Saray Rejimi ve direniş yolu

Saray Rejimi, içeride ve dışarıda, savaş ve saldırı naraları atmak zorundadır. İçeride ve dışarıda savaş dışında ayakta kalma olanağı yoktur. Ama içeride ve dışarıda savaş seçeneğinin, Saray Rejimi’ni kurtaracağı da “garanti” değildir.

Bir yandan Afganistan’a asker göndermek için hamle yapıyorlar.

Bir yandan, Ege ve Akdeniz’de ABD emri ile gerginlik peşindeler.

Bir yandan, Azerbaycan’dan üs istiyor, Kafkaslarda görev almaya hevesli olduklarını gösteriyorlar.

Bir yandan, “bizi destekleyin, Suriye’yi hemen işgal edelim” diyorlar.

Bir yandan, Ukrayna’da ABD istekleri için çeteci neonazi devletle iş tutalım, bunu yapabiliriz, diyorlar.

Sırada Çin’e karşı operasyon isteğini dile getirmek olacaktır. Tutmazsa, sırada İran’a karşı savaş hazırlıkları devreye sokulacaktır.

Saray Rejimi, ABD tetikçisidir ve paylaşım savaşımında ABD emrinde, ABD’nin istediği ölçüler içinde AB ile işbirliği içinde olacağını ispat etmek zorundadır. Kendi geleceğini burada görüyor.

ABD, AB’yi arkasına alıp, Rusya ve Çin’e karşı savaş planlarını devreye koydukça, TC devleti de, ABD emrinde, AB ile ilişkilerini ayarlıyor. Bunun karşılığında ABD ve AB, Saray Rejimi’ni, “içeride istediğini yapmak”ta özgür bırakıyor. Kürtlere mi saldıracak, işçilere mi, kadın cinayetlerini mi savunacak, dinî uygulamalar mı devreye koyacak bunların hiçbiri görülmeyecek. İşte Saray Rejimi’nin her saldırısında “endişeli” olma huyunu edinmiş AB’den yardım bekleyenler, bu durumu kavramakta zorlanıyorlar. Paylaşım savaşımını görmüyorlar ve “Batı değerleri”ni, İsa’nın kutsal suyu, Muhammed’in zemzemi sanıyorlar.

Washington’da, bir dernek kuruldu, Haziran 2021’in sonunda, yani yeni. Dernek, “The Turkish Democracy Project” ismine sahip ve kurucuları arasında, eski ABD Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton, eski İtalyan dışişleri bakanı vb. var. İşte bizim “Batı değerleri” hayranı “okur-yazar takımı”mız (bundan böyle OYT diye kısaltalım) böylesi adımları, Erdoğan’dan, “tek adam rejimi”nden kurtulmanın anahtarı sayıyorlar. Düşünme yeteneklerini “Batı değerleri”ne endekslediklerinden olmalı, Erdoğan veya “tek adam rejimi” dedikleri şeyin, kimlerin projesi olduğunu unutuyorlar.

Haziran ayının son günlerinde, HDP İzmir İl ofisine, silahlı bir saldırı gerçekleşti ve saldırganlar, içlerinden yakalanması uygun olan kişiyi bırakarak, ortadan kayboldular. Deniz Poyraz öldürüldü ve katliamı hazırlayanlar, Deniz Poyraz’ı “terör yatakçısı” olarak yaftaladılar. Erdoğan ve Bahçeli’nin elleri kanlıdır ve bunu bir kere daha ortaya koydular.

Aynı zamanda, yanılmıyorsam ertesi gün, HDP’nin “açılmamak üzere” kapatılması için dava kabul edildi.

Bu iki olay sonrasında, ilgi çekici açıklamalar oldu ve bunları tartışmak istiyoruz. Belki bu yolla, “direniş yolu”nun ne olduğunu, Saray Rejimi’nin gerçekte ne olduğunu ortaya koyma olanağı olacaktır. Zira, biz ne kadar Saray Rejimi ve Tekelci Polis Devleti’ni anlatırsak anlatalım, bizim “muhalif” burjuva siyaset ile liberal solcularımız ve OYT (okur-yazar takımı), gerçeği görmek, gerçeğe ilişkin hiçbir şey duymak istemiyorlar. Bazı değerlendirmeleri, adresleri üzerinden değil de dedikleri üzerinden tartışmak istiyoruz. Onun için, alıntı yapmamaya özen göstereceğiz. Çünkü bizim derdimiz, aslında belli düşünce tarzını sergilemektir. Bu nedenle, önce tırnak içinde bir düşünceyi ortaya koyacağız ve sonra tartışacağız.

“İktidar, seçim hazırlığı yapmaktadır, bu nedenle HDP’yi kapatmak istemekte, bu işi de Bahçeli dile getirmektedir.”

Bu bir görüştür ve mantıklı da görünmektedir. Ama “seçim” meselesine takılı bir görüştür ve iktidarın yapısını, siyasal rejimi, devletin yapısını es geçmektedir. Saray Rejimi’nin yeni bir seçime gideceği kesin değildir. Buraya takılmak, sanki ülkede “demokrasi” var gibi konuşmak, akıl tutulmasıdır.

Diyelim ki HDP’yi kapattı ve diyelim ki, 451 kişiye siyaset yasağı koydu, bu durumda Kürtler AK Parti’ye veya MHP’ye mi oy verecek?

Oldukça çocukça düşünüş tarzıdır.

Saray Rejimi, Kürt halkına karşı savaşı, ABD koordinasyonu ile yürütmektedir. Türkiye içinden şiddetli saldırı sonucu PKK’nin, ABD ile uzlaşma çizgisine yatacağı beklentisini güçlendirmek, bunu sağlamak içindir. Garê operasyonunu TC devleti, ABD emri ve desteği ile yaptı. Bugün Barzani güçleri Irak’ta PKK’ye karşı savaşın araçları durumundadır. Tüm bu saldırılar, PKK’siz bir Ortadoğu yaratmak içindir. PKK, ABD çizgisine yatarsa, olur da bunu başarırlarsa diye Türkiye tarafında saldırılar artmaktadır.

Bu saldırılar artarken, elbette bir de içeride Barzanici bir güç hazırlamaktadırlar. Bu yeni Barzani partisi, HDP içinde de etkiye sahiptir ve HDP’yi kapatarak, yeni Barzani partisi ile iş görmek istiyorlar.

Yani, mesele basit bir oy hesabı, bir seçim hesabı ile sınırlı değildir. Bunun için 451 kişiye siyaset yasağı koymak istiyorlar.

“HDP kapatma davası açtılar ama aslında AK Parti kapatılmasını istemiyor, partiyi kapatmayacaklar.”

Baştan aşağıya yanlış bir değerlendirmedir. Liberal solun tutumunu yansıtır. Murat Belge, mafyatik ilişkiler ortaya çıkınca, “ben bunu bilmiyordum” diye yeminler ediyor. Belki de Belge, AK Parti’yi, İsa’nın kutsal suyu ile yıkanmış, Muhammed’in Mekkesinden gelen zemzem suyundan içmiş gibi düşünüyor. “Batı değerleri”, işte böyledir, akıl yürütme yeteneklerini kaybettiremediği adamları, tam bir yüzsüz, yüzüne bakılmaz adam hâline getiriyor.

AK Parti, elbette ki bu kapatma davasını istiyor. Saray Rejimi’nde, iyi olan şeyleri Erdoğan’a, kötü olanları Bahçeli’ye yükleyerek devleti aklama girişimi OYT içinde oldukça yaygın bir düşüncedir.

Örneğimiz de hazır. Bahçeli, HDP binasına saldırıp katliam yapan kişinin öldürdüğü Deniz için “terör yatakçısı” diyor, Erdoğan ise “saldırıyı kınıyoruz, bundan sonrakilerini de kınayacağız” diyor. Sizce hangisi daha tehditkâr, hangisi daha faşizan, hangisi daha “katile yakışan”dır? Bizce karar vermesi oldukça zor. Akşener’e saldırı sonrasında Erdoğan, “bu daha iyi günleriniz” diye buyurmuştu. Katile, “adın neydi abiciğim” diye soruyordu polis. Polisin devrimcilere “abiciğim adın ne” dediğini hiç duymadık. Bu “talihsiz bir söz” değil, bu bizzat açıktan sahip çıkmadır. Ve Hrant Dink katledildiğinde de bu resmi biz görmüştük.

Diyelim ki, AK Parti kapatma davasını istemiyor, peki bizim OYT, liberal solcularımız, bunu nasıl anlıyorlar? Mesela Erdoğan bir hamle mi yapıyor? Bahçeli elinde silahla Erdoğan’ı mı tehdit ediyor?

Belki de şöyle düşünmek mümkündür: HDP’nin kapatılması davası, Bahçeli tarafından dillendirilecek ki, bazı liberal solcular, eli kalem tutan OYT, bu konuda AK Parti’nin bir suçu olmadığını yazabilsinler.

“Sakın provokasyona gelmeyin, sakın sokağa çıkmayın, Erdoğan bir bahane arıyor.”

Bu görüş de çok yaygındır.

Erdoğan ya da daha gerçekçi konuşacaksak Saray Rejimi, bir bahane mi arıyor? Ne için? Mesela HDP binasında adam öldürmek için emirler verip itlerini sokağa salmak için mi? Bunu zaten yapıyor. Mesela öğrencileri coplamak için mi? Mesela kadınları yaka paça yerlerde sürüklemek için mi? Mesela “gece müziğini” yasaklamak için mi? Mesela işçi grevlerini ertelemek, yasaklamak için mi? Mesela her gösteriye saldırma şansı elde etmek için mi? Mesela var olan burjuva “yasaları” tanımamak, anayasayı çiğnemek için mi? Hapishaneleri doldurmak, ihaleleri götürmek, savaş naraları atmak, halkın malını yağmalamak için mi? Ne için bahane arıyor?

Biz diyoruz ki, kalın ve bağıran kelimelerle söylüyoruz ki, Kılıçdaroğlu, burjuva muhalefet, Saray Rejimi’nin destekçisidir. Onlara neden “muhalefet yapmıyorsunuz” diye sormak, Saray Rejimi’ne “neden yasalara uymuyorsun” diye sormakla aynıdır. Onların görevleri, bu sistemi ayakta tutma yolları budur.

Bir başka görüş şudur: “Seçimi kazanmak için ülkeyi çatışmaya, bölünmeye, yıkıma sürüklüyorlar.”

Yine aynı “yalvaran ses” var burada. Saray Rejimi’ni bir dirhem anlamamaktır bu. Saray Rejimi, vicdanlarına seslenerek yola getirilecek kadroların rejimi değildir. Elleri kanlıdır ve yağmacılık içindedirler. Roma ordusu, hiçbir yerde bu kadar yağmacı olmamıştır. Osmanlı ordusu acaba bu kadar yağmacı olmuş mudur?

OYT, yalvaran sesle, “seçimi kazanmak için ülkeyi bölme, yıkıma sürükleme” diyor. Oysa yalvaran sesin sahibi, zaten yıkıma sürüklenildiğini, zaten bir iç savaş yaşandığını görmüyor. Görse, belki “biz iç savaşın işçi ve emekçiler cephesindeyiz” demek zorunda kalacak. Bir okur-yazar, en çok işçi sınıfının safında olmaktan korkar. Bu nedenle iç savaşı görmez, görmek istemez.

Kaldı ki, “seçim” konusunda bu kadar “inandırıcı” olmaları da aptalcadır. Hem, iktidarda kalmak için her şeyi yapar, bakın 7 Haziran-1 Kasım arasında yaptıklarını hatırlayın diyeceksiniz, hem de “seçim” garanti diye düşüneceksiniz.

Saray Rejimi çöküş hâlindedir.

Bu çöküş hâli, ancak ABD, efendisi “seçim yap” derse seçim yapar. Doğrusu bu durumda şimdilik ABD’nin umurunda değildir. Dahası, bunu beklemek ahmaklıktır, kendi iradeni yok saymak, ABD iradesi ile çıkış aramaktır. Oysa, kolları sıvayıp, saf tutup, işçi sınıfı ve direnen güçlerin yanında olmak, insanı biraz olsun insan yapar. Haydi, buyurun!

İzmir HDP binasına saldırının ardından, bir hukukçu titizliği ile olayı anlatan Meral Danış Beştaş, şöyle diyor: “Neredeyse katili kucaklayacaklar. Ellerinden gelse kucaklayıp öpecekler.” Aslında, o öfke ile eksik ifade ettiğini, bunu kastetmediğini düşünüyorum. Ama düzeltmek gerekiyor: Neredeyse değil, katili kucaklamışlardır. Katilin sahibi var. Sahibi Saray Rejimi’dir. Sahibi kucaklayıp alnından da öpmüştür. Katil olan sadece tetiği çeken değil, Saray’ın bizzat kendisidir. Dahası var, bu saldırılarda, CHP’nin de, İyi Parti’nin de payı vardır. Çünkü, tüm burjuva muhalefet, Saray Rejimi’nin açık destekçisidir.

Seçim anketleri yapılıyor. Soru şöyle soruluyor: Erdoğan’ın karşısına birisi konularak, hangisine oy verirsiniz? İyi ama, yasal olarak Erdoğan’ın aday olması mümkün değil. Öyle ise, neden Erdoğan diye soruluyor?

Erdoğan, nasıl olsa bir yolunu bulur ve aday olur denmek isteniyor. Öyle ise, seçim diye bir şey niye soruyorsunuz? Mademki yolunu bulup aday olur, o hâlde yolunu bulur ve seçilir demelisiniz. Oysa seçim, çoktan ortadan kaldırılmıştır. Muharrem İnce kolpacılığı yetmedi mi? Belediye başkanlarının kayyumla atanması süreci yetmedi mi? Anayasayı ayaklar altına almaları yetmedi mi? Öyle ise neden “seçim” vaatleri sürmektedir? “Ülkemizde demokrasi var ve sandıkta hükümet devrilecek.” Hoş bir yalan ve artık inandırıcı değil. CHP, en çok halkın isyanından, işçi ve emekçilerin Saray Rejimi’ni devirmek üzere sokaklara dökülmesinden korkuyor. Erdoğan bin korkuyorsa, CHP binbir korkuyor. Onun için halkı korkutup, elini kolunu bağlayıp, seçim vadediyor. Bu arada ise ABD ve AB ile görüşüp, “rejimin devamı için Erdoğan insin, o artık sizin işinize de yaramaz” diye efendilere yalvarıyor.

Bu ülkede, burjuva iktidarı, halk seçimle seçmez. Bunu en iyi onlar bilir. Onları önce Washington seçer, sonra sandıkta onaylatır. Onun için CHP, efendilere yalvarıyor.

Burjuva muhalefet, Saray’ın vicdanına, aklına sesleniyor: Bak ülke elden gidecek, diyor. Oysa Saray Rejimi’nin aklı, açık ve nettir, içeride ve dışarıda savaş emrini almışlardır. Vicdan meselesine gelince, sadece İkizdere’ye bakın yeter, sadece kadın cinayetlerine bakın yeter, sadece çocuk tecavüzlerine bakın yeter, sadece hapishanelere bakın yeter, sadece yağmaya bakın yeter, sadece Peker’in açıklamalarına bakın yeter. Ama görmek istemeyen gözden körü, anlamak istemeyen kalpten acımasızı, duymak istemeyen kulaktan sağırı yoktur.

Mesele açık ve nettir.

Bu ülkenin iki direniş odağı vardır, Kürt halkı ve Gezi ruhu. Kürt halkı örgütlüdür, daha örgütlüdür. Gezi ruhu, henüz işçi sınıfı içinde, gençlikte, kadınlarda mayalanmaktadır.

Bu ülkede, Saray’ın zulmüne karşı direnen, bu ülkede yağmaya, talana, ranta, savaş ekonomisine, katliamlara karşı gelişen bir direniş vardır. Evet, daha bu direnişin epeyce yol alması gerekir. Ama bazan, uzak mesafeler yakın olur, bazan zaman hızlı akar. Bu uzak gibi görünen çıkış yolu, direniş yoludur. En azından başka bir gerçekçi, başka bir doğru çıkış yolu yoktur. İşçi sınıfı ve emekçilerin iktidar yürüyüşü, devrim dışında çıkış yoktur.

Bir kere bu yolda mücadeleye niyetlenen oldu mu, onun görüş ufku genişlemekte, aklı açılmaktadır. Mücadele ederken ayaklarını, ellerini kullanan herkesin aklı da açılacaktır. İşte o zaman, bu çıkış yolu, bu direniş yolu, o kadar uzak olmaktan çıkacaktır.

Saray Rejimi’nden “beklentiler” ile, “demokrasi” nutukları atarak, ancak ve ancak halk oyalanabilir. Karşı cephe, Saray cephesi, son derece açık ve net bir tutum içindedir. İşlevi olmayan bir parlamentoyu, sanki işlevi varmış gibi övmek boşunadır, dahası aldatıcıdır. Varsa CHP ve İyi Parti’de onurlu burjuvalar, onların yapacağı ilk şey parlamentodan çekilmektir. Saray Rejimi’ne destek vermekten ayrılmanın yolu budur. İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, bu soruyu sormalıdırlar. Bu soruyu yanıtlamışlardır ve çekilmeyeceklerdir. Öyle ise, artık seçimler, parlamento vb. üzerinden “demokrasi” davetleri yapmak işe yarar değildir.

Direniş yolu, işçi sınıfının safında yer almaktan geçiyor.

Direniş yolu, işçi sınıfının küçümsenmesinden geçmiyor.

Direniş yolu, kadınların, gençlerin mücadelesine katılmaktan geçiyor.

Direniş, kendi akışı içinde, adım adım büyümektedir, büyüyecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz