Paylaşım savaşımı ve Kürt Devrimi üzerine

Ama bu arada, aynı anda, 10 yılı aşkın bir süredir, Ortadoğu da içinde, dünyanın yeniden paylaşımı savaşımı yürüyor. Ve bu paylaşım savaşımı, Suriye savaşı ile birlikte bir yeni evreye doğru evriliyor. Dünyanın paylaşımı savaşımında Suriye savaşı bir yeni evredir. Bu yeni evre, Ortadoğu’nun paylaşılması söz konusu olduğunda daha da belirgin hâle gelmiştir.
Ve bu paylaşım savaşımı öncesinde başlayan Kürt Devrimi, bu paylaşım savaşımı sürecinden de etkilenerek, kendi yoluna devam ediyor.
Bu üçlü süreci bir anda biraraya getiren kritik gelişme, Barzani’nin, Erdoğan’ın daveti ile, Türkiye ziyareti oldu. Barzani’nin ziyareti, bir yandan, “çobanlık” referandumu ile ilgilidir, bir yandan Kürt Devrimi’nin bugünü ile ilgilidir, bir yandan da Ortadoğu’nun paylaşılması savaşımı ile ilgilidir. Bunları biraraya getirmeden, bu ziyaretlerin derinliğini anlamak zor olur.
Kürt Devrimi’nden başlamalıyız.
Kürt Devrimi, 1980’lerden bu yana, PKK önderliğinde, bir yandan sömürgecilere karşı bir mücadele yürütürken, diğer yandan da, Kürt toplumunu dönüştürüyor. Zaten doğal olanı da budur. Her devrim, egemenleri alaşağı etme mücadelesi olduğu kadar, yeni insan yaratma mücadelesidir de. Kürt Devrimi’ni anlamak için, onunla birlikte gelişen kültür ve sanata, Kürt kadınlarındaki değişime vb. bakmak yeterli olur. Kürdistan’ın Türkiye parçasında, Kürt Devrimi, feodalitenin kalıntılarını parçalayarak gelişiyor.
Elbette, aynı zamanda, 4 parçadaki Kürt uyanışının gelişimine de tanıklık etmekteyiz. Bu da doğal olandır.
Bizim düşüncemize göre, 1992 yılında, Kürt sorunu “dar anlamda” çözülmüştür. Biz bunu o yıllarda da yazdık ve hâlen aynı görüşteyiz. “Dar anlamda” çözülmüştür ne demek? Ulusal kimlik, ulusal uyanış anlamında çözülmüştür. O tarihte de söylediğimiz gibi, artık Kürt halkının, Kürt dilinin vb. asimilasyonu mümkün değildir. Bir uyanış gerçekleşmiştir, bir bilinç ortaya çıkmıştır. Ama bu “çözüm”, 4 parçalı bir sömürge olması, dünyanın içinden geçtiği konjonktür, dünyanın yeniden paylaşımı savaşımı vb. nedenlerle, bir “ulus-devlet” şekline bürünmemiştir.
Bu tespit, sorunun, ulusal bilinçlenme anlamında çözüldüğü tespiti yapıldı mı, hemen karşımıza iki yol çıkmaktadır. Birincisi, mücadeleye katılmak zorunda kalan, Kürt orta sınıfları ve Kürt aşiretlerinin nihaî hedefi olan, nasıl olursa olsun bir Kürt ulusal devleti kurulmasına razı olmak ya da mücadeleyi daha ileri taşıyarak, sosyalist bir yönetimin, belki bölge devriminin de bileşeni olacak bir sosyalizmin gelişimine yönelmek.
O tarihlerden bugüne, bu iki yönelimi de görüyoruz. Barzani yönetimi, uluslararası sermayeye bağlı, bölgede süren paylaşım savaşının bir aracı olmayı da kabul ederek, Kürtlerin kendi egemenliği altında, yeni tarzda bir sömürge olmasını istiyor. Onların ufku budur. Hem aşiret ufku ile, hem burjuva perspektifle, hem de uluslararası sermayenin istekleri ile uyumludur.
İkinci çizgi, devrim çizgisidir. Ne olursa olsun bir “ulus-devlet”e razı olmak değil, özgür ve sosyalist bir Kürdistan hayal eden çizgidir.
IŞİD’in saldırılarını hatırlayalım. IŞİD, Şengal’e saldırırken, Barzani-Türkiye-ABD yönetimleri, oradaki Kürtlere, Ezidilere, tüm halklara, özetle “bize biat edin sizi kurtaralım” demeye getiriyorlardı. Barzani yönetimi, katliamların ilk günlerinde elini bile kıpırdatmadı. Ne zaman ki PKK hareket etmeye başladı, müdahaleye başladı, ondan sonra, geri kalmamak için Barzani güçleri de isteksizce devreye girdi.
Bugün, Barzani yönetimi, kendi bölgesinde, Kürdistan’ın Irak parçasında, yasadışı bir tarzda yönetimini sürdürmektedir. Görev süresi bittiği hâlde, orada durmaktadır ve demokratik seçimlerin yapılmasını engellemektedir. Bu konuda, TC den, Almanya’dan, İsrail’den, ABD’den, Fransa’dan, İngiltere’den yardımlar almaktadır. Durum, Barzani için hiç de iç açıcı değildir. Erdoğan, Barzani’yi çok iyi anlamaktadır. Çünkü 7 Haziran’dan sonra kendisi ne yaptı ise, Barzani de onu yapmaktadır. PKK ve diğer Kürt grupların, Kürtler arasında çatışmayı önleme politikası, Barzani’yi artık çok rahatsız etmektedir. Barzani, TC devleti ile birlikte, Erdoğan’ın “çobanlık” macerasına uygun olacak tarzda, Şengal bölgesine, Kandil bölgesine saldırı hazırlığındadır.
Kürt hareketi içinde bu iki çizgi nettir. Elbette bu iki çizginin arasında birçok oluşum vardır. Ama eninde sonunda bu iki çizgi kalıcıdır. Bunlardan biri, Kürdistan’ı yeni tarzda, yeniden bir sömürge olarak örgütleme hevesindedir. Bunun yolu, emperyalizm ile, bölgedeki güçler ile işbirliği yapmalarıdır. Bu yol, Barzani yoludur. Paylaşım savaşımına son derece bağlı ve Kürt halkını yeniden köle yapma yoludur. İkinci yol, zor ve uzun bir yol olsa da, özgürleşme ve sosyalizm yoludur. Kürt işçilerinin, emekçilerinin, köylülerinin kurtuluş yoludur.
Son yıllarda ise, FETÖ ve AK Parti işbirliği ile, devlete bağlı, İslamcı bir kontra örgütlenme, özellikle Türkiye Kürdistanı’nda yeniden kotarılmak istenmektedir. Bunun öncesi olduğu için, “yeniden” diyoruz. SADAT AŞ’nin ana faaliyet alanı, bu doğrultuda Kürt şehirleri olmuştur. Saray, Kürt halkında derinliği olan tarikatları kullanarak, tüm ticareti eline almaya çalışmakta, buna uygun da bir yarı mafya, yarı kontra çeteler organize etmektedir. Ama eninde sonunda bu gerici yapılanma, Kürt toplumu içinde Barzani yolunun bir versiyonu olur.
ABD-İngiltere-İsrail-Türkiye-Katar-Suudi Arabistan, elbette başka güçleri de yanına alarak, tüm Suriye ve Irak sahasını IŞİD’in at oynatma sahası hâline getirdiler. Ama beklemedikleri iki şey oldu; ilki, Suriye rejiminin Rusya’nın desteği ile direnmesi. Rusya ve Çin’in, Libya’da olduğu gibi seyirci olmayı sürdürmemesi. İkincisi ise, Rojava bölgesinde, Kobanê’de Kürtlerin geliştirdiği direniş. Suriye Kürtlerinin geliştirdiği mücadele, IŞİD’i kendi bölgelerinden temizlenmelerinin ardından, ABD gibi güçlerin de dikkatini çekti. Ama aynı ABD’nin, başlangıçta Barzani denetiminde bir bölge arzu ettiğini unutmamak gerekir.
Elbette, Kürt Devrimi, kendi çizgisini, dünya devriminin bir parçası, bölgede özgürleşme ve ortakçı toplum, sosyalizm mücadelesinin bir kaldıracı olma çizgisini sürdürdüğü sürece, emperyalist güçlerin ve onların bölgedeki tetikçilerinin planlarını bozabilir. Ve elbette bu çizgi sürdüğü sürece, çok çeşitli saldırılara da maruz kalmaktadır, kalacaktır.
Halep’in IŞİD ve benzeri çetelerden kurtarılması, Suriye savaşının bir yeni aşamasıdır. Halep sonrasında, El Nusra, Türkiye’nin kendilerini sattığını iddia etmiş, öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan ve çeteleri tarafından zar zor ikna edilmişlerdir.
Erdoğan yönetiminde TC devleti, bir yandan içeride “çobanlık” sistemine destek olacak tarzda bir Suriye işgali politikasını sürdürüyor, yazboz tahtasına dönen, iflas etmiş olan dış politikalarını “zafer” olarak göstermeye çalışıyor, diğer yandan ise, ABD’ye, kendilerine ihtiyacı olduğunu, iş görebileceklerini vb. göstermeye çalışıyor. Erdoğan yönetiminde TC devletinin IŞİD diye bir sorunu yoktur, Suriye’nin dağılması için mücadele eden TC devleti, şimdi Kürtlerin imhasına gözünü dikmiştir. TC devleti, Kürt varlığını en büyük tehdit olarak gören bir politika etrafında, eski ve yeni Ergenekon kadrolarını biraraya getirmektedir. Eski Ergenekon kadroları, “önce Kürtleri hâlledelim, sonra laikliğe bakarız” derken, Erdoğan, önce “Kürtleri hâlledelim sonra Ergenekon kadrolarını hâlletmek kolay” demektedir. Bahçeli’nin, Erdoğan mı, Perinçek mi, sorusunun arkasında, Ergenekon kadrolarının Erdoğan’ı teslim aldığı düşüncesi vardır. Perinçek, Erdoğan’ı desteklemek, Perinçek’i desteklemektir, derken, bu gerçeği ifade etmektedir.
Demek oluyor ki, Suriye işgali politikası, ülkenin iç politikasının önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bu da Pakistanlaşma denilen sürecin kendisidir.
Sincar ve Kandil’e operasyon planları, bu gerçeğin bir başka düzeyde ifadesidir.
Ve elbette Barzani’nin daveti de. Barzani’nin daveti, Kürt adını duyunca deliye dönen TC yöneticilerinin, aslında hangi Kürt’ten nefret ettiklerinin de kanıtıdır. Barzani ailesi, Erdoğan ailesi ile ortak işler yapmaktadır. Ama iş daha derindedir. Barzani ile Erdoğan’ın kader birliktelikleri, her ikisinin de ülkedeki yasaları çiğneyerek iktidarda kalmaları da değildir. Erdoğan ve Barzani kardeşliği, her ikisinin battığı yolsuzluklar nedeni gelişmiş olsa da, esas dayanak bu değildir. Esas mesele, Kerkük petrolleridir.
Bu petroller, Türk egemen sınıflarının iştahını kabartmaktadır. ABD bunlara izin verdiği için. Yoksa, ülke sınırları içindeki petrolleri de hedefleyebilirlerdi. Ama şimdi saha hareketlidir ve TC devleti, Barzani kartını sahaya sürmektedir.
Erdoğan, bu hamle ile, kendi imparatorluğu için de hamleler yapmaktadır.
Erdoğan, hem Barzani ile, PKK’ye karşı operasyon hazırlıkları yapmaktadır. Bu yolla Kürt Devrimi’ne darbe indirme peşindedir. Ama öte yandan, kana buladığı, yerle bir ettiği Kürt şehirlerinde yaşayan Kürtlere, gelin bana destek verin, ben size bir gelecek sunabilirim, demeye çalışıyor.
Bu vesile ile bir halk, değil ki Kürt halkı, herhangi bir halk, başka bir gücün kendisine sunacağı “geleceğe” bel bağlarsa, çok ama çok ağlar. Dünya tarihi bunun örnekleri ile doludur. Ne ABD, ne Türkiye, bugüne kadar hiçbir halka bir dirhem özgürlük sunmamıştır.