın, işçi ve emekçilerin öfkesini, isyanını bastırmak, onları bir kere daha aldatmak, onların devlete karşı öfkelerini söndürmek içindir. Ve seçim olmadan, daha şimdiden bunu başarmış gibidirler.

Burjuva muhalefet, Saray Rejimi, tüm egemenler, işçi ve emekçilerin devrimci ayaklanmasından korkmaktadırlar. Bu korkuları nedeni ile, Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu alternatifini ortaya koyarak, solu, okuyup yazan insanları Kılıçdaroğlu aracılığı ile devlete yeniden bağlıyorlar. Bu yolla, işçi ve emekçiler için devrimci alternatifin önünü kesmeye çalışıyorlar.

3- SEÇİMDE CİDDİ OLANLAR, ERDOĞAN’IN ADAYLIĞINA ONAY VERMEZDİ

Seçimle, Saray Rejimi’nin gideceğini varsayanlar, Erdoğan’ın adaylığına onay vermezdi. Erdoğan, hangi yasalara göre aday olmuştur? Seçim yasaları bile olmayan bir Saray Rejimi söz konusudur. Bu Saray Rejimi, TC devletinin, tekelci polis devletinin olağanüstü örgütlenmesidir.

100. yılına giren TC devletinin, anlı-şanlı demokrasisinin seçim yasaları bile belli değildir. Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığını kabul edenler, Saray Rejimi’ni güçlendirmek için, işçi ve emekçileri, solu ve kitleleri arkasına almaya çalışıyorlar.

TC devletinin haklar için, seçim vb. için yasaları çiğnenmeye açıktır, yok gibidir ama halkların katledilmesine ilişkin yasaları son derece açıktır.

Seçim ve yasalara Saray’ın uyacağı konusunda bu denli inançları olanlar, önce Erdoğan’ın aday olamayacağını ilan etmelidirler. Madem yasalar bu kadar kıymetli, Erdoğan’ın adaylığına izin vermeyin. Erdoğan’ı aday yapan kimdir?

“Mağdur yaratmayalım” hikâyesi, çoktan eskimiş bir hikâyedir. Saray Rejimi eli kanlı bir rejimdir. Ekonomisi, rant, yağma ve savaş ekonomisidir. Bu koşullarda bir dirhem halk desteği kalmamıştır. Öyle ise, ne mağduriyetinden söz edilmektedir? Binlerce insanın kanı elinde olan Saray Rejimi, böyle mi mağdur olacak ve halkın oyunu alacak? Bu baştan aşağıya yanlıştır ve manipülasyondur. Demek ki, 2015’ten bu yana olmuş olan ve her birini Erdoğan’ın çaldığı seçimleri “meşru” görme hâlidir bu. Ve sadece “meşru” görmekle kalmıyor, halkın da desteğinin olduğunu ortaya koymuş oluyor ki, yalandır. Halkın Saray Rejimi’ne onayı yoktur. Bu seçimlerin hiçbiri, burjuva normlar bir yana, Türkiye tarihi içinde de normal seçimler değildir.

Erdoğan’ın, bugüne kadar cumhurbaşkanlığı meşru değildi, bunu meşru kıldınız. Şimdi adaylığı yasal değil ama bunu da kabul ettiniz, halkı sokağa çağırmadınız. Peki, seçimi kaybederseniz ya da seçim olmazsa, halka ne diyeceksiniz? YSK işte taraflı idi, Erdoğan oyları çaldı vb. İyi de bunu bugünden biliyoruz.

Mesela YSK, bugünden, seçim olmadan seçim sonuçlarını ilan etse, Kılıçdaroğlu tüm halkı sokağa direnişe mi çağıracak, yoksa “kavga etmemeliyiz, insan niye kavga eder, gelin birlikte olalım” nakaratını mı söyleyecek?

Bugün, Erdoğan’ın yasal olmayan adaylığı, bunu kabul ederek yasaları çiğneyen YSK’nin tutumu karşısında sokağa çıkmayanlar, yarın hiç çıkamazlar.

