Sizin “acı reçete”niz var, bizim çözümümüz: Devrim

Muktedir, baştan aşağıya kibir, “acı reçeteyi, devlet ve millet olarak içeceğiz” diyor. Devlet kelimesinin, “millet”in yanında ne işi var? Acı reçeteyi “devlet” nasıl içecek? Daha çok vergi toplamak için vergileri artıran, daha çok vergi toplamak için “hayal kurmak”tan vergi alma hazırlığı yapan, kendisi bir şirket hâline gelmiş olan devlet, acı reçeteyi nasıl içmiş olacak?

İşte burası bilgisizlik değil, korkudur.

Mızrak çuvala sığmıyor.

Soyup soğana çevirdikleri kamu kaynakları, yağmaladıkları hazine artık meteliksiz kalmıştır. Muktedir, açıktan “bu acı reçeteyi içeceksiniz” diyemiyor. “Bak, damadımı aldım, o beni kandırdı,” demeye getirip, “şimdi hep beraber acı reçete içeceğiz” diyebiliyor. Korkudandır.

Koltuğuna yapışmıştır, çünkü artık o koltuğun bulunduğu Saray’da bile değil, o koltuğun bulunduğu odada muktedirdir.

Saray Rejimi, yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine yükselmektedir. Erdoğan’ın işi, rantı, yağmayı, savaşı kovalamak, bunların kokusunu almaktır. Ama artık mızrak çuvala sığmıyor.

Daha düne kadar, mesela Kasım başına kadar, “her şey yolunda, ekonomi iyi, kriz var demek yasak” diyenler, şimdi, artık Merkez Bankası’nda para kalmadı, “acı reçete” diyorlar.

IMF ile özdeşleşmiş “acı reçete”, işçilerin ceplerinden paralarının alınması, işçi ve emekçinin daha da fakirleşmesi, zamlar, yeni vergiler, var olan vergilerde artışlar demektir.

Acı reçeteyi kimin içeceği bellidir.

Yeni MB Başkanı, göreve geldiği ilk gün, “sektör temsilcileri” ile toplanarak, krizde, pandemide kârına kâr katan şirketlerin dertlerini dinledi.

Hükümet, daha düne kadar “kıdem tazminatı”na yeni bir torba yasa ile tekrar saldırmaya kalktı.

Acı reçeteyi, ne Erdoğan, ne Saray erkanı, ne parababaları, ne tekeller, ne TÜSİAD, ne MÜSİAD patronları içmeyecek. Onlar kârlarına kâr katıyorlar. Pandemi boyunca, geride kalan 8 ayda, servetlerine 350 milyar eklediler.

Acı reçeteyi milyonlarca işçi, emekçi, emekli, kadın, genç içecek. Bu acı reçete, işçi sınıfı içindir. Muktedir’in konuşması, bir müjdeli haber verir gibi, halka bunu açıklamak değil, patronlara, uluslararası sermaye çevrelerine, “bunu yapacağız” garantisi vermek içindir.

Ülkenin %30’u işsizdir.

Sadece İstanbul’un üçte biri açlık sınırının altında yaşamaktadır.

33,5 milyon kişinin 837 milyar TL “bireysel kredi” borcu var.

Günlük 35 TL ile geçinen 22 milyon kişi var.

Ve muktedir, üst perdeden konuşuyor, “müminin görevi yoklukta sabretmektir.” Yani, işçi ve emekçilere, “sabredin” diyor.

Kendisinin 16 özel uçağı var.

Saray’ın bir aylık harcaması, açları besler.

16 Kasım 2020’de ihalesi yapılan yeni otoyol, Denizli-Aydın arasındadır. İhaleyi Saray müteahhitlerinden biri almıştır. Otoyoldan araç geçme garantisi verilmiş; yıllık 130 milyon euro. Muktedir, reformlardan, muktedir “sabırdan”, muktedir “acı reçeteyi devlet ve millet olarak” içmekten söz ediyor. Ama sadece bu ihale bile, rantçı zihniyeti, yağmacı zihniyeti, baştan aşağıya kibir olma hâlini açıkça gösteriyor.

15 Kasım 2020’de, bir yasa ile, sayaçların kontrolünün özelleştirilmesi devreye sokuluyor. Sayaçlar, elektrik sarfiyatını, doğalgaz sarfiyatını vb. doğru okuyor mu? Bu işi artık kamu yapmayacak, özelleştirildi. Özelleştirilmeden önce, sayaç kontrolü işlemleri ücretine %30 zam yapıldı.

Peki “acı reçete”yi kim içecek?

Bu acı reçete, senin için, bizim için hazırlandı.

Onlar, yağmaladılar ve şimdi acı reçeteye sıra geldi.

Saray, para yutuyor, para lazım.

Kapitalistlere daha çok kâr gerekli.

Öyle ise, en örgütsüz, ama en kalabalık olan işçilerin, emekçilerin, halkın sırtına yıkılacak bu fatura.

Amaçları budur.

Erdoğan, parababalarına bunun garantisini veriyor. Onlara sesleniyor. “Piyasanın istediğini” yapacağız, diyor.

Ülkede çalışma yaşamı, tam bir kölelik hâline getirilmektedir.

Yaşam, işçiler ve emekçiler için çekilmez hâle gelmiştir.

Ülkenin hapishanelerinde 300 binden fazla tutuklu var. Daha davaları belli bile olmayan binlerce insan var. Ve tüm bunlar, işçiler, emekçiler sesini çıkarmasın diyedir. İşçiler ve emekçiler ayağa kalkmasın, başlarını dikleştirmesin, ufku göremez hâlde kalsınlar diyedir.

Ve buna rağmen, direniş sürüyor, sürecek.

Direniş büyüyecek.

Sokak röportajlarında, Erdoğan yüce divanda yargılanmalıdır diyen bir kişi tutuklanmıştır. O kişi, bunu bildiği hâlde haykırmıştır.

Sokak röportajlarında, “susmayacağım, yayınlayın, yayınlayın, başımıza ne gelecekse çekeriz” sesleri yükselmektedir.

Bu sözler “cesaret” işareti değildir. Hayır bu sözler, yeter artık demenin işaretidir. Bu sözler, artık dayanamıyorum demenin işaretidir.

Artık, bıçak kemiğe dayanmıştır.

İşçilerin, emekçilerin, halkın geri atacağı adım kalmamıştır.

Kölece yaşamak ile ölüm arasında seçim yapılacaksa, bin kere kölece yaşamayı reddedeceğiz.

Şimdi, kararlı bir biçimde, madenci disiplini ile, fabrika kültürü ile örgütlenmek, direnişi büyütmek zamanıdır.

Gelmekte olan bir devrimdir.

Kapının arkasında bekleyen ölüm değildir. Bu karanlığın arkasında gün ışıyacaktır. Eşiğin arkasında bekleyen hayattır.

Şimdi öfkemizi kuşanıp, şimdi acılarımızı enerjiye dönüştürüp, bu karanlık Saray Rejimi’ni, onun dayandığı rant, yağma ve savaş ekonomisini, kapitalizmi yıkmak için cesaretle örgütlenme zamanıdır.

Örgüt özgürlüktür.

Örgüt, güç toplamak, bir sınıf olarak kendi varlığını sahneye koymak demektir.

Eylemin, direnişin güzelleştirici ve birleştirici, akılları açıcı, aydınlatıcı gücü, ancak örgüt ile kalıcı hâle gelecektir.

Artık, her işçi bir örgütçü olmalıdır.

Her işçi bir direnişçidir.

Onların acı reçetesini içmeyi reddetmeliyiz.

Acı reçeteler hep bizim içindir.

Bu kez olmaz diyelim.

Bu kez olmayacaksa, açık olmak gerekir, devrimi örmeye soyunmalıyız. Ellerimizi sıyırıp, işe koyulma zamanıdır. Seyretme zamanı değildir. Boş boş konuşma zamanı değildir, yakınma zamanı değildir. Direniş ve örgütlenme zamanıdır.