Saldırılar karşısında savunmayı savunmak – Seher Eriş / Mehmet Eroldu

Son 4-5 ay tüm toplumla birlikte özellikle avukatlar için oldukça sıra dışı ve hareketli geçti. Öncelikle yazın ilk günleri ile gündeme gelen “çoklu baro” yasa tasarısı, avukatlar ile başlayan ve Saray Rejimi’nin kendine tehdit olarak gördüğü tüm meslek örgütlerine yönelecek yeni bir saldırı dalgasının habercisi oldu. Nitekim ilerleyen zamanda TTB’yi kapatma çağrıları ve TMMOB yasasında planlanan değişikliklerle hiç vakit kaybetmediklerini de gözler önüne serdiler.

Bu süreç içerisinde TBB Başkanı Metin Feyzioğlu açıktan Saray’ın yanında tutum alırken, barolar arasında da gözle görülür bir yaklaşım farkı açığa çıktı. Bu yaklaşım farklılığı özellikle çoklu baro yasasına karşı ve baro genel kurullarının hukuka aykırı bir şekilde iptal edildiği süreçte gerçekleşen eylemlerde somut bir şekilde hissedildi. Çoklu baro eylemlerinde barolardan ve hukuk örgütlerinden bütünlüklü bir mücadele ortaya çıkamamış olsa da gerçekleşen eylemlerin daha örgütlü ve sürdürülen mücadelenin daha bütünlüklü olması gerekliliği ihtiyaç olarak hissedildi.

Avukatlar olarak bizlerin, özellikle mesleğimizi icra etmeye yönelik saldırıları göğüsleyebilecek, direngen tutum alabilecek meslek örgütlerine sahip olması önümüzdeki dönem için büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda baroların da yaşananları iyi analiz ederek geri tutum aldıkları süreçlerde nerede ve hangi biçimde yer alacaklarına karar vermeleri önemli. Zira tam da avukatlara dönük saldırıların yoğun bir şekilde yaşandığı bu süreçlerde, baroların teslim olmak ya da mücadele etmek yollarından birini tercih etmesi gerekiyor.

Mücadele etme iradesini çekingen bir şekilde gösteren bir kısım baro, avukatların eylemlerini kontrol altında tutmak istercesine, yer yer avukatların önünü kesmeye dönük hamlelerde bulunmuştur. İstanbul Barosu’nun çoklu baro yasasına karşı Ankara’da gerçekleşecek merkezî eylem için İstanbul’dan kaldırılacak otobüsleri son anda iptal etmesi veya baro genel kurullarının iptal edilmesine karşı sadece yazılı açıklamalar yaparak avukatların eylemine destek vermemesi mücadele konusunda çekingenliğini göstermiştir.

Bir an için avukatlar olarak kendimizi yaşanan tüm bu saldırıların, olan bitenin dışına koyar ve özellikle bazı baroların yaptığı “muhalefeti” düşünürsek; avukatları dışlayan eylemliliklerin, özellikle kitleselleşmemesi için uğraşılan yürüyüşlerin yahut “uslu çocuk” algısını bozmamak için kelimesi kelimesine dikkat edilen açıklamaların ne denli zımni destek anlamına geldiğini kolayca kavrayabiliriz. Buna rağmen azımsanamayacak bir avukat kitlesi barolardan mücadeleye dair gerçek bir irade göstermesini bekledi desek yanlış olmaz. Beklentinin açığa çıkışını hem illerde gerçekleşen basın açıklamaları hem de çoklu baro eylemleri sürecinde Ankara’da yapılan merkezî eylemlilikler üzerinden tartışmak mümkün. Başta İstanbul Barosu olmak üzere tüm barolar dik durdukları takdirde yanlarında bir avukat ordusunun mücadele etmeye gönüllü olduklarını görecektir.

İzmir Barosu gibi bazı barolar ise saldırı dalgasında iyi bir tutum almış özellikle çoklu baro yasasına karşı eylemlerde belirgin bir şekilde yer almış, barosuna bağlı avukatlarla beraber eylemleri sürdürme irade ve cüreti göstermiştir.

“Çoklu baro” tasarısının kanunlaşmasının ardından bir başka kırılma noktası ise baro genel kurul ve seçimlerinin genelge marifetiyle engellenmesi oldu. Mevcut baro yönetimlerinden bir kısmı yine göstermelik tepkilerle sadece yazılı “kınamalar” ve idarî yargı başvurularıyla süreci ne yazık ki geçiştirmeyi tercih etti. İdarî yargıdan bir netice alınamayacağının aşikâr olması bir yana böyle tutum alan barolar nezdinde; iktidarın saldırısı karşısında çoklu baro sürecinde olduğu gibi örtülü destekte bulunma durumu meydana gelmiş oldu. Aralık ayı başında ise kimi barolar bu zımni desteği açığa çevirerek ikinci ertelemeyi kendiliğinden talep etti.

Bazı barolar ise bu hukuka aykırılıklar karşısında “yasaklarınıza rağmen avukatlarla kongre merkezlerinde olacağız, genel kurulumuzu yapacağız!” diyerek sesini yükseltti.

Baro olarak bu sürecin dışında kalındığı İstanbul’da, hukuk örgütleri ve seçim grupları ilk erteleme kararına karşı genel kurul yapmaya yönelik birlikte açıklamalar gerçekleştirdi. Gelinen noktada oluşturulan beraberliğin yetersiz ve kimi yerlerde temsilî düzeyde kalmış olduğu söylense de bu durum -İstanbul Barosuna olan eleştirilerimiz saklı kalmak kaydıyla- hukuk kurumlarının ortak hareket etmek yönünde önemli bir adımı olarak ele alınmalıdır. Ancak görüldüğü üzere saldırılar karşısında parçalı şekilde ilerleyen bir mücadele pratiğine tanık olduk.

Geçtiğimiz günlerde, “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklif” ismiyle duyurulan ancak karşılığı avukatlık faaliyetini ve temel hak ve özgürlükleri kısıtlama beyannamesi olarak pratiğe yansıyacak bir teklifle karşı karşıya kaldık.

Avukatlara, mesleğini ifa ederken; izleme, tanıma, şüpheli işlem bildirimi, şüpheli para muhafazası gibi yükümlülükler yükleyen bu düzenleme; avukatın muhbir hâline getirilmek istenmesinin ifadesidir. Bizleri, yapmış olduğumuz işlemler hakkında bilgi ve belge verme, şüpheli işlem ibrazı, muhafaza yükümlülüğü gibi fiillerle yükümlü kılan, avukatlık mesleğinin özüne ve ruhuna açıkça aykırı olarak sır saklama yükümlülüğünü yok eden söz konusu kanun teklifi saldırıların sürekli ve şiddetli bir şekilde yaşanacağının somut örneğidir.

Söz konusu düzenleme salt avukatlık mesleğinin değil bir bütün olarak işçi, ekoloji, kadın, çocuk, LGBTİ+ ve insan hakları konusunda faaliyet yürüten dernekler ve demokratik kitle örgütlerini hareket edemeyecek hâle getirmeyi hedeflemektedir. Zira derneklere kayyum atanması ve faaliyetlerinin İçişleri Bakanı kararıyla geçici olarak durdurulması da söz konusu teklifte yer almaktadır. Bu düzenlemenin bu kadarla sınırlı kalmayacağı, TTB ve TMMOB gibi meslek örgütleri, baro ve sendikaları da kapsayacağı aşikâr.