Demek ki, biz işçiler, halklar, artık sokağa çıkma meselesini CHP’nin kararına bağlı görmüyoruz. Herkes kendi yolunu açacaktır.

Bugün Erdoğan’ın adaylığını meşru saymak, aslında Saray’ın uygulamalarına “evet” demektir.

“Biz Erdoğan’ı seçimde, sandıkta yeneceğiz” tutumu, yiğitlik veya yüksek irade göstergesi değildir; devleti kurtarma operasyonudur.

Erdoğan, seçimlerde aday olamaz. Bu duruma göz yummak, Saray’ın uymasını bekledikleri yasaları kendilerinin hafife alması demektir.

Yarın bunlar bize, YSK taraflı idi, diyecekler, “adam kazandı” diyecekler, “aman sokağa çıkmayın iç savaş çıkar, bilgiyi içerden aldık” diyecekler.

İşçi ve emekçiler, böylesi bir seçime, kendi adayları olmadan gitmektedirler.

Bu nedenle, hiçbir cumhurbaşkanı adayına oy vermeme hakları vardır.

Seçim süreci, organizasyonu, seçimleri şimdiden tartışmasız bir biçimde şaibeli kılmaktadır.

Varsayalım ki, son anda, seçimler “yapılamaz” hâle geldi. HÜDA PAR, tam da böylesi senaryolar için anlam kazanır, Çakıcı’nın adamlarının ziyareti de. Neyse, varsayalım ki, bir biçimde seçimleri yapılamaz hâle getirdiler, bu durumda “var olan cumhurbaşkanı” cumhurbaşkanlığına devam eder.

4- SEÇİM SÜRECİ ŞAİBELİDİR

Seçim sürecini şaibeli kılan şey, sadece Erdoğan’ın aday olamaması gerektiği hâlde aday olması değildir. Bu var elbette. Sadece seçim yasasındaki değişiklikler değildir. Sadece seçimlerin anti-demokratik karakteri değildir.

Erdoğan, 2028’de aday olmak için seçim zamanını Nisan 2028’e alırsa, dönemini tamamlamamış olduğu için, yeniden aday olarak kabul edilecek mi? Elbette edilecek; bugün ediliyorsa, o gün de edilir. Bu durumda, “bir kişi en çok iki dönem seçilerek cumhurbaşkanı olur” demenin ne anlamı var?

Seçim sürecini şaibeli kılan birçok uygulama sahaya sürülmektedir. Yasaklamalar, suikastler bunun ana yöntemleridir.

Saray Rejimi’nin asgarî ücret ve emekli maaşları, EYT konusundaki düzenlemeleri, seçimi kazanma hedefi için sahnelenmemektedir. Asgarî ücret, EYT yasası, emekli maaşları ile oynanması, gerçekte, kitlesel bir başkaldırıyı, bir toplumsal patlamayı önlemek içindir.

Bunu, birçok uygulamada görebiliriz.

Ne asgarî ücret, ne EYT, oyları Erdoğan’ın lehine değiştirmemektedir. Bunu sadece burjuva muhalefet biliyor değil, bu durumu Erdoğan da, Saray da biliyor.

Saray, HÜDA PAR ile işbirliğine gittiğinde, bunun kendi oylarına bir dirhem bir olumlu etkisi olmayacağını biliyordur. Hatta oy kaybına neden olacağı bile açıktır. Sanki HÜDA PAR ittifaka girmemiş olsa Erdoğan’dan başkasına mı oy verecekti? Çakıcı’nın adamları jandarma komutanını ziyaret edip bunu deşifre ettiklerinde, bunun oy getirmeyeceğini bal gibi biliyorlar.

