Suriye savaşı: Yoksula şehitler tepesi, zengine Kanal İstanbul’dan kupon arazi

Şubat 2020, Suriye savaşında, İdlib meselesinin gündeme oturduğu bir zaman dilimi oldu. Dahası da gelecektir. İdlib’de, El Kaide ve IŞID çetelerinin bir kolu olan HTŞ çeteleri ve diğerleri, TC devletinin açık ve net koruması altında, korunuyor. Suriye ordusu, İdlib’e doğru hamleler yapmaya başlayınca, bu kez TC devletinin, aslında herkesçe bilinen ama itiraf edilmeyen koruması, açığa çıktı. Ordu, Milli Suriye Ordusu ve HTŞ birlikte, Suriye’nin ilerlemesini durdurmak, kendi topraklarını kurtarmasını önlemek için birlikte savaş vermeye başladı. Bu açık işbirliği, M5 ve M4 otoyollarının birleştiği Serakib kasabasının Suriye ordusunca geri alınmasının ardından, daha da fazla açığa çıktı. Bizim 9 yılı aşkın süredir yazdığımız işbirliği, kendini dolaysız biçimde ortaya koydu. Üç kere, TSK, bu güçleri de açıktan içine alarak saldırıya geçti. Ve nihayet 27 Şubat akşamı giriştikleri ortak saldırıya ağır bir karşı saldırı ile yanıt verildi. Türk ordusunun kayıpları, resmî ağızlardan 33 veya 36 olarak dile getirildi. Alman basını, daha ilk gün kayıp sayısını 113 olarak verdi. Bölgeden, bizim aldığımız haberlere göre ise, kayıp sayısı oldukça yüksektir. İki tabur ciddi kayıplar vermiştir. Kayıp sayısı ise 300’lerin üzerinde, diye konuşuluyor.

1-

TC devletinin, sadece AK Parti politikaları, sadece Erdoğan, sadece Saray Rejimi değil, tüm devletin, açıkça, IŞİD çeteleri ile, İdlib’deki adı ile, HTŞ ile açıktan bir işbirliği içinde olduğu ortaya çıkmıştır. Bizzat Anadolu Ajansı, zafer görüntüleri yayınlarken, HTŞ kolluklu insanların Türk tanklarından çıktığı görülebiliyordu. Bu nedenle Anadolu Ajansı, hemen görüntüyü sitesinden kaldırdı. Bu, açık bir işbirliğidir.

Bu, TC devletinin çeteleşmesi, çetelerin devletin her kademesine sızması sürecinin bir başka versiyonu, bir başka yansımasıdır. TC devleti, baştan aşağıya çeteleşmektedir.

Doğrusu bu, Saray Rejimi’nin üzerinde yükseldiği rant, yağma ve savaş ekonomisinin de bir yansımasıdır. Yağma, rant ve savaş ekonomisi, çeteleşme mantığına uygundur.

IŞİD çeteleri, sadece Suriye’de ABD adına iş yapmıyor. Aynı zamanda TC devletinin hamiliğinde, bölgenin kana bulanması için de çalışıyor.

2-

TC devleti, tıpkı IŞİD çeteleri gibi, Amerikan emperyalizminin uzantısıdır. Çok sık kullanılan “vekâlet savaşı”, sadece ve sadece ABD, TC devleti ve IŞİD çeteleri için geçerlidir. Suriye ordusu, kendi topraklarını, kendi vatanını savunmaktadır. Kürt halkı, kendini savunmaktadır. Burada kimsenin bir “vekâlet” savaşından söz etmesi mümkün değildir.

Bu nedenle, biz “vekâlet savaşları” sözünü, üstü örtülü ve hatalı buluyoruz.

TC devleti, hem Libya’da, hem de Suriye’de, açıkça ABD adına savaşmaktadır. Tıpkı IŞİD çeteleri gibi.

ABD, Rusya’nın sahada olduğu Suriye savaşında, TC ile İran’ı, TC ile Suriye ordusunu ve TC ile Rusya’yı karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Bu yolla savaşın büyümesini hedeflemektedir. ABD’nin açık hedefleri vardır. Sır değildir: Bir, Suriye-Türkiye arasına, kendine bağlı Barzani güçlerinin egemen olduğu bir oluşum ve Hatay’ı da içine alan ikinci bir oluşum ile, petrol ve gaz boru hatlarını döşeyecekleri bir hat oluşturmak istemişlerdir. Kobanȇ, bu süreci Kürtler ayağında bozdu. Barzani güçleri yerine, Kobanȇ’de devrimci bir hava esti. IŞİD güçlerini bu nedenle Kürtlerin üzerine saldı ve böylece IŞİD’e karşı savaşmak bahanesi ile Kürtlerin “hamiliği” rolüne soyundu. Bu yolla, Barzani bölgesi oluşturma işini zaman yaymak zorunda kaldı. Bu nedenle, ABD, İdlib’de TC devleti eli ile zaman kazanmak istemektedir. Lazkiye limanı meselesini ise Suriye ordusu, Rusya’nın desteği ile bozdu.

Kürtlerin alanını, yeniden Barzani’ye bağlama planları sürmektedir. Burada Barzani, bir anlayış, Kürt hareketi içinde emperyalizmin ayağı olarak anlaşılmalıdır. Yoksa, adının Barzani olup olmaması önemli değildir. Suriye’de ve diğer parçalarda, Türkiye’de de, ABD himayesine girmeye can atan Kürtler olduğu biliniyor.

Denize ulaşmak ve liman meselesi için ise, Hatay ve İskenderun’un yedekte durduğundan emin olunabilir.

Aslında ABD’nin bu politikası çökmüştür.

ABD, Suriye savaşını, İsrail’in geleceği ile de bağlı görmektedir. İsrail, bu nedenle, IŞİD’in en önemli destekçilerindendir. İsrail, elbette TC devleti gibi, IŞİD çetelerinin geçiş noktası olmayı kabul etmedi. Belli unsurlara eğitim vermek, belli unsurlara parasal yardım organize etmek, belli ölçüde lojistik destek sağlamak gibi işleri yapmayı yeğledi. TC devleti ise, açık ve net olarak, her türlü desteği IŞİD militanlarına sundu. İsrail ve TC devletinin Suriye konusundaki politikaları, birebir aynıdır.

ABD’nin bu politikası çökmüştür.

Ama, ABD, TC devleti eli ile, savaşı uzatmak, sahada TC devletini ve IŞİD çetelerini kullanarak, Rusya ile pazarlık masasına oturmak istemektedir.

3-

Çok sık dile getirilen sorunun yanıtı buradadır. Soru şudur: Bizim İdlib’de ne işimiz var, bizim Libya’da ne işimiz var? Soru budur. Bu soruyu soran “muhalefet” kılıklı CHP, gerçekte bu soruların yanıtlarını da biliyor ve dile getirmiyor.

İki nedenle Libya’da ve Suriye’deyiz:

  • ABD adına oradayız ve ABD, TC ordusunu ve IŞİD çetelerini kullanarak, sahada pazarlık yapmak için elini güçlendirmek istemektedir. Bu işin içinde Müslüman Kardeşler ideolojisi bir illüzyon olarak, bir aldatma olarak vardır. ABD çıkarlarının açık ihtiyaçları dışında, bu iki ülkede, savaş için var olmanın bir nedeni yoktur.
  • İkinci neden, Erdoğan ailesinin ve çevresinin mal varlığının güvenceye alınması ve yüzdelik komisyonları için oradayız.

Başka hiçbir “ulusal”, hiçbir “insanî” gerekçeleri yoktur. Erdoğan ailesi ve Saray çevresinin mal varlığının garantiye alınması, kârlarının sürekli kılınmasının sağlanması, “rant, yağma ve savaş ekonomisi”nin devamı, Saray Rejimi’nin ayakta tutulması, aslında nihaî olarak “mal varlığı” demektir. İşte TC devletinin “yüce”, “kutsal” çıkarları buradadır. Libya ile imzalanan anlaşmanın arka planında, Bilal Oğlan’ın 13 milyar dolarlık petrol alması meselesi vardır.

Bu, elbette “devlet geleneği” denilen şeye de aykırıdır. Bu nedenle size inandırıcı gelmiyorsa, tabloya bir daha bakın derim. Mesela “Merkel’den 25 milyar istedim, elden ver dedim” sözlerini hatırlayın. Mesela “dostum Trump, orada petrol var mı, diye sordu” cümlesini izleyen kahkahaları hatırlayın. Hâlâ Libya anlaşmasını, devletler anlaşması olarak düşünüyorsanız, size “kör” demek zorunda kalacağız.

4-

Artık, Türkiye’nin diplomasisi, “çete diplomasisi”dir. Çete diplomasisi, elden para ister, el altından petrol ister, “beni kurtar ya Putin” der, “Almanya, İngiltere ve Fransa ve şahsım” diye cümle kurar, “sen kimsin” diye kükrer, “eyyy” diye başlayan cümleler kurar, “Suriye hava sahasını bize açın da savaşalım” tarzında derin politikalar geliştirir.

Yoksa normal anlamda bir diplomasisi olan acemi ülkeler dahi, bunların yaptıklarını yapmazlar. Mesela, Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlıyız diye demeçler verenler, işgal ettikleri yerleri “misak-ı milli” diye yutturmaya çalışmazlar. Soçi’de anlaşmaya imza attığı hâlde, elemterefiş kem gözlere şiş hesabı ile, HTŞ çeteleri ile iş tutmazlar. Libya’da askerlerimiz ve IŞİD çeteleri birlikte mücadele ediyor, diye açıklama yapmazlar. Mesela Türk tanklarının içinden çıkan IŞİD’lilerin zafer naralarını yayınlamazlar.

Bu artık, bir “çete diplomasisi”dir. Tepe tepe kullanın.

5-

“Şehitler tepesi inşallah boş kalmayacak” sözleri, ancak, aklını kaybetmiş, gözü dönmüş kişilerin açıklamaları olabilir. Normal olarak, devlet yöneticileri, savaş yanlısı olsalar dahi, ölümlere üzülür, ama “ölenler şehitler tepesine gitti” derler. Oysa, Muktedir, tanrıdan niyaz ediyor, “şehitler tepesi inşallah boş kalmayacak” diyor.

Bunun ilk işareti olarak, Bilal Oğlan’ı, cepheye sürsenize! Bir KHK çıkartın ve tüm generallerin, tüm meclis üyelerinin, tüm yüksek bürokrasinin çocukları cepheye en önde gidecek, şeklinde olsun. Bakalım, o zaman “şehitler tepesi” ne kadar sevinçle sizleri kabul edecek! Şehadet şerbetini buyurun siz için.

Bu savaş, halkın savaşı değildir.

Bu savaş, gençlerin, öğrencilerin, işçilerin, kadınların, emeklilerin, yoksulların savaşı değildir.

Yoksula şehitler tepesini layık görenler, buyursun, o “kutsal” yere, kendileri uzansınlar. Ölen insanları, tane tane sayanlar, onları birer can, birer insan olarak saymayanlar, buyursun, tane tane kendi çocuklarını cepheye sürsünler.

Ölen ister Suriyeli olsun ister Türkiyeli, bunları rakamlar olarak sunanlar, buyursun, şehitler tepesinden kendilerine ayrılmış yere ulaşmak için, cephenin en önüne gitsinler.

Yoksula şehitler tepesi, ama zengine Kanal İstanbul’dan kupon arazi! İşte sizin vatan anlayışınız.

6-

İdlib’de, TC devleti, çetelerin içinde hareket etmekte, onlarla birlikte var olmakta, onlarla birlikte yaşamaktadır. Söylentilere göre 20 bin asker, bir o kadar IŞİD’li birlikte savaşmakta, TC devleti ve ABD silâh sevkiyatı yapmaktadır.

Rusya, açıkça, bu nedenle, “olmamanız gereken yerdeydiniz” gibi açıklamalar yapmaktadır. Bu nedenle, yüzlerce askeri feda etmişlerdir.

İdlib’de TC askeri, ABD’nin Rusya ile pazarlıkta elini güçlendirmek için vardır. Orada olma nedeninin, Türkiye ile hiçbir alâkası yoktur. Operasyonlar bu nedenle yapılmaktadır.

ABD’nin Rusya ile yürüttüğü pazarlığın düğüm noktalarını bilmiyor olsak da, ABD’nin kendini bölgede kalıcı hâle getirmek ve İran ile TC devletini karşı karşıya getirmek istediğini biliyoruz. Hatta, bugün, Rusya ve Türkiye ilişkilerini baltalamak istediği de açıktır. Ama arka planda, İran’a karşı savaş için TC devletinin rol alması isteği vardır. Erdoğan, mal varlığı tehdidi ile, can damarından vurulmuştur. “Hiçbir şeyi sevmedi, dolarları sevdiği kadar, hiçbir şeye bağlanmadı, altınlara bağlandığı kadar” dersek, tam da Erdoğan’ı anlatmış oluruz. Erdoğan bu denli “zavallı” pozisyonda yakalanmış iken, ABD, İran için istediği şeyleri koparma hevesindedir. İdlib saldırısının hemen ardından ABD, Halkbank davasını ertelemiştir. İşte Erdoğan’ın bu zayıf noktası, çeteleşmiş devletin de en zayıf noktası hâline gelmiştir.

TC devletinin her adımı, Trump yönetiminin emirleri ile atılmaktadır.

Erdoğan ise, Saray Rejimi’ni ayakta tutmak için, tam bir “savaş müptelası” konumundadır. “Savaş müptelalığı”, Erdoğan için iktidardan düşmemenin tek aracı hâline gelmiştir. Bugün, Suriye ile savaş azalmaya başlasın, Erdoğan, bu kez, başka bir yerde savaş kışkırtıcılığı yapacaktır.

7-

Erdoğan’ın iktidardaki ömrü, İdlib’e bağlanmış durumdadır.

Erdoğan, İdlib’i kaybetti mi, ABD adına da işe yaramayacaktır. Kendisini “oraya” getirenler, oradan indireceklerdir. Erdoğan da bunu gayet iyi bilmektedir. Dostum Trump ifadeleri, aslında bunun içindir. Daha yakın dönemde, diplomatik teamülleri aşan bir üslup ile kendisine yazılan Trump mektubunu unutup, “dostum Trump” demesinin nedeni budur.

Erdoğan iktidarı artık sonuna gelmiştir.

Saray Rejimi de aynı durumdadır.

TC devleti ise, tam olarak çeteleşmektedir. Her emperyalist gücün, TC devleti içinde uzantıları çeteler şeklinde vardır. Bu “yağma, rant ve savaş ekonomisi”nin ürettiği çeteleşme ile de iç içedir. TC devletinin her kurumunda, ABD’nin, İngiltere’nin, İsrail’in, Almanya’nın ve Fransa’nın ayrı ayrı güçleri vardır.

Yiğit Bulut, nam-ı diğer Jöleli, Abdullah Gül, Gezi’yi alkışlayıp, cumhurbaşkanlığı sistemini eleştirince, açıktan “kraliçenin adamı konuştu” diye yazabilmektedir. Eski cumhurbaşkanıdır Abdullah Gül. Ve öğreniyoruz ki, Kraliçe’nin, yani İngiltere’nin adamıdır. O öyle midir bilemeyiz, ama her birinin birilerinin adamı olduğundan eminiz. İşte çeteleşmenin bir de bu yönü vardır.

8-

Bu koşullarda, savaşa karşı genel direnişi yükseltmek, genel grevi örgütlemek önem kazanmaktadır.

Bu, bizim savaşımız değildir.

Bu, halkların savaşı değildir.

Bu, vatan için yürütülen bir savaş değildir.

TC devleti, açıkça Suriye topraklarında işgalci konumdadır.

TC devleti, ABD adına, paralı askerlik yapmaktadır.

Erdoğan’ın, Bilal’in, Damat’ın, diğer damadın vb. mal varlığı için, “şehitler tepesi” edebiyatı yürütülmektedir. Bu savaş, sizin savaşınızdır, cepheye de siz buyurun.

Şehitler tepesini boş bırakmak istemiyorsanız, buyurun önden sizi alalım.

Türkiye halklarının Suriye halkları ile hiçbir sorunu yoktur.

Bu nedenle, Saray Rejimi’nin savaş naralarına karşı, devrim ve sosyalizm, barış ve özgürlük, ekmek ve adalet mücadelesini yükseltmek gerekir.

ABD ve Saray Rejimi için kan dökmeyi, savaşmayı reddet. Bu senin savaşın değildir.

Bizim savaşımız, özgürlük ve sosyalizm savaşıdır.

Bizim savaşımız, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurma savaşıdır.

Biz, dünyanın tüm halkları kardeşiz.

Biz, dünyanın tüm yoksulları kardeşiz.

Biz, dünyanın tüm işçileri kardeşiz.