Suriye savaşı ve Türkiye

TC devletinin ve AK Parti yöneticilerinin, Muktedir’in, Saray’ın söylediği gibi, konu Esad değildir. Suriye savaşı, Suriye’nin iç meselelerinden doğmadı. Tersine, Suriye savaşı için, içte meseleler kullanıldı, bulundu, geliştirildi.
Suriye savaşı, sadece bölgesel bir savaş olarak da ele alınırsa yanlış olur. Bu savaşın içinde, bölge ülkeleri yer almaktadır. Esad rejimine karşı, Türkiye, İsrail, Katar, Suudi Arabistan, doğrudan ve aktif görev almışlardır. Esad’ın yanında, Hizbullah, İran vb. de devrededir. Bunlara bakarak, bu savaş bölgesel bir savaştır demek yeterli değildir.
Daha fazlası var.
Savaşın kundaklayıcısı, planlayıcısı ABD’dir. Bu nedenle bu savaş, bir emperyalist savaştır, bir bölüşüm savaşımının devamıdır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçasıdır. Dünyanın yeniden, emperyalist güçler arasında paylaşımının bir parçasıdır.
Bu savaş, ABD tarafından planlanmış olan, Irak, Libya işgallerinin devamıdır. Ama bu kez, işler istedikleri gibi gitmemiştir.
ABD, İngiltere, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail ve Katar, bu savaşta doğrudan rol alan cephedir. Bugün Erdoğan’ın, doğrudan suç ortakları bu ülkelerin yönetimleridir. Ve bu savaş, aktif olarak TC güçleri kullanılarak yürütülmektedir. Türkiye, hem çetelerin dünyadan Suriye’ye akması, hem bu çetelerin eğitilmesi, hem bu çetelere silâh sağlanması vb. gibi konularda savaşın doğrudan içindedir. TC devleti, kendi Musul konsolosluğunun işgalinde dahi, bir tiyatro oynatacak kadar savaşın içindedir. TC devleti, kendi unsurlarını doğrudan sahaya sokmuştur ve bunlar bu savaşın doğrudan içindedirler. Muktedir, istediği zaman IŞİD’in ülke içinde eylem yapmasını sağlayıp, istediğinde durdurmasını sağlayacak kadar bu savaşın içindedir. Türkiye’deki IŞİD saldırları, MİT veya başka bir kurum ile bağlı ve koordinelidir. Yoksa, saldıraların hep muhaliflere yönelik olması açıklanamaz, saldırıların Erdoğan isteyince durması açıklanamaz.
Ve bu saydığımız ülkeler, doğrudan işgalcidir. İster TC ordusunun Suriye topraklarındaki varlığından söz edelim, ister İsrail’in saldırılarından, ister İsrail’in IŞİD militanlarına verdiği eğitimden söz edelim, ister Suudi Arabistan’ın parasal desteğinden, ister Katar’ın para desteğinden söz edelim, ister Erdoğan’ın silâh taşıyan TIR’larından, ister ABD güçlerinin Suriye topraklarındaki varlığından söz edelim, tüm bunlar, işgal hareketinin parçalarıdır. Eğer kaldı ise uluslararası hukukun ayaklar altına alınmasıdır. Her biri, emperyalist müdahalenin bir parçasıdır.
Bu durumu, bu fotoğrafı, Nisan ayının ilk haftasında, Trump’ın emri ile, Suriye’nin Şayrat hava üssünün ABD füzeleri ile vurulması olayında gördük. Saldırı, İdlib’deki El Kaideci, El Nusracı çeteleri sevindirdi. Saldırı, IŞİD’i sevindirdi. Saldırı, TC devletini ve onun Muktedir Saraylısını sevindirdi, saldırı Suudi Arabistan’ı sevindirdi. Saldırı İsrail’i sevindirdi. Saldırı İngiltere’yi sevindirdi.
Trump, bu saldırı ile, “bak ben büyük bir gücüm” havasını attı. Trump, saldırı emrini nasıl verdiğini basına anlatıyor. Böylece, şahin rolüne bürünmüş bir yeni ABD başkanı ortaya çıkıyor. Verilen görüntü budur.
Suriye savaşında kaybettiğini düşünen ve içinde uhde kalmış olanlar ise, bu yeni savaş boruları çalan Trump’ın hemen arkasında poz vermeye çalışıyorlar.
Suriye savaşı, sıradan bir savaş değildir.
ABD saldırısını olumsuz bulan İsveç, hemen aynı gün, IŞİD’in kamyonlu saldırısına sahne oluyor. Oysa İsveç, sadece kimyasal silâh olayının araştırılmasını istemişti. ABD, savaş güçleri, İsveç’ten çıkacak bir aykırı sese dahi tahammül edemiyorlar. Hemen aynı gün, kamyonlu saldırı sahneye konuyor. Bu, savaşın boyutu hakkında bilgi vermektedir.
Trump, bu saldırı ile güç gösterisi yaptığına göre, demek ki, “Rusya’nın adamı” görüntüsünü kırmak istiyor. Yazık ki, bunun için, Suriye’ye 59 füze atmaktan başka bir yolu yok. ABD başkanı olduğunu ispat etmek için, Suriye’ye saldırı gündeme geliyorsa, bu hem ABD’nin durumu hakkında bilgi verir, hem de Suriye savaşının ne kadar kritik bir dünya savaşının ön habercisi olduğunu gösterir.
Trump, elbette dostlarına “moral” vermek istiyor. İdlib’de kimyasal silâh olayının soruşturulmasına karşı çıktığına göre, sadece bir bahane arayıp, bu moral aşılamasını yapmak istediği ortaya çıkıyor. Birçok yerde, kimyasal silâhlarının, İdlib’deki El Kaide ve El Nusra güçlerine Türkiye üzerinden tedarik edildiği söyleniyor. CIA’nın bu konuda açık rolü olduğu tartışılıyor.
Peki, bu durumda İdlib’deki güçlerin Suriye ordusuna karşı savaşma gücü artacak mı? Bu durumda, mesela moral bulan İsrail, Suriye’ye yeni saldırılar gerçekleştirecek mi? Bu durumda, moral bulmuş Türkiye, doğrudan bağlantılı olduğu El Nusra güçlerine katılarak, ABD desteği ile, Suriye’ye karşı savaşa girecek mi? Yeniden moral bulmuş bir Suudi Arabistan, bölgeye daha fazla para akıtabilir mi? Yeniden moral bulan Katar, mesela NTV grubunu satın almanın ardından Doğan medyayı da satın almaktan vazgeçip, paraları İdlib ve Rakka’ya akıtır mı?
ABD, bu saldırı ile, Suriye sahasından, öyle kolay çekilmeyeceğim mi demek istiyor? Karadeniz’de NATO ve ABD gemilerinin saldırı için kullanılacağının mesajını mı veriyor? ABD, bu saldırı ile, Rusya’yı, savaşı ne kadar göze aldığı konusunda denemeye mi tabi tutuyor?
Görüldüğü gibi, Suriye savaşı, dünya çapında bir savaştır. St. Petersburg’da patlayan bombalardan İsveç’te patlayan bombalara, Mısır’da patlayan bombalara kadar, hepsi bu savaşın bir parçasıdır. Bu nedenle, rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu, dünya savaşımının bir parçasıdır.
ABD, bu saldırı ile, savaşı, doğrudan devreye girerek büyütme kararlılığını mı gösteriyor? Yoksa ABD, Suriye’den geri çekilmeden önce bir erkeklik gösterisi mi yapıyor?
Trump, bu kararla, “Rusya’nın seçtirdiği adam” olmadığını mı ispatlamaya çalışıyor, yoksa, ABD’deki savaş lobisi daha mı ağır basıyor?
Hangi seçeneğe bakarsanız bakın, sonuçta, Suriye savaşının, uluslararası alanda süren savaşın bir parçası olduğu anlaşılıyor.
Ve bu savaş, bizim içinde bulunduğumuz coğrafyada gerçekleşiyor, yaşanıyor. TC devleti ise, ABD’nin tetikçisi olmak için, büyük bir hevesle yol almak istiyor. Son bir yıldır, Rusya ile yakınlaşarak, savaş kışkırtıcı tutumunu geri çekmiş olan Türkiye, şimdi, ABD füze saldırısı ile, sevinç çığlıkları atıp, alkışlıyor. İlk fırsatta Sincar’a saldıracağının sinyallerini veriyor.
Muktedir, adı üstünde muktedirdir. Bir akşam yatarken, Putin ile dost, Rusya’ya yakındır. Ama ertesi güne uyandığında, bu kez alışık olduğu kucakta, ABD kucağındadır.
Sadece TC devletinin bu tutumuna bakılırsa, TC devletinin, yönetememe sorunu anlaşılacaktır. Açıktır, TC devleti, yönetememektedir. Suriye savaşı, devletin bu yönetme sorununu daha da ağırlaştırmıştır, ağırlaştıracaktır.
Kuşku yok ki, Trump yönetiminin bu savaşı büyütme politikası, Suriye’ye dönük saldırgan tutumu, savaşın daha da büyüyeceği anlamına gelmektedir. Ne olursa olsun, Trump, sadece kendini göstermek için değil, ama aynı zamanda oyunu yeniden kurmak için, saldırgan bir politikaya yelken açmaya başlamıştır.
Bu elbette, ABD’de, savaş karşıtlığının yükselmesine, sınıf mücadelesinin keskinleşmesine neden olacaktır. Trump yönetimi ile birlikte, ABD’de sınıf savaşımının daha da keskinleşmesi kaçınılmazdır. Zira, işçi sınıfına karşı, daha büyük çaplı ve yeni saldırılar gündeme getirilmektedir. Bu durum, uluslararası alanda savaş kışkırtıcılığı ile birleşince, halkın tepkisi de büyüyecektir. Ama buna rağmen, Trump, bu yola girecek gibidir.
TC devleti, muktedir yönetiminde, yeni Saray ahalisi ile, bu savaş kışkırtıcılığından yanadır. Bundan medet ummaktadır. Muktedir, savaş kışkırtıcılığı ile, tüm sorunlardan sıyrılmaya çalışmaktadır. Bu savaş ve kaos ortamı içinde, kendince kendi oyununu sahneleme şansı yakalamaktadır. Bu ateşin neyi ve kimi yakabileceği ise umurunda değil gibidir. Muktedir yönetiminde Türkiye, 100 yıllık saldırganlık heveslerini yeniden açığa vurmaktadır. Şam’da namaz kılmak, Kandil’i yerle bir etmek, Sincar’a girmek, Rakka’ya koşmak, Kerkük’te heeyyy diye bağırmak, aslında bu heveslerin ifadesidir. Ama ne yazık ki, Muktedir nezdinde bu savaş çığırtkanlığı, traji-komiktir. TC devleti, bölge ülkeleri ile doğru ve dostane ilişkiler kurmak yerine, açıktan mezhepçi-dinci ve ırkçı bir politika izlemeye çalışmaktadır. Daha komiği, bu politikayı, ABD’nin emirleri ile dizayn etmeye çalışmaktadır. Hâl böyle olunca, ortaya çıkacak olanın bir traji-komik hikâye olacağından şüphe etmeye gerek kalmıyor.
Suriye savaşı, TC’nin tüm saldırganlıklarının, Muktedir’in tüm planlarının açıkça ortaya serilmesine yol açmaktadır. Mezhepçi ve yağmacı tutum ortaya çıkmaktadır.
Suriye savaşı, her aşamasında, TC devletinin bir dış politikası olmadığını, TC devletinin dış politikası denilen şeyin, ABD’nin emireri, tetikçisi olmak olduğunu göstermektedir. En son kimyasal silâh kullanımı sonrasındaki ABD saldırganlığına açık desteği budur.
Suriye savaşı, TC devletinin tüm kadrolarının, Saray’ın, genel kurmayın vb. soğuk savaş döneminin politikaları olan, anti-komünizm ve halklara düşmanlık politikalarına sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermektedir. TC devleti, içeride OHAL ile bir katliam savaşı yürütmekte, dışarıda da her fırsatta saldırganlığını ortaya koymaktadır.
Suriye savaşı, Türkiye’yi Pakistanlaştırmaktadır. o