“Faili meçhul” -olmayan- “kayıp”(lar) [1]

Berfo Ana’yı tanır mısınız?

12 Eylül darbesinin ardından Kars’ın Göle ilçesinde evinden gözaltına alınarak kaybedilen Cemil Kırbayır’ın 100 yaşını aşmış annesini, faili meçhul ve kayıp yakınlarının sembolünü.

Berfo Ana’nın, “31 yıldır evimin kapısını kilitlemiyorum. Belki bir gün çıkar gelir, kapıyı kilitli bulmasın diye açık tutuyorum. Oğlumun tek bir kemiğine bile razıyım. Senden oğlumun mezarını istiyorum” sözleri yürekleri dağlamıştı; hâlâ da dağlıyor…

Nasıl dağlamasın? (“Faili meçhul” diye sunulan kayıp(lar), sessiz çığlıkları duyulabilen, tanıdık öldürülen çocuklarıdır!)

“Kaybolmak”! Hem de gözaltında… Gözün gördüğü bir şey nasıl kaybolur!? Türkçenin azizliği mi acaba?

“Gözaltında”nın tanımı: “Korunan, tutulan, gözlenen” şeydir. Bu hâlde kaybolmaktan nasıl söz edebilirsiniz? Gözün gördüğü bir şey nasıl kaybolur ki?

İronik ve düşündürücüdür!

Başka bir açıdan: “Fail: Suç işleyen kişi”… “Meçhul: Kayıp, belirsiz”… “Faili Meçhul: Suç işleyen kişinin belirsiz olması”dır.

Yani “faili meçhul”, “Kimin yaptığı belli olmayan” ya da “Kim vurduya giden” anlamına gelir.

Bir ceza hukuku terimidir. Herhangi bir suç unsur taşıyan olayın faillerinin yani olayı işleyenlerin kim olduklarının belirlenememiş olması durumunda kullanılır.

“Faili meçhul cinayet” derlerse de inanmayın; herşey ayan/ beyan orta yerdedir; haki veya mavi renkli devletlûlarca işlenmiş, cezalandırılması mümkün olmayan cinayetlerdir onlar…

Aslında hiçbir cinayetin “faili meçhul” değildir.

Sadece katillerin bir isminin olmamasıdır/ kon(a)mamasıdır; aslında bir örgüt adıdır; bütün cinayetleri işleyen!

Siz bakmayın “faili meçhul” dediklerine; aslında onlar, “faili meşhur cinayetler”dir.

“Faili meçhul” cinayetlerin faili malûmdur.

“Faili meçhul” diye sunulan cinayetler, Susurlukçuların, JİTEM-Hizbullah-kontrgerilla yani “Derin (denilen) Devlet”in eliyle, malûm kişilerce işlenmiştir.

  1. Hicri İzgören’in, “Bütün kayıplar devletin bilgisi dahilindedir,” notunu düştüğü hâle ilişkin olarak Emekli Koramiral Atilla Kıyat, 1993-1997 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin “devlet politikası” olduğunu söylemedi mi?[3]

Ya da emekli Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu, “Bu memlekette 15 bin 747 faili meçhul cinayet var,”[4] gerçeğinin altını çizerken; Mehmet Y. Yılmaz, “Türkiye’de bir derin devlet yapılanması olduğu, bazı kişilerin kendilerini kanunların da, seçilmiş iktidarların da üzerinde görerek kendilerince “devleti korumaya” kalkıştıkları bir sır değil;[5] Kurtuluş Tayiz, “Devletin infaz listesi olur mu? Bugün çoğu insanın kuşkuyla karşıladığı, ‘hadi canım sen de’ diyerek burun kıvırdığı bu iddialar, yakın zamana kadar bir Türkiye gerçeğiydi”;[6] Oral Çalışlar, “Ölüm listeleri konuşulurken MGK nerede? Neden hâlâ o listeler ve listeleri hazırlayanlar ortaya çıkmıyor?”[7] demek durumunda kalmışlardırlar…

El özet, failleri aramızda ve devletin güvencesi altında olan cinayetlerdir “faili meçhul”ler. Ve en önemlisi terör kavramı, terörü yaratan muktedirin ta kendisine aitken;[8] “faili meçhul”ler de terörü yaratan muktedirin eseridir.

Evet devlet’in kendini, “raison d’etat”sını korumak adına işlediği cinayetlerdir, terördür.

Kolay mı? 1990’larda işlenen 17 bin siyasi cinayetin failleri elbette belliydi. Örneğin dört cinayete bizzat katıldığını itiraf eden özel harekâtçı polis Ayhan Çarkın tutuklanıp, hapse götürülürken bağırdı: “Adalet için herkes yardımcı olsun. Bütün dosyalar açılacak, bütün gerçekler ortaya çıkacak. Herkes müracaat etsin. Bütün herkesi yanıma bekliyorum”![9]

Mantık(sızlığ)ı gereği iktidarın günahları arttıkça faili meçhuller sıklaşır.

Devletlerin gizlemek, görünmez kılmak için her şeyi yapabilecekleri gerçekliktir “faili meçhul”ler!

Genel olarak kimlerinin yaptığı bilinen, devlet patentli cinayetlerdir. Ancak öyle ulu orta yerde söylenmez. Malum… “Devlet güvenliği”!

Genellikle, göz göre göre gerçekleşir. Cinayet önceden bilinir, istihbaratlar alınır, önemsenmez. Tek bilinmeyen (!) emir verendir…

Faili meçhuller ısmarlama bir iştir. Ismarlayan “meçhuldür” sözüm ona.

Coğrafyamızın geçmişinden bugüne kadar uzanan “devlet geleneği” olması yanında; nihai kertede Cumartesi Anneleri’dir; bir kara deliktir “faili meçhul”ler.

Belki de sorunu açıklamaya en uygun düşen cümle: “Tutuklandılar, katledildiler, mezar taşları bile olamadı”dır!

Kolay mı? Dünyanın en genç mezarlığı bizimdir. Onlar, karanlığın ötesinden gelen seslerdir, -Eduardo Galeano’nun deyimiyle,- “mezarsız ölüler”dir!

 

ÖRNEKLERİYLE “FAİLİ MEÇHUL”LER, ÖLÜM TARLALARI

 

“Faili meçhul”lerin, kirli savaşla/ Kürt Sorunu ile olağanüstü bir ilişkisi olduğu herkesin malumudur!

Hatırlayın: “PKK’ya yardım eden işadamlarının ve sanatçıların listeleri elimizde,” diyen dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in 4 Kasım 1993’te cümleyi kurmasından çok kısa bir süre sonra Türkiye, peş peşe öldürülen Kürt işadamları ve bürokratların haberlerini okumaya başladı. Çiller’in 1993’teki bu sözleri bir anlamda karanlık, korkutucu, acımasız, pervasız ve gayrimeşru olaylara açılan kapı oldu. Türkiye, 90’lı yıllar boyunca faili meçhuller, köy boşaltmalar, toplu öldürmeler, siyasi cinayetler, yargısız infazlar, ‘asker – polis – mafya’ tarafından oluşturulmuş çeteler, provokasyonlar ve bunlara uydurulmaya çalışılan kılıflarla uğraştı.

Çiller’in cümlesinin gerçek anlamı ise emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın itiraf gibi ifadesiyle ortaya çıktı. Kıyat “1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler devlet politikasıydı” dedi. Yani Kıyat 1993’te belki de tüm on yıl için “malumu ilan etmiş” olmaktan başka bir şey yapmadı.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre sözkonusu 10 yılda yalnız polis bölgesinde 1912 siyasi cinayet işlendi. Bunun 608’i faili meçhul olarak bildirildi. Tansu Çiller’in meşhur cümlesini takip eden dönemde ise 1993’te 411, 1994’te 453 olmak üzere 864 siyasi cinayet işlendi, 303’ü faili meçhul olarak kaldı. ‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ (TİHV) ve ‘İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) göre bu rakamların misliyle fazla insan öldürüldü. Öldürmeler akademisyenler, askerler, işadamları, siyasetçiler avukatlara uzandı.

TBMM’de 1993’te kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyesi Hüsamettin Korkutata, sonucu şu ünlü cümleyle anlattı: “Görüldü ki vatan, millet dedikleri şey para, pul, kaçakçılık ve rant işidir.”

Tansu Çiller’in danışmanı Memduh Bayraktaroğlu ise ‘Çillerli Yıllarım’ başlıklı yapıtında “Resmi olmayan, sabıkalı isimlerden özel bir tim kuruldu. Bu tim daha sonra uyuşturucu ticaretine karıştı. O dönemde sivrisinek öldürür gibi insan öldürüldü,” diye yazdı. İşte karanlık 10 yılın tablosu…[10]

 

RAKAMLARLA “ALACAKARANLIK” 10 YIL
1912 İçişleri Bakanlığı’na göre polis bölgesinde 1990 – 2000 arasında işlenen siyasi cinayet.
608 1912 siyasi cinayetten 608’i faili meçhul kaldı.
1165 “Yargısız infazlar” o yılların korkulu rüyasıydı. Kayıtlara geçen rakam 1165 oldu. (TİHV)
GÖZALTI VE CEZAEVİNDE
403 kişi öldü (TİHV)
205 1990 – 2000 yılları arasında “kayıp” sayısı (TİHV)
253 Türkiye’deki toplu mezar sayısı (İHD)
3541 Boşaltılan köy ve mezra sayısı (İHD)

 

Oysa olan “biten”, 10 yılla sınırlı değil. “Derin (denilen) Devlet”in suç listesi, uzar gider bu ülkede! Örnek(ler) mi?

JİTEM davası, Kürt illerindeki “faili meçhul” cinayetler, Susurluk, Yüksekova çetesi, “yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım ve Hüseyin Oğuz’un ifade/ itirafları…

Mesela Vedat Aydın, Mehmet Sincar, Medet Serhat…

Mesela Ramazan Elçi, Abdurrezak Binzet, Beyaz Toroslar, Korucular…

Hasan Ocak, Metin Göktepe, Gazi Mahallesi olayları mesela…

Mesela 1 Mayıs 1977…

Mesela Metin Lokumcu…

Mesela İstihbarat Örgütleri, Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı, İbrahim Şahin…

Sonra Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Cavit Orhan Tütenğil, Abdi İpekçi…

Örnek mi? “Ayhan Çarkın, onca cinayet itirafına rağmen ‘somut delil yok’ diyen mahkemeye bir anlamda ‘alın size yeni somut deliller’ diyor”ken;[11] hızla sıralayalım:

  1. i) Kürt illerinde faili meçhul cinayetler en çok da gazetecileri seçti. Gündem gazetesinin muhabiri veya dağıtımcısı olan 18 gazeteci ya evlerinden veya yoldan alınıp öldürüldü. Musa Anter, Halit Güngen, Cengiz Altun, Namık Tarancı, Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu, İzzet Kezer, Mecit Akgün, Çetin Abayay, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz gibi isimler faili meçhullere kurban gitti. Bu cinayetler hâlâ aydınlatılamadı. Kürt gazeteci ve yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992 tarihinde Diyarbakır’ın Seyrantepe semtinde tuzağa düşürülerek öldürüldü![12]
  2. ii) ‘Özgür Gündem’ Bitlis muhabiri Ferhat Tepe’nin cansız bedeni, 8 Ağustos 1993’te Elazığ’da bir gölden çıkarıldı. “Kimsesiz” denilerek basına haber verilmeden apar topar gömüldü…

Oysa henüz 18 yaşındaki muhabir, 28 Temmuz’da sivil giyimli ve telsizli kişiler tarafından kaçırılmış, bir daha da haber alınamamıştı… Dönemin DEP Bitlis İl Başkanı olan baba İshak Tepe, Özgür Gündem gazetesi avukatlarıyla birlikte her yerde oğlunu arıyordu.

Aile olayı öğrenince, Tepe’nin cesedi çıkartılarak teşhis edildi. Otopsiye göre Ferhat’a yoğun işkence yapılmış, vücudunda sigara söndürülmüş ve boğazı telle sıkılarak öldürülmüştü![13]

iii) Hakkâri Yüksekova’da, Nezir Tekçi adlı çobanın 1995 yılında askerler tarafından öldürüldüğü ve sonra cesedinin bombayla parçalandığı iddiasına ilişkin davada, talimatla ifadeleri alınan eski askerler ‘infazı’ doğruladı. Veysi Kaya, “Atış emri verildi, ben de ateş ettim” dedi. Üzeyir Yantur, “Çobanı dağa götürdük, uzak bir mesafede öldürüldü, silah seslerini duydum” diye konuştu. Hakan Gündüz ise “Gösterdiği mağara boş çıkınca 50 kişiye infaz ettirildi” diye anlattı. Cengiz Ekici ise “Öldürüldükten sonra gömdük” diye ifade verdi![14]

  1. iv) Mardin Dargeçit’te güvenlik güçleri Seyhan Doğan, (14) Abdurrahman Coşkun (21), Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Olcay (20), Nedim Akyön (16), Hikmet Kaya (24) ve Süleyman Seyhan’ı (57) gözaltına aldı. Davut Altınkaynak’ı (13) almak için evlerini basan askerler kendisi evde olmadığı için annesi Hayat Altınkaynak’ı gözaltına aldı. Anne, sonra verdiği ifadesinde “panzerle götürüldüğünü, elbiseleri çıkarılarak sopayla vücudunun her yerine vurulduğunu, 2 saat boyunca işkence yapıldığını” anlatacaktı.

Gözaltına alınan çoban Seyhan Doğan’ın yerine ertesi gün hayvanları otlatmaya götüren 11 yaşındaki kardeşi Hazni Doğan da gözaltına alındı. Dargeçit Jandarma Taburu’nun altındaki işkence merkezine götürülen çocuk, ağabeyiyle birlikte işkence ve tacize maruz kaldı. 4 günün sonunda serbest bırakılan çocuk, yaşadıklarını ailesine anlattı. Annesi Asiye Doğan diğer oğlu Seyhan’ı sormak için jandarmaya gittiğinde “serbest bırakıldığı, dağa gitmiş olabileceği” yanıtını aldı. Doğan, savcılığa dilekçe verdikten sonra gözaltına alındı. Çıkar çıkmaz yaşadıklarını gazetelere anlattı. Haberlerin ardından Doğan yine alındı ve 20 gün işkenceli sorgulara tabi tutuldu![15]

  1. v) Silopi’de 1993 yılında gözaltına alınan 6 köylünün, kurşuna dizilip öldürüldüğü ve bilinmeyen bir yere gömüldükleri ortaya çıktı. İddianameye göre; 13 Haziran 1993’te Silopi’ye bağlı Görümlü köyünde konuşlanan Tekirdağ 3. Zırhlı Tugay 2. Tabur Komutanlığı’na PKK saldırdı, altı asker şehit oldu. Saldırıdan sonra Görümlü Köyü’nü basan jandarma, Keldani kökenli baba oğul Hamdo ve Hükmet Şimşek ile köy imamı İbrahim Akıl, Mehmet Salih Demirhan, Derecik’ten Şemdin Cülaz, Koyunören’den Ömer Kurtay’ın da aralarında olduğu 13 köylüyü gözaltına aldı. Yedisi bırakılırken, altısından bir daha haber alınamadı![16]
  2. vi) 1995 yılında Mardin’in Dargeçit ilçesinde, 9 kişi PKK’ya yardım ettikleri gerekçesiyle Dargeçit Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 11 yaşındaki Hazni Doğan ve 28 yaşındaki Hayat Altınkaynak serbest bırakıldı. Ancak 7 kişiden bir daha haber alınamadı. Ailelerin yaptığı ısrarlı takip üzerine, Dargeçit Cumhuriyet Savcılığı 2009 yılında soruşturma dosyasını yeniden açtı. Ailelerin ve Mardin İnsan Hakları Derneği’nin takibi sonucu 17 Şubat 2012’de, Dargeçit’in Bağözü Köyü’nde kazı çalışması yapıldı.

Toplu mezar alanı olduğu ileri sürülen Bağözü Köyü çevresinde başlatılan kazı çalışmaları, 4 gün sürdü. Kazı çalışmaları sırasında bir kuyunun içinde yanmış insan kafası ve bazı kemikler bulundu. Bulunan kemikler, gözaltında kaybolan kişilere ait olup olmadığının belirlenmesi için Adil Tıp Kurumu’na gönderildi. Adli Tıp Kurumu’nda gelen ilk raporda, bulunan kemiklerden birinin gözaltında kaybolan 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’a ait olduğu belirlendi. Adli Tıp Kurumu, diğer kemikler üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, bazı kemiklerin de 14 yaşında Seyhan Doğan’a ait olduğu yönünde rapor hazırladı. Hazırlanan rapor Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.

Mardin İHD şubesi yaptığı açıklamada, “Talep edilen ek rapor sonucunda Bağözü Köyü’nün içinde bulunan kuyuda bulunan kemiklerin bir kısmının Seyhan Doğan’a (14) ait olduğu tespit edilmiştir. İşlemler bittikten sonra cenazenin Doğan ailesine teslimi yapılacaktır” denildi. Aranan 7 kişinin içinde bir de asker var. İddialara göre Uzman Çavuş Bilal Batır, söz konusu cinayetler hakkında bilgisi olduğu için yakılarak öldürüldü ve diğer cesetlerle birlikte aynı kuyuya atıldı![17]

vii) Kızıltepe’deki “JİTEM’in ölüm merkezi”nde bulunan kemikler, 1995’te kaçırılan iki kardeşe ait çıktı. Böylece aynı yerde üç “kayıp” kişiye ulaşılmış oldu.

Mardin Kızıltepe Savcılığı’nın 2008 yılında yaptığı kazıda bulunan kemiklerin, 1995 yılında evinden alındıktan sonra kendisinden bir daha haber çıkmayan Şemsettin Yalçınkaya ve Nejat Yalçınkaya’ya ait olduğu belirlendi.

1995 yılında Kızıltepe Belediyesi’nde zabıta memuru olarak görev yapan Şemsettin Yalçınkaya ve kardeşi Nejat Yalçınkaya, evlerine gelen bazı kişilerce, o dönem bölgede gözaltılarda yaygın kullanılan ‘Toros’ araca bindirildi. İki kardeşten bir daha haber alınamadı. Yalçınkaya ailesinin yıllarca iki kardeşe ulaşma çabaları sonuçsuz kaldı.

Kızıltepe Savcılığı’nın sürdürdüğü fail meçhul cinayetler soruşturması kapsamında 2008 yılında “JİTEM’in ölüm merkezi” olarak kabul edilen Katarlı Köyü’nde kazı yapıldı. Yapılan kazılarda insana ait olduğu belirlenen kemiklere ulaşıldı. Bulunan kemikler, yakınlarını arayan ailelere umut oldu. Savcılık kazılarda bulunan kemikleri DNA incelemesi için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderdi. Adli Tıp Kurumu, kazılarda bulunan kemikler ile kan örnekleri alınan aileler arasında eşleşme yaptı…

İHD Mardin Şubesi’nin gözaltında kayıplarla ilgili olarak yayımladığı raporda, Mardin’de 1993-1996 yılları arasında 52 sivil vatandaşın gözaltında kayıp edildiği belirtiliyor: “Mardin ve çevresinde bulunan kemikler, yargısız infaz ve kaybettirilmenin bir devlet konsepti olarak uygulandığının teyididir. Parça parça bulunan deliller bir bütün olarak insanlık dışı muamele ve uygulamaların sistematikliğini ortaya koymaktadır”![18]

viii) Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Alacaköy’de bulunan toplu mezardan haberiniz var mı? 11 cesede ait olduğu anlaşılan kemikler, 10 yılı aşkın bir süredir yerleşime kapalı olan bir bölgede, bir dere yatağında bulundu. Oracıkta topluca katledilmiş olduklarına dair bulgular var. Gömülmemişler bile. 2003 yılının Eylül ayında da Muş-Kulp karayolunun inşasında çalışan işçiler, çalışmaları sırasında insan kemikleri buldukları iddiasıyla savcılığa başvurmuştu. Bildiğimiz kadarıyla bir araştırma yürütülmedi. 1993 yılında Alacaköy’de gözaltına alınıp kaybolan 11 köylü neredeyse unutulacaktı…

9 Ekim 1993 günü Muş-Kulp-Lice üçgeninde yapılan operasyonda Alacaköy’de tutuklanan Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutus, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmetşah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya ve Ümit Taş’dan bir haber alınamamıştı. O dönem sıkça kapağı açılan muamma dosyasına yazılmışlardı. Kulp Savcılığı’na tahkikat için dilekçe ile başvuran kayıp yakınları, bir sonuç alamadılar…

Tanıklar var. Sözkonusu operasyonda tutuklanan ancak sonradan serbest bırakılanlar olayı ayrıntılarıyla anlatıyor. İsteyen, bu ayrıntılara İHD raporlarından ulaşabilir.

Operasyon, General Yavuz Ertürk himayesinde yapıldı. Dava dosyasında, operasyonun Bolu Jandarma Tugayı’ndan geldikleri anlaşılan 2 bin 500 asker tarafından yapıldığı belirtiliyor. Operasyona General Ertürk’ün bizzat komutanlık ettiği kaydediliyor. Tanıkların ifadelerinden de anlaşıldığı gibi olay günü askerlerin köylüleri operasyon bitene kadar elleri bağlı olarak tuttukları, sonra da helikopterlere bindirerek götürdükleri anlaşılıyor![19]

  1. ix) Kelektepe Mezrası’nda 17 Mayıs 1994 günü gözaltına alınan Piro Ay’dan bir daha haber alınamadı. Adakent köyünü 12 Haziran 1994’te basan jandarmalar Vejdin Avcıl’ı gözaltına aldı. Avcıl, baskın yapılan bir sığınağa sokulurken çıkan çatışmada öldürüldü, kayıtlara da “terörist” diye geçirildi.

Tekirdağ’dan Derik’e gelen Mehmet Faysal Ötün’ün bindiği otobüs durduruldu ve gözaltına alınan Ötün’ün cesedi 14 gün sonra bir köprü altında bulundu. Eşi Nurten Çelik’e göre, Ötün, kardeşinin kaçırdığı kızın korucu akrabaları tarafından PKK’li olduğu söylendiği için öldürülmüştü.

Mardin Başsavcılığı, dönemin İlçe Jandarma Komutanı Çitil hakkında kaybedilen ve öldürülen 13 kişi için ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle iddianame düzenledi. Mardin’de başlayan dava Çorum’a gönderildi. Çitil, savunmasında davanın kendisini ve jandarmayı itibarsızlaştırmak için açıldığını savundu. Tanıkları ve mağdur yakınlarını “terör örgütüne yakın olmakla” suçlayan Çitil, “infazları PKK’nin yaptığını, beyaz Toroslarla vatandaşları kaçırdığını” ileri sürdü.

Dava sürerken Ankara Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapan Çitil, 21 Mayıs 2014’te beraat etti. Beraat kararına yapılan temyiz başvurusu 2 Haziran 2015’te Yargıtay’ca onandı. Çitil de 6 gün sonra YAŞ kararlarıyla Tümgeneral yapılarak Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanlığı’na getirildi![20]

  1. x) İHD Diyarbakır Şubesi 2011 yılında açıkladığı Toplu Mezar Raporu’nu, aradan geçen 3 yılın ardından 2014’de güncelleyerek yeniden kamuoyu ile paylaştığı belgeye göre, 25 ilde yapılan incelemelerde 348 toplu mezarda 4 bin 201 kişinin bulunduğu ifade edildi. Çatışmalı süreçte 17 bin faili meçhul cinayet işlendiğini vurgulayan İHD Genel Başkan Yardımcısı Raci Bilici, “bastığımız her karış toprağın bir toplu mezar yeri olma ihtimali var,” dedi![21]
  2. xi) Silopi’de 2001’de kaybedilen iki HADEP yöneticisi Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz için 2 Ocak 2014’de Dargeçit’te kazı yapıldı. Ailelerin de izlediği kazıda kemiklere ulaşıldı![22]

xii) Bitlis’in Mutki ilçesi Hacinan köyü kırsalında toplu mezar ortaya çıktı. Köylüler toprak yüzeyinde insan kemikleri ve elbiseler bulunca durumu yetkililere bildirdi. İHD Bitlis temsilcisi Hasan Ceylan, elbiselerin üzerinde kurşun ve kan izleri olduğunu, kemiklerin vahşi hayvanlarca çıkarıldığını belirtti. 1996’da bölgede düzenlenen bir operasyonda 9’u kadın 24 PKK’linin öldürüldüğünü belirten Ceylan, kemiklerin PKK’lilere ait olabileceğini söyledi![23]

xiii) Mardin’in Dargeçit ilçesinde 17 yıl önce kaybolan köylülerin cesetlerinin bulunması için 22 Şubat 2012’de ikincisi yapılan kazılarda, bir kafatası, kemik ve elbise kalıntıları bulundu. Şırnak’ın Güçlükonak ilçesindeki kazılarda da kafatası ve kemiklerin bulunduğu bildirildi![24]

xiv) Susurlukçu Ayhan Çarkın’ın işkence edildikten sonra gömüldüğünü söylediği, 1992 yılından bu yana “kayıp” listesinde bulunan Ayhan Efeoğlu adlı üniversiteli gencin “kayıt dışı” şekilde gözaltına alındığı ortaya çıktı![25]

  1. xv) Eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, 17 yaşındaki Ayten Öztürk’ü, Dersim’de 1992’de işkenceyle öldüren “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’la o dönemde tanışmadığını, cinayetle ilgisinin olmadığını söyledi. Ayten Öztürk’ün ölümüyle ilgili şüpheliler arasında altıncı sırada yer alan Eymür, “O kadar çok olay oldu ki 1994’e kadar. O kadar çok faili meçhul olay yaşandı ki hangi birini duyacağım,” dedi![26]

xvi) Musa Anter’in katledilmesine ilişkin davaya MİT’ten gönderilen belgede “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın MİT’te çalışmadığı ancak bir jandarma yetkilisi aracılığı ile Şemdin Sakık’ı öldürmek için başvurduğu ancak bunun kabul edilmediği belirtildi![27]

xvii) Ergenekon davasından yargılanan eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin, Dev-Sol’a yönelik İstanbul Çiftehavuzlar’da 1992’de düzenlenen operasyonda Dursun Karataş’ın eşi Sabahat Karataş’ı kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Sivas Ermeni Cemaati lideri Minas Durmazgüler’e düzenleneceği iddia edilen suikast hazırlığına dair silahı sanık Garip İrfan Torun’a verdiği iddiasına ilişkin ifade veren Şahin, “30 yıl terörle mücadele ettim. DHKP/C lideri Dursun Karataş’ın eşini operasyonda ben öldürdüm. Şimdi terörden tutukluyum. Takdir yüce mahkemeye aittir” diye konuştu![28]

xvii) “Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararında gizliydi hikâye. Failin görünmez kılınmaya çalışıldığı, çaresiz kalınınca cezasız bırakıldığı bir memleket hikâyesi, en geçerli resmi belgede!”[29]

 

SUSURLUK VE ÖTESİ

 

“… ‘Everybody Knows’, Leonard Cohen’in ünlü bir şarkısıdır. Herkes bütün düzenbazlıkları, yalanları bilir ama her şey aynen devam eder. Susurluk, bu şarkıda anlatılana çok benzer,” diyen Ahmet İnsel hiç de haksız değildir…

Çünkü Susurluk, burjuva devletin anatomisidir!

“Nasıl” mı?

“Susurluk davası”ndan yargılanan Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı’nın 1980’den 1994’e kadar çeşitli konsolosluklar ve valiliklerden 9 pasaport aldığına işaret ederken “Pasaportlar göz önüne alındığında şahsın sahte veya gerçek herhangi bir belge edinmekte bir güçlük çekmediği anlaşılmaktadır,” derken; Ağar’ın verdiği bu bilgi, Çatlı’nın devlet tarafından nasıl korunduğunu ortaya koyar![30]

“Kayıp silahların alım iznini Başbakanlık verdi. O silahlar gerekli yerlerde kullanıldı,”[31] diyen Mehmet Ağar, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na açıklamalarında, faili meçhul cinayetlerde kullanıldığı iddia edilen kayıp silahların alımı için “Alım talimatı başbakanlıktan verildi. Gerekli yerlerde kullanıldı. Kaydı tutulmaz,” dedi ve işkence olaylarından “sert sorgu yöntemi” olarak bahsetti![32]

Nihayet Susurluk’un kilit ismi İbrahim Şahin, savcılık ifadesinde “Eğer ortada illegal bir yapı varsa bana değil gidin Mehmet Ağar’a sorun,” dedi![33]

 

“SUSURLUK’UN ANATOMİSİ”: KİM KİMDİR?[34]
ABDULLAH ÇATLI Abdullah Çatlı karanlık ilişki ağının kilit noktasında duruyordu. 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı’ydı. 1978 yılında Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesi gencin öldürülmesi olayının planlayıcısı ve başsorumlusu olarak aranırken yurtdışına kaçmıştı. Yurtdışında uyuşturucu ticaretine karıştığı öne sürüldü. Susurluk kazasında öldüğünde Interpol tarafından kırmızı bülten ile aranıyordu. Kazadan sonra ortaya dökülen bilgiler devlet ile yakın ilişkisini ortaya koydu. Abdullah Çatlı’nın ortaya çıkan ilk ilişkisi Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin ve Özel Timci polislerdi. Karanlık ilişkiler ağı onların geçmişlerine bakıldığında daha net ortaya çıkacaktı.
HÜSEYİN KOCADAĞ Susurluk’ta ölen eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ o dönem İstanbul Kemalettin Eröğe Polis Okulu Müdürlüğü’nde görev yapıyordu.
GONCA US Kazada ölen Gonca Us, Abdullah Çatlı’nın sevgilisiydi.
SEDAT BUCAK Susurluk kazasından yaralı olarak kurtuldu. Bucak aşiretinin reisi olan Bucak o dönem DYP Şanlıurfa Milletvekiliydi. Milletvekili dokunulmazlığı kalktıktan sonra yargılandı ve ‘Çeteye yardım etmek’ten 1 yıl 15 gün ceza aldı, ancak ceza ertelendi.
TANSU ÇİLLER Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Susurluk iddiaları üzerine “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de kahramandır” dedi.
MEHMET AĞAR Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı olduğu dönemler Susurluk çetesi iddialarının neredeyse tamamını kapsıyordu. Ömer Lütfü Topal cinayetinin ardından bir ihbar üzerine gözaltına alınan Özel Tim polislerinin Ankara’ya gönderilmesini ve serbest kalmasını sağladığı öne sürüldü. Çatlı ve Yaşar Öz’e silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport verilmesini sağlayarak görevi kötüye kullanmakla suçlandı. Milletvekili dokunulmazlığı ve eski vali olması nedeniyle uzun süre yargılanmadı.
VELİ KÜÇÜK Tuğgeneral Veli Küçük, Susurluk kazasından sonra Türkiye’nin yüzleştiği en karanlık figürlerden biriydi. Çatlı’yı tanıyordu ve kazadan sonra Balıkesir Emniyet Müdürü’nü arayarak Çatlı’nın cenazesine sahip çıkmasını istemişti. Düzce-Bolu-Sapanca bölgesindeki cinayetlerden sorumlu olduğu öne sürüldü. Susurluk davasında yargılanmadı.
İBRAHİM ŞAHIN Özel Harekât Dairesi’ne Mehmet Ağar tarafından atanmıştı. Özel Timci polislerin amiriydi ve Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşıydı. Kazadan sonra ortaya çıkan düğünde çekilmiş bir fotoğraf bu yakınlığı gözler önüne serdi. Susurluk davasında 6 yıl hapis cezası aldı. Sağlık sorunları nedeniyle Cumhurbaşkanı’nca affedildi. Ergenekon operasyonu kapsamında 7 Ocak 2009’da gözaltına alındı. Genç polis ve askerlerden bir örgüt kurduğu iddia edildi.
KORKUT EKEN Özel Harekât şubelerinin kurulmasında ve polislerin eğitilmesinde görev aldı. Susurluk davasında çete kurmak ve yönetmekten 6 yıl hapis cezası aldı. Hapisten çıkışında kahraman gibi karşılandı.
ÖZEL TİM POLİSLERİ Çatlı’nın ortaya çıkan ilk ilişkisi Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin ve Özel Timci polislerdi. O dönemde operasyonlardaki yargısız infazlarda hep onların adı geçiyordu. Gazi Mahallesi’nde onların olduğu öne sürülmüştü. Kronolojik inceleme Susurluk kazası gününe yaklaşırken uyuşturucu ve mafya bağlantıları bir bir ortaya döküldü. Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal’ı bu ekibin öldürdüğü öne sürüldü. Bu nedenle İstanbul’da gözaltına alındılar, ancak Mehmet Ağar’ın emriyle Ankara’ya gönderildikten sonra serbest kaldılar. Özel tim polis memurlarından Mustafa Altunok 284 gün, Abdulgani Kızılkaya 193, Enver Ulu 141 gün Susurluk davasında aldıkları ceza gereği hapiste kaldıktan sonra özgür kaldı.
AYHAN ÇARKIN Özel Tim polisi. Yargısız infazlara katıldığı öne sürülmüştü. Yargısız infazları gerçekleştirdiği iddialarının yanı sıra Ömer Lütfü Topal cinayetine katıldığı iddia edildi. Susurluk davasında 4 yıl hapis cezası aldı, 290 gün cezaevinde kaldı.
OĞUZ YORULMAZ Susurluk davasından dört yıl ceza aldı. Ağustos 2009’da bar kavgasında öldü. Annesi “Oğlumu devlet katil yaptı” dedi.
ERCAN ERSOY Topal cinayetinden gözaltına alınıp bırakıldıktan sonra Sedat Bucak’ın koruması oldu. Susurluk davasından 4 yıl hapis cezası aldı.
AYHAN AKÇA Diğer polislere yönelik suçlamaların yanı sıra MİT’çi Tarık Ümit’i öldürdüğü öne sürüldü. Susurluk davası sonrası 184 gün hapis yattı.
ZİYA BANDIRMALIOĞLU Tarık Ümit’in kaçırılması olayına karıştığı öne sürüldü. Susurluk’tan 184 gün hapis yattıktan sonra başka suçlardan da yargılandı.
HALUK KIRCI Eski ülkücü katliam zanlısı Haluk Kırcı Susurluk çetesi içindeydi.
ÖMER LÜTFİ TOPAL Kumarhaneler Kralı Topal 28 Temmuz 1996’da öldürüldü. Onu öldüren silahlardan birinde Çatlı’nın parmak izi olduğu öne sürüldü. Baş zanlı Özel Timci’lerdi.
ALİ FEVZİ BİR Ömer Lütfü Topal’ın ortağı. Topal’ın öldürülmesi olayına adı karıştı.
SAMİ HOŞTAN Uyuşturucu kaçakçısı. Susurluk sanıklarıyla ilişki içindeydi.
YAŞAR ÖZ Uyuşturucu kaçakçısı olduğu öne sürüldü. Sahte silah ruhsatında Ağar’ın imzası vardı. Susurluk’tan 4 yıl ceza alıp başka bir suçtan tutukluyken Ağar’ı “Konuşurum” diyerek tehdit etmişti.

 

Gelelim; “Tüm iktidarların Mehmet Ağar’a ‘borcu’ var,”[35] denilen Susurluk’un kara kutusuna…[36]

Oncasının ardından Mehmet Ağar, beş yıla mahkûm edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Mehmet Ağar’ın 5 yıllık hapis cezasının gerekçeli kararını açıkladı: “Silahlı örgüt yöneticisi Ağar, kamu gücüyle çete oluşturdu.”[37]

Sonrası mı?

Susurluk’tan 5 yıla mahkûm olan eski bakan Mehmet Ağar, ‘denetimli serbestlik’ten yararlandı, 1 yıl yattıktan sonra tahliye oldu.

2012 yılının 25 Nisan’ında cezaevine giren Demokrat Parti eski Genel Başkanı ve eski İçişleri ve Adalet Bakanı Mehmet Ağar da “denetimli serbestlik”ten yararlandı.

Susurluk Davası’nda Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce 5 yıl hapis cezasına çarptırılan ve Aydın’ın Yenipazar İlçesi’ndeki Kapalı Cezaevi’nde kalan Mehmet Ağar, 369 gün hapis yattıktan sonra 29 Nisan 2013’de tahliye oldu.

Avukatı Abdullah Egeli’nin verdiği dilekçenin ardından Ağar 1 yıl 4 gün hapis yattıktan sonra 29 Nisan 2013’de tahliye edildi. Yasaya göre Ağar 4 gün de fazladan yatmış oldu!

Ağar, gazetecilere şunları söyledi: “Hepsine şükran borçluyum, teşekkür ediyorum. Girerken, bunu bir devlet görevi olarak gördüm, tamamladım. Devlet ‘gel’ dedi geldik, ‘git’ dedi gittik. Şu anda yapacağımız 76 milyon gibi, sade bir vatandaş gibi ailemle, çocuklarımla, torunumla yaşamaktır. Umudumuz odur ki, Türkiye’mizin geleceği bugününden daha iyi olacaktır. Bizim gönlümüzden geçen samimi temennimiz budur, Allah milletimizin, memleketimizin yardımcısı olacaktır, buna da gönülden inanıyoruz.”

Mehmet Ağar’ı cezaevinde, Teknik Direktör Fatih Terim, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, AKP Milletvekili Hakan Şükür, işadamı Mustafa Koç, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, futbolcu Arda Turan, Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı Haluk Ulusoy gibi birçok ünlü isim ziyaret etmişti.

Kanuna göre “yüksek güvenlikli” cezaevine nakledilmesi gereken Ağar için Yenipazar Cezaevi’nde yine bir Susurluk hükümlüsü Korkut Eken’in gözetiminde tadilat yapıldı. Ağar’a diğer mahkûmların ulaşamayacağı, içinde banyo ve tuvaleti bulunan özel bir bölüm hazırlandı. Tadilat süresince cezaevindeki mahkûmlar başka yere nakledildi. Cezaevine ziyaretçileri düşünülerek helikopter pisti bile yapıldı![38]

İşte buydu ve bu kadar!

 

“DERİN (DENİLEN) DEVLET” VERİLERİ

 

“Derin (denilen) Devlet”, kökü Nazilere uzanan “made in USA”[39] patentli terör aygıtıdır!

Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladio-JİTEM-MİT ilişkileri ve gerçeği üzerine ciltler dolusu söz edebiliriz.

Gerçekten de 1952’de NATO’nun isteği üzerine Seferberlik Tetkik Kurulu’nu (Özel Harp Dairesi) kim kurmuştu?

Kıbrıs’ın başına TMT’yi bela eden kimdi?

6-7 Eylül’deki şu “mükemmel” operasyon nasıl yapılmıştı peki?

51 Tevkifatı neydi? Ruhi Su’yu, Enver Gökçe’yi, Mihri Belli’yi, Behice Boran’ı kim süründürdü hapishanelerde?

Nâzım’ı kim attı vatandaşlıktan?

Veya eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, devletin PKK’ye karşı Hizbullah’a göz yumduğunu belirtip, “Devlet dışarıdan birtakım kimseleri de görevlendirdi. Yani devlet, kendi görevlerini, devlet görevlisi olmayan birtakım kişilere yaptırmak istedi,” demedi mi?[40]

Evet, evet “faili meçhul” denilen ve aslında faili malum olan cinayetlerle, “Derin (denilen) Devlet” doğrudan ilintilidir!

“Derin Devlet” lafına hiç bir zaman katılmadım, katılmayacağım da. Onun için de “Derin (denilen) Devlet” dedim öyle de, diyeceğim.

“Derin Devlet” deyince devletin bizzat doğrudan işlediği suçları kendini ötekileştirerek kabahatini örtmüş oluyoruz. Bizzat devlet tarafından emri verilmiş cinayetler var, “derin” filan da değil.[41]

Özetle, “Derin (denilen) Devlet” devletin hülasasıdır!

İHD verilerine göre, 1994’te, 292 cinayet ve saldırı, 298 yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölüm olayı yaşandı. Bu olayların büyük bölümü bugüne kadar aydınlatılamadı.

1995’te faili meçhul cinayet ve saldırı sayısı 321, yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölüm olayı 122 olarak gerçekleşti. 1996’da cinayet ve saldırı sayısı 124, yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölüm olayı 190 oldu. 1997’de cinayet ve saldırı sayısı 109, yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölüm 114 olarak gerçekleşti.

İHD verilerine göre 1990’ların sonuna kadar bu tablo devam etti. 1999’da 212 cinayet ve saldırı, 205 yargısız infaz olayı gerçekleşti.

“Nasıl” mı?

Tansu Çiller Türkiye’sinin karanlığında Kürt siyasetçi, hukukçu ve işadamlarını hedef alan cinayet zincirinin üzerinden geçen yıllardan sonra ortaya çıkan “deliller”e rağmen hâlâ hakkında hüküm tesis edilmiş tek fail bile bulunmuyor.

Tarih 4 Kasım 1993… Hatırlayalım: “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi, PKK’ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir,” diyordu Tansu Çiller…

Sonrasında 14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk’le başlayan, 25 Şubat’ta avukat Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden o cinayet dizisinde Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, sağlık bakanlığı teftiş kurulu başkan yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP’li avukat Faik Candan, Fevzi Arslan, Şahin Arslan ve Ankara’nın Altındağ ilçesinin Yüksekovalı nüfus müdürü Mecit Baskın katledildiler. DEP milletvekili, Mehmet Sincar da 4 Eylül 1993’te Batman’da katledildi.

Sonrasında devlet cinayetleri, AKP iktidarında da devam etti; her şey İHD’nin faili meçhul raporundaki gibiydi: 2002: 41 ölü 18 yaralı… 2003: 80 ölü 22 yaralı… 2004: 68 ölü 56 yaralı… 2005: 43 ölü 56 yaralı… 2006: 72 ölü 13 yaralı… 2007: 103 ölü 72 yaralı… 2008: 52 ölü 117 yaralı… 2009: 91 ölü 77 yaralı… 2010: 57 ölü 96 yaralı…

  1. i) Amed’in (Diyarbakır) Pasûr (Kulp) ilçesi Alaca Köyü’nde, 1993 yılında 11 köylünün katledilmesinden sorumlu tutulan emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün ödüllendirildiği ortaya çıktı. Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, 11 köylünün katlinden sorumlu davanın tek sanığı, dönemin Bolu Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün, AİHM’de açılan davada tanık olarak ifade verdiği ve bu tanıklığından dolayı Dışişleri Bakanlığı tarafından “takdir” belgesi ile ödüllendirildiği ortaya çıktı![42]
  2. ii) İçişleri Bakanlığı’nın 20 yıl önce “devlet sırrı” gerekçesiyle mahkemeye göndermediği “PKK ilişkili sakıncalı işadamları listesinin”, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı arşivlerinde “Müteahhit Çizelgesi” adıyla yer aldığı ortaya çıktı. Ankara’daki faili meçhul cinayetlerle ilgili devam eden davanın dosyasına giren Milliyet’in haberine göre Müteahhit Çizelgesi başlıklı belgenin Tansu Çiller döneminde hazırlanan liste olduğu ifade edildi![43]

iii) Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) sunulduğu söylenen ‘Kürt işadamı listesi’ ile ilgili yeni bir iddia, “Toplantıda Erdal İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel vardı. Demirel hâlâ yaşıyor. Listeyi en iyi o bilir,” diyen DYP’li eski Bakan Salim Ensarioğlu’ndan geldi![44]

  1. iv) Susurluk çetesinin 1990’lı yıllarda işlediği faili meçhul cinayetlere ilişkin 19 kişi hakkında açılan davanın 11 Temmuz 2014 tarihli duruşmasında “tarihi yüzleşme” gerçekleşti. Duruşmada önce tutuklu sanık Ayhan Çarkın, itiraflarda bulunurken, “Bütün cinayetler devletin bilgisi dahilinde işlendi” diyerek dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakanlar Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve MGK üyelerini suçladı![45]
  2. v) Çankaya Köşkü’ndeki toplantıda Çiller’in, Yılmaz’ı başbakanlığı dönemindeki faili meçhul cinayetler nedeniyle suçladığı da ortaya çıktı. Tutanaklara göre, toplantıda Çiller ile Yılmaz arasındaki tartışmalardan biri de faili meçhul cinayetlere ilişkin. Çiller, Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde bir ayda 81 faili meçhul cinayet işlendiğini söylüyordu![46]
  3. vi) İHD, HDP ve HDK, kayıplar haftasına ilişkin İzmir, Mersin ve Ankara’da yapılan açıklamalarda 940 civarında gözaltında kaybedilen yurttaşın yarısından fazlasının akıbetinin bilinmediğini belirterek, AKP hükümetinin BM Kayıplar Sözleşmesi’ni onaylamamasını kınadı. 224 toplu mezarda 3 bin 58 kişinin naaşının usulüne göre çıkarılmayı beklediği ifade edildi![47]

vii) Şile kazısı davası sanıklarından itirafçı Ulaş Özel, JİTEM için çalıştığını belirterek, “Ben cezaevinde yatıyor gözükürken, dışarıda operasyonlara katılıyordum. Öldürdüğümüz kişi başına zarf içinde para alıyorduk,” dedi![48]

viii) Mardin Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan Atilla Uğur’un bir numaralı şüpheli olduğu, fail meçhul cinayetlere ilişkin sürdürdüğü soruşturma kapsamında, Katarlı Köyü’nde kazı çalışmalarına başlamıştı. Köyde bulunan ve 11 metre derinliğe sahip kuyu çevresinde iki gün yapılan kazılarda 15 kemik parçası bulundu. Kazılarda görev yapan doktorlar, söz konusu kemiklerin kol, bacak kemikleri olduğunu ve insanlara ait olduğunu belirledi![49]

 

JİTEM’İN 12 CİNAYETİ[50]
YUSUF TUNÇ 9 Şubat 1994 günü Kızıltepe ilçesi Kengerli Köyü’nde kaçırıldı. JİTEM tarafından kaçırılıp öldürüldüğüne dair kuvvetli şüphe içeren deliler mevcuttur.
ABDULVAHAP ATEŞ 14 Haziran 1994 günü Kırkuyu Köyü’ne gelen jandarma tarafından dövülerek gözaltına alındı. JİTEM tarafından alınan Ateş öldürülüp 17 Haziran 1994 günü askerle çatışarak ölen terörist şeklinde lanse edildi.
NECAT YALÇINKAYA, NURETTİN YALÇINKAYA 27 Ocak 1995 günü evlerinden alındılar. Kendilerini polis olarak tanıtan JİTEM mensupları tarafından kaçırılıp öldürdüklerin dair kuvvetli şüphe içeren delillerin mevcut olduğu anlaşılmıştır.
KEMAL BİRLİK, ZÜBEYİR BİRLİK, ABDULBAKİ BİRLİK ve ZEKİ ALABALIK 28 Mart 1995 günü Kemal Birlik ve Zeki Alabalık Kızıltepe Cezaevi’nden tahliye oldular. Kendisini karşılamaya gelenlerle Abdulbaki Birlik ve Zübeyir Birlik ile birlikte JİTEM tarafından alıkonup kaçırılarak öldürüldükleri yönünde kuvvetli şüphe içeren delillerin mevcut olduğu anlaşılmıştır.
MAHMUT ABAK, MEHMET EMİN ABAK 14 Ocak 1995 tarihinde ikametlerinde askerler tarafından alındılar. Mehmet Abak, 11 Ocak 1995 günü Kırkkuyu Köyü Aysun mezrasında bir su kuyusunda çürümüş hâlde bulundu. Mehmet Emin Abak’ın cesedinin aynı kuyuda olma ihtimaline binanen savcılıkça 10-11 Haziran 2013 tarihinde yapılan çalışma sonucu aynı kuyuda elbiseleriyle birlikte ikinci bir cesete ulaşıldı. Bu surette Mehmet Emin ve Mahmut Abak’ın JİTEM tarafından evlerinden alınıp Kırkkuyu Köyü Aysun mezrasındaki su kuyusuna atıldığı yönünde kuvvetli şüphe içeren delileri mevcuttur.
MEMDUH DEMİR, BEDRAN KABAN Memduh Demir 13 Mayıs 1995 günü Mazdıdağ ilçesi Yüceba Köyü kırsalında hayvan otlatıyordu. Aynı bölgede güvenlik güçleriyle PKK mensupları arasında çatışma çıktı. Örgüt mensubu Bedri Kapan yaralı olarak yakalandı. Korucuların beyanlarına göre ikisi de helikopterden atıldı.

 

“FAİLİ MEÇHUL” -OLMAYAN- ROBOSKÎ

 

“Faili meçhul” -olmayan- Roboskî için Pınar Öğünç, “Katliamının tek bir faili bile yargı önüne çıkarılmadı. 34 gencin yattığı o mezarlığın plastik çiçeklerini kim bilir kaç yüz fotoğrafta gördük. Devlet kim, yurttaş kim, adalet ne, tüm bunlara dair de senelerdir veremediğimiz bir ders. Aslında bu dersten buralarda ne zaman geçtik, o da meçhul”; A. Hicri İzgören de “Roboskî’de zaman hâlâ kırık bir keman gibi. Acıya ve hüzne kurulmuş bütün saatler… Ve hâlâ adalet bekliyor birileri,” derler demesine ama…

‘Hakikât, Adalet, Hafıza Merkezi’nden Meltem Aslan, devletin, sorumlu olduğu katliam ve hak ihlâllerindeki 100 yıllık cezasızlık geleneğinin Roboskî’de sürdürdüğünün altını çizip; Müge Tuzcuoğlu, “Roboskî, yeni bir kırmızıçizgi gayreti… Katliam, Kürtlere yeni bir gözdağıydı,” notunu düşerken; Hüseyin Ali de, “Roboskî AKP hükümetinin kimliğidir,”[51] diye ekler…[52]

Ve zannetmeyin ki Roboskî’nin hikâyesi yalnızca korkunç bir katliamın hikâyesidir. Ayrımcılığın, zulmün, hesap vermemenin hikâyesidir o aynı zamanda; Türkiye’nin hikâyesidir!

Roboskî, kanamaya devam eden derin bir yaradır, ama yeni değildir, kökleri üç yıl öncesinden çok daha gerilere uzanmaktadır.

Roboskî’nin tarihi, Kürtlerin yurtsuz ve kimliksiz bir varoluşa mahkûm edilmek istenmeleriyle başlar. Böyle bir hayatı reddetmenin bedeli, Kürtler için katliam, sürgün, zindan olmuştur. Roboskî katlıamı da, bu zulüm tarihinin bir parçasıdır.

Roboskî’de otuz dört insanın bedeni, kendi yurtlarını ve hayatlarını parçalayan sınırları tanımadıkları için parçalanmıştır. Tıpkı “otuz üç kurşun olayı” diye bilinen katliamda olduğu gibi.[53]

Tam da bunun için HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği gibidir her şey: “Adliyedeki dosyayı kapattınız. Ama vicdanlardaki dosyayı nasıl kapatacaksınız? Olayın kapatılmaya çalışıldığını ilk gün gördük, uyardım ama bizi dinlemediler”![54]

 

SINIRA GÖMÜLEN HAYATLAR, HAYALLER… [55]
KARKER ENCÜ 16 yaşındaydı. Maddi durumu kötü olduğu için okulu bırakmak zorunda kaldı ve yaşıtları gibi sınırın öte yanına gidip, gelmeye başladı.
SEYİTHAN ENCÜ 21 yaşındaydı. Okumayı çok istediği hâlde ailesinin maddi durumunun kötü olduğu için okulu bıraktı. Sınıra ilk gidişinde bombaların hedefi oldu.
NADİR ALMA 26 yaşındaydı. Ailesi bakmak için sınıra gidiyordu.
MEHMET ALİ TOSUN 24 yaşındaydı. Bir katıra dahi sahip olmadığı için arkadaşlarından 25 lira karşılığında kiraladığı katırla sınıra gitmişti.
ŞERVAN ENCÜ 19 yaşındaydı. Lise 2’deyken okulu bırakmak zorunda kaldı. Katırını çok sevdiği için binmeye bile kıyamıyordu. Bombardımanda parçalanan Şervan’ın cansız bedeni, katırına yüklenerek köyüne getirildi.
NEVZAT ENCÜ 19 yaşındaydı. Sınırda üzerine bombalar yağdığında henüz lise son sınıf öğrencisiydi.
OSMAN KAPLAN 31 yaşındaydı. Borçlarını ödemek ve en büyüğü 12, en küçüğü 7 yaşında olan 5 çocuğuna bakmak için ‘son gidişim’ dediği sınırdan bir daha dönemedi.
ÖZCAN UYSAL 18’ine yeni girmişti. Ailesinin bankadan çektiği krediyi ödeyebilmek için lise 2’deyken okulu bıraktı. O da o kara günde bombalara hedef oldu.
SELİM ENCÜ 39 yaşındaydı. Evli ve 3 çocuk babasıydı. Sınırda katledildiğinde hamile olan eşi, daha sonra dünyaya bir erkek bebek getirdi.
VEDAT ENCÜ 18’indeydi. Lise birinci sınıfa kadar okuyan Vedat, yazın iş makinesi operatörlüğü yapıyor, kışın sınıra gidiyordu.
MUHAMMET ENCÜ 13 yaşında ve 7. sınıf öğrencisiydi. Ailesinin tüm itirazlarına rağmen sınıra giden Muhammet’in de sınıra son gidişi oldu 28 Aralık 2011.
MAHSUM ENCÜ 17 yaşındaydı. Lise 1. sınıftaydı. 18’ine girdiğinde ehliyet almak için para biriktiriyordu. 18’ine giremedi. 1997’de sınırda hayatını kaybeden dedesinin akıbetine uğradı.
BİLAL ENCÜ 16 yaşındaydı. Gözleri görmeyen babası Ahmet Encü’nün eli, ayağıydı. Katliamda yaşamını yitirdiği gün okuldan gelmiş, üstünü değiştirip sınıra gitmişti. Bir daha dönemedi.
ERKAN ENCÜ 13 yaşındaydı. Ancak ilkokul 7’ye kadar okuyabildi. Sınıra ikinci gidişiydi.
HÜSNÜ ENCÜ 20 yaşındaydı. Normalde ağabeyi giderdi sınıra. Ama o askere alınınca iş ona kaldı. Evliydi, katledildiğinde eşi henüz 2 aylık hamileydi.
SAVAŞ ENCÜ 14’ündeydi. Ağabeyi Hüsnü ile birlikte sınıra gittiği o gece savaş uçaklarının hedefi oldu.
CİHAN ENCÜ 19 yaşındaydı. Sınıra bozulan cep telefonunun tamir etmek için gereken 50 lira için gitmişti.
CEMAL ENCÜ 17 yaşındaydı. YGS sınavına giriş başvurusu ücreti ve okul kantinine olan 20 lira borcunu kapatmak için sınıra gitmişti.
SERHAT ENCÜ 15 yaşındaydı. İki ağabeyi üniversitede okurken, onun payına sınıra gitmek düştü. Ağabeyinin köye gelmek için babasından yol parası istediği konuşmaya şahit olduktan sonra, ağabeyini arayarak ‘Ben sınıra gider sana gönderirim, bir iki gün idare et’ dedi. Ağabeyi cenazesine geldi.
HAMZA ENCÜ 21 yaşındaydı. Annesinin ısrarları üzerine evlilik hazırlıkları yapıyordu. Annesi bombardımanda parçalanan cesedini elleriyle topladı.
CELAL ENCÜ 15 yaşındaydı. Çalışmak için gittiği batıda iş ararken ‘siz teröristsiniz’ cevabını duyunca, geri döndü. O gece gittiği sınırdan bir daha dönemedi.
ŞERAFETTİN ENCÜ 18 yaşındaydı. Sınıra yitirdiği annesine bir mezar yapmak üzere gitmişti. Onun da sınıra son gidişi oldu…
SELAM ENCÜ 22 yaşındaydı. Üniversite son sınıf öğrencisiydi. Okul masrafları için sınıra gidiyordu. Uludere Kaymakamlığı’na okul masraflarının karşılanması için yaptığı başvuru reddedildikten iki gün sonra sınıra gitti.
BEDRAN ENCÜ 13 yaşındaydı. Babasına söylemeden o karlı ve soğuk gecede katırını hazırlayıp, sınıra gitti. Ayağındaki naylon ayakkabıyla yola çıkan Bedran, kendisi ve küçük kardeşlerine kışlık ayakkabı alacak parayı kazanmak istiyordu.
FADIL ENCÜ 20 yaşındaydı. Fenerbahçe formasını üzerinden hiç çıkarmazdı. Babası 28 Aralık’ta bombaların altınca parçalanan cesetlerin arasında onu formasından tanıdı.
HÜSEYİN ENCÜ 20 yaşındaydı. İçine kapanık biri olarak tanınırdı. Kimseye derdini anlatmazdı. 28 Aralık 2011 son günü oldu.
ASLAN ENCÜ 17 yaşındaydı. Sınıra normalde ağabeyi Halil giderdi. Ama sınırda bastığı mayınla sol bacağını kaybetti. Artık sıra ondaydı. Ağabeyine protez bacak taktırmak istiyordu. Bütün bedeni sınırda kaldı.
ŞIVAN ENCÜ 13’ündeydi. Hayattan koparıldığında boynunda sarı, kırmızı ve yeşil renklerinden oluşan puşisi vardı.
ORHAN ENCÜ 21 yaşındaydı. Hayalini kurduğu bilgisayarı almak için gittiği sınırda ağabeyi Zeydan’la birlikte yaşamını yitirdi.
ZEYDAN ENCÜ 25 yaşındaydı. Ağabeyinin karşı çıkmasına rağmen o gün kardeşi Orhan’la birlikte sınıra gitti.
SALİH ENCÜ 16 yaşındaydı. Çocukluğundan bu yana dinlediği sınır hikâyelerinden etkilenirdi. O da sınıra ilk kez gitti ve bu son gidişi oldu.
YÜKSEL ÜREK 21 yaşındaydı. Keklik ve güvercin beslerdi. Onun da sınıra son gidişi oldu 28 Aralık.
ADEM ANT 19 yaşındaydı. Yakında evleneceği için sınıra gidip para biriktiriyordu.
SALİH ÜREK 18 yaşındaydı. Son gidişinden kız arkadaşına aldığı hediye kolyeyi saklaması için annesine verdi. Geri dönüşünde kız arkadaşına kendisi verecekti.

 

Gerçekten de 34 Kürt’ün öldürüldüğü Roboskî Katliamı’nda sorumlular net olarak belirlenebilecekken dosyanın olağan bir yargısal süreç işletilmeden kapatıldı.[56]

Roboskî katliamına ilişkin ortaya çıkan hukuki bilgi ve belgeler, sorumluların net olarak belirlenebileceği bir manzarayı ortaya koymasına rağmen dosyanın savcılık, askeri savcılık ve askeri mahkeme üçgeninde olağan bir yargısal süreç işletilmeden kapatıldığını gösterdi.

El özet: Roboskî’deki 40 haneli köyün 11 hanesinden cenaze çıktı, çıkmasına ama Anayasa Mahkemesi’ne taşınan Roboskî katliamı soruşturmasına ilişkin görüşü istenen Adalet Bakanlığı yazısında, “Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hâle getirmez,”[57] demeden edemedi!

 

NE(LER) DEDİLER?
TEK OĞLUNU VE YAKINLARINI YİTİREN KORUCU MEHMET ENCÜ Ortaya çıkan belgelerle artık failler de açığa çıkmıştır. O gece çocuklarımızı bombalayan o acımasız kararı verenlerin hesap verme zamanı geldi. Her ne kadar yıllardır Genelkurmay Başkanlığı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve MİT, olayın bir operasyonel kaza olduğunu ifade etseler de belgeler onları yalanlıyor. Ne o gece ne de ondan önceki günlerde bombalanan bölgede ‘Bahoz Erdal’ ya da başka PKK’liler yoktu ve olmadı. Orası hiçbir zaman PKK’lilerin geçiş güzergâhı olarak kullanılmadı. Orayı sadece kaçakçılar kullanıyordu. Belgelerde de bazı askerlerin oradaki grubun kaçakçı olduğunu söylediği hâlde bombardımanın yapıldığı ortaya çıkmış oluyor. Yani bilerek katletmişler. Bu haberlerden sonra her şeye rağmen adaletten beklentimiz arttı. Bu belge ile Anayasa Mahkemesi’nden olumlu bir karar çıkacağını umut ediyoruz.
6 KUZENİNİ KAYBEDEN ORTASU KÖYÜ MUHTARI HAŞİM ENCÜ Gerçekler birer birer ortaya çıktı. Eğer Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti ise yargı gerçekten söylendiği gibi bağımsız ise ortaya çıkan bu belgelerin Anayasa Mahkemesi’nde bekleyen başvuruyu doğrudan etkilemesi gerekir. Çünkü artık kasten katliam yapıldığı, bir hata olmadığı gün gibi ortaya çıkmıştır. Sorumlular er ya da geç hesap verecektir.”
KARDEŞİNİ YİTİREN REBER HİKMET ALMA Ortaya çıkan belgelerde olay yeri ile ilgili, biri bir ay öncesinden, diğeri de bir hafta öncesinden olmak üzere iki farklı istihbarat olduğu anlaşılıyor. Bir ay öncesinden verilen istihbaratı ele alırsak, madem istihbarat gerçekti, neden o istihbarat alındıktan sonra Beyaz Tepe mevkiindeki ileri üs bölgesinde konuşlu bir bölük asker oradan alınıp, tugay içlerine çekildi. PKK’li grubu geçecekse niye oradan aldılar o askerleri? O bölük oradan götürüldü çünkü planlı bir katliam hazırlanıyordu. Eskiden kaçakçılar o bölük orada iken sadece geceleri gidip gelebiliyordu, bölük oradan gittikten sonra gündüzleri de rahatlıkla gidip gelmeye başladık. Her şey yapılacak katliam içinmiş. Ama ortaya çıkan belgelerde fail artık bellidir. O dönemdeki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’den, dönemin Başbakanı Erdoğan’a kadar, zincirleme bir sorumluluk vardır ve bu sorumluların hepsi adalet önüne çıkarılmalıdır.
ROBOSKÎ DERNEĞİ BAŞKANI VELİ ENCÜ “Zamanla gerçekler ortaya çıkıyor. Ve katillerin yüzlerindeki maskeler düşüyor. Şimdi çok daha iyi anlıyoruz ki yapılan katliam planlı ve programlıydı. Devlet kurumlarının arasındaki yazışmalardan anlıyoruz ki emir komuta zinciri içinde olay bir proje doğrultusunda gerçekleşmiştir.”[58]
22 YAŞINDAKİ SELAM ENCÜ’NUN ANNESİ SEMİRE ENCÜ Bizim tek suçumuz Kürt olmak ve Kürtçe konuşmak. Her gün acımız biraz daha büyüyor. Roboskî Katliamı’nın adaleti olmadı. Ben oğlumu fakirlik ve yoksulluk içinde büyüttüm. Ben oğlumun düğününü yapmak isterdim. Onun hayalleri vardı. Ömrü 22’sinde kaldı. AKP hükümeti ve Türk devleti bizim hayallerimizi yıktı. Bizim artık bir keyfimiz kalmadı. Köyde düğün, bayram kutlaması yapılmıyor, bayramları mezarlıklarda geçiriyoruz. Yargılama olmadan rahat etmeyeceğiz.
17 YAŞINDAKİ ÖZCAN UYSAL’IN ANNESİ TÜRKAN UYSAL Oğlum üç gün sonra 18 yaşına girecekti. Yılbaşı akşamı oğlumun doğum günüdür. 50 lira için bize bu acıyı yaşattılar. Oğlum sağlam gitti Irak’a ama bir torba içinde bana geldi. Bu devletin ne hakkı vardı da bizim çocuklarımızı katletti. Biz 3 yıl boyunca ağlıyor, yas tutuyoruz. 34 annenin yüreği acı dolu ve 34 kadın yas tutuyor. Bize bıraktıkları yas ve acı oldu. Bu yol kaçak yolu değildi. Her gün insanlar gelip gidiyordu. Hükümetin gözü önünde askerlerin gözü önünde insanlar gelip gidiyordu.
OSMAN KAPLAN’IN EŞİ PAKİZE KAPLAN Sürekli televizyon izleyerek katliamın ne zaman açığa çıkarılıp, sorumluların yargılanacağını bekliyoruz. 5 çocuğum var amcaları onlara bakıyor. Her perşembe mezarlığa geliyoruz. Benim en büyük oğlum 12 yaşında en küçüğü 8 yaşında ve şimdi bunların hepsi okuyor. Çocuklar bizimle beraber mezarlığa geliyor. Çocuklarım babalarını merak ediyorlar.
SELMAN ENCÜ’NUN EŞİ FATMA ENCÜ Engelli bir çocuğum sürekli babasının ismini sayıklıyor. Zaten küçük oğlum babasını tanımıyor. Dedesini görünce onu babası sanıyor. Eşim yaşamını yitirdiği zaman oğlum karnımda bir aylıktı. İlk defa katliamın olduğu gün gitti ve o katliam gerçekleşti eşim bir daha eve dönmedi. Biz bu davanın peşini bırakmayacağız.
KARKER ENCÜ’NÜN ANNESİ FEHİME ENCÜ Bu güne kadar devlet ve Erdoğan bir şeyi açığa çıkartmadılar. Türkiye yılbaşı akşamını kutluyor ancak bizler acılar içinde çocuklarımızı anımsıyoruz. Bize dünyayı verseler oğlumun acısını unutturamazlar. Tüm Türkiye’yi bana verseler oğlumun parmağı bile olamaz. Artık yeter kimsenin çocuğu ölmesin.
VEDAT ENCÜ’NÜN ANNESİ MERCAN ENCÜ 3 yılı acı ve hastalıkla geçirdim. Her yıldönümünde çocuklarımızı bir kez daha defnediyoruz. Bir hafta kaldı çocuklarımızın ölüm yıldönümlerine ancak ayaklarım varmıyor mezarlığa gitmeye. Her mezarlığa gittiğimde yeniden çocuğumu defnediyorum gibi geliyor. 3 yıldır Türkiye’de çalmadığımız kapı kalmadı ancak gittiğimiz her kapıyı Tayyip Erdoğan yüzümüze kapattı. Erdoğan bu kapıları kapatarak failleri bizden saklıyor. Bu olay saklanamayacak. bizler ölsek de çocuklarımız, torunlarımız bunun takipçisi olup hesabını soracak. Böyle barış süreci olmaz. Bir yandan tank, top, baraj, kalekol yap diğer yandan ‘barış yapıyoruz’ demek olmaz.
13 YAŞINDAKİ BEDRAN ENCÜ’NÜN ANNESİ SABRİYE ENCÜ Oğlum babasına yardım etmek için kaçakçılık yapıyordu. Bedran okuldan döndüğü gibi katırını hazırlayıp yola çıktı. Oğlumun parçalarını bile göremedim. Katırlar üzerinde parçalanmış cesetler bize geldi. Bedran eve ve kardeşlerine yardımcı oluyordu. Ev okul sırasında bir yaşamı vardı. Onu görünce mutlu oluyordum. Oğlum varken keyifliydik. Şimdi okul arkadaşlarının resimlerini görüyorum. Benim için bayram kalmadı ve yaşamımız alt üst oldu. İki bidon mazot için çocuklarımız katledildi. Bugüne kadar Erdoğan ve onun devleti faillerin yargılanmasına dönük bir şey açığa çıkartmadı. Bize tazminat vermek istediler. Biz tazminatı ne yapacağız? Benim oğlum gittikten sonra parayı ne yapacağım. Ben oğlumun elbiselerini saklıyorum. O daha 13 yaşında bir çocuktu. Ben oğlumun faillerinin açığa çıkmasını istiyorum. Hâlâ oğlumun kullandığı telefonu, giydiği elbiseleri saklıyorum. Kullandığı tespihi nefes almak için saklıyorum.[59]
KATLİAMDA HEM KENDİ KARDEŞİNİ HEM DE NİŞANLISININ KARDEŞİNİ KAYBEDEN HANIM ENCÜ “Katliamdan önce nişanlanmıştım. Nişan günüm çok güzel geçmişti. Kardeşlerim yanımdaydı. Ancak katliamdan sonra neşemiz bir daha yerine gelmedi. Roboskî’yi paramparça ettiler. Onlardan sonra bizim hayatımız da çok değişti. Artık Roboskî’de düğün olmadı bayram olmadı. Katliamdan önce rengarenk bir hayatımız vardı şimdi hep siyahlar içindeyiz. Ben babamın evinden çıkarken beyaz gelinliği bile giymedim. Kimliğini taşıdığımız devlet çocuklarımızı katletti. Bana da o gelinliği çok gördü.17 Şubat 2013 tarihinde evlendim. Gelin olduğum gün gecenin karanlığında babamın evinden kap kara elbiselerle çıktım. Gelin olan kızların beline kırmızı kuşak bağlıyorlar ya benimkine kara kuşak bağlandı. Kına gecesinde elime kına sürdürmedim. İnsanlar gelip hayatımıza nasıl devam ettiğimize baksınlar. Gelip de içimizdeki acıyı görsünler. Bir genç kızın en büyük hayali sevdiği adama beyaz gelinlikle gitmektir. Bense sessiz sedasız bir şekilde gözyaşlarımla, o kara elbiselerimle babamın evinden çıktım. Hayat bize çok acımasız davrandı.

Bizim gözümüzde bu katliamı yapan devlettir. Bu katliama sesiz kalan herkes de bunun ortağıdır. Katliamın üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen hâlen bir şey yapmadılar. Susmaya devam ediyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bize olan tehditleri, baskıları, ‘susun, konuşmayın, bir kazadır oldu’ demeleri… Eğer 34 insanın böyle öldürülmesi bir kaza olsaydı biz kaza derdik, susardık. Ama ekmek parası için giden 34 çocuğu paramparça ettiler. Böyle kaza olur mu hiç? Madem kazaydı, bir kez bile neden özür dilemediniz? Bu devletin ne adaleti var ne kanunu var, ne insanlığı ne de vicdanı var.”[60]

 

Tüm bunlar böyleyken; İstanbul Gelişim Üniversitesi’nde Roboskî Katliamında yaşamını yitirenleri anan öğrencilere üniversite yönetimi tarafından 1 ay uzaklaştırma ve burs kesme cezası verildi…[61]

28 Aralık 2015 tarihinde mezarları başında Roboskî’nin 4. yılı anmasında HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Henüz tek bir kişinin bile sanık sıfatıyla yargı karşısına çıkartılmadığı”na dikkat çektiği tabloda “Hâlâ nasıl” mı?!

İHD İstanbul Şubesi Adalet ve Hakikât Komisyonu’nun, “Roboskî katliamının Ankara’dan planlandığı ve faillerinin korunduğu” vurgusundaki gibidir her şey![62]

Ve nihayet 2013 yılında BDP Eş Genel Başkanı Selehattin Demirtaş, onu dinleyen binlerce kişiyi derinden etkileyen bir konuşma yapmıştı karlar altındaki Roboskî’de. Güney Kürdistan’a 500 metre, Doğu Kürdistan’a birkaç saat mesafede bulunan o damın üzerinde, “Bugün Kürt’ün gücü vardır, onuru, şerefi, şehitleri vardır. Kürt’ün tek eksiği vardır o da Kürdistan’dır. Bir Kürdistan’ımız olsaydı Roboskî olmazdı” demişti.[63]

Haksız mı? Elbet değil!

 

İNKÂRIN YARGI KOMEDİSİ

 

“Hükümetin volümü yüksek ama içi boş hamasetinde bir ‘Yeni Türkiye’ lafıdır gidiyor. Kimi yalaka köşe yazarları, gazeteciler filan da kullanır oldu. Politika ‘yeni’ adı altında eski ezberleriyle devam ediyor. Yani ülke cephesinde ‘yeni’ bir şey yok. Sadece kavramlar değişti, isimler yenilendi. Beyaz toroslar geçmişte kalmışmış… Bu ‘Yeni Türkiye’de Olağanüstü hâller yok ama hergün olağan sokağa çıkma yasakları var. Faili meçhuller yok, açıktan suikastlar var. JİTEM yok şimdi, duvarlarda da keskin nişancılar tarafından koca yazılarla belirtildiği gibi ‘Esedullah Timi’ var. Ya sev ya terket yok belki ama ‘Türksen övün, değilsen itaat et’ var. Delik deşik edilen bir gecekondunun duvarına; ‘Devlet geldi’ diye yazmak var. ‘Kurdun dişine kan değdi’ yazıları var. Her sokağın başında da kirpi, kobra, akrep araçları var.”[64]

Bu çerçevede “Yeni Türkiye”de, “faili meçhul” yok diyenlerin suratına tükürün!

Kolay mı?

AKP’nin aydınlatmamakta müthiş bir kararlılık gösterdiği cinayetler. CHP, araştırma önerisini 4. kez reddetmişler. BDP’li Sırrı Sakık, “Vicdan sahipleri, Allah adına, CHP ve bizim verdiğimiz önergeler niye sizin oylarınızla reddediliyor. Gelin hakikâtleri araştırma komisyonu kuralım,” derken AKP’lilerin değerlendirmesi de harikaydı: “CHP bu öneriyi “meclis’in çalışma programını aksatmak için getiriyor”![65]

Onlar tarihin tanık olduğu en katmerli inkârcılardır!

Mesela… Emniyet Genel Müdürlüğü, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Meclis Komisyonu’nun “DAL” hakkındaki bilgi talebine, böyle bir yapılanmaya dair resmi bir kayıt olmadığı yanıtını verirler![66]

Mesela… “Özel Harp Dairesi suç örgütü değil… Gayrinizami bir teşkilât olması, onu baştan gayrikanuni yapmaz. Gayrimeşru âlemde faaliyet gösterdiği manasına da gelmez,”[67] derler!

Ve eski MİT’çi Enver Altaylı’nın ağzından da eklerler: “ABD de dahil tüm Batı ülkelerinin özel harp daireleri vardır. Genelkurmay başkanı, başbakan ‘Bir örgüt kurup cinayet işleyelim’ demez. Nedir peki bu? Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönüşme riski vardı. Herhangi bir işgal ihtimaline hazırlıklı olmak için Özel Harp Dairesi kuruldu. Legal, normal ve meşru bir hazırlıktır bu.

Ben böyle bir teşkilâtın cinayet için kurulduğunu sanmıyorum. Ancak ne var. Mesela Güneydoğu meselesi… Orada devlet adına faaliyet gösteren birtakım güvenlik güçlerinin bir süre sonra insan öldürmeyi meşru görmeye başladıklarını düşünüyorum. Bazıları böyle bir düşünceyle hareket edip rutin dışına çıkıyor. Mafyalaşma olmuştur. Ama bu, organize değildir”![68]

Bu kadar da değil!

Yalanlarını, yargılarıyla yasallaştırırlar!

İşte yargılarının komedisine ilişkin kimi veriler!

  1. i) 1993 yılındaki uçak kazasından sonra olay yerinde ilk incelemeyi yapan emekli savcı Albay Hasan Tüysüzoğlu, eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in öldürüldüğünü açıklayıp soruşturmanın kendisinden alındıktan sonra takipsizlikle sonuçlandığını açıkladı![69]
  2. ii) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri’de görülen duruşmada dosyaya gelen evrakı okuyan Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporda eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in “ceza ehliyetinin tam olmadığı”nın kaydedildiğini açıkladı![70]

iii) Ayhan Çarkın’ın ifadeleri ile faili meçhul cinayetler soruşturmasında tutuklanan 7 eski Özel Harekâtçı sürpriz şekilde tahliye edildi![71]

  1. iv) Musa Anter’in (Apê Musa) Amed’de JİTEM tetikçileri tarafından katledilmesiyle ilgili Ankara 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada JİTEM davalarında katillerin aklandığına dikkat çeken Av. Selim Okçuoğlu, davanın üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen tanıkların hâlâ dinlenemediğini belirtip, dava ile ilgili delilleri kararttığını ifade etti.[72]
  2. v) Geçmişe sünger: Temizöz ve Diğerleri Davası. Bu JİTEM davası, Cizre’de 1993-1995 yılları arasında tespit edilebilen 35 zorla kaybetme vakasından 21’inin keyfi infaz faillerini cezalandırmayı hedefliyordu. Sanıklar hakkında güçlü iddianameler hazırlanmıştı. Daha önce aynı dönemde Yüksekova’da, Mardin’de, Silopi’de insanlığa karşı suç işleme iddiasıyla haklarında dava açılan ve beraat eden subaylar gibi, Cemal Temizöz davası sanıklarının hepsi en sonunda beraat etti.[73]

Şırnak’ın Cizre ilçesinde 1993-1995 yılları arasında meydana gelen 20 faili meçhul cinayetle ilgili olarak haklarında dava açılan, aralarında emekli Albay Cemal Temizöz ile Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atağ’ın da bulunduğu 8 tutuksuz sanığın tamamı beraat etti.

Cizre’de 93-95 yılları arasında 21 kişinin gözaltında kaybedildiği veya infaz edildiği iddiasıyla açılan davada beraat ve zamanaşımı kararı çıktı. Mahkeme, aralarında dönemin Cizre Jandarma Komutanı Cemal Temizöz ile eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atağ ile eski PKK itirafçıları ve korucuların olduğu 8 sanık hakkındaki delillerin yetersiz olduğunu savundu. Karar duruşmasında sanıklar mağdurlarla adeta dalga geçer gibi savunma yaptı. Eski PKK itirafçısı Adem Yakin, “Benim bildiğim tek JİTEM Fransızca seni seviyorum demek” dedi.

“Temizöz davası” 5 Kasım 2015’de Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmada yakınlarını kaybeden kadınlar beyanlarını Kürtçe verdi. Ancak profesyonel bir tercüman görevlendirilmemesi nedeniyle sıkıntılı anlar yaşandı. Adliye’de yazı işleri müdürü olan Abdülkerim Işın tercümanlık yaparken zorlanırken beyanlar tutanaklara eksik geçti.

Gözaltında kaybedilen İzzettin Padır’ın oğlu Abit Özmen “Temizöz ve adamlarının beyaz torosları vardı. Cizre’de bizden habersiz kuş uçmaz diyorsanız, amcam ve babamın akıbetini nasıl bilmiyorsunuz?” diye sordu. Öldürüldüğünde 14 yaşında olan Yahya Akman’ın annesi Bedriye Akman “Oğlumun parmağını kestiler. O parmak unutulmaz. 21 yıldır karalar giyiniyorum” dedi…

Faili meçhul davaları bir bir kapatıldığı Kürt illerinde 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili açılan davalar son 3 ayda bir bir kapanarak, sanıklar beraat ettirildi. Yıllardır yüzleşme ve adalet bekleyen aileler, bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı. Çözüm süreci ile birlikte açılan davaların sürecin “buzdolabına” konulmasıyla kapatılması dikkat çekti.

* Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü beldesinde 14 Haziran 1993’te 6 köylünün gözaltında kaybedilmesiyle ilgili davada dönemin Şırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı emekli Tuğgeneral Mete Sayar dahil olmak üzere 5 subay temmuz ayındaki duruşmada beraat etti.

* Mardin’in Derik ilçesinde 13 köylünün öldürülmesiyle ilgili davada yargılanan Tuğgeneral Musa Çitil, 2015’in Ağustos ayında beraat etti.

* Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi’ni Aşağı Ölçek köyünde Nisan 1995 tarihinde çoban Nezir Tekçi’nin gözaltında öldürülmesi ve cesedinin bombalanarak yok edilmesiyle ilgili açılan davada Yarbay Kemal Alkan ile emekli Albay Ali Osman Akın 2015’in eylül ayında beraat etti…[74]

Evet hâl budur, böyledir! Tıpkı Diyarbakır’ın orta yerinde katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin, “Faili meçhul davaları sıfırlanıyor,”[75] deyişindeki üzere!

 

“UNUTMA SAKIN UNUTMA”

 

Diyeceklerimi toparlıyorum: “Aydınlatılmadığı sürece hepimizin de biraz fail olarak kalacağı cinayetler. Bir türlü çekilemeyen tuğladan dolayı meçhul kalan cinayetler silsilesi. Devlet geleneğinde tetiği çeken de çektiren de belli aslında, ama onlara ‘faili meçhul’dendi.

Biz onlara ‘faili meşhur cinayetler’ de diyebiliriz. Bu meşhur failler de daha ileri seviyelerde şerefli görevlere atandılar. ‘Derin devlet’ deniyor, Oysa devlet bizzat derin oldu hep.

Önceden faili halka meçhul devlete malum cinayetler olurken şimdi faili halka da malum olan cinayetler. Aydınlatılmadıkları sürece, bu ülkeye gerçek barışın gelmesinin mümkün olmadığı vahşetler.

Kurban yakınları çalmadık kapı bırakmadılar, kapılar da tıpkı yüreklerin kapakçıkları gibi kapalıydı. Ne bir ses veren vardı ne de bir nefes. Aradan geçen zaman içinde çocukları büyüdü, büyükleri yaşlandı, yaşlıları öldü… Bir kısım kurbanın toplu mezarlarda, asit kuyularında, garnizon bahçelerinde kemikleri bulundu.

Mecliste gelin Hakikâtleri Araştırma Komisyonu kuralım diye önergeler verildi ama her seferinde reddedildi. Çoğu 90’lı yılların başlarında işlenen faili meçhul cinayetlerle ile ilgili olarak ise 20 yıllık zamanaşımı nedeniyle bir daha görülemeyecek.

Oysa insanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı kaldırılmıştı. Dahası faili meçhuller yerini faili belli olan cinayetlere bıraktı. Devlet topu tüfeğiyle mahalleler bombalıyor, keskin nişancılar tarafından insanlar katlediliyor.

Hiçbir iktidar kendini yaşanan cinayetlerden soyutlayamaz. Meclis’te yapılan basın toplantılarında AKP dönemindeki faili meçhul cinayetlerin istatistiği açıklanıyor. Buna göre: ‘2002’de sekiz, 2003’te on altı, 2004’te sekiz, 2005’te dört, 2006’da yirmi bir, 2007’de iki, 2008’de otuz, 2009’da on sekiz, 2010’da dokuz, 2011’de on üç, 2012’de on dokuz, 2013’de yedi ve 2014’te 53… Yani AKP döneminde toplam 208 faili meçhul cinayet işleniyor ve birileri hâlâ; ‘Bizim dönemimizde faili meçhul yok’ diyor.

Diyor ama 2000-2013 arasındaki faili meçhul cinayetleri inceleme kararları alınıyor. Savcılık kaynaklarından gazetelere düşen haberlerde; ‘Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu’nda görevli savcılar, 2000-2013 arasındaki faili meçhul cinayetlerle ilgili dosyalarda ‘FETÖ/PDY’ bağlantısı olup olmadığını inceleyecek’ deniyor.

Niye? İnsan düşünmeden edemiyor; Amaç cinayetleri ‘paralel devlet yapılanması’ kaynaklı kılıp işin içinden sıyrılmak mı yoksa? Üstelik bu cinayetlerin en yoğun yaşandığı yıllar 1990’lı yıllar. O dönemdeki vahşetin hesabı kimden sorulacak?”[76]

Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere yakın tarihimizin kanlı sayfalarına baktığımızda nice kıyımlar katliamlar vardır…

Ölüm mangaları, reisler, patronları!

Reisin emriyle bir sonbahar akşamında Musa Anter, kaldığı otelden alınıp “icabına” bakılmıştı…

Katil belli ama 1992 yılından bu yana ona kimse dokunamadı…

Çünkü “reis” devletin emrindedir, verilen görevi yerine getirir…

Bahriye Üçok’tan Çetin Emeç’e, Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya, Mehmet Sincar’dan Vedat Aydın’a dek “Türk- Kürt” ayırt etmeden “ölüm emri”ni yerine getirir.

Katil sürüsü hep vardı bu ülkede…

Sabahattin Ali’den başlayıp Muammer Aksoy’a dek kanlı zincirin halkalarında nice aydınlar, yazarlar, savcılar, öğretmenler, işçiler, gençler, sosyalistler, demokratlar, kurulu düzenin “sadık bekçileri” tarafından katledilmiştir.

Devlet içinde örgütlü silahlı güç, NATO gladyosu, kontrgerilla, derin devlet…

Adını siz koyun!

Sabahattin Ali’den Abdi İpekçi’ye değin yakın tarihimize bir göz atın isterseniz.

Ölümler! Acılar! Gözyaşları!

Hrant Dink cinayetinin asıl sorumluları çok yazıldı, söylendi ama “patron” bir türlü ortaya çıkarılmadı…

Vur emrini veren kimdi?[77]

Bu soruya yanıt vermeden, bunun için de tarihle yüzleşmeden ve Ariel Dorfman’ın, “Geçmişi öldürmek, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hâlâ onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlâki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir,” uyarısını “es” geçmeden açabiliriz yolumuzu!

İşte tam da bunun için Nâzım Hikmet’in, “Söz yalan söylüyorsa,/ ses yalan söylüyorsa,/ ellerinizden geçinen/ ve ellerinizden başka her şey yalan söylüyorsa,/ elleriniz balçık gibi itaatli,/ elleriniz karanlık gibi kör,/ elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,// elleriniz isyan etmesin, bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir,” uyarısının daha gür telaffuz edilmesi gerektiğini bir an dahi unutmadan; “Unutma sakın unutma/ Bağışlama sakın/ Sakın düşmanını sevme, sakın susma/ Bekle büyük kavgayı bekle/ Anlıyor musun yüreğim,” diyen Gülten Akın’ı terennüm etmeliyiz o son güne dek!

 

5 Ocak 2016 17:03:22, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 10 Ocak 2016 tarihinde Mersin Gençlik Koordinasyonu’nun düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma…

[2] Ergin Yıldızoğlu, “Elinde Çekiç Olan Adamlar”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2015, s.7.

[3] Mahmut Oral, “Fırat’ın Doğusuna Geçilemedi”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2012, s.7.

[4] Şenay Yıldız, “Savcı Sacit Kayasu: Derin Devletin Hâlâ Yüzeydeyiz”, Akşam, 12 Ağustos 2013, s.15.

[5] Mehmet Y. Yılmaz, “Gladio Gerçekten Yakayı Ele Verdi mi?”, Hürriyet, 12 Ağustos 2013, s.15.

[6] Kurtuluş Tayiz, “İnfaz Listeleri Ölüm Mangaları”, Akşam, 18 Ocak 2014, s.17.

[7] Oral Çalışlar, “Ölüm Listesi MGK’da”, Radikal, 10 Aralık 2011, s.14.

[8] “Nasıl” mı? Bundan 3.000 yıl önce, ilk imparatorluklar duman bulutu ve ölüm kokusu arasında genişlediler.  Irak’ta bulunan Ninova sarayı, ilk büyük imparatorlukların gücünü ve azmini temsil ediyordu. Sarayda fildişi, bazalt, mermer ve sandal ağacı süslemeleri yer alırdı. Zenginliklerinin en büyük kaynağı savaşın getirdiği ganimetlerdi. Asur kralı Sanherip imparatorluk kurma fikrinin orijinal ilk örneğiydi. MÖ 701’de, Asurlular dünyanın en güçlü ordusuna sahipti; 200.000 civarında askerden oluşan devasa bir ordu.

Lakiş şehri, Asurlara karşı isyan etmeye cesaret etti. Yıldırım gibi misilleme geldi. Çağın en korkunç ordusunu karşılarında buldular. Sanherip şehir surlarının üstüne doğru büyük bir kuşatma rampası yaptırdı. Ve tabi ki kuşatma çok uzun sürmeyecekti. Şehir çabucak düştü. İsyan edenlere, Asur orduları karşısında direnme cüreti gösterenlere ne mi oldu? Esir düşenlerin onurlarını kırmak için önce erkekler toplu tecavüze maruz kaldı. Daha sonra cinsel organlarını kesildi. Bazı esirlerin canlı canlı derisi yüzüldü. Liderlerinin kafası kazığa asılıp ortalıkta gösterildi ve geriye hayatta kim kaldıysa ya sürgün edildi ya da köle yapıldı. Köleler, efendileri adına zafer anıtları yapmak için çalıştırıldı.

Bütün bunları nasıl bildiğimizi sorabilirsiniz? Asur kralları bütün bunlarla övünürdü. Kil tabletlerde ve büyük frizlerde zaferlerinden oluşan propaganda resimleri yapıldı. Derisi yüzülenler… Kazığa oturtulanlar… Sürgün edilenler… Ninova sarayı’nın duvarlarında bu vahşet tabloları sergilenirdi.

[9] “Ayhan Çarkın’ın sözlerine dudak bükenler, Susurluk’ta nelerin kapatıldığını bilmiyor demektir.” (Cüneyt Özdemir, “Leoparın Kuyruğunu Tutma!”, Radikal, 25 Mart 2011, s.8.)

[10] Enis Tayman, “Alacakaranlık ve Acı Dolu 10 Yıl”, Radikal, 4 Aralık 2011, s.24-25.

[11] Eyüp Can, “Al Sana Somut Delil”, Radikal, 20 Aralık 2011, s.4.

[12] Mahmut Oral, “Ölümün İmgesi Beyaz Toros”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2012, s.7.

[13] Mehveş Evin, “Ferhat”, Milliyet, 3 Ağustos 2013, s.7.

[14] İsmail Saymaz, “Çoban Nezir’e Komutan Emriyle İnfaz”, Radikal, 24 Temmuz 2013, s.10.

[15] Kemal Göktaş, “Çocukları Öldürüp Kuyuya Attılar”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2015, s.14.

[16] İsmail Saymaz, “Altı Köylüyü Öldürüp Gömmüşler”, Radikal, 8 Eylül 2013, s.10.

[17] Mesut Hasan Benli, “Anne-Babası Kemiklerini Bile Göremedi”, Radikal, 22 Temmuz 2013, s.12-13.

[18] Mesut Hasan Benli, “Faili Meçhul Çukurunda İki Kardeş”, Radikal, 8 Mayıs 2013, s.10-11.

[19] Yıldırım Türker, “Geçmişin Kemikleri”, Radikal İki, 14 Kasım 2004.

[20] Kemal Göktaş, “Korku Filmi Gibi Köy Baskını”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2015, s.7.

[21] Mahmut Oral, “348 Toplu Mezar, 4 Bin 201 Ceset”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2014, s.13.

[22] “Battaniyeye Sarılı Kemikler Bulundu”, Radikal, 3 Ocak 2014, s.7.

[23] “Bitlis’te Toplu Mezar”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2012, s.7.

[24] Mahmut Oral, “Dargeçit Kazısında Kemikler Çıktı”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2012, s.6.

[25] İsmail Saymaz, “Devletin 19 Yıllık ‘Efeoğlu Yalanı’…”, Radikal, 20 Eylül 2011, s.18.

[26] “Faili Meçhul Çoktu, Bilemem”, Taraf, 11 Mart 2012, s.13.

[27] Mahmut Oral, “Suikast İzni İstemiş”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2014, s.8.

[28] “Sabahat’ı Öldürdüm”, Radikal, 11 Mayıs 2012, s.10-11.

[29] Gökçer Tahincioğlu, “Resmi Gazete’deki ‘Tecavüz’…”, Milliyet, 27 Aralık 2015, s.16.

[30] Alican Uludağ, “Çatlı’ya 15 Yılda 9 Pasaport”, Cumhuriyet, 22 Mart 2011, s.6.

[31] Evrin Güvendik, “Mehmet Ağar: İşkence Sert Sorgu Yöntemiydi”, Sabah, 11 Kasım 2012, s.22.

[32] Önder Yılmaz, “Kontrgerilla Terörü Önlerdi”, Milliyet, 11 Kasım 2012, s.29.

[33] Mesut Hasan Benli, “Susurluk’u Ağar’a Sorun”, Radikal, 13 Ekim 2011, s.16-17.

[34] “Susurluk’un Anatomisi”, Radikal, 25 Mart 2011, s.22-23.

[35] Serpil İlgün, “Belma Akçura: Derin Devlet Kendi İçindeki Bir Grubu Tasfiye Etti”, Evrensel, 12 Ağustos 2013, s.14.

[36] Eşinin katli olayının aydınlatılmasını isteyen Güldal Mumcu’ya Mehmet Ağar’ın söylediğini hatırlayalım: “Hanımefendi, bir tuğla çekilirse bütün duvar yıkılır. Benden bunu beklemeyin!” (Baskın Oran, “Bir Tuğla Çekildi mi?”, Radikal İki, 25 Eylül 2011, s.7.)

[37] Mesut Hasan Benli, “Yardımcı Değil Çetenin Reisi”, Radikal, 5 Kasım 2011, s.12-13.

[38] Kemal Göktaş, “Mehmet Ağar 1 Yıl Sonra Serbest Kaldı”, Vatan, 30 Nisan 2013, s.14.

[39] BBC Arapça servisiyle ‘The Guardian’ gazetesi, WikiLeaks belgelerinden çıkan bilgileri kullanıp uzun bir araştırma sonucunda Irak işgali sırasında sistematik işkence yapan Amerikalı görevlilerin 1980’lerdeki Kirli Savaş döneminde El Salvador ve Nikaragua’da aynı eylemleri yaptığını ortaya çıkardı.

Habere göre Kirli Savaş’ta rol oynayıp özel kuvvetlerden emekli olan iki albay; James Steele ve James Coffman, Irak’ta da benzer bir görev üstlenmiş. İki emekli işkencecinin Irak’taki faaliyetlerine tanık olanlar 8 elemanlı bir sorgu komitesinden bahsediyor. Bu komitenin faaliyetleri arasında elektrik verme, ayaktan asma, tırnak çekme, kabloyla işkence gibi yöntemler söz konusu.

Anlatılanlara bakılırsa ABD’lilerin Irak’a taşıdığı işkence yöntemleri Kirli Savaş dönemiyle büyük benzerlik gösteriyor. Fakat işkencenin kıtalararası yolculuğu bununla sınırlı değil. Kirli savaş döneminde Latin Amerika’daki darbecilerin, işkence yöntemleri konusunda bir esin kaynağı daha var: Emekli Nazi subayları. İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle Şili ve Arjantin’e kaçan Nazi subaylarıyla cunta liderleri arasındaki ilişki sır değil.

Bu Nazilerin en ünlülerinden biri Paul Schaefer’di. Bir Nazi subayı olarak kaçtığı Almanya’dan Şili’ye sığınan Schaefer, orada Lutheryan bir dini lider rolüne soyundu. İnançları ve çevresine topladığı ‘elitler’ sayesinde Şili’de komünizmle mücadeleye aktif destek verdi. Bu sayede devletten kendi kolonisini kurma izni aldı. ‘Colonia Dignidad’ ismini verdiği özerk bölgede, tıpkı ABD’nin Amish’leri gibi dünyadan bağlantısız bir cemaat oluşturmaya çalıştı. Tabii Şili’nin buna izin vermesi boşuna değildi. Schaefer, darbe günlerinde Pinochet yönetimine Nazi deneyimiyle hizmet etti. Nazilerin sığınağı hâline gelen koloniyi bir işkence merkezi olarak kullandı.

Schaefer 2006’da 25 çocuğa cinsel istismardan hüküm giyinceye kadar Şili’de rahatça yaşadı. Yani Irak’ta ortaya çıkan sistematik işkence Latin Amerika’daki Kirli Savaş’tan esinlenirken, oradaki işkencenin kaynağında da Nazi Almanya’sını görmek mümkündü. Benzer yöntemlerin farklı sonuçlarıydı. ‘The Guardian’ ve BBC’nin haberinde zikredilen yöntemler Türkiye için de yabancı sayılmaz. Sistematik işkence Türkiye’de özellikle darbe ve kirli savaş döneminin imzası gibi kabul edildi. (Gökçe Aytulu, “Bana İşkencecini Söyle…”, Radikal, 10 Mart 2013, s.25.)

[40] “İsmet Sezgin: Devlet Hizbullah’a Göz Yumdu”, Hürriyet, 5 Eylül 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29992757

[41] RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) 70’li yılların Almanya’sında bir şiddet örgütüydü. Bombalar patlatıyor, Nazi dönemine dayanan geçmişleri kanlı, iri kıyım işadamlarını, finans baronlarını, bu arada onların polis memuru korumalarını öldürüyorlardı. Anderas Baader, Gudrun Enslin, Ulrike Meinhof, Irmgard Möller ve Jan Karl Raspe’den oluşan önder kadro tutuklandı ve yalnız Federal Almanya’nın değil belki de yeryüzünün en iyi korunan, yüksek güvenlikli Stammheim Hapishanesi’ne kondular.

RAF’ın ikinci takımı, arkadaşlarını kurtarmak için Alman İşverenler Derneği Başkanı, Nazi eskisi Schleyer’i kaçırdılar. Ardından 4 Filistinli gerilla yine RAF önderlerinin serbest bırakılması için Lufthansa yolcu uçağını kaçırıp Mogadişu Havalimanı’na indirdiler. Alman hükümeti uzlaşmayı reddetti.

Tuhaf bir kriz oturumu düzenlendi. Oturuma Başbakan, İçişleri ve Dışişleri bakanları, ana muhalefet lideri ve Münih Belediye Başkanı katıldı. Bu ekibin ne yasalarda, ne anayasada yeri yoktu. Bir karar verdiler: 1977’nin 17 Ekim’ini 18 Ekim’e bağlayan gece yarısında Alman anayasası 15 dakikalığına askıya alındı. O 15 dakika içinde Mogadişu’daki uçağa Alman Özel Harekât Timleri baskın düzenlediler ve dört kişi öldürdüler. Aynı dakikalarda Stammheim Hapishanesi’nde Andreas Baader, Gudrun Enslin ve Jan Karl Rasper tabanca kurşunları ile vurulmuş olarak, Irmgard Möller ise dört yerinden bıçaklanmış olarak bulundular. İlk üçü ölmüştü. Möller ise çok ağır yaralıydı.

Alman medyası ertesi sabah RAF önder kadrosunun Mogadişu baskınının başarısızlığından dolayı intihar ettiklerini yazdı. Dev bir medya kampanyası ile bütün dünya bu intihara inandırıldı. Stammheim gibi bir hapishaneye denetim dışı sinek bile giremezken üç tabancanın nasıl girdiğini, mermi seslerinin neden duyulmadığını soranların sesi bastırıldı. Adli tıp biliminin temel ilkesi “İntihar etmek isteyen kendini sadece bir defa bıçaklayabilir. İkinci ve daha fazla bıçaklama bilimsel olarak mümkün değildir” der. Oysa Irmgard Möller tam dört ölümcül bıçak yarası almıştı. Bu da sorulamadı… O geceki oturumun tutanağı hâlâ devlet sırrı olarak ulaşılamazlık taşıyor. (Aydın Engin: “Devlet Terörü Olmaz Öyle mi? Hele Bir Okuyun Bakalım…”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.15.)

[42] “Teşekkür Belgeli Katil”, Gündem, 6 Şubat 2015, s.5.

[43] “Ölüm Listesinin Adı ‘Müteahhit Çizelgesi’…”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2015, s.5.

[44] Ömer Şahin, “O MGK’da 1200 Kişilik Liste Vardı”, Radikal, 13 Aralık 2011, s.13.

[45] Alican Uludağ, “Al Sık, Siftah Yap”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2014, s.7.

[46] Mesut Hasan Benli, “Zirvede En Sıcak Anlar”, Radikal, 24 Eylül 2011, s.10-11.

[47] “224 Toplu Mezar; 3 Bin İsimsiz Kayıp”, Gündem, 31 Mayıs 2014, s.5.

[48] “JİTEM’ciden Kanlı İtiraflar”, Evrensel, 27 Temmuz 2011, s.7.

[49] Mesut Hasan Benli, “Kızıltepe’de 15 İnsan Kemiği Bulundu”, Radikal, 25 Nisan 2013, s.16.

[50] Mesut Hasan Benli, “Savcı: JİTEM Devletle Bağlantılı”, Radikal, 18 Temmuz 2013, s.12-13.

[51] Hüseyin Ali, “Roboskî AKP Hükümetinin Kimliğidir”, Gündem, 26 Aralık 2014, s.9.

[52] İHD Diyarbakır Şubesi, 2009-2014 yılları arasındaki 5 yılda 110 kişinin sınır hatlarında vurularak öldüğünü, 130 kişinin kalıcı fiziksel hasarlarla karşı karşıya kalacak biçimde yaralandığını açıkladı. (“Sınır Gerçeği: 5 Yılda 110 Kişi Öldürüldü”, Evrensel, 26 Aralık 2014, s.8.)

[53] “Roboskî Katliamı: Yüz Yıllık Bir Yara”, BasHaber Gazetesi, 28 Aralık 2014… http://basnews.com/tr/opinion/2014/12/28/Roboskî-katliami-yuz-yillik-bir-yara/

[54] ‘Adliyede Uludere Dosyasını Kapattınız, Vicdanlardaki Dosyayı Nasıl Kapatacaksınız’, Hürriyet, 28 Aralık 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27856873.asp

[55] Cumhur Daş-Vecdi Erbay, “Ben 34 Kişinin Faili Olsam Cumhurbaşkanı Olmazdım”, Evrensel, 30 Aralık 2014, s.7.

[56] Genelkurmay’ın MİT’i suçlamasının ardından, Roboskî dosyasına ‘Tüm komutanların grubun terörist olmadıklarına’ dair verdikleri ifadeler de girdi. Buna rağmen bombardıman yapıldı. (Kemal Göktaş, “Komutanım Bunlar Kaçakçı”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.12.)

[57] “Adalet Bakanlığı’ndan Skandal Roboskî Görüşü: Öldürsek de Haklıyız”, Birgün, 23 Ocak 2015, s.9.

[58] Mahmut Oral, “Roboskî’de Adalet Bekleniyor”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2015, s.13.

[59] Perihan Kaya-Beritan Elyakut, “Roboskî: ‘Kusursuz’ Katliam Yok Hükmünde Adalet”, Gündem, 26 Aralık 2014, s.14.

[60] Cumhur Daş-Vecdi Erbay, “Devlet Karnımdaki Çocuğu da Öldürdü”, Evrensel, 29 Aralık 2014, s.9.

[61] “Roboskî Anmasına Uzaklaştırma Cezası”, Evrensel, 9 Şubat 2015, s.3.

[62] “Roboskî’ye Adalet Talebi: Failler Ankara’da Korunuyor”, Gündem, 2 Mart 2015, s.6.

[63] Mehmet Aslanoğlu, “Kürt Gerçekliğinin Ta Kendisi”, Evrensel, 29 Aralık 2014, s.9.

[64] A. Hicri İzgören, “Budur Katlimize Sebep Suçumuz”, Gündem, 3 Aralık 2015, s.15.

[65] http://www.telgrafhane.com/basliklar/guncel/2590

[66] “Kayıtdışı İşkence Birimi”, Taraf, 27 Ocak 2013, s.12.

[67] Akif Beki, “Gladyo Bir Yalan mıymış?”, Radikal, 19 Şubat 2013, s.10.

[68] Bahadır Özgür, “En Büyük Sorun Temel Kurumlardaki Sızmadır”, Radikal, 17 Şubat 2013, s.19.

[69] Emre Soncan, “Eşref Bitlis Öldürüldü”, Zaman, 25 Eylül 2010, s.15.

[70] “Cezai Ehliyeti Tam Değil”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2011, s.7.

[71] Mesut Hasan Benli, “Susurlukçu Polislere Tahliye”, Radikal, 15 Aralık 2011, s.12-13.

[72] “MİT JİTEM’ci Katilleri Gizliyor”, Gündem, 22 Aralık 2015, s.5.

[73] Ahmet İnsel, “Yargı Görünümlü Mafya İçi Hesaplaşma”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2015, s.13.

[74] Kemal Göktaş, “Cezaların da Faili Meçhul… Cizre JİTEM Davasında Bütün Sanıklara Beraat”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2015, s.12.

[75] Mahmut Oral, “JİTEM de Sıfırlanıyor”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2015, s.7.

[76] A. Hicri İzgören, “Adalet Yoksa Devlet Yoktur”, Gündem, 17 Aralık 2015, s.15.

[77] Hikmet Çetinkaya, “Hukuk Devleti Nerede?…”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2015, s.5.