Bir yandan bu süreçler yaşanırken bir yandan da pandemi ve ekonomik kriz daha da yakıcı bir şekilde hissedilir oldu. Özellikle genç ve işçi avukatlar zorlaşan şartlara bağlı olarak krizin ve pandeminin sonuçlarını daha da yakıcı bir biçimde hissetmektedirler. Asgarî ücrete veya biraz üstünde bir ücrete çalışan işçi avukatlar ile kıt kanaat ay sonunu getirmeye uğraşan kendi işini yapan avukatlar hem (belki de şu an şehirlerin en kalabalık kapalı alanları olan) adliyelerde virüsle burun buruna çalışırken hem de büyük bir ekonomik sıkıntı ve belirsizlik içerisinde yaşamlarını idame ettirmeye çabalıyorlar. Avukatların kendi meslekî sorunları için pek çok baro bırakın mücadele etmeyi bu sorunlara gözlerini yummuş bir vaziyette neredeyse söz bile üretmiyor, yaşanılan sorunların gerçekliğinden uzak açıklamalarla kendini ortaya koymaya çabalıyorlar. Oysa avukatlık mesleğini icra ederken karşılaşılan sorunların ve mesleğe dönük saldırıların mücadeleye esas alınması ve ortak mücadele hattı geliştirmek acil bir ihtiyaç olarak düşünülmelidir.

Mevcut tablonun ortaya koyduğu durum, avukatlar açısından büyük bir sıkışmanın yaşandığıdır. Lakin sıkışmanın sadece avukatlara özgü olduğunu düşünürsek yanılmış oluruz. Her gün tanık olduğumuz ve hissettiğimiz haksızlıklara, adaletsizliğe, açlığa ve yoksulluğa karşı toplumun farklı farklı dinamikleri üzerinden mücadele alanları gelişmektedir. Özellikle işçi ve genç avukatlar hem mesleklerine dönük saldırılar hem de mesleğin icrasından kaynaklı sorunlar çerçevesinde bir arayış içindedirler. Görüyoruz ki mücadelenin gelişme kanalları bazı zamanlar ne yazık ki mevcut baro yönetimlerince tıkanmış hâldedir. Saray Rejimi ile belli başlı barolar arasında yaratılmış sahte bir karşıtlık söz konusudur. Fakat bu karşıtlığın tek işlevi avukatların saldırılara ve sorunlara karşı rahatsızlığını eylemsiz ve istikrarsız kılmaktır. Yine de buna rağmen mücadele etmek isteyen, ikinci bir yol arayan avukat ve baroların sayısı azımsanamaz.

Bugün, kendisini gerçekten avukatların örgütü olarak niteleyen ve mesleğine sahip çıkmayı arzulayan tüm baro ve avukatların önünde bir yol ayrımı durmaktadır. Eminiz ki Saray Rejimi’nin başlattığı saldırı henüz “buz dağının” sadece görünen yüzüdür. Biliyoruz ki ne zaman ağızlarını “hukuk reformu” diye açsalar daha fazla hukuksuzluk karşımıza çıkacaktır. Önümüzdeki yol ayrımı ya bütün bu zorluklar karşısında dağılmak ve Saray’ın istediği avukatlardan olmak ya da mesleğimize sahip çıkan, bizimle beraber hukuksuzluğu, adaletsizliği yaşayan tüm kesimlerin mücadelesine ortak olan bir örgütlülüğü yakalamaktır. Yaklaşan baro seçimleri bu örgütlülüğün adımlarını atmak için bir fırsat olarak önümüzde durmaktadır. Mücadeleyi ileri taşımak isteyen tüm kişi ve kurumlar için elini taşın altına koyma vakti gelmiştir. Toplumsal ve meslekî sorunları kendine esas alan bir birliktelik, mesleğe yönelen saldırıları göğüsleyebileceği gibi baro seçimlerini kazanmaya da aday olacaktır. Önümüzde avukatlar için olduğu kadar barolar ve toplumun bütünü için de çetin günler durmaktadır. Bu bağlamda bizlerin örgütlülüğü ve kararlılığı şüphesiz mesleğimizin kaderinde belirleyici, toplum için etkileyici olacaktır.