Seçimler, HDP ve bazı “sol” kaygılar

Cumhurbaşkanı, zaten bugünden öyle gibi davrandığı “başkan” olma rüyası ile seçimlere yüklenmektedir. Onun emrinde AK Parti, arada bazı çatlak seslere rağmen, başkanlık sistemini oylar gibi bir seçime hazırlanmaktadır. Cumhur-Başkan, Muktedir, Saraylı, 400 milletvekili istediğini açıkladı. Bu milletvekillerini kimin için istediği belli değil diye savunma yapan ve onun tarafsız olduğuna halkı inandırmaya çalışan gazetecilere zavallı demek zorundayız, çünkü onları ilk önce Erdoğan yalanlıyor. Bu nedenle “eklenmiş” gazeteciliğin ülkemizde işi zordur.

Erdoğan, Nisan’ın ilk haftasında, listelerle birlikte, bu kez hedefi, 400 milletvekilinden 335’e çekti. Bu ani ve dramatik hedef küçültme, Erdoğan
tarzı başkanlık sistemine giden anayasa değişikliği için, en azından referanduma gidebilmek için gerekli minimum düzeyi ifade ediyor. Bu nedenle, AK Parti’nin ne kadar milletvekili çıkaracağı bir tartışma konusudur. Aslında, Erdoğan, bu konuda endişeli olduğunu 400’den 335’e giderken ortaya koymuş oluyor. AK Parti kadroları, 400 hedefi ile, acaba biz tasfiye mi edileceğiz, imkânsız bir hedef konup, buna neden ulaşamadın mı diyecekler düşüncesi ile, Erdoğan’ın hedefi aşağı çekmesini mi istediler? Öyle tahmin ediyoruz. Zorbalık ile yürüyenler, kendilerini çok iyi bildikleri için, zorbanın kendilerine de komplolar kuracağını düşünürler. Zorba, sadece, kendisine karşı sürekli komplolar kurulduğunu
düşünmez, aynı zamanda kendisi de sürekli komplo ve tuzaklar kurar. Bunu bildikleri için, seçim sonrası külliyen başarısız olmamak için, 400 rakamına
itiraz etmiş olabilirler. Yani, 400’den 335’e inmek, aslında “zorba-korku” içinde gerçekleşmiş bir geri adımdır.

AK Parti’nin ne kadar milletvekili çıkaracağı konusunda çıta konulduğu an, aslında kaybetme korkusu dilegetirilmiş demektir.

Yine, bu sayılar tartışıldığında, aynı anda HDP’nin milletvekili sayısı ve daha da açık olarak barajı geçip geçmeyeceği meselesi de tartışılmaya açılıyor demektir.

HDP’nin ne kadar milletvekili çıkaracağı, elbette barajı aşması ile bağlantılıdır. Ama HDP barajı aştığı an, AK Parti’nin Kürdistan’dan aldığı
“hırsızlama” milletvekilliklerinin hepsi elinden gitmiş olur. Barajı geçmesi hâlinde HDP, 60-70 milletvekili gibi bir rakama çıkacaktır, ki bunun
en az 30’u, yani neredeyse tümü, AK Parti’nin kaybı anlamına gelecektir. Bugün 312 milletvekili olan AK Parti’nin, bu kayıpla 280’lere ineceği açıktır. CHP ve MHP’nin birer ikişer milletvekili alması durumunda da AK Parti’nin, tek başına
iktidar olmak için gerekli olan 276 milletvekilini bulamama ihtimali kendiliğinden ciddi bir olasılık olarak sivrilir.

Bu nedenle, HDP’nin oy oranı ne kadar yüksek olursa, ki bizce %12’yi aşması mümkündür ve %15’i zorlaması mümkündür, AK Parti o oranda iktidardan uzaklaşacaktır.

Burada, özellikle şu iki soru gündeme gelmektedir. Birincisi, HDP barajı geçemezse ne olacak? Bu durumda, şu anda HDP’de olan ve bağımsız adaylarla elde edilmiş olan 30 milletvekilini de AK Parti alacaktır ve 312 olan milletvekili sayısı biraz CHP ve MHP’ye kaybetse de, 330’u geçecektir.  Sorulardan ilki budur: HDP barajı geçemezse ne olacak?

İkinci soru ise şudur: HDP barajı geçerse ve HDP ile AK Parti oylarının toplamı 330’u geçerse, bu durumda başkanlık sistemi için HDP, Tayyip ile anlaşmaya varır ve ne kaybedileceğine bile bakmadan, anlaşmaya varırlar. Bu durumda, Türkiye demokrasisi kaybeder, Erdoğan tarzı başkanlık gelir.

Bu iki soruda da güvensizlik görünüyor. İşin garibi, bu soruları soran dostlarımız, şüphe duyma hakkını kendilerinde de görüyorlar. Oysa, şüphe
duyuyorlarsa, biraz da akıllarını çalıştırıp, irade koymaları gerekmez mi? Bu kadar endişe varsa, bunu boşa çıkaracak, bir takım önlemler almak,
çaba sarf etmek doğru olan olmaz mı?

HDP barajı geçemezse ne olur? Elbette bu bir sorudur. Biz de zaten bu nedenle HDP’nin desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz, bunun için aktif bir seçim çalışması yürütüyoruz. Dahası, bugün ülkemizde sürmekte olan sindirme politikalarına, baskı ve yıldırmalara karşın, kitlesel eylem çizgisinin seçim çalışmaları ile birleştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Dahası, bizce bugün, devrimci hareketimiz açısından en önemli şey olan örgütlenmek hedefi için seçim çalışmalarının bir olanak olduğunu düşünüyoruz.

Ama elbette ki, bazı solcu arkadaşlarımız, ulusalcı-Kemalist bakış açısını terkedemediklerinden, HDP’nin, barajı geçemeyeceğini bile bile, inadına seçime parti olarak katıldığını, bu yolla AK Parti’yi desteklemiş olacağını söylüyorlar.
Elbette bu arkadaşları ikna etmemiz çok zordur. Kemalist-ulusalcı bakış açısından kurtulmadan, devletin, ister genelkurmay, ister Erdoğan, ister
AK Parti devleti olsun, hepsinin neden HDP’ye saldırdığını anlamaları zor görünüyor. Derler ki, görmek istemeyen gözden daha kör göz, duymak
istemeyen kulaktan daha sağır kulak, anlamak istemeyen bir akıldan daha duyarsız bir akıl yoktur. Bu nedenle işimiz zor.

Ama bu arkadaşlar şunu yapabilirler, tüm güçleri ile HDP’yi desteklerler ve sonunda HDP barajı geçer, böylece HDP ve AK Parti’nin ittifakla hazırladıkları oyun suya düşmüş olur. Yani, yine, eğer sadece yakınmayacaklarsa, eğer sadece korkularını gerçek sanıp konuşmakla yetinmeyeceklerse, harekete geçip, HDP’yi desteklemelidirler.

HDP, eğer barajı geçerse, barajı yıkarsa, oluşacak parlamentoda, oldukça kritik sayıda milletvekili sahibi olacaktır. Bu doğru ise, yeni anayasa yapım sürecinde daha güçlü olmak için, AK Parti ve Erdoğan’ın anlamsız vaatlerine mi inanırlar,
yoksa, kendi güçlerini parlamentoya taşımayı mı seçerler? Eğer HDP’yi, akılsızlar partisi olarak görmüyorsanız, parlamentoya girmek isteyeceklerini,
bunun bir güç elde etmek olduğunu bilebilecek kadar deneyim sahibi olduklarını anlamak zor değildir. Erdoğan’ın sözü ile kim kuyuya inebilir? Kürt hareketinin, kendi kaderini Erdoğan’a emanet edeceğini düşünmek saflık olmaz mı? 12 yıllık
oyalama pratiği ortada iken, buna inanmak abes olmaz mı?

Belki bu seçim süreci, ulusalcı-solcularımızın, milliyetçilikten kurtulmaları yolunda bir adım olabilir. Bu milliyetçi zehir, sol hareketten tamamen temizlenmelidir ve belki bu noktada bir ilerleme sağlamamız mümkün olabilir. Bu öyle bir zehir ki, açık gerçekleri göremez hâle getiriyor, akıl yürütme yeteneğini dumura uğratıyor.

HDP, AK Parti ve devlet güçlerince, seçim barajının altına itilmek isteniyor. Bunun için her yolu deneyecekleri de açıktır. Doğrudan, Erdoğan-AK Parti-ordu aynı çekice vurmaktadır ve devlet bir bütün olarak seçimlerde her türlü hile
yapmanın yollarını döşemektedir.

İkinci soruya gelelim. Deniliyor ki, HDP 60-70 milletvekili elde ederse, AKP 270’lerde kalırsa, bu durumda, başkanlık sistemi için Erdoğan, HDP’ye ne isterse verir ve HDP de bu aldıklarının karşılığında, Erdoğan’a başkanlık sistemini hediye eder.

Dediğimiz gibi, bu milliyetçi zehir solun içinde o kadar tehlikelidir ki, aklı dumura uğratıyor. Muhakeme yeteneğini yok ediyor.

Erdoğan’dan Kürtler ne isteyecek? Anadilde eğitim, bölgesel özerklik vb. mi? Bunların tümü, Dolmabahçe’de halka okunmuştur. Bunun gerçekleşmesi,
demokratikleşme ile bağlı kılındı. Oysa Erdoğan tarzı başkanlık, tüm bunların zıttıdır. Erdoğan, sultan-başkan, bugün anadilde eğitime evet der, yarın Kürt yoktur, der. Bunun anayasal güvencesi nerededir? Yoksa Kürtler bunu düşünemeyecek midir?

Bu endişeler güvensizliğin ürünüdür. Ama bu güvensizlik, Kürt hareketine güvensizlik değildir sadece, bu aynı zamanda kendine güvensizliktir. Milliyetçilik zehiri böyledir. Akıl yürütmeyi, muhakeme
gücünü yok ediyor. Tüm hareket, Demirtaş da dahil, “seni başkan yapmayacağız” diye haykırırken, bunu anlamamak işte bu milliyetçilik
zehiri nedeni iledir.

60-70 milletvekili ile, parlamentoda kritik bir parti hâline gelmiş bir HDP; kendini Erdoğan’a endeksler mi? Bu, siyasal düşünme gerçeğine, siyaset
yapma gerçeğine uyar mı?

Yine de bu dostlarımızın içlerine su serpememiş olabiliriz. Peki öyle ise, onların önerisi nedir? Nasılsa yollar tutulmuş, o hâlde AK Parti’ye mi oy verelim? Ne yapalım?

Sol hareket içinde ulusalcılık, Gezi Direnişi ile büyük bir yara almıştır. Gezi Direnişi, yalan ve korku perdesini aralamıştır. Bu durum, kitlelerin gerçeklerle karşı karşıya kalmasını sağlamaya başlamıştır. Batı’da, Kürt devriminin etkilerini önlemek için dikilmiş milliyetçilik duvarı çatırdamıştır. İşte bugün, bu seçimler ile, HDP barajı aşarsa, hep birlikte bu milliyetçi önyargıların bir
kere daha anlamsız olduğu görülecektir.

Kürt devrimi devletle pazarlık etmektedir. Bu görüşmeler bir türlü müzakere aşamasına gelememektedir. Hatta, AK Parti içinde son ortaya çıkan çatlak, Cumhurbaşkanı ile Arınç’ın farklı noktalara denk düşmeleri, yeni oylama süreci için, devlet adına bir olanak olmuştur. Oyalama için her fırsatı, her durumu kullanıyorlar. Bu nedenle, Kürt hareketi açısından, bu görüşmelerin ille de AK Parti ile yürütülmesi şart da değildir. Bugün MHP iktidar olsa, bu görüşmeler yürüyecektir.

Şimdi bu noktada, son dönemde gelişen süreci bir kere daha anlamaya çalışmak önem kazanıyor. AK Parti, hiçbir yasal prosedürü dinlemeden, iç güvenlik yasasının ilgili bölümlerini yasallaştırdı. Bu yasa, aslında, tam da Erdoğan’ın söylediği gibi bir işleve sahiptir: Polislerimizin güvencesidir. İşte veciz söz budur. Erdoğan, bu yasanın, polisin halka saldırıları için bir kalkan, bir yasal güvence olduğunu söylemektedir. Yani, vurun, kırın, öldürün, diyor. Kaybetmeye başlayan her muktedir, bu korkuları tadar ve bu korkularını halka bulaştırmak için, var gücü ile saldırır. Bu saldırganlık, korkularının ürünüdür.
Çıkan yasa, muhtemelen anayasa mahkemesinden geri dönecektir, iptal edilecektir. Bunu bilemiyoruz. Ama bugün, seçime kadar bu saldırganlığı
kullanmak istedikleri açıktır. Ağrı’da fidan dikme etkinliğine dönük saldırının kendisi, bu süreci göstermektedir.

Bu saldırganlık, aslında, HDP’nin baraj altına inmesini sağlamak için, seçimleri sağlıksız bir ortama itmek için yapılmaktadır. Bu nedenle, seçimlerin 7 Haziran’da nasıl yapılacağı hâlâ belirsizdir. Devletin, AK Parti’nin, Erdoğan’ın bu saldırganlığı, gerçekte neye dayanmaktadır? Bu sorunun yanıtı bilirsek, seçimlerde daha doğru tutum almanın da olanağı ortaya çıkar.

AK Parti, eğer HDP ile başkanlık sistemi için anlaşmış olsa idi, bugün, 330’u geçmiş olacağı için, hemen referandum yoluna girerdi. Hayır, AK Parti’yi bu kadar saldırgan yapan şey, gerçekte, kaybetmekte oluşudur. Erdoğan, sadece anlamsız başkanlık hayallerini kaybetme süreci ile karşı karşıya değildir, dahası, iktidarı da kaybetme tehlikeleri vardır. Bu nedenle, seçimleri, belki de başka bir erken seçim izleyecektir.

AK Parti, geriye düşmeye başlamıştır.

Kobanê sürecinde, pek çok Kürd’ün oyunu kaybetmiştir. Bugün, bu nedenle, Roboski’de katır avlamakla meşguller. O kadar vicdansızca ki, katırları
dahi öldürmektedirler. Değil Roboski’nin üç yıldır katillerini bulmak, katırlara saldırarak, biz yaptık diye meydan okumaktadırlar.

Öte yandan, 17-25 Aralık süreci de esas etkilerini bugün daha açık ortaya koymaktadır. Aradan zaman geçince, olaylar yerine oturmaktadır.
Halkların kardeşliği bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. HDP, bu nedenle, ciddi bir olanağa, ciddi bir şansa sahiptir.

Mesele şudur; sadece oy almak üzere değil, örgütlenmek üzere bir seçim çalışması yürütmek zorunluluktur. Esas başarı da burada saklıdır, örgütlenmede saklıdır.