HÜDA PAR, ittifaka girişlerini, “seçim güvenliği” olarak açıklamaktadır. Bu seçim güvenliği, sanıldığı gibi, “tehdit” ile, korkutma ile sınırlı değildir. Bizzat devletin, bu çeteleri sahaya sürmesi, IŞİD güçlerinin sahaya girmesinin de yoludur. Bu sahaya sokulacak güçler, şimdiden, her adımları için Saray garantisi, Saray’dan yargılanmama, devlet görevlisi muamelesi görme hakkı almışlardır. Yoksa bu çetelerin eylemleri her zaman biliniyor. Ama yargılanmama garantisi, bu açıdan teşvik edici olmalıdır. Meseleye böyle bakmak gerekir.

Yoksa tüm bu adımlar, “oy kaybettirici adımlar” olarak ele alınır ki, safça ve çocukçadır, devleti tanımamaktır.

Saray’ın oy derdi yok gibidir.

Yoktur, çünkü hiçbir hamle, oy almalarını sağlamaz.

Derler ki, sandığa atılan oy değil, çıkan oy önemlidir. Demokrasi dedikleri budur. Ve bu durum, son yıllardaki her seçimde geçerlidir.

Demek ki, biz, daha bugünden sokağa çıkmalıyız. Cumhurbaşkanlığı adaylığının yasal olmayan kabulü, seçim sürecinin şaibeli olması (ki şimdiden öyledir, daha yolun başındayız) eğer sokaklara çıkmak için bir yeterli neden değil ise, yarın seçimi çaldıklarında “sokağa çıkın” diyecek bir CHP iradesi mi kalacak? Elbette kalmayacak.

Halkın, işçi ve emekçilerin, kendi örgütleri, devrimci örgütlenmeleri, devrimci sosyalistler dışında kurtuluş yolu yoktur.

5- SARAY KORKUYOR

Saray korkmaktadır.

Saray’ın her tuğlası, her duvarı korku ile, tıpkı bir depremde binaların, duvarların titremesi gibi titremektedir.

Ama bu korku, muhalefet denilen altılı masadan duyulan bir korkunun ürünü değildir. Saray’ın korkusunun nedeni, Kürt devrimi ve Gezi ile başlayan direniş sürecidir.

Saray, halkın ayaklanmasından, toplumsal patlamanın ayaklanmaya dönüşmesinden korkmaktadır.

Bu nedenle TC devleti, Saray Rejimi, ikili bir politika uygulamaktadır: Birinci ayağında bu politikanın, baskı, şiddet, yalan vb. vardır. Bunu zaten uzun süredir sürdürmektedirler. Buna yeni suikastler vb. ekleyeceklerdir. İkinci ayağında ise, bir toplumsal patlamayı ayaklanmaya çevirecek, devrimci kalkışmaya çevirecek sol güçlerin kontrolü vardır. Solun, CHP kuyruğuna takılması, daha şimdiden, Saray Rejimi için bir kazanımdır. Ve bu seçim sürecinin ayırt edici özelliği budur, yeni olanı budur.

Halktan duyulan korku, Saray’ın her adımında vardır. Deprem bölgesi, bunun en somut kanıtıdır. Saray, tüm paramiliter güçlerini deprem sahasında aktif hâle getirmiştir. Deprem sahasına sürülen bu paramiliter güçler, bir sosyal patlamayı önlemek için oradadır. O sahada, ölüm, artık bir korku kaynağı değildir. Onca yakınını kaybeden insanlar, devletin gerçek yüzü ile açıktan karşı karşıya kalmışlardır.

İşte korkularının kaynağı budur, halkın artık korkacak bir şeyinin kalmamasıdır.

Ellerinde binlerce insanın kanı vardır ve bundan korku duymaktadırlar.

Yel ekmişlerdir ve fırtına biçecekleri günler yakındır, bundan korkmaktadırlar.

Kendilerine bir cennet kurmuşlardır ve bu cenneti kaybetmekten korkmaktadırlar.

Suç sicilleri çok ama çok kabarıktır ve bundan korkmaktadırlar. Halktan korkmaktadırlar.

6- SARAY REJİMİ SEÇİMLE DEĞİL, DİRENİŞLE YENİLİR

Saray Rejimi, bu korkusu ile halka karşı her türlü saldırıyı devreye sokmuştur. Bu saldırıları, daha özel hedefler ile geliştirecekleri anlaşılmaktadır. Ama artık, işçi sınıfını, kitleleri korku ile sindirmelerinin sonuna gelinmiştir. Yeter ki işçi sınıfı, yeter ki devrimciler direniş rotasını kaybetmesinler.

Saray Rejimi, seçimle oluşmamıştır.

Saray Rejimi, seçimle gitmeyecektir.

Saray Rejimi’ni alaşağı etmenin yolu, toplumsal bir ayaklanmadır. Elbette bu, adım adım, an be an örgütlenmelidir.

Direnişler, Saray Rejimi ile hesaplaşmanın tek yoludur. Bu direnişlerin zaferi, örgütlülükten, Birleşik Emek Cephesi’nden geçmektedir.

Sokaklar, özgürlüğü soluyabileceğimiz alanlardır. Örgüt, özgürlüktür.

Sokaklar, yeni yasaları yazmanın yeridir; işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin ellerinden çıkacak, eylemlerinden, direnişlerinden doğacak yeni yasaları yazmanın alanıdır.

Bu nedenle, biz direniş yolunu, işçi sınıfı ve emekçilerin gerçek yolu olarak görüyoruz.

Bu nedenle, cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot ediyoruz.

Sandıkta, cumhurbaşkanlığı oy pusulasına, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ahmet Atakan, Mehmet Ayvalıtaş, Hasan Ferit Gedik, Medeni Yıldırım’ın; Gezi direnişçilerinin adlarını yazmayı öneriyoruz.

Milletvekilliği seçimleri için, HDP adaylarına oy atmayı öneriyoruz. HDP, seçime nasıl girecekse, onu desteklemeyi öneriyoruz. Bu, ülkemiz işçi sınıfının Kürt direnişine selâmıdır.

Gençler, ilk oyunuz, Berkin Elvan’a!

Analar, oyunuz, Ali İsmail Korkmaz’a!

İşçiler, emekçiler oyunuz Ethem’e, Abdullah’a, Gezi’nin yıldızlaşan güzel çocuklarına.

İşçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler, daha örgütlü ve çetin bir mücadeleye hazırlanmak zorundadırlar. Bu mücadele ne denli gelişirse, hareket alanı da o denli gelişecektir, ekonomik ve sosyal hakları almanın da tek yolu budur.

Biz devrimci sosyalistler, işçilere, emekçilere, kadınlara ve gençlere gerçeği söylemek zorundayız. Saray Rejimi seçimle gelmemiştir, meşru değildir ve seçimle gitmeyecektir.

Saray Rejimi’ni devirmenin tek yolu, cesaretle, bir adım geri atmaksızın, işçi ve emekçilerin direnişindedir. Saray Rejimi, sokakta, barikatta yenilecektir.

Çoktan ömrünü doldurmuş bir iktidardır bu. Bu iktidarı alaşağı etmek için, onların olağanüstü sistemi içinde seçim vb. beklemek aslında onların iradesine teslim olmaktır. Beklemeye gerek yoktur. Bugünden, direnişi genişleten ve sağlamlaştıran, örgütlü hâle getiren bir çizgi için çalışmak zorunluluktur.

Sandığa ne oy atılırsa atılsın, çıkacak oy bellidir.

Bunu biz bilmeyebiliriz, ama efendiler çoktan biliyorlar.

Ülkenin kaderini efendilerin elinden almak, kendi ellerimizle yazmak mümkündür. Bunun için, mesele daha örgütlü bir direniş hattıdır. İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, kendi direnişlerini ara vermeden sürdürmelidirler. Seçim tartışmalarına çok fazla meyletmenin de anlamı yoktur. Mesele direniş hattını geliştirecek her olanağı kullanmak meselesidir.

Birleşik Emek Cephesi, acil bir gerekliliktir.

5 Nisan 2023

Kaldıraç Hareketi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz