Fransa parlamentosunda kabul edilen yeni Göç Yasası’nın düşündürdükleri

Geride bıraktığımız aralık ayı içerisinde Fransa Meclisi önemli bir yasa teklifini onayladı: “Göçmen Yasası”. Mecliste oy çokluğu ile kabul edilen yasa, Resmî Gazete’de yayımlandıktan sonra yürürlüğe girecek.

Fransa’da yaşamakta olanlarla birlikte yasa yürürlüğe girdikten sonra bu ülkeye gelecek olacak yabancıların buradaki yaşama ve barınma koşularını ağırlaştıran aile birleşimi koşullarını zorlaştırarak nerede ise imkânsız hâle getiren yasa, ırkçı lider Marine Le Pen ve partisi Rassemblement National/Ulusal Birlik (yazıda kısaltması RN kullanılacak) tarafından elde edilmiş bir zafer gibi yorumlanabilir. Nitekim Marine Hanım’ın yasa mecliste geçtikten sonra “ideolojik zafer” ifadesini kullanmış olması bu yorumun gerçekçi olduğunu kanıtlamakta.

Kabul edilen düzenleme yürürlüğe girdikten sonra:

• Çalışan yabancılar Fransa’ya geldikten 3 ay sonra, çalışmayanlar ise 5 yıl sonra kira desteğinden faydalanabilecek.

• Çalışan yabancılar ülkeye geldikten 30 ay sonra, işi olmayanlar ise 5 yıl sonra aile yardımlarına erişebilecek.

• Güvenlik güçlerine karşı suç işleyen çifte vatandaşlar, Fransız vatandaşlığından çıkarılabilecek.

• Fransa’da doğan yabancı ailelerin çocuklarının Fransız vatandaşlığını 16-18 yaşları arasında talep etmeleri ve vatandaş olmaları için daha önce suç işlememiş olmaları gerekecek (Yani doğdukları ülkenin vatandaşı olabilmeleri için talepte bulunmaları gerekecek gençlerin. Önceden doğrudan vatandaş olmakta idiler).

• Aile birleşimi koşulları zorlaştırılacak.

• Eğitim için Fransa’ya gelen yabancı öğrencilerden depozito alınacak. Böylece gerektiğinde Fransa’dan uzaklaştırma kararı alındığında öğrencinin geri dönüş masraflarının karşılanması sağlanmış olacak.

Bunun dışında yasada yer almamakla birlikte Macron’un sözünü tuttuğu takdirde 2024 yılı zarfında gerçekleştireceği bir reform sayesinde ülkede kayıt dışı olarak bulunan yabancılara yapılacak sağlık yardımları da önemli ölçüde kısıtlanacak.

Bunlardan daha vahimi de var. Yasada yer alan bir madde sığınma talebinde bulunanlar dışında kalan göçmenlere yönelik olarak önümüzdeki üç yıl boyunca bir göçmen kotası oluşturulmasını hükme bağlamış durumda (Üç yıl sonra yeni seçimin yapılacağını hatırlatayım). Fransa Anayasası’na aykırı olan bu madde, yasa yürürlüğe girer girmez sol muhalefet tarafından anayasa mahkemesine götürülecek. Fransa’da yönetimler henüz anayasa mahkemesi kararlarını tanımama cüretini göstermediklerinden bu madde büyük olasılıkla mahkeme kararı ile yasa metninden çıkarılacak. Ancak bu madde Fransa yönetiminin göçmenlere yönelik nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu göstermekte. Tabii göçmenleri nasıl bir geleceğin beklediğini de.

Yürürlüğe girmesi için sadece Resmî Gazete’de yayınlanmayı bekleyen yasaya karşı şimdiden eleştiri, tepki ve muhalefet başladı ancak bütün bunlar geri adım atılmasını sağlayacak düzeyde değil. Nüfusunun %10’dan fazlası göçmenlerden ya da göçmen kökenli ailelerden oluşan Fransa’nın önemli bir değişikliğin arifesinde olduğunu söylemek olası.

Peki bu duruma nasıl gelindi?

2022 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ikinci dönem seçilmek için aday olan Macron’un iki vaadi vardı; daha açık bir ifade ile iki reform vaadi.

Birincisi emeklilik reformu, ikincisi ise göç.

Fransa Anayasası uyarınca üçüncü kez seçilme şansı olamayan Macron’dan beklenen de buydu onu iktidara taşıyan küresel güçler tarafından. Plan ise çok açık:

Sosyal güvenlik ve emeklilik harcamalarını mümkün olduğu kadar aşağıya çekmek ve böylelikle yaratılacak tasarrufu (!) sermaye kesiminin hizmetine tahsis etmek. İzlenen politikaya karşı gelişecek halk muhalefetini ise “göçmenler” üzerine yönlendirip hedef şaşırtması yapmak.

Her iki konuda da gerekli altyapı önceden hazırlanmıştı. Macron daha ilk döneminde “Fransızların daha fazla çalışması gerektiği” konusunda fikir beyan ediyor ve bu fikir bazı Fransız akademisyenler tarafından da desteklendiği gibi teorik bir biçim alması için de çaba sarf ediliyordu. Örneğin Paris’te kurulu “Sciences Po” üniversitesi öğretim görevlilerinden Bruno Cautres “Daha uzun yaşadığımız takdirde daha uzun süre çalışmamız gerektiği gerçeğini anlatmamız gerek” cümlesini sarf ederken konu ile ilgili düşüncesini açıkça ilan etmişti.

Covid 19 pandemisinin yaratmış olduğu ekonomik daralma da bir fırsat oldu Fransa egemenleri için. Sosyal yardımların azalması erken emekliliğin yarattığı sorunlarla ilişkilendirildi. Oysa gerçek elbette farklı idi. Pandemi sürecinde sermaye kesimi ülkede elde ettiği kârların azalmaması için ekonomik daralmanın yaratmış olduğu sıkıntıların faturasını emekçi yığınlara yüklemişti. Fransa solu bu gerçeği yeterince anlatamadı yığınlara. Bu açıdan bakıldığında sınıfta kaldıklarını ifade etmek mümkün. Macron ikinci kez göreve geldiği takdirde emeklilik yaşını yükselten ve emekli olabilmek için gereken çalışma süresini uzatacak olan yasal düzenlemeyi yapacağını ilan etmişti. Bu düzenlemeyi engellemenin tek yolu Macron’un seçimi kazanmasının önüne geçebilmek ve solun ortak adayının cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamaktan geçiyordu. Bunun yolu Fransa solunda birliğin sağlanmasından geçmekte idi. Dünyanın her yanında olduğu gibi Fransa’da da birbirleri ile mücadele etmekte olan solcular bu gerçeği kavrayıp da bir araya gelinceye kadar iş işten geçmiş ve seçim tarihi yaklaşmıştı. Fransa solunun önde gelen siyasi partileri LFI, PCF, PS ve EELV kurdukları ittifak (NUPES) sayesinde Macron’un Ulusal Meclis içinde mutlak çoğunluğa ulaşmasını engellediler, kendileri de toplam 133 milletvekili ile meclisin ikinci büyük grubunu oluşturdular. Ne var ki bütün bunlar Macron’un cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyemedi. İttifak doğru zamanda kurulmuş olsa ve sol cumhurbaşkanlığı seçimine de ortak adayla katılmış olsa idi ortaya farklı bir sonuç çıkabilirdi. Tabii aradan bir buçuk yıldan fazla süre geçtikten sonra bunun üzerinde durmanın pek bir anlamı da yok. Zaten ittifak da dağılma tehlikesi yaşamakta.

Sol cephede bunlar yaşanmakta iken Fransız ırkçı partisi RN de imaj değişikliği için önemli hamleler yapmıştı. Partinin adının (eski adı Front National/Ulusal Cephe FN) ve başkanının değişimi ile başlayan süreç özellikle kurucu başkan Jean Marie Le Pen’in partiden tasfiye edilmesi sonrası büyük hız kazandı. Parti anti-semitist politikaları terk ettiği gibi kürtaj, eşcinsel beraberlikler gibi konulardaki katı tavrını da yumuşattı. Böylelikle yığınların gözüne daha sempatik görünen bir çehreye büründü. Bu süreçte partinin kurucu başkanının kendi öz kızı tarafından tasfiye edilmesi baba ile kız arasında gerginliğe yol açtı. Tasfiye edilen kurucu başkan Jean Marie le Pen tasfiye sonrasında kızı ile ilgili olarak “umarım kısa zamanda evlenir ve artık benim soyadımı taşımaz” dedi. Baba ile kızı o günden beri dargınlar.

Partinin imajını değiştirmek için yapılan değişiklikler onun ırkçı niteliğini değiştirmemiş, sadece güncellemiş ve Fransa’nın güncel durumuna daha uygun bir biçim almasını sağlamıştı. Şöyle ki;

Avrupa’da yaşayan en büyük Yahudi topluluğu olmasına karşın yaklaşık 500 bin nüfusu ile ülkede varlığını sürdüren yabancılar arasında önemli bir grup olma niteliğini yitirmişti. Üstelik bunların büyük bir kısmı da kuşaklar boyu Fransa’da yaşamakta idiler ve topluma entegre olmuşlardı. Oysa yaklaşık 6 milyonluk ve çoğunluğu Müslüman olan bir “Afrika kökenli” göçmen topluluğu kendi gettolarında yaşamakta ve Fransa toplumuna uyum sağlama konusunda isteksiz davranmakta idiler. Bu kesime yönelik nefret politikalarının üretilmesi ırkçı partiye daha fazla taraftar sağlayabilecekti. RN’nin eğilimi de bu doğrultuda oldu. Partinin yeni başkanı Marine Le Pen “sokaklarda dua eden Müslümanların göründüğü yerler İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi işgaline benziyor” diyerek, Fransa vatandaşlığının “hak edilmiş bir ayrıcalık” olması gerektiğini savunarak, düzensiz göçmenler ile ilgili olarak “Fransa’da kalmaları için hiçbir neden yok” diyerek partisinin ırkçı çizgisinin yeni boyutunu açıkça ilan etmişti.

Beklenenden daha büyük bir süratle gelişti RN hareketi. 2017 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda kullanılan oyların %21,3’ünü alıp ikinci tura kaldı. İkinci turda ise oy oranı 33,9 olmuştu.

2022 yılında yapılan seçimde ise ilk turdaki 23,15’lik oy oranını ikinci turda 41,46’ya yükseltmeyi başardı.

2022 seçiminin ikinci turunu Marine Le Pen de alabilirdi. Fransa solu ortak bir aday etrafında örgütlenip seçime girebilmiş olsa idi ilk turda da elenebilirdi. Solda yer alan tüm partiler ayrı birer adayla seçime girince Le Pen ikinci tura kaldı.

Kamuoyu yoklamaları ikinci tur için Macron’un şansının düşük olduğunu göstermekte idi. Durum Fransa solunun reaksiyonu sonrasında değişti. Cumhurbaşkanı seçimi için bir araya gelip ortak aday belirleyemeyen Fransa solu Le Pen’in seçilmemesi için birleşti ve bir blok hâlinde Macron’u destekledi. Seçim sonrasında yapılan analizler Macron’un ikinci turda gerçekleştirdiği oy artışının %96’sının sol seçmenlerden geldiğini işaret etmekte idi. Eğer sol böyle bir refleks göstermiş olmasa idi Le Pen cumhurbaşkanı olacaktı büyük olasılıkla.

Bu durumun bilincinde olan Macron seçim sonuçları belli olduktan sonra yaptığı konuşmada “Bana oy veren herkese saygım var” cümlesini kullanarak kendisini iktidara taşıyan sol oylara teşekkür etmişti bir bakıma.

Evet kendisine oy veren herkese saygısı vardı ama küresel güçlere de borcu vardı bu şahsın. O borcu ödemek için de gerek emeklilik gerekse göç reformunu (!) hayata geçirmesi gerekmekte idi. Görev süresinin daha ikinci yılı dolmadan her iki konuda da gerekeni yaptı ve kendisine oy veren insanlara ne kadar saygılı (!) olduğunu kanıtladı.

Seçim sürecinde böyle bir öykü yaşanırken ırkçı RN partisi de bazı görüşlerini revizyona tabi tutmuş, örneğin Avrupa Birliğinden ayrılma hedefini terk etmiş, “yalnızca Fransız olanların yaşayacağı Fransa” idealini de bir kenara bırakmıştı. Böylelikle hedef tahtasında sadece büyük çoğunluğu Müslüman olan Afrika kökenli göçmenler kalmıştı.

Bugün gelinen noktada küresel güçlerin taleplerine yanıt verebilmek için iyice sağa yanaşmış bir Macron ile imaj değiştirerek popülerlik kazanmış ve kitleselleşmiş bir RN görmekteyiz Fransa’da. Bu durumun bir sonucu olarak da artık daha düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda olan, emekli olabilmek için daha uzun süre çalışması ve daha ileri bir yaşa ulaşması gereken bir Fransız halkı var. Üstelik bu halk bilinçli yönlendirmeler sonucu bu durumun çoğu Müslüman olan Afrikalı göçmenlerden kaynaklandığını düşünmekte ve onlardan nefret etmekte.

Macron görevini başarı (!) ile yerine getirdi, artık siyasi yaşamdan çekilecek görev süresi sonunda. 2027’de yapılacak seçimlerde ise bugüne kadar hayli yıpranmış ve gözden düşmüş olan partisinin göstereceği adayın cumhurbaşkanı seçilebilmesi kuşkulu. Irkçı RN hareketi ise onursal başkanı Marine Le Pen önderliğinde (Eylül 2021’de parti liderliğine Jordan Bardella geldi ancak partide Marine Le Pen hâlâ en etkili isim) iktidara hazırlanıyor ve gelecek seçimde iktidara gelmesi hiç de sürpriz olmayacak.

Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi hâlinde Fransa’daki yaşamları şimdiden çok zor olan göçmenler için bugünkünden de daha zorlu bir süreç başlayacak.

Bütün bu gelişmeler karşısında Fransa solunun nasıl bir reaksiyon göstereceği ise şimdiden merak konusu.

Konu ile ilgili olarak soldaki gelişmeler ise şimdilik pek umut verici değil. Her ne kadar NUPES ittifakı konuyu tartışmak amacı ile toplantı üzerine toplantı yapsa da, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri halkı yasaya karşı direnişe davet etse de ortada henüz somut bir gelişme görülmüyor. Görünen o ki Fransa solu yazıya konu olan yasayı engelleyebilecek güce sahip değil. Öte yandan giderek yükselen ırkçı RN partisi ilk genel seçimde mecliste çoğunluğu ele geçirme ve onursal başkanı Marine Le Pen’i cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtma hedefine her gün biraz daha yaklaşmakta.

Demokrasi ve insan hakları konusunda Fransa’nın geleceği pek de aydınlık değil bu durumda.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz