Sosyalist kadın hareketi tarihi ve kadın hareketindeki ideolojik ayrımların tarihsel kökenleri

Tarih, sınıf savaşımları tarihidir. Sınıf savaşımları sadece belirli bir andaki toplumsal çatışmayı ifade etmez, aynı zamanda tarihsel gelişmenin dayanağıdır. İdeolojilerse, sınıfların çıkarlarının özlü ifadeleridir. Dolayısıyla kadın hareketi içerisindeki ideolojik ayrımların nedenleri tarihe bakmadan tam olarak kavranamaz.

Feminizmin burjuva ideolojiyle ilişkisi tarihsel bir sonuçtur. Feminizmin bir hareket olarak açığa çıkışı burjuva devrimler sonucu olmuştur. Bu, tarihsel olarak son derece anlaşılırdır. Feminizm, iktidarı ele geçiren burjuvazinin kadınlarının, erkekleriyle eşitlik talebinin bir sonucu olarak açığa çıkmıştır. İktidarı ele geçirmiş bir sınıfın üyeleri olarak, önüne koyduğu ana çelişkisi, sınıf çelişkisi değil; cinsler arası çelişki olmuştur. Bu sebeple, burjuva kadınların oy hakkı talebi üzerinden şekillenen bu görüş, içinden çıktığı burjuva sınıfının çıkarlarıyla uyumlu olacak, burjuva ideolojinin bir parçası olacaktır. Oy hakkı mücadelesinin kendisi dahi bunu özetler niteliktedir. Aynı dönem işçi erkekler de oy hakkından mahrumdur; ancak burjuva kadınları eşitlik sorununu sınıflar arası değil, cinsler arası görmeye iten, ait olduğu ve benimsediği egemen sınıfın çıkarlarıdır. Dünyayı sınıflar üzerinden değil, cinsler üzerinden okumanın ardındaki tarihsel sebep budur. Ve buna bağlı olarak da bu hareketin talepleri, hiçbir zaman işçi kadınların çıkarlarıyla tam anlamıyla örtüşememiştir. Burjuva kadınlar için, kadın-erkek eşitliği eşit ayrıcalıkları ifade ederken, işçi kadınların payına düşense eşit sömürüdür.

1789 FRANSIZ DEVRİMİ’NDE KADIN HAREKETLERİ

Fransız Devrimi’nin ikili karakteri vardır. Devrim sürecinde, iki sınıfın -burjuvazinin ve işçi sınıfının- mücadelesi aynı anda gerçekleşmiş ve burjuva devrimin zaferiyle sonuçlanmıştır. Kadın hareketinin tarihindeki üç uzlaşmaz kampın kökenleri de Fransız Devrimi’ne dayanır. Bu unsurlar, soylu kadınlar, burjuva feministler ve işçi kadınlardı. Aristokrasinin ayrıcalıklarını paylaşan soylu kadınlar; bu süreçte eski rejimin destekçisiydiler ve pasif kaldılar.

İktidar hiyerarşisindeki değişimden etkilenen burjuva kadınların, devrimle birlikte ana çelişkisi sınıfının erkekleriyle eşit haklara sahip olmak mücadelesi olarak karşılık buldu. Burjuva kadınlar, eşit haklar talep ettikleri dilekçeler (cahiers) düzenliyorlar ve meclise sunuyorlardı. Bu dilekçeler oy hakkı, boşanmayla ilgili düzenlemeler, seçilme hakkı, eğitim düzeyinin iyileştirilmesi gibi talepleri içeriyordu. Burjuva feministler ilk kez bu dönemde tarih sahnesine çıkmıştı. Öncüleri Olympe de Gouges başta fanatik bir monarşistti, ancak kralın kaçışının ardından cumhuriyetçi olmuştu. Hem yasalar önünde hem de kamusal ve özel yaşamda kadınlar için eşit haklar talep ediyordu. İnsan Hakları Bildirgesi’nin erkekleri işaret etmesini eleştirerek bir Kadın Hakları Bildirgesi kaleme aldı. Burjuva feministler, burjuva devrimin sonuçları olarak çeşitli kazanımlar elde etmeyi başardılar; ancak bu kazanımlar işçi kadınların sorunlarını çözüme kavuşturmadığı gibi temsil de etmiyordu. Kadınlar, kısa bir süre sonra Napolyon yasalarıyla elde ettikleri bu kazanımları da kaybettiler. Ancak burjuva feministlerin bu dönemde kadın hareketine en büyük katkısı “Sosyal Çevre” örneğinin öncülüğünde onlarca kadın grubunun ve derneğin kurulmasını sağlaması olmuştu.

İşçi kadınlar, burjuva feministlerin savundukları haklara karşı değillerdi; ancak kadın haklarının kazanımının işçi haklarının tanınmasına bağlı olduğunu savunuyorlardı. İşsizlik, enflasyon, açlık gibi sorunlar boşanma, eğitim ve yasal statüden daha acil sorunlardı onlar için. 1788-1789 yılları arasında ortalama bir ücret alan bir işçi, maaşının %58’ini sadece ekmek için harcıyordu. 1789’daki kıtlık aylarında ise bu oran %88’e çıkmıştı. Ekmek ayaklanmalarının ardındaki kriz tablosu bu olduğu gibi, aynı zamanda bu durum; kitlelerin politik örgütlenmeler hakkındaki düşüncelerini de açlık ve kıtlık konusundaki tutumlarına göre şekillendiriyordu.

Devrimden önce gerçekleşen 300 küsur ayaklanmanın hepsinde kadınlar öndeydi. Kadınların bulunmadığı herhangi bir ekmek ayaklanmasından söz etmek imkânsızdı. 5 Ekim 1789’daki ünlü Versailles Sarayı yürüyüşüne tüm sınıflardan 6-7 bin kadın katılmıştı. Kadınların “Fırıncıyı, karısını ve çırağını bulalım”[1] sloganlarıyla başlattığı yürüyüşü George Rudé şöyle anlatıyor:

“Ayaklanma, 5 Ekim sabahı Saint-Antoine ile merkezî pazar yerlerinde aynı anda başladı, her ikisinde de kadınlar ayaklanmanın temel unsuruydu. Gelen çeşitli ve çok sayıda habere göre, ayaklanmaya tüm sınıflardan kadınlar katılmıştı: Balıkçı karıları ve pazarcı kadınlar, faubourg’lu işçi kadınlar, şık giyimli burjuvalar ve ‘şapkalı kadınlar.’ Pazaryerlerinde eylem, Saint-Eustache ilçesinden yola çıkan ve davul çalarak ekmek kıtlığını protesto eden küçük bir kız tarafundan başlatıldı; sayıları hızla artan büyük bir kadın kalabalığını peşinden sürüklemişti… Akşamüstü Versailles’a varan yürüyüşçüler doğruca toplantı halindeki Meclis’e giderek, ürkmüş temsilcilerin yanına sıralara doluştular, eteklerinden sallanan av bıçakları ve kılıçlarıyla, dilekçelerinin kabul edilmesini beklediler.”

Ekimdeki kadın eylemlerinin asıl nedeni ekonomik taleplerdi; ancak burjuva partilerin yönlendirdiği ve Paris Ulusal Muhafız birliklerinin desteklediği ayaklanmalarla birleşti. 1789 sonu ve 1791 arasında ekonomi düzelir gibi oldu ve bunun üzerine ekmek eylemleri duruldu. Bu süreçte birçok işçi kadın, monarşiyi devirme hareketinin güçlenmesiyle politik bilinç ve deneyim kazanmış, politik grup ve derneklere üye olmuştu.

1791 sonuna doğru fiyatlar tekrar tırmandı, 1792’de Avusturya ve Prusya’yla başlayan savaşın etkisiyle şehre gelen erzakın -özellikle sütün- kesilmesiyle işçi kadınların öfkesi arttı. Yıl boyunca üye sayısı hızla artmış olan yerel kadın kulüplerinin (clup de femmes) girişimleri sayesinde fiyatlar donduruldu. 25 Şubat 1793’te işçiler eyleme geçti ve dükkânları basarak, dükkân sahiplerini yiyecekleri kendi belirledikleri fiyattan satmaya zorladılar. Burjuvazinin yağmacı olarak adlandırdığı bu işçilerin arasında çok sayıda kadın yer alıyordu -özellikle de sabun fiyatlarından şikâyetçi olan çamaşırcı kadınlar-. Kadınların bu konudaki eylemleri sürdü; aynı zamanda fiyat kontrolünün sağlanması için belediyeye delegeler gönderiyorlardı. Jakobenler, mülkiyetin tehdit altında olduğunu söyleyerek dükkâncıları hedef alan bu eylemleri eleştiriyorlardı. Jakobenlerin rolü, köylü ve işçi hareketlerini Fransa’nın savunulması adına kullanmak ve bu sayede devrimi, mülk sahibi burjuvazi adına koruyabilmekti.

Fransa’nın batı ve güneydoğusunda karşı devrimin yayılması, 1973’te İngiltere ve Hollanda ile de başlayan savaş, Jirondenlerin hizibinin Meclis’i etki altına alması, savaş yenilgileri ve halk hareketinin güç kazanması, Jakobenleri halk hareketine yakınlaşmaya zorluyordu. Bu süreçte kadınların çabaları sonuç verdi ve 4 Mayıs 1793’te ilk Azamî Fiyat Yasası çıktı. Ancak yasada boşluklar vardı ve fiilî olarak uygulanmıyordu; bunun üzerine dükkân basma eylemleri devam etti. Bu ayaklanmalar Paris’in rutini hâline gelmişti ve 4-5 Eylül 1793’teki eylemlerle doruk noktasına ulaşmıştı. İşçi hareketinin etki alanının güçlenmesi üzerine Jakobenler onlara yönelmeye başladı ve devrim sağa kaymaya başladı.

Hareketin asıl gücü halk komitelerinden geliyordu. Bu komitelerin içerisinde çok sayıda kadın komitesi de vardı ve bunların en önemlisi de Societe de Republicaines Revolutionnaires (Cuhuriyetçi Devrimciler Derneği) idi. Liderleri Claire Lecombe’du, 13 Mayıs 1793’te kurulmuştu ve halk hareketinin gelişiminde etkin bir rol oynamıştı. Societe, devrimin en aşırı sol kanadı olan enrageslere yakınlaşmıştı. Enrages liderleri yayınlarında Societe üyesi kadınları, halk hareketinin başına geçmeye davet ediyordu. Ancak Jirondenleri yenen ve kadınların desteğine ihtiyacı kalmayan Jakobenler, Societe’ye karşı propaganda yapmaya başlamıştı ve bu amaçla eylemlere karşı çıkan dükkâncı kadınları örgütlediler ve 28 Ekim’de 6 bin civarı dükkâncı kadın Societe’nin merkezini bastı. Kara propaganda farklı biçimlerde sürdü ve kulüpler yasadışı ilan edilerek kapatıldı. Jakoben liderler, Claire Lacombe ve arkadaşlarına sadece enrage oldukları için değil, aynı zamanda kadınlık rollerini reddederek ayaklanan kadınlar oldukları için de saldırıyorlar ve Olympe de Gouges gibi “yerini bilmeyen kadınlar”ın giyotinle sonuçlanan akıbetlerini onlara hatırlatıyorlardı. Öte yandan kadın derneklerine karşı başlattıkları bu saldırıyla asıl hedefleri tüm halk dernekleriydi ve 1794 Mayısı’nda tüm halk dernekleri kapatıldı, Azamî  Fiyat Yasası önce gevşetildi, nihayetinde de iptal edildi.

1795’te kadınların ekmek ayaklanmaları tekrar açığa çıktıysa da liderlikten ve kesin bir amaçtan yoksundu. Ulusal Muhafızlara karşı direniş gösteremediler. 20 Mayıs’ta halkın “Ya ekmek ya ölüm” yazan rozetler ve silahlarla gerçekleştirdiği kitlesel ayaklanma sert biçimde bastırıldı. Hükümet, 1789’dan beri ilk kez bir eylemi dağıtmak için silah kullanmıştı. Bu eylemin ardından Paris halkı bozguna uğradı ve 1830’a kadar etkili bir güç olarak tarih sahnesine çıkmadı. Parisli kadınlar bir tür ev hapsine mahkûm edildiler; kadınlara dönük sokağa çıkma yasağı ve beş kişiden fazla gruplar hâlinde bir araya gelme yasağı ilan edildi.

Jakoben dönemde kiliseden uzaklaşmış olan kadınlar, bu dönemde kiliseyle yakınlaştı. Bu eylemler, bu tarihten itibaren Fransa’da hareket içerisinde kadınlara dönük önyargıların zeminini oluşturacaktı. Olwen Hufton, 1795’te açığa çıkan bu eğilimi, dönemin sıkıntıları, açlık, kıtlık, hastalık ve ölümlerin bilhassa kadınların üzerindeki ağır etkilerine ve halk hareketinin yenilgisinin yarattığı başarısızlık ve çaresizlik duygularıyla ilişkilendirmiş, bunun politik bir kayma olmadığını vurgulamıştır. İşçi kadınlara ihanet eden burjuvazi, ayaklanmalara öncülük eden işçi kadınları gericiliğin ana unsuru hâline getirmeye çabaladı ve bu çabaları karşılık buldu.

Fransız Devrimi’nde kadın hareketlerinin bize gösterdiği, kadınların devrimin hemen tüm süreçlerinde tekrar tekrar ve erkeklerden daha dirençli şekilde direnişe geçtiğidir. Ve kadınlar Fransız Devrimi’nin lokomotif güçlerinden olmuştur. Feminizmin kökleri ve işçi kadınlar ile feministler arasında açığa çıkan sınıfsal kökenli çıkar çatışmalarına bağlı ideolojik tartışmalar bu dönemden itibaren başlamıştır. İşçi kadınlar ile burjuva feministler arasındaki taleplerin farklılığının sınıfsal çıkarlara bağlı olduğu bu dönemde dahi apaçıktır. Elbette tarihsel koşulları içerisinde burjuva feministlerin başlattığı hareketin ilerici niteliği vardır; tıpkı burjuva devrimlerin tarihsel gelişim içindeki anlamı gibi. Burada ana tarihsel tartışma, feminizmin işçi kadınların kurtuluş mücadelesini temsil etmesinin ideolojik olanaksızlığıdır. 1871 Paris Komünü’nde de yıkıcı şekilde açığa çıkacak olan, kadın düşmanlığı, işçi kadınlara güvensizlik ve anti-feminizmin kökenleri bu dönemde burjuvazinin işçi kadınları mahkûm etmeye çalıştığı gericiliğin bir yansımasıdır. Bu dönemde açığa çıkan ekmek ayaklanmaları, tarih boyunca örneklerini göreceğimiz -ve yine kadınların önde olduğu- örnek bir eylem biçimi olmuş ve kadınların militanlığına dair yeni ve güçlü bir algı yaratmıştır.

1871 PARİS KOMÜNÜ’NDE KADINLAR

İşçi kadınların savaşım tarihinin en önemlilerinden birisi Paris Komünü’dür. 1848’te yine Paris’te başlayan ve 1848 devrimlerini yaratan süreçler ve etkileri Fransa halk hareketlerini dolayısıyla işçi kadınları yeniden hareketlendirmişti.

1870 yazı, Almanya’yla başlayan savaşın yıkımıyla geçmişti. Fransız ordusu 3 Eylül’de Sedan’da kuşatılmış ve III. Napolyon Prusyalılara tutsak düşmüştü. Yeni bir cumhuriyet ilan edildi ve 28 Ocak 1871’de imzalanan mütarekenin ardından yeni bir Ulusal Meclis oluşturmak için seçimler yapıldı. Seçimler monarşist sağın ezici üstünlüğüyle sonuçlandı ve hükümetin başına Adolphe Thiers geçti. Eylülden ocaktaki mütarekeye kadar süren 4 aylık Prusya kuşatması Paris halkını radikalleştirmişti. Bununla birlikte ciddi bir ekonomik çöküş ve sert bir kış yaşanıyordu; açlık, kıtlık ve işsizlik ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. Şubatta ekmek ayaklanmaları başladı. Başlangıçta Paris’teki ayaklanmalarla baş etme yolunu, halkı düşman ordularına ezdirerek bulmaya çalışan ancak otoritesi sarsılan Thiers, 18 Mart 1871 günü, Paris’i kontrol altına almak için birliklerini Ulusal Muhafızlara ait topları ele geçirmek üzere Paris’e yönlendirdi. Ve bu saldırıya karşı gelişen yanıt, Paris Komünü’nü doğurdu. Saldırı püskürtüldü, sağın temsilcileri şehirden kaçtı ve işçiler Paris Komünü’nü kurdu.

Daha Komün’ün ilk günü, kadınlar Thiers’in birliklerinin etkisiz hâle getirilmesinde önemli rol oynadılar. Kadınların oluşturduğu kalabalıklar, askerlerin etrafını sarıyor, atları durduruyor, dizginleri kesiyor ve askerleri ateş etmemeleri yönünde ikna ediyorlardı. Kadınların Komün’de oynadığı rol ve yarattığı korku, gerici yazarların şu tanıklıklarında görülmektedir:

“Zayıf cins, bu acınası günlerde utanç verici biçimde davrandı. Komün’e katılanlar -ki böyleleri çoktu- tek bir amaca sahipti: erkeklerin kusurlarını abartarak kendilerini onlardan üstün göstermek… Her yerdeydiler, cıyak cıyak sesleriyle bağırdılar, çağırdılar, kışkırttılar… centilmenin tersizi, centilmenin gömlekçisi, çocuklarının öğretmeni… her türden hizmetçiler. Bu kadınların, bu yoksullarevi kaçkınlarının Jeanne d’Arc’a öykünmeleri ve kendilerini onunla kıyaslamaları son derece komikti… Komün’ün son günlerinde bu şirret cadalozlar barikatlarda erkeklerden daha uzun süre direndiler.”

Proudhonculuk sorunu

Kadınlara dair bu gerici düşünceler bu dönemde yalnızca sağın liderleri arasında sirayet etmemişti. İşçi sınıfı içinde de egemen olan kadınlarla ilgili gerici düşüncelerin kökeni Proudhon’un küçük burjuva radikalizmiyle bağdaşıktı. Sınıf işbirliğini sınıf mücadelesine yeğ gören Proudhon’un kadınlarla ilgili düşünceleri de küçük burjuva dünya görüşüyle uyumluydu.

Proudhon’a göre “kadın erkeğe kıyasla üçte iki oranda fiziksel olarak daha güçsüzdü ve buna bağlı olarak potansiyelleri ve öğrenme becerisi de kısıtlıydı; kadının fiziksel güçsüzlüğü, cinsel ilişkide pasif olması, doğal zayıflığının bir kanıtıydı; bedeni çocuk doğurmak üzere yaratılmış ve beyninin görece küçüklüğü entelektüel yetersizliğinin kanıtıydı; dehâ sadece erkeklere özgü bir nitelikti ve kadınlar ve çocuklar dehâya sahip değildi; kadının varlığı yaşam boyu erkeğin fedakârlığına bağlıydı ve kadınlara uygun iki meslek vardı: ev kadınlığı ve fahişelik…” Proudhon’a göre “doğa kadını sadece bir yeniden üretim aracı olarak seçmişti.” Ve Proudhon kendi de tanıklık ettiği Fransız isyan tarihine rağmen, “Erkek eylem, kadın cazibedir” diyebilme gafletinde bulunmuştu.

Parisli emekçilerin %42’si sanayide; ancak bunların büyük bölümü de 10 işçiden az işçi çalıştıran küçük atölyelerde çalışıyordu. Erkek işçilerin kadınlara bakışı, küçük işletmelerin dar ufkuyla sınırlı kaldı ve bu bakış, Proudhon’un fikirlerinden ve Fransız Devrimi’nden kalma “anti-feminist” gelenekten besleniyordu. Proudhon’un fikirleriyse hem bu tablonun nedeni hem de sonucuydu, tıpkı kooperatifçilikle ilgili fikirleri gibi, kadınlara dair bakışı da küçük burjuva radikalizminin bir yansımasıydı.

Proudhon’un fikri etkisi Fransa işçi sınıfı içerisinde azımsanamayacak ölçüdeydi, bu durum kadınlarla ilgili tutumlara da aynı etkiyle yansıyordu. Örneğin; 1864’te I. Enternasyonal’de kadınların üyeliğinin de kabul edilmesi onaylanmış; ancak Fransız delegasyonu bu karar için karşı oy kullanmıştı. Aynı zamanda kadınların çalışmasına da son verilmesini istemişlerdi.

