Savaş ve katliam siyaseti

Bir tiyatro oyunu gibi organize edilmiş gelişmeler içinde, önce ihbar edilen bir taksi, alışılagelmemiş, hiç görülmemiş biçimde, polislerin silâhlarını çekmeden, belli bir mesafeden dur demeden, duruyor ve iki polis, aracın sağ ve sol kapılarını açmaya çalışıyor. Sanki, bir sevdiklerine hürmet eder gibi kapılar açılırken, iki polis de vuruluyor.

Bir başka sahnede, iki genç, ellerinde silâhlar ama ateş etmeden, basın açıklamasının olduğu yere, daracık bir sokaktan koşuyor ve iki polis, kendilerine ateş açıyor. Belki her biri 14 mermi atıyor ve iki kişiye bu mermiler isabet etmiyor. Acemi bir insanın elinde bu tabancalardan çıkan kurşunların, kendilerine doğru koşan bu kişilere isabet etmeme ihtimali, oldukça düşük olmalıdır. Ve koşanlardan birisi, namlusundan tuttuğu anlaşılan silâhı, Tahir Elçi’nin cesedinin yanına atıyor Ve nasıl oluyorsa Elçi, eğilmiş vaziyette iken, ensesinden vuruluyor.

Enseye tek kurşun; Ergenekon’un, kontr-gerillanın, 1990’lardaki faili meçhul cinayetlerinin uygulamalarından biridir.

Aylardır, Kürt şehirleri, ilçe ilçe, mahalle mahalle sokağa çıkma yasakları, abluka uygulamaları, keskin nişancıların insan avlamaları, obüs mermileri ile evlere ateş edilmesi vb. uygulamaları ile cehennemi yaşamaya mahkûm ediliyor. Aylardır, abluka altında, sokağa çıkma uygulamaları ile, insanlar aç, susuz bırakılıyor, göçe zorlanıyor. Aylardır, bu kentlerin sokaklarının duvarlarına, ırkçı, faşist sloganlar, küfürler yazılıyor.

Bu küfürler, bu ırkçı saldırılar aslında, savaş ve katliam siyasetinin bir parçasıdır. Sloganları yazanlar, devlet güçleridir. Devlet güçleri, birer çete organizasyonu içinde davranmaktadır. İstanbul’da sokak göstericilerini tutuklayan polislere müdahale eden halka, “evet ben IŞİD’im var mı?” diye bağıran polisler, bu aynı çete örgütlenmesinin parçasıdır. Bunlar, ilk örneklerini, ilk derken yeniden anlamında ilk, Gezi Direnişi’nde gördüğümüz, palalı, sopalı saldırganların bir başka parçasıdır.

Bu kadar değil.

Suruç ve Ankara katliamını yapanlar, bu çetelerin bir başka boyutudur. Evet IŞİD’çi çeteler, bu çete uygulamalarının sadece bir parçasıdır. Farklı karakterlerde ama aynı öze uygun, ırkçı-faşist saldırılar organize eden çeteler. Bunların tümü, devlete bağlıdır.

Bu, pervasız bir saldırıdır.

Ve saldırının ardından, hemen bir karartma uygulanmaktadır.

Suikast PKK’ye yıkılmak istenmekte, ama aynı zamanda deliller ortadan kaldırılmak istenmekte, olay yeri incelemesi bile yapılmamaktadır. Sokağa çıkma yasakları ile bir kenti toptan hapseden devlet, olay yeri incelemesi yapamadık diyebilmektedir.

Ve Başbakan, eline bulaşan kana bakmadan, faili meçhul cinayetler bizim dönemimizde yoktur demektedir. Roboski kimin dönemindedir, Ali İsmail’in faili kimdir ve kimin dönemindedir? Gezi Direnişi’nde öldürülen gençlerin failleri kimdir? Suruç’un faili yakalanmıştır diyen Başbakan, acaba ciddiye alınabilir mi? Ankara katliamının failleri kimlerdir? Saymakla bitmez, elleri kanlıdır ve elbette faili meçhul yoktur diyeceklerdir.

Hrant’ın katilleri kimlerdir?

Tüm bunlar ortada iken, utanmadan, pervasızca, basının önüne çıkıp, bizim dönemimizde faili meçhul yoktur demek nedir?

Bu ciddiyetsizlik hali midir?

Hayır, bu aslında, savaşta, katliamda, ırkçı ve faşist saldırılarda devam etme iradesinde, tam bir ciddiyet hâlidir.

Devlet, tüm güçleri ile, gerici bir saldırıyı devreye sokmuştur.

Tüm saldırı eylemleri, solu, Kürt hareketini, barıştan yana tutum alanları hedef almaktadır. Nisan 2015’ten bu yana, adım adım ortaya konan bu saldırganlık, her zaman Kürt devrimcilerini, barış savunucularını, Türkiye solunu, işçi ve emekçileri hedef almaktadır. Nedense, amaçları Türkiye’yi karıştırmak olan bombacılar, barış mitinglerinde kendini patlatmaktadır. Nedense, iktidar yanlısı bir mitinge vb. saldırı yapmamaktadırlar.

Tahir Elçi cinayeti bu saldırganlığın devamıdır.

Suruç ve Ankara bombalamalarından sonra, suikastler dönemini açmışlardır. Bunu, öyle bir tarzda ortaya koymaktadırlar ki, bir basın açıklamasına saldırmaktadırlar. Karanlık sokaklarda saldırılar yerine, şehirleri doğrudan kuşatmaktadırlar.

Sadece Tahir Elçi gibi öne çıkmış insanları hedef almıyorlar. Keskin nişancılar, çocukları hedef alarak, evlerin içinde kadınları hedef alarak suikastler gerçekleştirmektedir, adeta avlanmaktadırlar.

Açık bir saldırı sahnelenmektedir.

Barış katledilmektedir.

Bir iç savaş, açık bir biçimde yürütülmektedir.

Bölgemizde süren paylaşım savaşımı, halkları imha etme savaşımı, her türlü direnişi kırma savaşımı, ülkemiz içinde de yansımalarını bulmakta, çeteler eli ile devlet, yeni bir kontr-saldırı devreye sokmuştur, sokmaktadır.

Ve hemen bu saldırılara, basın aracılığı ile bir ideolojik saldırı, bir karartma saldırısı devreye sokulmaktadır. Basın, büyük bir organizasyon ile, şiddeti yüksek bir yalan propaganda ile devreye sokulmaktadır. Adeta halklar nefesiz bırakılmaktadır.

Bu bir boğma siyasetidir. Yoğun bir çete saldırısıdır. Devletin gücünü gösterme ve herkese haddini bildirme saldırısıdır. Bir sindirme saldırısıdır. Kürt devrimini ve Gezi Direnişi ile gelişen Anadolu devrimini boğma saldırısıdır. Bir karşı-devrim saldırısıdır.

Tahir Elçi’nin öldürülmesi, bu saldırıda bir sayfadır.

TC devleti, bu konuda tescillidir. Her türlü karanlık saldırıyı organize etmede tescillidir. Tarihimiz bunun pek çok örneği ile doludur.
Bu katliam siyaseti ile, bu pervasız saldırılarla, boyun eğmiş, teslim olmuş bir toplum yaratmak istiyorlar.

Ama derler ki, yel eken fırtına biçer.

Tarihte bu sözü doğrulayacak binlerce örnek vardır. o