Rabia Naz | Öldürüyorlar, karartıyorlar, sonra da suçluyorlar

Rabia Naz Vatan, 11 yaşındaydı. Nisan 2018’de ağır yaralı olarak bulunan küçük kız kurtarılamadı. Küçük kızın intihar ettiği söylendi. Ama iş hiç de intihara uyar nitelikte değildi. Babası, Şaban Vatan, ısrarla kızının öldürüldüğünü söylemeye başladı. İş bu kadarla kalmadı. Belki, Saray medyası, bu kadar işi örtmeye çalışması idi, belki AK Partili Canikli, olayı örtmek için bu kadar baskı yapmasaydı, belki Coşkun Sabuncu ile Nurettin Canikli arasında bazı bağlantılar olmamış olsa idi, baba Şaban Vatan’ın feryatları, bu kadar da etkili olmayabilirdi.

İş geldi, Kasım 2019 başında, dava için bir meclis komisyonu kurulmasına dayandı. Ve komisyonu, faaliyetlerini izleyen gazeteci Canan Coşkun ve belgeselci Kazım Kızıl, Şaban Vatan ile birlikte gözaltına alındılar.

İşte böyle işliyor süreç.

Suç işliyorlar.

Sonra, bizzat etkili yetkili kişiler araya giriyor. Hukuk, her zaman olduğu gibi ayaklar altına alınıyor. Bunun için, büyük bir yalan kampanyası yürütülüyor. Büyük bir karartma devreye sokuluyor. Yalanlar öyle bir boyut alıyor ki, insan, insan olduğundan utanır hâle geliyor. Tüm bunlara rağmen, işler istedikleri gibi gitmeyince, hemen devreye rüşvet, baskı, şiddet, korkutma, yıldırma giriyor. Burada da böyle oldu. Korkunç bir yalan ve karatma kampanyası yürüttüler. İnsan, bu kampanyalara bakınca, 11 yaşında bir çocuğun ölümünden daha ağır bir insanlık durumunun ortaya çıktığını görebiliyor.

Acaba, 11 yaşında bir çocuğu öldürenler mi daha fazla suçludur, acaba bu katilleri gizlemek için rüşvet, baskı, yalan vb. yollara başvuranlar mı daha canidir? Yoksa tüm bunlara karşı suskunluk içinde, sessizce duran yetkililer mi daha canidir? Kaç katlı bir suç pastasıdır bu? Bu pastayı kimler için hazırlıyorlar?

Tüm bunlar ne anlama gelir? Bir toplum, böylesi cinayetlerin yaşandığı bir ortamda, ne ölçüde sağlıklı, ne ölçüde insanî değerlere bağlı olabilir?

İş cinayetlerini ele alın. Mesela Torunlar inşaatta ölenleri. Mesela Üçüncü Havalimanının inşaatında ölenleri ele alın. Mesela 301 madencinin Soma’da ölümünü düşünün.

Mesela kadın cinayetlerini ele alın. Hangisini sayalım bilmiyoruz, hepsini tek tek saymak da mümkün değil.

Mesela, siyanür içerek ölüme yatan aileleri düşünün.

Saymakla biter mi bilmiyoruz.

İşte Rabia Naz olayı da bunlardan biridir.

Acaba, daha kaç “üst düzey” kişinin akrabalarının işlediği cinayetler, daha kaç devlet “büyüğünün” işlediği suçlar, daha hangi yetkilinin kirli işleri, böylesi karartma politikaları ile, böylesi yalanlarla örtbas edilmiştir?

İşte bu nedenledir, bu hep böyle sürer. Cumhurbaşkanı, bir kadını ezen oğlunu “adalet”e teslim edecek değil ya. Bir Canikli, Rabia Naz’ı öldüren akrabasını “adalet”in kollarına bırakacak değil ya.

İşte işler böyle yürüyor.

“Adalet” burjuva sistemde, tam olarak budur.

Kendini yakan bir emekli, şöyle diyordu: “Beni bu adalet bu hâle getirdi.”

Son derece doğrudur. Sistem dediğimiz şey işte bu “adalet” anlayışı ve uygulamasında ortaya çıkmaktadır. Saray, her şeye sahiptir ve Saraylılar, istedikleri her suçu işleyebilirler.

Bu ülkede, herkes için geçerli, ortak kanunlar yoktur. Bunun olmadığını, bugünkü Saray Rejimi, son derece açık, son derece cüretkâr, utanmaz bir biçimde ortaya koymaktadır. Bayağılaşmış bir yönetenler sınıfı, alçaklıkta sınır tanımıyor, yalanda sınır tanımıyor, karartma politikalarında sınır tanımıyor, çalmakta, soymakta sınır tanımıyor. Çünkü, suçları dağları aşmıştır.

İşte bu nedenle, o emekli, kendini yakma durumuna gelen o emekli, gerçeği, ağır bir biçimde dile getirmiştir: “beni bu adalet bu hâle getirdi.”

11 yaşında bir kız çocuğu öldürüldüğünde, babası, katilini bulmak için yalvar yakar ne yaparsa bir yol bulamıyorsa, basına “ben de AK Partiliyim” diyerek, muhalif olmadığını söylemek zorunda kalıyorsa, bu ülkede herkes için geçerli ortak kanunlar var diyebilir miyiz?

Berkin Elvan’ın annesini yuhalatan anlayış bu ülkede iktidardadır. Bir anneyi, evladı ölmüş birini yuhalamak, açık olarak o aileye, o anneye karşı “savaş” ilan etmektir.

Bugün, Şaban Vatan, açıkça devletin savaş açtığı bir vatandaştır.

Cumhurbaşkanı, Saray erkanı, Canikli ve arkasındakiler, Türk yargısı, “vatan söz konusu olunca gerisi teferruattır” diye kükreyen Barolar Birliği Başkanı, AK Parti örgütü, İçişleri Bakanı, polis güçleri, kolluk kuvvetleri, Saray medyası, kısacası, tüm bir devlet aygıtı, açık ve net olarak, bu cinayetin aydınlatılmasını, kızının katillerinin bulunmasını isteyen Şaban Vatan’a savaş ilan etmiştir. Şaban Vatan, “vatan hainliği” suçunu işlemektedir. Nasıl mı, kızının katilinin bulunmasını isteyerek, bu olayın kapatılmasına gözyummayı reddederek.

Canikli, hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, Şaban Vatan’ın “akıl hastanesine yatırılması” için başvuruda bulunmuştur.

Giresun ili, Eynesil ilçesi, eğer bir varlığı varsa, eğer bir tarihi varsa, eğer insanların yaşadığı bir yer ise, ayağa kalkmak zorundadır.

Bir çocuğun katilini korumak için, bunca uğraş niyedir?

Yoksa Canikli, bizzat kendisinin bildiği başka cinayetleri de açıklama niyetinde midir? Yoksa Canikli’nin emsal olay olarak gösterecekleri mi vardır?

Hatırlar mısınız acaba, Nadira Kadirova adlı bir bakıcı kadın, bir milletvekilinin evinde, o milletvekiline ait bir silâhla “intihar” etti diye haberler çıktı. Sizce sahiden intihar mı etti? Yoksa, yine, tıpkı Rabia Naz olayında olduğu gibi, başka kanunlar, başka bir hukuk mu uygulanmaktadır?

Rabia Naz’ın babası soruyor: “Siz insan değil misiniz?”

Şaban Vatan soruyor: “Bu günah değil mi?”

Aslında sorular bile, Şaban Vatan’ın yıldırılması için yürütülen kampanyanın etkilerini göstermektedir.

Şaban Vatan, AK Parti’ye oy vermemiş olsa, kızının öldürülmesi “helâl” mi oluyor? Şaban Vatan’ın kızının öldürülmesi karşısında karartma kampanyası yürütenler, “günah” deyince mi korkacaklar?

Eğer işçi iseniz, eğer emekçi iseniz, yani bu ülkede yaşayan insanların %90’ından biri iseniz, sizin için hukuk yoktur, sizin için kanunlar geçerli değildir, siz ister mağdur olun, ister fail, her durumda suçlusunuz. Siz nefes alamazsınız, nefes almanız Saray Rejimi’nin “iznine” tabidir.

Evet, gazeteciler ve Şaban Vatan serbest bırakıldı.

Henüz Şaban Vatan bir terör örgütü üyeliğinden yargılanmıyor.

Ama biliyoruz ki, bu da an meselesidir.

Şaban Vatan, olur da terör suçundan yargılanmazsa, olur da bir sonuç alırsa dahi, onun gibiler, işçiler-emekçiler, yoksullar, arkası kuvvetli olmayanlar, “allahın seçilmiş kulları” sınıfına girmemiş olanlar, mutlaka bir gün, “terörist” olarak suçlanacaktır.

Saray Rejimi tam da budur.

Burjuva egemenliği, artık kendi yasalarını, kendi anayasasını, kendi günlük kurallarını dahi, istediklerini yapmanın önünde engel olarak görmektedir.

Suriye’de işgalci olanlar, katliamlar yapanlar, her gün savaş borazanları çalanlar elbette Rabia Naz gibi olaylarda, ister bilerek suç işlemiş olsunlar, ister kazara, kendilerini ayrıcalıklı göreceklerdir. Böyle yapıyorlar.

Onlar efendiler sınıfına aittir. Onlar, dokunulmaz olduklarını ilan edenlerdir. Bu dünya, bu hayat onlar için tanrı tarafından düzenlenmiştir. Tüm haklar onlara aittir. Ve onların dışındakiler, sömürülerek, soyularak, tecavüze uğrayarak, ölerek vb. onlara hizmet etmekle görevlidirler.

Onlarınki cennettir.

Onların cenneti, bizim cehennemimiz üzerine kuruludur.

Bizim, milyonlarca insanın, işçinin, emekçinin, yoksulun hayatını cehenneme çeviren şey, onları cennetleridir.

Onlara her şey “helâl”dir, halka ise yaşamak “haram”.

Onlara, her şey serbesttir, halka ise hak aramak, nefes almak, konuşmak “yasak”.

Rabi Naz onlara göre “bir kurban”dır.

Onun ardından adalet arayan baba, anne ise bir suçlu olmalıdır. Öyle ya onlar, “allahtan gelen ölüme” isyan etmektedirler. Onlar mutlaka birer suçlu olmalıdırlar.

Madenci 301 kişinin nasıl ki fıtratlarında ölüm var. Rabia Naz’ların da kaderleridir ölüm. İşte burjuva hukukun Saray Rejimi eli ile aldığı biçim budur.

Her olay, yaşayan her canlı, hakkını arayan her insan, düşünen her vatandaş, onurlu her kişi, onların iktidarı için bir tehdittir.

Saray Rejimi, gerçeklerden korkmaktadır.

Rabia Naz’ın ölüsü, onları korkutmakta, Saray Rejimi’nin geleceğini sarsmakta, bir tehdit oluşturmaktadır.

Gerçekten korkuyorlar.

Yalandan ve karanlıktan besleniyorlar.

Gelecekleri, karanlık üzerine kuruludur.

İşte bu nedenle “adalet”leri budur.

Rabia Naz ilk değildir, son olmayacağı da açık. Ufacık bir çocuğun katilini bile gizlemek için bunca uğraş veren tüm devlet mekanizması, polisi, savcısı, basını, devleti yönetenleri ile, aslında kendi geleceklerini garanti altına almak ve tüm toplumu sürekli karanlıkta tutmak için uğraşmaktadır.

Saray Rejimi, yalan, kan, rant, savaş ve katliam politikaları üzerinde yükselmektedir.

Derler ki “yel eken fırtına biçer.”

Kan, gözyaşı, acılar, sömürü ve açlık içinde, ölümler arasında yükselmekte olan halkın öfkesi, onları boğacaktır.

Biz de biliyoruz, onlar da:

Biz halkız, onlar bir avuç despot.

Biz Geziciyiz, onlar gidici.