Ancak 1871’de, I. Enternasyonal’in Fransız bölümünün kadın üyelerinin örgütü, nisan ayında Komün’ün en önemli kadın örgütlerinden biri olan Paris’i Savunma ve Yaralılara Yardım için Kadınlar Birliği’ni (Union des Femmes) kurdu. Marx’la ilişkileri iyi olan, Rusya’dan kaçan Elizabeth Dimitrieff tarafından kurulmuştu ve merkez komitesi tüm meslekleri temsil ediyordu. 11 Nisan’da yayınladığı bildiriyle sosyalist ve enternasyonalist niteliğini açıklamıştı. Dimitrieff sosyalist üretim için terk edilmiş işletmelere el koyulması ve kooperatif üretime geçilmesini savunuyordu. Birlikteki kadınlar, yaralılara yardım, Komün’ün savunulması, eğitim reformunun planlanması, seyyar mutfaklar, kızların okuması, kilise baskısından çıkarılması, fabrikalarda gündüz kreşleri kurulması gibi birçok görevde yer aldı ve örgütledi.

Kadınların çoğunun fahişelere karşı düşmanca bir tutumu vardı; ancak Komün içerisinde farklı tutum sergileyen çok sayıda kadın da vardı. Komün için savaşmak istediğini açıklayan fahişelerin sayısı da azımsanacak ölçüde değildi. Bazıları, Komün’ün fahişelerden oluşan özel bir tabur kurmasını öneriyordu. Komün’ün kadın liderlerinden Louise Michel, fahişeleri ahlâksızlıkla suçlayanlara karşı çıktı ve onları Birlik’in bir kadınlar komitesine yönlendirdi. Komün’de aynı zamanda yeni bir cinsel ahlâk tartışması açığa çıkıyor, evlilik kurumu tartışılıyor, meşru-gayrimeşru çocuk ayrımı da ortadan kaldırılıyordu.

Komün üyelerinin de çoğunluğu Proudhon taraftarıydı. Aynı zamanda Fransız Devrimi’nden kalma anti-feminist cumhuriyetçi geleneğin ve Proudhonculuğun bir sonucu olarak kadınlara politik açıdan güvensizlik sürüyordu ve Komün, kadınlara oy hakkı vermeyi düşünmedi bile. Ancak kadınlar Komün’ü savunmak için son ana kadar olağanüstü şekilde direndi ve barikatlarda ya da mahkemelerde -1051 kadın- yargılanarak öldürüldü. Kadınlar askerleri öldürmekle suçlandıkları mahkemelerde bile “Tanrı beni daha fazlasını öldürmediğim için cezalandırsın” diyerek ya da Louis Michel gibi “Komün’ün kurucularından biri olmakla onurlandırıldım” diyerek ölüme gittiler.

Ve yine Fransız Devrimi’ndeki akıbetine benzer şekilde kadınlar, karşı-devrimciler tarafından şeytanlaştırıldı ve Versailles’ın gerçekleştirdiği bombalamalardan kaynaklı çıkan yangınların dahi kadınların kundakçılığıyla açıklanmaya çalışıldığı bir toplu histeri açığa çıktı. Sokaklarda adeta bir cadı avı vardı, kadınlar potansiyel kundakçı olmakla suçlanıp linç ediliyorlardı.

Komün düştüğünde gazeteler “Versailles’lı neşeli ve zarif bayanların en büyük eğlencesinin cesetler arasında zevkli bir gezi yapmak, şemsiyelerinin ucuyla cesetleri örten örtüleri kaldırıp ölünün yüz ifadesinde kahramanca bir ölümün işaretlerini bulmaktan haz duymak” olduğunu yazmıştı. Bu çarpıcı tablo, kadınların ancak sınıf birliği ve sınıf mücadelesi içerisinde eşitlenebileceğini bir kez daha yüze vuruyordu.

Komün’de de yine kadınlar, hem direnişin başlangıcında hem de Komün’ün savunulmasında canla başla savaşmıştır. Burjuva eğilimler ve küçük burjuva radikalizmi kadınların kazanımlarının da önünü kesmekte etken rol oynamıştır. Komün’ün yenilgisinin de, kadınları örgütlemekte yeterince başarılı olamayışının da kökeninde bu vardır. Bu bağlamlarıyla Komün, aynı zamanda Marksizmin ve işçi sınıfının iktidarının gerekliliğini daha net şekilde ortaya koymuştur. Komün’ün bir çelişkisi olarak; tıpkı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, kadınlar başlangıcında lokomotifi oldukları ve canla başla savundukları bir devrimin içinde, bir anlamda yok sayılmış, talepleri yeterince karşılık bulmamıştır.

20. yüzyılın başlarında Fransa’da sendikal hareketin genel zayıflığına paralel olarak kadın işçilerin örgütlülüğü de zayıftı. Fransa’ya ideolojik ve örgütsel dağınıklık hâkim olmuştu. 1905’te II. Enternasyonal, Fransa’daki tüm sosyalist parti ve grupları birleştirmeye çalıştı (SFIO – Birleşik Sosyalist Parti) ancak bu parti reformist bir çizgideydi. Kadın düşmanı gelenek sürdü; bunun sonucu olarak kadınlar yalnızca kadınlardan oluşan sendikalarda örgütlenmeye yönelmişti. Partiler arası hizipler, kadınlar arası örgütlenmeleri iyice engelliyordu ve dağılmasına sebebiyet veriyordu. Proudhon’un fikirleri etkisini sürdürüyordu. Ekim 1876’da Birinci Fransız İşçi Kongresi toplandığında gündemin ilk maddesi “kadın işçi sorunu”ydu ve kadınların fabrikalarda çalışmasının “ahlâkî değerlerin, işçilerin gerçek dininin tahribi” anlamına geldiğine karar verildi. Şubat 1878’deki İkinci Fransız İşçi Kongresinde aynı kararlar alınmış ve kadının “ev kadınlığı”na vurgu yapılmıştı. Sendikalar Ulusal Federasyonu – CGT kurulduktan sonra dahi 1898’deki kongresinde “kadınlar, erkeklerin bakımını üstlenmek zorundadır” ilkesi onaylandı ve CGT ancak 1935’te tam eşitlik ilkesini benimsedi.

ALMANYA’DA SOSYALİST KADIN HAREKETİ

Komün’ün yenilgisinden sonra uluslararası işçi hareketinin merkezi Almanya’ya kaymıştı. I. Dünya Savaşı’na kadar Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) uluslararası sosyalist hareketin başlıca gücü ve Alman işçi hareketinin öncüsüydü. Almanya’da kapitalizmin hızla gelişmesi ve işçilerin yaşam koşullarının artması, partinin içerisinde pasif tutumlar açığa çıkmasına, yönetimindeki sendikalar ve yöneticilerinin bürokratlaşmasına ve savrulmalara neden olmuştu. SPD içerisinde bir süre Marksizm ve reformizm aynı anda ilerlemişti. 1905 Rus Devrimi sonrası açığa çıkan tartışmalarda bu karmaşa daha net gözlemlenebiliyordu. Genel grevi sosyalist devrimin silahı olarak kullanma perspektifi 1905’teki SPD kongresinde desteklenmiş; ancak bir yıl sonra sendika liderlerinin ısrarı üzerine kaldırılmıştı. Babel ve Kautsky gibi parti liderleri reformcu bir çizgiye geçerken, Rosa Luxemburg reformizme şiddetle karşı çıkıyordu. SPD içinde Kautsky’ye karşı çıkanların Rosa Luxemburg etrafında oluşturduğu küçük bir grup açığa çıktı; ancak bağımsız bir örgüt olarak eyleme geçmediler, SPD içinde bir eğilim olarak kaldılar. Nihayetinde SPD içerisinde üç eğilim gözlemlenmekteydi: Bernstein çevresindeki aşırı sağ revizyonist kanat, Rosa Luxemburg çevresindeki aşırı sol kanat, Babel ve Kautsky çevresindeki merkez.

Clara Zetkin ve feministlerle işbirliği tartışmaları

SPD’nin kadınların örgütlenmesi alanında elde ettiği çokça kazanımdan ilki, kadın işçilerin sendikalarda örgütlenmesidir. Halberstadt Kongresinde işkolu düzeyindeki sendikalara karma sendikalara dönüşme emri verildi. 1890 sonrası, hareketin politik ve sendikal alanlarında kadın sorunlarıyla ilgilenecek komiteler oluşturdular.

Almanya’da sosyalist kadın hareketi, Clara Zetkin’le özdeşleşmiştir. Zetkin, kadınlarla erkekleri birleştiren bir sendikanın gerekliliğini vurgulamış ve mücadelesinin ana eksenini de bu oluşturmuştur. Bununla birlikte mücadelesinde ikinci önemli nokta, burjuva feministlere karşı tutumundaki keskinliktir. Zetkin’e göre kadınları sosyalist harekete katmak isteyen biri, feminizme karşı olmalıdır. Zetkin:

“Tek başına ‘kadın hareketi’ diye bir şey yoktur… Bir kadın hareketi sadece tarihsel gelişim bağlamında var olur… Bu yüzden burjuva ve işçi sınıfı kadın hareketleri oluşmuştur ve işçi kadın hareketi, burjuva bir toplumda Sosyal Demokrasi’nin yaptığından farklı hiçbir şey yapamaz (…) Sonuç olarak, işçi kadının kurtuluş mücadelesi -tıpkı burjuva kadınınki gibi- kendi sınıfının erkeğine karşı bir mücadele olamaz… Onun mücadelesinin amacına ulaşması erkeğe karşı özgür rekabet olanağını elde etmesi değil, işçi sınıfının politik iktidara ulaşması anlamına gelir. İşçi kadın, kendi sınıfının erkekleriyle el ele kapitalist topluma karşı savaşır.” der.

Bu süreçte radikal feministler de sendikal faaliyetlere katılmışlardı. İşkollarına göre ayrı kadın örgütlenmeleri oluşturuyorlardı. Ev hizmetçilerini de örgütlemişlerdi. Alman İşçi Kadın Gazetesi adlı bir yayın çıkarıyorlardı ve işçi kadınlar için konferanslar düzenlediler. Sendikal çalışmanın dışında serbest aşk tartışmaları, doğum kontrolü ve kürtaj kampanyaları öne çıkan faaliyet alanlarıydı. SPD’nin Bernstein çevresindeki revizyonist kanadı radikal feministlerle işbirliği yapıyor, ortak yayın çıkarıyordu.

Radikal feministlerin kitlesel örgütlenme sağlayabilecek eylem biçimleri ve kazanımları olsa da Zetkin, radikal feministlerle eylem ittifakına karşıydı. Bunun sosyalist politikanın keskin hatlarını körelteceğini düşünüyordu. Radikal feministlerin Dernekler Yasası’nın kaldırılması üzerine yürüttüğü kitlesel kampanya sırasında, radikal feministlerle bir SPD üyesi tarafından kaleme alınan dilekçe, SPD’nin ana yayın organında (Vorwarts) yayınlanmış ve desteklenmişti. Zetkin de dilekçeyi kendi yayın organı olan Gleichheit’ta yayınlayarak “biz, işçi sınıfının sınıf bilincine sahip her üyesine bu dilekçeye kesinlikle karşı çıkmak gerektiğini hatırlatırız” diye not düşmüştü. Bu, Zetkin’le, radikal feministlerle işbirliğini destekleme eğiliminde olan Liebknecht arasında sert bir polemik doğurmuştu.

Zetkin’in sosyalist kadınlar üzerinde uluslararası bir etkisi vardı. 1907’de Stuttgart’ta düzenlenen, 15 ülkeden gelen 59 kadının katıldığı I. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresinin toplanmasına öncülük etti. Burjuva feministlere karşı fikirlerinde güçlü destekçilerinden biri de Alexandra Kollontay idi. Kongrede “sosyalist kadınlar, burjuva feministlerle ortak hareket etmemeli, sosyalist erkeklerle omuz omuza mücadele etmeli” ilkeleri benimsendi. Zetkin, Uluslararası Sosyalist Kadınlar örgütünün sekreteri seçilirken, Gleichheit da merkezî yayın organı kabul edildi. 1910 yılında Kopenhag’da yapılan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi’nde ise genel oy hakkı talebi tekrar onaylandı ve ABD’li sosyalist kadınların 8 Mart 1908’deki gösterisine atıfta bulunarak 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü olarak kabul edildi.

Savaş sonrası baskınlaşan sağ eğilimler

SPD içinde baskın olan sağ eğilim, I. Dünya Savaşı ile birlikte daha belirgin hâle geldi. Savaşın başlamasından birkaç gün sonra Zetkin, Gleichheit’ta “İşçi Kadınlar Hazırlanın!” başlıklı savaş karşıtı ve devrim çağrısı yapan bir makale yayınladı. Ancak SPD’de parti liderlerinin çoğu adeta bir gecede enternasyonalizmden vazgeçmiş ve vatanperverlikle donanmıştı ve savaşa destek veriyordu. Almanya kadın hareketinin genelinde de durum benzerdi ve savaş karşıtı mücadelelerinde Zetkin ve Luxemburg yalnız kalmıştı. Az sayıda kadın Zetkin ve Luxemburg’la birlikte önce Bağımsız Sosyal Demokrat Parti’ye, ardından Rosa Luxemburg tarafından kurulan Alman Komünist Partisi’ne yöneldi. SPD’li kadınlar milliyetçi bir çizgiye kaydı ve burjuva feministlerle yakınlaştılar. Savaş sonrası politikalar en çok kadınlar için yakıcıydı: kadınların işten çıkarılmasını buyuran kararnameler, savaşın yarattığı ölümlerin ardından kadınları çocuk doğurmaya ve çocuk bakımından sorumlu olarak evlere çekilmeye zorlayan politikalar… SPDli kadın liderler, bu “önlemlerin” gerekli olduğunu savundular. Bu süreçte feminist hareket de aşırı sağcıların eline geçti ve son derece ırkçı bir biçime büründü.

Bu dönem, bize bazı tarihsel tartışmaları açmıştır. Bunlardan ilki, kadın hareketinin sendikalarda örgütlenmesi gerekliliği ve sendikal örgütlenmelerde kadın sendikaları ya da karma sendikalar içerisinde mücadele etme tartışmasını gündeme getirmesidir. Bir diğer önemli tartışma, burjuva feministlerle işbirliği konusu ve özellikle kadın işçilerin örgütlenmesi faaliyetlerinde burjuva feministlerle işbirliğinin sağ eğilimleri açığa çıkaracağı fikridir. Bunlarla birlikte, yine aynı dönem, savaş politikalarının işçi hareketi ve dahi sosyalist hareket üzerinde milliyetçiliği körüklemesi ve sağa kayışı hızlandırması dikkat çekicidir. Bu durum, sadece Almanya’da açığa çıkmamıştır. Ancak birkaç yıl sonra, tıpkı Zetkin’in çağrısında olduğu gibi Rusya’da işçi sınıfı, savaşa devrimle yanıt verecektir.

19. YÜZYILDA ABD’DE KADIN HAREKETLERİ

Şu ana kadar, Fransa ve Almanya’da burjuva devrimler sonrası açığa çıkan kadın hareketlerinden ve bu hareketlerin burjuva devrimlerle bağlantılı sınıfsal sebeplerle kadın hareketi içerisinde iki uzlaşmaz kampı açığa çıkardığından bahsettik. Şimdi de yine kadın hareketi içerisinde iki ana perspektifin keskin şekilde açığa çıktığı ABD’ye bakalım.

Amerikan feminizmi Avrupa’dakinden farklı olarak, köleliğin kaldırılması hareketi içinden doğmuştu. Hareketin fikri öncüsü Elizabeth Cady Staton, örgütleyici lideri de Susan B. Anthony’di. Feminizmin bir hareket olarak ilk toplantısı 14-15 Temmuz 1848’de gerçekleşen Seneca Falls Kongresiydi. Kongrenin amaçları Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’yle çok uyumluydu ve ülkedeki kadınların görevini “kutsal seçme haklarını güvence altına almak” olarak tanımlıyordu.

Burjuva feministler içerisinde ırkçı kopuşlar

1866’da, Amerikan İç Savaşı sonrası, kadın hareketi ile köleliğin kaldırılması hareketi arasında bölünme yaşandı. Siyah erkeklere oy hakkı tanınırken, kadınların oy hakkına sahip olmaması, hareket içerisindeki ırkçı eğilimleri açığa çıkarmış; Staton ve Anthony bu karara “Kadınlar yerine negrolara oy hakkı verilmesini talep edeceğime sağ kolumu keserim daha iyi” vb. ağır ırkçı söylemlerle karşı çıkarak ve “sağ koluyla” bağını kuvvetlendirerek “beyaz burjuva kadınların, sambolar, Afrikalı, Çinli ya da bütün diğer cahil yabancılara üstünlüğünü” vurguladılar.

Bu ateşli çıkışlara karşın, 19. yüzyıl sonlarında kadın hareketi ve oy hakkı mücadelesi daha uysal ve tutucu bir hâle gelmişti. Irkçı, göçmen karşıtı, işçi karşıtı söylemleri de kitlesel karşılık buluyordu. Burjuva kadınların, oy hakkı dışında tüm konularda erkekleriyle aynı görüşleri paylaşmasının yanı sıra, sağa kayışı güçlendiren diğer faktörler; 1877’deki Büyük Demiryolu Grevi gibi eylemler düzenleyen militan işçi sınıfının varlığının burjuvazi üzerinde yarattığı korku, kadın hareketinin güneye yayılması ve ırkçı güneyli burjuvaziyle iç içeliğiydi.

İşçi kadın örgütleri ve kitlesel grevler

İşçi kadınlarsa bu hareketin dışında kaldılar. ABD’de bu dönemlerde emek hareketi; siyah-beyaz/kadın-erkek tüm işçileri kapsayan sendikalar dönemi, ardından sadece beyaz erkek ve nitelikli işçileri kapsayan sendikalar dönemi, devrimci nitelikler taşıyan örgütsüz işçi ayaklanmaları ve kitlesel geri çekilme döngüsüyle ilerliyordu. Göçmen dalgalarının merkezîleşmeyi engellemesi sendikalaşmayı zorlaştıran etkenlerdendi. Ancak işçi hareketi, kadınların da öne çıktığı etkili grevler açığa çıkarıyordu. 15 Eylül 1845’te Batı Pensilvanya’da çalışma gününü 6 güne, çalışma saatlerini 15 saatten 10 saate düşürmek için iplik fabrikası işçisi 1500 kadının grevi, bunların en önemlilerindendir. Grev sonuçsuz kalsa da 1866’da Ulusal Emek Birliği’nin kurulmasına yol açtı. Bu birlik, kadınlar ve erkeklerin eşit ücret talebini ilk ortaya atan örgütlerden biri olmuştu dünyada ve yönetim kadrolarını kadınlara ve siyahlara açmıştı. 1873’te dağılmasının ardından, mücadeleyi, kökeni 1869’da kurulmuş bir gizli kardeşlik derneği olan Emek Şövalyeleri devraldı ve hızla büyüdü. Güneyde siyahileri örgütlemek için yoğun çalıştılar. Karma kitlesel sokak eylemleri yaptılar, siyahi liderlerini konuşmacı yaparak ırkçılığa dair önyargı duvarlarını aştılar. Üye sayılarının en yüksek olduğu dönem kadınların oranı %8-9 idi. ABD kadın hareketinin en önemli ve militan figürlerinden, maden grevleri başta olmak üzere onlarca grev örgütleyen ve hemen hepsinde tutuklanan Mother Jones bu hareketin içinden çıkmıştı. Yirmi yıl ceza yediği bir tutuklamadan sonra işçilerin tepkileri sonucu Virginia valisinin kendisini serbest bırakmak zorunda kalması, Mother Jones’un işçi hareketi üzerindeki etkisini oldukça iyi anlatır.

Emek Şövalyeleri, salt işçi örgütü değildi, içerisine işverenleri de dâhil etmişti. Bu üyeler zamanla kongrede politik üstünlük sağlamaya başladılar ve mücadele, grevler yerine üretici kooperatifler örgütleme hattına kaydı. Emek Şövalyesi işçiler işten atıldı; ancak liderler buna karşı mücadele etmediler. Üye sayısı oldukça düştü.

Oluşan boşluğu 1881’de kurulan Amerikan Emek Federasyonu (AFL) doldurdu; ancak kadınları, niteliksiz işçileri ve siyahileri dışarıda bırakarak. AFL kısa sürede, rüşvet, grev kırıcılık, tekellere katılmayan rakip firmalara karşı para karşılığında greve çıkma gibi her türlü yolsuzluğun döndüğü bir örgüt hâline geldi ve özetle ABD’nin klasik mafya sendikacılığının temellerini attı.

1905 Rus Devrimi’nin etkisi ve AFL’den dışlanan işçilerin uyanışıyla devrimci genel grev silahını kullanacak tek bir büyük sendika ihtiyacının karşılığı olarak, önde gelen üyelerinin tamamı Sosyalist Parti’nin (SPA) sol kanadından, lideri “Koca Bill” Haywood ve kurucuları arasında Mother Jones olan Dünya İşçi Birliği – IWW (Wooblies) kuruldu. Güneyin en ırkçı bölgelerinde dahi siyahileri örgütlemişti; doğuda niteliksiz veya yarı nitelikli işçiler içinde kadınlar çoğunluktaydı. 13 ayrı dilde yayınladıkları yayınlarında kadın işçilerin etkinliklerine özel önem verdiler. Kadın liderlerinden Elizabeth Gurley Flynn “IWW’nin Kadınlara Çağrısı” başlıklı makalesinde:

“Toplum bizi sınıf çıkarlarına göre etkiler, cinsiyete göre değil. Cinsiyet farklılıkları bizi ekonomik farklılıklardan daha az etkiler ve etkileyecektir. IWW işçi kadınlara ya da işçi karılarına sesleniyor. Feminist dayanışma için hiçbir temel, doğada ‘cinsler arasındaki çatışma’ için hiçbir kanıt, sadece kadınlar arasında bir dayanışmayı olanaklı -ya da arzu edilir- görmüyoruz… Salondaki kraliçe ile mutfaktaki hizmetçiyi birleştiren hiçbir ortak çıkar yoktur; bir büyük mağaza sahibinin karısı sadece vücudunu satarak haftada 5 dolar ücretle bir tezgâhtarlık bulan 17 yaşındaki kız için hiçbir kardeşçe ilgi duymaz. Kadınların kardeşliği, tıpkı erkeklerin kardeşliği gibi boş bir yalandır. Bütün bu kendini beğenmişliğin, ikiyüzlülüğün ve hastalıklı duygusallığın ardında sınıf savaşının ürkütücü gölgesi seçilir” demiştir.

IWW ile birlikte örgütlenen Nisan 1907’deki New Orleans grevi tarihte fahişelerin bir sendika tarafından greve çıktığı ilk örnekti. 1912’de ocak ve mart ayları arasında örgütlenen ve zaferle sonuçlanan meşhur “Ekmek ve Gül” Lawrence tekstil işçilerinin grevi en öne çıkan grevlerindendi. Ancak grevin zaferle sonuçlanmasının ardından üye sayısı düşmüştü. Birliğin grev zamanları kitleselliği artan; ancak sonrasında düşen bir döngüsü vardı. Mevsimlik işçiler arasında kalıcı bir sendika kurmak da güçtü; IWW bir devrimci örgüt gibi işliyor, kitlesel bir güç hâline gelemiyordu. Flynn bunu “çoğumuz harika ajitatörlerdik; ancak kötü örgütçülerdik” diyerek açıklıyordu.

Öte yandan Sosyalist Parti içinde de sağ kanat yükseliyordu ve partinin sendikal faaliyet yürütmemesi gerektiğini düşünenlerin sayısı artıyordu; sol kanat tasfiye edilmiş, Haywood sendikadan uzaklaştırılmıştı. Bu durum, sol kanattan binlerce üyenin ayrılmasına sebep oldu. Böylece parti gücünü de yitirmeye başladı. Oy hakları olmadığı için Parti, kadınları örgütlemekle ilgilenmeyi bıraktı ve IWW yerine AFL’ye yöneldi. Kadın üyelerinin toplantıları, burjuva kadınlarla bir araya geldikleri kadın kulüplerine; yayınlarıysa popüler kadın dergilerine dönmüştü. I. Uluslararası Sosyalist Kadın Kongresinin kararlarına da uymayarak burjuva feministlerle birlikte oy hakkı mücadelesini ana mücadele hattı belirlediler.

ABD’de 19. yüzyıldaki kadın hareketlerinin seyri, ırkçılığın sınıfsal kökenlerini ortaya koyan ve buna bağlı olarak burjuva feministlerle işçi kadınlar arasında keskin bir çizgi çeken bir işlev gördüğünü göstermektedir. Köleliğin kaldırılması hareketinden doğan feminist hareket hızlıca burjuva köklerine gerilemiştir. Dünyayı sınıf temelli değil, cins temelli bölen görüşün sorunları, oy hakkı mücadelesinde dahi açığa çıkan kadın-erkek eşitsizliğinin, siyah erkek-beyaz kadın eşitsizliğine dönüşmesinde de görülmüştür. Bununla beraber burjuva feministlerle yakınlaşmanın sonuçları da deneyimlenmiş ve işçi hareketine olan ilgisizlik kadın hareketinin de sönümlenmesine yol açmıştır. Öte yandan parti ve sendikalar içerisinde sağ eğilimlerle sert şekilde mücadele edememenin sonuçları da yıkıcı olmuştur. Yine bu dönem, kadınların sendikalarda örgütlenmesinin gerekliliği ve kadın grevlerinin önemi açığa çıkmakla birlikte, kadınların karma sendikalarda örgütlenmesi fikri baskın çıkmıştır. Eşit ücret talebi ve fahişelerin örgütlenmesi konusunda ilk büyük adımlar da yine bu dönemde atılmıştır.

İNGİLTERE’DE KADIN HAREKETLERİ

Esasen köylü ve işçi kadınların tarih sahnesine çıkışı 17. yüzyıl İngiliz Devrimi’yle başlamıştı. Devrim sürecinde açığa çıkan devrimci kamplar içerisinde digger’lar ve ranter’lar, kadın özgürlüğünü, yeni bir yaşam ufku üzerinden tartışmış; monogami, serbest aşk, özel mülkiyet ve aile arasındaki ilişkileri irdeleyerek bunların yeniden inşasını tartışmışlardı. Ancak burjuva devrim içerisinde ezilen bu kampların tartışmaları bu kadarla sınırlı kalmıştı. Almanya ve ABD’dekinden farklı olarak İngiltere’de feministler ve işçi kadınlar arasında keskin çizgiler yoktu. Bunun önemli belirleyicilerinden biri, İngiltere’de İşçi Partisi’nin sendikalar tarafından kurulmuş olmasıdır.

19. yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle dokuma bölgelerindeki kadınlar, illegal sendikal harekete katıldılar. 1837-48 yılları arasında Chartist hareketin yarattığı işçi hareketinde önemli roller oynadılar. İşçi ve ev kadınlarının sorunlarıyla ilgilenen Kadınları Destekleme ve Koruma Birliği kurucularından Emma Patterson, sadece kadınlardan oluşan sendikalar kurulmasını savunuyordu; ancak bu çabası pek başarılı olmayınca erkek sendikalarıyla işbirliğinin yollarını aradı. 1847’de kadın ve çocukların iş gününün sınırlandırılmasına dair yasal güvence talepleri, erkek işçilerin de desteğini aldı[2] ve tüm işçilerin çalışma günlerinin sınırlandırıldığı bir kazanımla sonuçlandı.

1888-89 yılları arasındaki yeni sanayileşme dalgası sendikal örgütlenmelerde patlamalara neden oldu ve niteliksiz kadın ve erkek işçileri de barındırıyordu. 1889’da Londra’da 700 kibritçi kızın grevi “sendikalaşma alevini başlatan kıvılcım” olarak nitelendirildi. Gaz işçilerinin ve dok işçilerinin militanlığı sendikalaşmayı hızlandırdı. Küçük işletmelerdeki örgütsüz kadınları hedefleyen Ulusal Kadın İşçiler Federasyonu 1906-1914 yılları arası on binlerce kadın işçiyi greve çıkardı; bu grevler erkek işçileri de cesaretlendirmişti. Kadın işçileri kapsayan bir federasyon olsa da; kadın ve erkek işçilerin ayrılmasına karşıydı, ortak örgütlenme politikasını destekledi. 1910-14 yılları arasında sendikalı kadın işçi sayısı iki katına çıkmıştı.

WSPU içinde bir yanda anti-komünizm bir yanda Bolşevizm

Genel oy hakkı talebi 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın işçiler arasında da yayılmaya başladı; Lancashire’lı dokuma işçileri genel oy hakkı kampanyasında öncü konumdaydı. Buna ek olarak nitelikli eğitim, kreş ve bakımevi talepleri de açığa çıkmıştı. Emmeline Pankhurst ve kızlarının kurduğu Sosyal ve Politik Kadınlar Birliği (WSPU)[3] 1903 yılına kadar oy hakkından çok İşçi Partisi’nin gelişmesiyle ilgilendi. Ancak bir süre sonra tamamen oy hakkı mücadelesine yöneldi ve kızı Christabel Pankhurst’un açıklamasındaki ifadelerle “mücadelede en zayıf olanı kullanmak kesinlikle yanlıştır! Biz seçkin kadınları, en zeki ve güçlü olanları istiyoruz” diyerek hat değiştirdi ve işçi kadınların taleplerini örgütlemekten vazgeçti. Kendileri hareketi “bizimki hiçbir şekilde bir sınıf hareketi değildir” diyerek tanımlasalar da, işçi kadınlar “Kadınlara Oy Hakkı” sloganını “Hanımefendilere Oy Hakkı” diyerek eleştirecek kadar hareketin burjuva eğilimlerinin farkındaydılar. WSPU kısa sürede, vurulan erkek grevcilerin direnişini erkeklerin oy hakkı olduğu için ayaklanma hakları olmadığı, greve başvurmaksızın durumlarını iyileştirebilecekleri gerekçeleriyle şiddetle eleştirecek kadar işçi düşmanı bir çizgiye kaydı. Aynı zamanda ülkenin en milliyetçi örgütü hâline gelmişti. İngiltere, Almanya’yla savaşa girdiğinde kadınların cephane yapımında istihdam edilmesi için bir kampanya başlattılar ve yayınları Suffragette’in adını Britannia olarak, altbaşlığını da “Kral, vatan, özgürlük için!” olarak değiştirdiler. Pankhurst’un anti-komünist çabaları, 1 Haziran 1917’de Başbakan Lloyd George’dan kendisini Rusya’ya göndermesini rica etmesi ve Kerensky ile görüşerek kendisini Bolşeviklere karşı kararlı bir tutum alması konusunda uyarmasına ve Rus kadınlarını Rusya’nın her yanında sovyetlere karşı saldırıya çağırmaya kadar vardı.

Kendisinin bu anti-komünist tavrına karşı Emmeline’nin bir başka kızı Sylvia Pankhurst ise faaliyetlerini işçi sınıfı içerisinde sürdürmeye devam ediyordu ve WSPU’dan ihraç edilmişti. Ekim Devrimi’ne kadar oy hakkı mücadelesine odaklansa da devrimden oldukça etkilenmişti ve kendisini Bolşevik olarak tanımlıyordu. 1912’de kurduğu Doğu Londra Sufrajet Federasyonu’nu 1918’de İşçilerin Sosyalist Federasyonu’na dönüştürmüştü. Dergisinin adını Workers Dreadrought olarak değiştirdi, altbaşlığı ise “Sosyalizm, Enternasyonalizm, Herkese Oy” idi. Zamanla oy hakkı dergiden kayboldu ve işçi gündemi öne çıktı. Dergi İngiltere’de grev haberlerini en iyi veren yayın haline dönüşmüştü. Sylvia, Komintern’in yayını The Communist International’ın da İngiliz muhabirliğine atanmıştı. Ekim Devrimi’nden oldukça etkilense de yazılarında ideolojik bulanıklık açığa çıkıyordu ve feminist taleplerin egemenliğinden uzaklaşamamıştı. Örneğin; fuhuş sorununun nedenlerini düşük ücretler ve yoksulluğa dayandırdığı bir yazısını oy hakkı talebi önerisiyle tamamlıyordu. Lenin’le, parlamentarizm ve seçimlere katılımı eş gördüğü bir tartışmada ters düştü ve anarşist çizgiye yöneldi.

1918’de 30 yaşına basan tüm kadınlar oy hakkı kazandılar -1928’de bu sınır erkeklerde olduğu gibi 21 yaşa düşürülecekti-. Her ne kadar sufrajetler yıllarca militan eylemler gerçekleştirmiş olsalar da oy hakkı mücadelesinin bu tarihte kazanılmış olmasında, Ekim Devrimi’nin yarattığı komünizmin yayılması tehdidi büyük etken olmuştur.

Burjuvalarla işçilerin yakınlığı, işçi hareketi içinde burjuva ideolojinin hegemonik hâle gelmesine sebep olmuştur. Sadece kadınlara ait sendikalar ya da karma sendikalar kurulması tartışması İngiltere’de de açığa çıkmış; ancak burjuva feminizminin etkisiyle ayrı kadın sendikaları kurmak fikri çok daha önde olmuştur. Kadın işçilerin eylemleri işçi hareketine yön vermiş, hatta sufrajet hareketin militan eylem biçimlerine de önayak olmuş; ancak ideolojik olarak eksik kalmış ve feminist hareket işçi hareketine yön vermiştir. İngiltere’deki kadın hareketlerinin çıkışındaki burjuvaziyle sıkı bağın doğal bir sonucu olarak hareket içerisinde anti-komünist tutum açıkça ortaya serilmiştir.

RUSYA’DA KADIN HAREKETLERİ

Çarlık Rusyası’ndaki feminist hareketler soylu kadınlar tarafından başlatılmış ve Avrupa’dakine göre ömürleri çok daha kısa ömürlü olmuştu. 1905 Devrimi’ne kadar bazı feminist gruplara rastlanmış; ancak bir hareket olarak açığa çıkmamıştı. 1859’da bir grup soylu kadın, Rusya’daki ilk feminist grubu oluşturuyordu; Rozvet isimli, “kadınların eğitim düzeylerini yükseltmek amacıyla ‘Hıristiyan ruhuna uygun’ bir mücadele yürütmeyi amaçlayan” bir yayınları vardı ve aynı yıl kadınlara dönük bir yardım derneği kurmuşlardı. Dernek, kadınlar için konfeksiyon atölyeleri kurmak, ortak mutfaklar ve işçi anneler için bir okul açmak gibi işlerle ilgilendi. Bunu, daha başka ve daha büyük yardım dernekleri izledi. Bu kulüpler arasında başkanlığını prenseslerin yaptığı fuhuşa karşı dernekler de vardı. Rus feminist tarihi çalışan Shites bu dönemi şöyle tanımlar: “Rus bayanları arasındaki geleneksel ‘hayırseverlik’, çar eşlerinin, dul imparatoriçelerin ve prenseslerin liderlikleriyle süslendi. Etkinlikleri de genellikle sınırlı, rafine ve anonimdi.”

1905 Rus Devrimi sonrası kadınların uyanışı

1905 Devrimi, işçi sınıfından ve burjuvaziden binlerce kadını uyandırdı. Kollontay’ın deyimiyle “1905’te bir kadının kendisi hakkında konuştuğunun ya da yeni haklar talep ettiğinin işitilmediği tek bir sokak köşesi yoktu.” Birçok şehirde ilk kez kadın hakları mitingleri düzenlendi. İşçi kadınların talepleriyle burjuva feministlerin talepleri arasındaki çatışmalar da bu dönemde açığa çıkmaya başladı. Çoğunluğunu burjuva kadınların oluşturduğu Kadınlara Eşit Haklar Birliği’nin kongresinde, işçi ve köylü kadınların eşit ücret ve anne-çocuk sağlığı gibi taleplerini içeren tasarı reddedildi; geri kalan öneriler bir dizi burjuva reform içeriyordu. Ekim 1905’teki ikinci kongrede ise tıpkı Bolşevikler ve Menşevikler gibi parlamento seçimlerini boykot kararı aldılar ve sosyalist partilerin amaçlarının kadınlarınkine en yakın amaçlar olduğuna dikkat çektiler. Bu dönemde özellikle Moskova’da militan eylem biçimleri geliştirdiler; ancak birliğin genelinde aynı tutum yoktu ve boykot kararı da bir sonraki kongrede kaldırılmıştı.

20. yüzyıl başları Rusya’sı nüfusun %85’i serflikten yeni kurtulmuş köylülerdi. Feodal aile ilişkileri toplumda son derece baskındı. Özellikle kırsalda kadın okuryazarlığı hemen hiç yoktu. Kadın, ailesinin kocasının malı olarak görülüyordu. 20. yüzyılın ortalarından itibaren şehirlerde sanayinin ilerlemesiyle birlikte bu tablo biraz dönüştü. İşçi sınıfının yeni yeni boy gösterdiği 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın işçiler erkeklerle beraber grevlerde, eylemlerde ön saflardaydı. Çarlık, bu eylemler sonrasında kadın ve çocukların gece çalıştırılmasını yasaklamıştı. 1878’deki Novaya Pryadil fabrikası grevi, 1895’teki Nisan Ayaklanması, 1894-1896 arası dokuma işçilerinin ağırlıkta olduğu tarihsel grevler öne çıkan grevlerdi. Bu döneme dair Kollontay “emek hareketine katılmak, kadınları sadece emek güçlerini satan insanlar olarak değil, birer kadın, eş, anne ve ev kadını olarak da özgürlüğe yaklaştırdı (…) grev dalgası geçer geçmez ve işçiler zafer kazanmış ya da kaybetmiş olarak işlerinin başına döner dönmez kadınlar dağılacak ve eski soyutlanmış konumlarına geri döneceklerdi” der.

Devrimci hareketin içinde de kadınların, erkeklere kıyasla büyük çoğunluğu soylular arasından geliyordu. Burada en öne çıkan hareketlerden biri, terörist eylemleriyle tanınan Narodnik hareket ve hareket içinde öne çıkmış olan kadın devrimcilerdir. Narodnik kadınlar, özellikle entelijansiyadan olan Rus kadınları ve Rus devrimcileri üzerinde güçlü bir etki bırakmışlardır.

Bolşevikler, Menşevikler ve feministler arası tartışmalar

20. yüzyılın başında açığa çıkan hareketlenmeyle birlikte Sosyal Demokrat Parti’nin iki kanadı (Menşevikler ve Bolşevikler) ve tüm sosyalist devrimciler kadınları sendikalara çekmek için çabaladı. Almanya ve İngiltere’den farklı olarak baştan beri sendikaların kapıları kadınlara açıktı; ancak düşük ücretler ve düşük eğitim seviyeleri sendikalaşmayı zorlaştırıyordu. Genel olarak sendikalaşma düşüktü ve bu oran kadınlar arasında daha da azdı. 1905’te kurulan soyvetlerde kadınlar çok az temsil ediliyorlardı; Petersburg işçilerinin yaklaşık beşte ikisini oluşturmalarına rağmen sovyetlere gelen 562 delegeden sadece 6’sı kadındı.

Marksistler ve feministler keskin bir rekabet içindeydiler. Erkek işçiler Kadet Partisi’nden pek etkilenmese de kadın işçiler, Kadınların Eşitliği için Birlik gibi burjuva kadın örgütlerinin etkisinde kaldılar. Sosyal Demokrat Parti kadroları bir dönem feministlerle birlikte çalıştılarsa da Kollontay’ın bu çalışmalara ideolojik eleştirileri bulunuyordu. Menşevikler, sosyalist ve liberal kadınları içeren geniş tabanlı bir ittifakı önerirken, Bolşevikler bunu eleştiriyorlardı. Bu dönemde Bolşeviklere yeni katılmış olan Kollontay, sağlam bir sınıf çizgisinin sürdürülmesi gerektiğini savunuyor ve feminist akımlara karşı çıkıyordu ve 1905 yılında bu eleştirileri yöneltmek amacıyla birçok feminist toplantıya katıldı. 1908’e kadar geçen süreç, ayrı işçi kadın kulüpleri kurmak ya da karma örgütlerde örgütlenmek tartışmaları ve fraksiyonel kopuşlarla geçti ve hemen tüm işçi kadın kulüpleri dağıldı.

Aralık 1908’de örgütlenen Birinci Tüm Rusya Kadın Kongresi kadın hareketini yeniden canlandırmak için önemli bir adımdı. Bu kongrenin seyri, burjuva feministler ve sosyalistlerin ilişkisini net şekilde ortaya koymaktadır. Yeni bir birleşik kadın örgütü kurulmasını amaçlayan kongre çağrısı “kadın hareketi ne proleter ne de burjuvadır; o tüm kadınların ortak hareketi olmalıdır” şeklinde yapılmıştı. 1905’teki tutumla aynı şekilde Bolşevikler bu görüşü desteklemiyorlardı; ancak işçilerin kongreye olan yoğun ilgisi üzerine kongreye katılmak ve tartışmalarını yürütmek üzere karar aldılar. Kongrede üç unsur açığa çıkmıştı: ilki feministlerle işbirliği yapılmamasını savunan ve asgarî katılımla kongrede bulunan Bolşevikler, ikincisi demokratik unsurlardan kopmayı reddeden ve ittifak kurmayı savunan Menşevikler ve üçüncüsü sosyalistler ve feministler arasındaki çelişkileri açığa çıkarmak üzere tartışan Kollontay.

Nihayetinde kongrenin son günü, işçi grubu içerisinde “burjuva kadınlar işçi kadınların sömürüsü sürerken, sadece onları sakatlayan yasal prangaları çıkartmakla yetiniyorlar, Marksistler ise ‘çağdaş yaşamın tek hâkimi olan sermayeyi” ortadan kaldırmaya çabalıyorlardı” diyen Bolşevikler, işçilerle kapitalistler arasında hiçbir işbirliğini olanaklı görmediklerini açıklayarak salonu terk ettiler. Kongre sonrası örgütlenme komitesinin verdiği lüks daveti basarak protesto ettiler. Menşeviklerse kongreye katılımını sürdürmüş ve kongre sonrasında işçi grubunun ekonomik sorunları öne çıkarmadaki ısrarının kadınların işçi kadınlara duyduğu sempatiyi engellediğini öne sürmüştü. Bu tutumun, kendilerinin bütün kadın hareketine karşı olduğu izlenimi yarattığını söylerek Bolşevikleri eleştirmişlerdi.

Kadın işçilerin devrimi ateşleyen grevleri

1910-1914 yılları arasında sınıf hareketinin de tekrar yükselmesiyle birlikte kadın işçilerin grevleri de arttı ve bir dizi iyi örgütlenmiş, militan eylem açığa çıktı. Bu süreçte kadınların işçi kadın olarak taleplerini ortaya koymaktaki başarısı ve gelişimi, kadın olarak gereksinimlerinin ve taleplerinin de ortaya çıkmasına olanak verdi. Fabrikalardaki cinsel sömürüye karşı eylemler ve hamilelik sorunları ve işçi kadınların çocuk bakımı ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili talepler de eylemlerin parçası oldu. 8 Mart, Rusya’da ilk kez 1913’te kutlandı. Menşevikler eyleme sadece kadınların katılımını önerirken, Bolşevikler karma katılımı savunuyorlardı. Feministler ise kutlamalarda kadınların eşleri karşısındaki konumuna değil, işçi kadınların sermaye karşısındaki konumuna değinilmesini eleştirirken, ekonomik çıkarların değil kişisel olanın öne çıkarılmamasını eleştiriyorlardı.

Bolşeviklerin yayını Pravda’da ilk 8 Mart kutlamaları öncesi “Emek ve İşçi Kadının Yaşamı” adlı özel bir ek yayınlanmaya başlanmıştı, bu ekin yarattığı etki ve gelen onlarca mektup sonucu Lenin’in önerisiyle sadece işçi kadınlara yönelik ayrı bir gazete çıkarılmasına (Rabotnitsa) karar verildi. İlk sayı 1914’ün 8 Mart kutlamalarına denk gelecek şekilde 12 bin adet basıldı ve 7 sayı yayınlandı. Ancak I. Dünya Savaşı’yla birlikte yayın sekteye uğradı.

Savaş, burjuva feministlerle sosyalistleri milliyetçi tutumları üzerinden daha keskin çizgilerle ayırmıştı. Feministlerin önde gelenlerinden Pokrovskaya “böylesine büyük bir vatanseverlik anında gereksinimlerimizi asgarîye indirmeli, lüksü terk etmeli ve hepsini toplumun sunağında feda etmeliyiz. Bu çok önemlidir; çünkü kadınların eşitlik mücadelesinin dünya çapında başarı kazanması buna bağlıdır” diyerek tıpkı Pankhurst’un İngiltere’de yaptığı gibi Rus kadınlarını seferberliğe çağırmıştır.

Savaş, kadın istihdamını ciddi oranda artırmıştı. Sanayi kollarındaki erkek işçi sayısı %12 oranında azalırken, kadın işçilerin oranı %19 oranında artmıştı. 1917’de kadınlar işgücünün %50’sini oluşturuyorlardı. Savaş, başlangıçta işçi hareketinde dağınıklığa sebep olmuş; ancak dokuz ay sonra kadınlar ekmek ayaklanmalarıyla fitili ateşlemişlerdi ve ekonomik taleplerle başlayan grevler hızlıca politik nitelik kazanıyordu. Örneğin; 1915’te kadınların başlattığı un grevi, bir ay sonra savaş karşıtı militan bir karakter kazandı. Ordunun bu eylemlere kanlı saldırıları, politik grevleri daha da artırmıştı.

Ekim Devrimi’nin fitilini ateşleyen de Petrograd Bolşevik kadın liderlerin de katıldığı toplantıydı. 22 Şubat gecesi ertesi gün yapılacak olan 8 Mart kutlamaları hazırlıkları için Bolşeviklerin güçlü etkisi olan Viborg’da bir araya gelen kadınlar, hareketi daha ileri götürme ve gösterileri büyütme kararı aldılar ve onların insiyatifiyle bir genel grev çağrısı yapıldı.

Pravda başyazısında “Selâm kadınlara! Selâm Enternasyonal! Kadınlar, Kadınlar Günü’nde ilk kez Petrograd sokaklarına çıktılar. Moskovalı kadınlar silah ve malzeme buldular, kışlalara gittiler, askerleri devrim saflarına geçmeye ikna ettiler. Selâm kadınlara!” diye yazmıştı.

1905 Devrimi’nden sonra asgarî ücret görüşmelerinde çoğunlukla kadınlar erkeklerden daha az ücretlendiriliyordu. Bu durum Şubat Devrimi sonrası da pek değişmemişti. Bolşevikler bu farklı ücret sistemine karşı mücadele ettiler. Kollontay, Pravda’da yayınlanan “Ciddi Bir Uçurum” adlı makalesinde bunu sertçe eleştirdi. Kadınların sovyetlerdeki temsiliyeti de hâlâ düşüktü. 1917 Nisanı’nda Petrograd’a dönen Lenin’in ilk işi, “kadınlar sadece genel olarak politik yaşama değil, herkesin zorunlu olarak katılması gereken gündelik faaliyetlerde görev almaya ikna edimedikçe değil sosyalizmden tam ve kalıcı bir demokrasiden bile söz etmek boş ve anlamsız olur” diyerek, kadınlar arasında politik çalışma örgütlenmesi için merkez komitenin desteğini istedi. Petrograd komitesine bağlı bir kadın bürosu kuruldu ve Rabotnitsa yeniden yayın faaliyetine geçti; 10 Mayıs tarihinde haftalık elli bine yakın tiraja sahipti. Ekimde Bolşevikler iktidara geldiğinde partili olmayan kadınlar arasında çalışmanın örgütlenmesi yine güncel bir konu olacaktı.

1917 EKİM DEVRİMİ

Ekim Devrimi, kadınların politik, ekonomik ve cinsel açıdan tam eşitliğinin sağlanması yolunda atılmış ilk gerçek adımdı. İşçilerin iktidarı, kadınların yeniden üretim sürecindeki rolleri sorununu da gündeme getirmiş, toplumsal yaşamın yeni üretim ilişkilerine göre şekillenişi içerisinde kadınların devrimci kazanımları gerçekleşmişti.

1919’un temmuz ayında Lenin, “kadınların durumuna gelince: Bu alanda dünyada değil tek bir demokratik parti, en gelişmiş burjuva cumhuriyet bile bizim iktidarımızın daha birinci yılında yaptıklarının yüzde birini on yıllardır yapamadı” diyerek devrimin kazanımlarını vurgulamıştı.

Kadınlara tam oy hakkı verildi. Evliliği gönüllü bir ilişki hâline getiren, meşru ve gayrimeşru çocuklar arasındaki ayrımı kaldıran, eşit iş imkânlarını, eşit ücreti ve ücretli annelik izni uygulamasını başlatan yeni boşanma ve medeni kanunları çıkardı. Zina, ensest ve homoseksüellik ceza yasasından çıkarıldı. Devrimden altı hafta sonra dinî nikâhın yerini medenî nikâh aldı. 19 Aralık 1917 kararnamesi ile boşanmak kolaylaştırıldı. Evli çiftlerin eşlerden herhangi birinin soyadını ortak soyadı olarak seçebilmesi sağlandı. Kürtaj yasallaştırıldı. Çocuk bakımı ve ev işleri kadının sorumluluğundan çıkarılıp komünal olarak örgütlenmeye çalışıldı. Kollontay “evlilikle mutfağın ayrılması, kadının tarihinde kilise ve devletin ayrılmasından daha önemsiz bir reform değildir” diyerek bunun önemini vurgulamıştı. Lenin, kadının nihaî kurtuluşunun geleneksel ailenin ekonomik temellerine saldırıyla ve aile kurumunun ortadan kaldırılmasıyla mümkün olduğunu da ortaya koyuyordu. Bolşevikler, kadının gerçek kurtuluşunun komünizmle mümkün olduğunun farkındalardı ve kadınları komünizm ufkuyla örgütleme çalışmasını etkin sürdürebilmek için Bolşevik Parti Kadınlar Seksiyonu (Zhenotdel) üzerinden faaliyetlerini sürdürüyorlardı. “Nasıl kadının kurtuluşu komünizm olmadan düşünülemezse, komünizm de kadının kurtuluşu olmadan düşünülemez” diyen İnessa Armand bu çalışmanın önderlerindi. Kadınların devrimin savunulması hattıyla iç savaşa katılımı ve okuma-yazma oranını artırmak gibi önemli çalışmalar yapıldı.

İç savaş, NEP dönemi ve kadınlar üzerindeki etkileri

İç savaşla birlikte askerî mücadele öne çıkmış ve bu daha çok erkekleri kapsarken, kadınlar mücadelede bir ölçüde geri düşmüştü. Ancak yine de kadınlar Zhenotdel’in de çabalarıyla Kızıl Ordu içinde önemli görevler üstlendiler. 1918-1920 yılları arasında savaş, açlık, salgın hastalıklar ve zor geçen kışlar sonucunda 9 milyon kişi ölmüştü; bu sayı I. Dünya Savaşı’nda tüm dünyada ölenlerin sayısından bile 5 milyon daha fazlaydı. İç savaştan ciddi bir ekonomik ve toplumsal çöküntüyle çıkıldı.

1921-1928 yılları arasındaki NEP dönemi politikaları geniş çapta işsizliğe yol açtı. Niteliksiz işçiler işsizlikten ilk nasibini alanlar olmuştu ve bunların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyordu. Bu durum kadınların erkeklere ekonomik bağımlılığını artırmıştı, evlilik tekrar rağbet görmeye başladı. Boşanmanın kolaylaştırılmış olması aynı şekilde karşılanmamaya başladı. Değişen ekonomik koşullar altında yeni yasaların tanıdığı cinsel özgürlükler kadınların ve çocukların suistimaline ve sömürüsüne yol açmıştı. Nüfusun beşte dördünden fazlasını oluşturan köylülük, geleneksel aile yapısının korunması konusunda baskı yaratıyordu. Ailenin mülkün devamı olması, NEP politikalarının yarattığı tabloda aileyi “sığınak” hâline getirmişti. İşsizlikle birlikte, savaşın yarattığı ölümlerin ardından kadınların doğuma ve anneliğe teşvik edilmesi de kadınları eve çeken etkenlerden biriydi.

Gelinen noktada; neredeyse tamamen çözülmüş olan fuhuş sorunu tekrar açığa çıktı ve devrim öncesi boyuta ulaştı. 1934’te eşcinsellik hapisle cezalandırılan bir suç sayılmaya başlandı; zinaya, kolay evliliğe ve cinsel özgürlüğe karşı kampanyalar yürütülmeye başlandı. Annelik teşvik edildi ve onurlandırıldı. 1936’da sağlık tehlikesi olmadığı sürece kürtaj yasaklandı. 1935-1936 arası boşanmaya karşı yaptırımlar getirildi. Gayrimeşru çocuklar tekrar miras hakkından çıkarıldı, aile kutsallaştırıldı. 1943’te karma eğitim yasaklandı. Kadın sorununa özel bir ideolojik ve politik sorun olarak değinmek yasaklandı.

Radikal feministler, Sovyetlerin kadın konusundaki bu gerilemesini, cinsel baskı ve aileyi ortadan kaldırma konusundaki gönülsüzlüğü olarak yorumlasa da, başarısızlığın ardında Rus işçi sınıfının sayısal azlığı, eğitim seviyesinin düşüklüğü, iç savaşın neden olduğu endüstriyel kayıplar ve ölümler ve Avrupa devriminin başarısızlığı daha belirleyici etmenlerdi. Bununla birlikte yine de Wilhelm Reich’ın “Sovyetler aile kurumunu dönüştürme ve cinsel özgürlük konusundaki ilk planlarını başarıyla sonuçlandırsalardı sosyalizm yenilmezdi” tespiti kayda değerdir.

Devrimin çözülüşü, bize kadının kurtuluşunun sosyalizmle mümkün olmadığını kanıtlamaz, aksine tek gerçek kazanımlar bu dönemde elde edilmiş ancak sosyalizmin komünizm ufkuyla örgütlenmesinde yaşanan başarısızlık ve enternasyonalizm önündeki engeller, devrimi olduğu gibi, devrim içinde kadınların konumunu da geriletmiştir. Yıllar sonra Küba, Sovyetler’in bu gerileyişinden ders çıkararak, ekonomizme saplanmayı reddederek yeni insanın örgütlenmesine yönelecek ve ekonomik dönüşümle toplumsal dönüşümü başa baş ilerletecektir. Keza Küba Devrimi’nin kadınlara ilişkin kazanımları ve örgütlenmeleri de buna en net örnektir.

1. Dünya Savaşı dünyada kadın hareketini geri çekmiş; ancak Ekim Devrimi’nin etkisiyle kadınlar tekrar harekete geçmişti; fakat sosyalizmin yayılması tehdidine karşı burjuvazinin hamleleri ve II. Dünya Savaşı, kadın hareketini zayıflatan bir rol üstlendi. Bununla birlikte Komintern’in dağılması, Avrupa’ya yayılan nasyonalizm ve faşizm, Sovyetler’in çözülüşü ve savaşın yıkıcı etkileri uluslararası emek hareketine ve sosyalist harekete olumsuz yönde etki etmiş, dağınıklıklara sevk etmişti. Kadın sorunu tekrar gündeme geldiğindeyse bu tablonun bir sonucu olarak kadın hareketi, burjuva feminizmin hegemonyasında ilerleyecekti.

60’LARDA KADIN HAREKETİ

Sovyetler’in çözülüşüne karşı gelişen tepki, dünya çapındaki ekonomik krizler ve etkilerinin derinleşmesi, kadınların artan eğitim düzeyi ve etkin doğum kontrolü ile güçlenmesi ve hizmet sektörünün de gelişimine bağlı olarak kapitalizmin ucuz kadın emeğini sömürü çarkına eskisine göre daha fazla dâhil etmesiyle kadın mücadelesi tekrar bir hareket olarak açığa çıktı. 60’larda açığa çıkan kadın kurtuluş hareketlerinde, özellikle ABD ve İngiltere’de büyüyen hareketler burjuva feminist ideolojiden beslenmiştir. ABD ve İngiltere’de kadın hareketi ve kadın işçi hareketinde burjuva feministlerin 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında da etkili olması açısından bu tablo çok da şaşırtıcı değil. Keza feminist akımlar başlıca bu hareketlerin içerisinden çıkmıştır. Ancak 60’larda ABD’de Sivil Haklar Hareketi ve Black Power Hareketi içinden doğan yeni kadın hareketinde açığa çıkan tartışmalar ve kopuşlar öğreticidir. Bu hareketlerin örgütlenme alanlarının getirdiği çelişkilere de bağlı olarak lider kadrolarına kadar sirayet eden machismo kültürü (maçoizm) hareket içerisinde kadın hareketini ayrıştıran ve bölen en önemli etkenlerden biri olmuştur ve sınıfsal değil cinsel sorunların öne çıkmasında büyük rol oynamıştır. Böylece hızla feminizme kayan hareketler, kişisel olanın küçük burjuva bireyciliği politikliğinde beslenen tartışmaları içerisinde farklı akımlarla bölündükçe bölünmüştür ve işçi hareketinden uzaklaşmıştır.

Öte yandan, Latin Amerika başta olmak üzere, dünyanın birçok coğrafyasında açığa çıkan gerilla mücadeleleri içerisinde kadın devrimcilerin üstlendiği rol son derece önemlidir. Bunlar, kadın hareketi olarak açığa çıkmasa da bu hareketler içerisinde kadınların dönüşümü ve gerçekleştirdiği devrimlerde açığa çıkan kazanımlar ve kadın özgürlüğü konusundaki adımlar tüm dünyada kadın hareketleri üzerinde güçlü bir etki bırakmıştır ve bırakmaktadır.

DİKKAT ÇEKEN NOKTALAR

Bir bütün olarak kadın hareketi tarihinin seyrine baktığımızda çıkarabileceğimiz sonuçları şöyle bir toparlamak gerekirse;

  • İşçi kadınların eylemleri burjuva devrimler dâhil, tüm devrimlerde lokomotif güçlerden biri olmuştur. Özellikle tarihin hemen her kritik dönemecinde birçok coğrafyasında açığa çıkan ekmek ayaklanmalarında kadınlar en direnişçi unsurlar olarak yer almışlardır.
  • İşçi kadınların talepleri, burjuvazinin çıkarlarıyla örtüşen hareketler içerisinde geri düşürülmüştür.
  • Burjuva devrimler ve ulus devlet politikalarının tezahürü olarak ırkçılık, milliyetçilik, militarizm kadın hareketine karşı da bir saldırı aracına dönüşmüş, hareket içerisinde buna karşı geliştirilen tutumlar ve politikalar, sınıf çıkarlarına göre farklılık göstermiştir. Kadın hareketinin sınıf birliğine sahip olmayışı bu çelişkileri ve sorunları daha fazla açığa çıkarmış ve bu saldırıyı güçlendirmiştir.
  • Sosyalist hareketin burjuva feministlerle işbirliği tarih boyunca pek sonuç vermemiştir.
  • İşçi hareketiyle burjuva feminist hareket hiçbir zaman tam anlamıyla ortak talepler etrafında hareket edememiştir.
  • Feministler, işçi kadınları örgütlemek konusunda kalıcı başarılar gösterememişlerdir.
  • Fuhuş sorunu işçi sınıfı kadınları içerisinde de önemli bir tartışma konusu olmuş, fahişelere karşı ahlâkçı, ayrımcı tutumlar hareketler içerisinde ideolojik kaymalara sebep olmuştur.
  • “Machismo” ve benzeri eğilimlerin örgüt içerisinde açığa çıkması, kesinlikle önüne geçilmesi gereken önemli bir sorundur.
  • Emek hareketi içerisinde de cinsel mücadelenin bir yeri vardır, bu es geçilmemelidir. Ancak işçi kadının nihaî kurtuluşu için sınıf çelişkilerinin ortadan kaldırılması perspektifli bir hareketin içerisinde bu mücadele hattı örülmelidir.
  • Feminizmin sınıfsal kökenleri kavranmalı ve ideolojik yaklaşımlar bu kökenler üzerinden tartışılmalı ve anlaşılmalıdır.
  • Kapitalizmin krizlerinden ve savaşların yarattığı tablodan ilk etkilenenler hep kadınlar olmuştur. Bu dönemlerde kadınları örgütlemek daha kritik önem taşımaktadır, aksi takdirde kapitalizm, kadınları, krizi aşmada bir araç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu dönemlerde kadınları ev içine ve toplumsal kadınlık rollerine hapseden hareketlerden ve faaliyetlerden uzak durulması gerekmektedir.
  • Kapitalizmin krizlerinde olduğu gibi sosyalizmin krizlerinden de ilk önce kadınlar etkilenmiştir. Sovyetler’de NEP politikalarının ilk etkileri kadınların kazanımlarının geri çekilmesiyle görülmüştür.
  • Tarihin akışı içerisinde burjuva feminist hareketler içerisindeki tartışmalar ve akımlar, burjuva devrimler ve kriz sonrası kapitalist politikalara paralel şekilde dönüşümler geçirirken, sosyalist kadın hareketleri de sosyalist devrimler ve yenilgilere göre dönüşmüştür.

Şubat 2024

KAYNAKLAR

(Temel kaynak) Kadınların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi, Tony Cliff, Ataol Yayıncılık.

Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, Paul Mason, Yordam Kitap.

Batı’da Devrimler ve Devrimci Gelenek, David Parker, Dost Yayınevi.

1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi Tarihi, Albert Nenarakov, Kaldıraç Yayınevi.

1871 Paris Komünü Tarihi, Prosper-Olivier Lissagaray, Nota Bene Yayınları.

Ek okuma önerileri:

Yakın Çağlar Tarihi, N. V. Yeliseyeva, Yordam Kitap.

Fransa’da Sınıf Savaşımları, Karl Marx.

“Küba’nın Kadın Devrimcileri”, İdil Özkurşun.

Beş Kızkardeş “Beş Narodnik Kadının Anıları”, B. A. Engel, C. N. Rosenthall, Kaldıraç Yayınevi.

[1]    Fırıncı 14. Louis; karısı Marie Antoinette ve çırak da tahtın varisi Dauphin’i temsil ediyordu.

[2]    Erkek işçilerin bu desteğinin başlangıçtaki sebebi, kadınların düşen çalışma saatlerinden kaynaklı oluşacak boşluğun istihdam yaratacağı beklentisiydi.

[3]    İngiltere’deki sufrajet hareket.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz