Parlamentoda özgürlük mücadelesine karşı darbe

Erdoğan’ın Davutoğlu’nu tasfiyesiyle başlayan ve parlamentoda HDP’nin tasfiye edilmesiyle devam eden süreç, Türkiye’nin politik geleceği bakımından önemli veriler sunuyor. Artık darbeleri askerden beklemeye gerek yok. Küresel kapitalist sistemde darbe türleri oldukça fazlalaşmıştır.  HDP’lilerin tasfiyesi bir devlet politikası olarak kabul gördüğü için sistemin bütün partileri tarafından aktif olarak desteklenmesi, tam anlamıyla bir parlamento darbesidir. Bu bakımdan Erdoğan’ın Davutoğlu’na karşı gerçekleştirmiş olduğu darbe, tek güç olma hırsının ötesinde devletin içerisinde bulunduğu krize nefes aldırma politikasının bir parçasıdır. Bu durum sistemin kendi iç krizi veya darbesi olarak görülebilir ancak parlamentoda AKP-MHP-CHP ittifakına dayanan HDP’ye yönelik gerçekleştirilen darbe ise rejimin stratejik çözülüşünün önemli bir halkasını oluşturuyor. Bu bakımdan Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar anlaşılmadan, parlamento darbesinin nedenleri yeterince anlaşılamaz.

Sistem içerisinde tek kişi egemenliğine dayanmak isteyen bir rejimin oluşturulmasında iki yönlü bir baskı ortaya çıkar: Birincisi sistem içerisinde muhalif olan güçleri gruplara ayırarak tasfiye etmeyi planlar. Bunlar içerisinde kendisi için tehlikeli olanları belirler ve öncelikler sırasına göre saldırır. Ne kadar saldırılırsa toplumun o kadar örgütsüz kalacağı ve kendi içine kapanacağı hesabı yapılır. Amaç kişiliksizleşmiş ve etkisizleşmiş bir toplumsal yapı oluşturmak. İkincisi ise yıllarca desteğini aldığı yol arkadaşlığı yaptığı grup içerisinde tasfiyeye yönelir. Etrafından kendisine muhalif olabilecek bir grubu veya kişiyi hiçbir şekilde istemez ve onları da aşamalı olarak tasfiye eder.  Bütün bunları sağlayan güçlü ve psikolojik savaşı örgütleyen bir medya gücü ile mutlak iktidarını garantilemeye çalışır. Bugün devletin stratejik yönelimi de çok daha merkezileşmiş, katılığı devam eden rejimi korumaya çalışmaktadır. Parlamento darbesinin Erdoğan’ın başkanlık hesaplarını güçlendirdiği bilinmesine rağmen özellikle CHP tarafından desteklenmiş olması, devletin stratejik çıkarları ve rejimin varlık yokluk sorunu yaşamasıyla doğrudan ilişkilidir.

Türkiye’nin politik dengeleri bütünüyle alt üst olmuş durumda. HDP’lilerin parlamentoda tasfiyesinin istenmesinin siyasal sonuçları tahmin edilenden çok daha ağır sonuçlara yol açacaktır. Türkiye’nin çok yönlü kaybetmesinin önü açıldı. Artık süreç tersine işleyecektir. Özellikle bölgesel ve iç politik gelişmeler ve faktörler hesaplanmadan hiçbir şey beklenildiği gibi olmaz.

Birincisi, Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerde çok önemli oranda izole olması ve güç dengelerinin dışına düşmüş olmasıdır.  Rusya’dan ABD’ye kadar AB’den Çin’e kadar hiçbir güçle istikrarlı bir çizgi kurabilmiş değil. Erdoğan, küresel güçler tarafından artık kabul görmeyen ve bütünüyle izole olmuş bir konumda bulunuyor. Bu bakımdan Türkiye’nin güç dengelerinin dışına düşmesinin resmini yansıtıyor.

İkincisi, çöken Suriye merkezli Ortadoğu politikasının iki mimarı bulunuyor: Erdoğan ve Davutoğlu. Neo-Osmanlıcık yayılma hayallerine kapılan ikili, öyle ki Halep üzerinde egemenlik ilan ettiler. Suriye politikasında batağa saplanan, AKP, iki müttefik gücünü ön plana çıkarttı: Dünyanın en barbar rejimlerine sahip olan Körfezin yapay devletleri ve IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı hareketler.  Bunlarla Ortadoğu’yu değiştireceğine inanan AKP iktidarı kendisi yenildi. Bu aynı zamanda devletin yenilmesidir. Türkiye’nin uluslararası mahkemelerde yargılanmasına dair bazı verilerin ortaya çıkması, Erdoğan’dan çok devletin çözülmesinde etkili olacaktır.

Üçüncüsü, Türkiye’de sistem ciddi bir krizle karşı karşıyadır. Artık çökme noktasına gelen rejimin yeniden yapılandırılması bir türlü organize edilemiyor. Rejimin üzerinde şekillendiği devletin iflas ettiği, toplumsal ve politik gelişmelerin çok gerisinde kaldığı herkesin kabul ettiği bir realitedir. Artık hiçbir özelliği ve işlevi kalmamış olan parlamenter rejimin yerine neyin konulacağı konusunda sistem içi güçler arasında belli bir farklılaşma bulunuyor. Halen içte politik bir güç olan Erdoğan merkezli AKP, sistemin stratejik yapısını koruyarak ‘başkanlık’ sistemine geçişte ısrar ediyor. CHP-MHP merkezli ve ordunun halen önemli bir kesimi, devletin geleneksel yapısının devamından yana görünüyorlar. İki tarafın buluştuğu en önemli nokta ise: çözümsüzlüğün merkezi olan üniter devlet yapısıdır.

Erdoğan’ın anayasayı da yok hükmünde sayarak fiilen uyguladığı başkanlık, rejimin iç krizini süreklileştiren bir faktör olarak ön plana çıkıyor. Bugün devletin farklı stratejik kurumları arasında ortaya çıkan gizli çatışma, esasen rejimin içyapısının hangi modele göre reorganize edileceği tartışmasından kaynaklanıyor. Sistemin yeniden organize edilmesinin önemli halkalarından biri devletin ideolojik-politik çizgisinin yeniden tanımlanmasıdır. Bunun somutlaşmış hali de Anayasanın içeriğine dair yapılan tartışmalardır. Meclis Başkanının ‘laikliğin anayasada olmaması’ çıkışı, dini faktörün anayasada ön plana çıkartılması gibi değerlendirmeler, iç dinamikleri çok daha kırılgan hale getirdi. Cumhurbaşkanı’nın ısrarla, HDP’lilerin parlamentodan atılması ve yargılanmalarının önünün açılmasını gündemde tutarak AKP dışında CHP ve MHP’yi baskı altında tutması, Milli Güvenlik Kurulunda çıkan kararların uygulattırılmasının bir parçasıdır. Bu bakımdan Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a boyun eğmesi, devletin belirlemiş olduğu politikaların bir parçasıdır.

Dördüncüsü, Kürtlere karşı başlatılan çok kapsamlı savaş, Türkiye’de çok kapsamlı politik değişikliklere yol açacaktır. Sistem güçlerinin üzerinde ittifak oldukları tek ortak nokta: Kürtlerin tasfiyesidir. Erdoğan, bu ittifakı kendisinde somutlaştırmak için Kürtlere yönelik savaşın başkomutanlığını yapmaya karar verdi. Kürtlerle yürütülen müzakerelere son veren Erdoğan, Öcalan üzerindeki tecritti yeniden yoğunlaştırdı, Kandile yönelik hava operasyonları süreklileştirdi, Kürt şehirlerini tank ve toplarla yerle bir etmeye başladı. Bu saldırılara paralel olarak HDP’lilerin parlamentoda tasfiye edilmesine yöneldi. 22 yıl önce Orhan Doğan’lara, Leyla Zana’lara karşı yapılan tasfiye operasyonları yeniden uygulanmaya konuldu. Gündeme alınan dokunulmazlıkların kaldırılması bahanesiyle Anayasanın tek bir maddesi değiştirilerek HDP milletvekillerinin tutuklanmasına ‘yasal’ bir zemin oluşturulacak. Bir bakıma AKP merkezli MHP ve CHP’nin desteğiyle parlamentoda yapılan bir başka darbedir.

Kürt illerine yönelik savaş, sistemin çözülmesinin önemli bir halkasını oluşturacağı kesin. Örneğin 5 aylık bir çatışma sürecinde aktif savaş gücünü yetiren asker ve polis sayısı bir tugay sayısına eşittir. Yani 5000 asker ve polis çatışmalarda ölmüş veya yaralanmış. Bu bakımdan savaşın süreklileşmesi, Türkiye’nin iç krizini çok daha derinleştirecektir. Bu hem devletin çözülmesinde önemli bir etki yaratacak hem de AKP iktidarının sonunu hazırlayan önemli bir faktör olacaktır. Bu durum aynı zamanda Erdoğan’ın kendi iktidarının sürdürülemez bir konuma gelmesini sağlayacaktır.  Kürtlerin tasfiyesi için savaş kararı alanların tasfiye olması kaçınılmazdır. Eğer savaş durdurulmaz, çözüm için masaya oturup resmi düzeyde müzakerelere devam edilmezse önümüzdeki bir yıl içinde AKP iktidarından bahsetmek oldukça zor olacaktır. Kürtlerle yürütülen ve ciddi kayıpların verildiği savaşın yenilgisi AKP’nin değil devletin yenilgisidir. Önümüzdeki süreçte bu yenilginin verileri çok daha fazla ortaya çıktıkça saldırıların kapsamı da bir o kadar artacaktır. HDP’nin tasfiyesine yönelik izlenen politika, Kürtlere karşı yürütülen çok yönlü savaşın önemli bir halkasını oluşturuyor. Yaklaşık 5 milyon kişinin oy verdiği HDP’nin toplumsal tabanı yaklaşık olarak 12-14 milyondur. Bunların çok önemli bir kesimini Kürtler oluşturuyor. Bu bakımdan Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da yürütülen savaş ile parlamentoda HDP’ye karşı yürütülen savaş aynı nitelikte ve düzeydedir.

Beşincisi, Erdoğan, Davutoğlu’na yönelik darbe gerçekleştirdi ve kendisine sadık Yıldırım’ı başbakan yaparak önemli bir adım attı. Ancak en önemli hamlesi HDP’lilere yönelik başlatılan savaşın lider gücü haline gelerek stratejik ittifaklarını güçlendirmeye çalışıyor. Böylelikle oluşturmaya çalıştığı dengelerde kendi geleceğini süreklileştirmeyi esas alıyor. Önce cemaatle ortak bir ittifak kurdu. ‘İstediğiniz her şeyi verdim’ diyen cumhurbaşkanı, 17-25 Aralık operasyonları nedeniyle aktif olarak desteklediği Cemaate karşı saldırılarını kesintisizce sürdürüyor. Ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kalan Erdoğan, önce ‘savcısı olduğu’ Silivri davasındaki generallerle anlaştı. Daha sonra Genelkurmay ile ittifak kurdu ve politik dengelerdeki güç yeniden generallerin lehine döndü. Bu durum Erdoğan’ın güçlü yanını değil tersine güçsüz/zayıf yanını ortaya koyuyor. Cemaatin devlet içerisindeki kadroları tasfiye edilirken yerlerini MHP ve Ergenekon geleneğini temsil edenler almaya başladı. Sanıldığı gibi Erdoğan kendi kadrosunu oluşturmuş değil. Hızlı değişen politik dengeler, sağlıklı düşünmesini ve stratejik hesap yapmasını önemli oranda engelliyor. Generaller, Erdoğan’ın ‘Silivri davalarının savcısı’ olduğunu unutmuş değiller. Ancak cumhurbaşkanı aracılığıyla sistem kurumlarında örgütlenen Gülen cemaatinin tasfiyesini sağladıktan sonra, bu kez kendisiyle bir hesaplaşmaya gidecekler. MHP, CHP ve Genelkurmay’ın en zayıf halkası ise Kürt sorunudur. Milliyetçi ve ırkçı politikaları esas alan bu üçlü üzerinde bir denge oluşturmak için Kürtlere karşı topyekûn bir savaş başlatıldı. Parlamento darbesinin önemli halkalarından biri de budur.

Altıncısı, Türkiye’de artık yapısal bir hal alan ekonomik kriz, toplumun bütün katmanlarını kontrol altına almış bulunuyor. Krizin ertelenmesi veya örtbas edilmesi artık söz konusu değil. Bugüne kadar özellikle körfezden aktarılan sıcak sermeye ile sürdürülmeye çalışılan ekonomik dengeler son noktasına geldi. Sanayi’den Tekstil’e kadar hemen her sektörde başlayan iflaslar ekonominin bütün dinamiklerini alt üst etmiş durumda. Ülke ekonomisini ayakta tutan üretime dayalı sektörlerde ihracatın nerdeyse durma noktasına gelmiş olması, sürdürülebilir ekonomik gücün kalmadığını gösteriyor. Ekonomik kriz toplumun gündelik yaşamını çok ciddi oranda etkiliyor. İşsizlik ve yoksulluk oranlarındaki hızlı artış, toplumun alt katmanları bakımından ciddi bir toplumsal tepkinin birikmesine yol açıyor. Davutoğlu darbesiyle Euro yeniden 3.40 civarına çıktı. Bundan sonra çok daha artacak gibi görünüyor. Savaş ekonomisi uygulayan Türkiye’nin küresel güçlerle politik ve diplomatik ilişkileri oldukça kırılgan ve zayıf, uluslararası şirketlerle de sanıldığı gibi ciddi güçlü bağları bulunmuyor. Bu dezavantajlara paralel olarak HDP’lilere yönelik başlatılan tasfiye hareketinin politik istikrarsızlığı derinleştirmesine yol açacağı, bunun da ekonomiye yansımaları beklenilenden çok daha fazla olacağı görülüyor.

Yedincisi, Peki, AKP içerisindeki gelişimeler nasıl şekillenecek ve Türkiye’yi önümüzdeki bir yıl içerisinde neler bekliyor. Bu sorunun yanıtını bir kısım olası gelişmelerle verebiliriz. HDP’lilere yönelik politika tutar mı?

Bütün baskılara rağmen ne Erdoğan ne de devlet kendi planını uygulayabiliyor. Sistem bütünüyle tıkanmış görünüyor. Hem AKP iktidarı hem de devlet bir tıkanma noktasına gelmiş bulunuyor. Süreç, AKP iktidarı şahsında esasen sistemin aleyhine işliyor. Burada Erdoğan öncelikli olarak kendi geleceğini bütünüyle garantilemek istiyor. Eğer başkanlık sistemini yaşama geçiremezse politik geleceğinin çok ciddi oranda sonlanacağını görüyor. Davutoğlu’nu AKP Başkanlığına ve Başbakanlığa getirmesinin esas amacı, Davutoğlu’nun zayıf ve güçsüz olmasıydı. Güçsüzleri kontrol etmek daha kolaydır ilkesini yaşama geçirmek isteyen Erdoğan, Davutoğlu’nda bekleneni bulamadı. Tersine Davutoğlu Erdoğan’ın ekibini parçalayarak kendisini örgütlemeye yöneldi. Davutoğlu’nun Başkanlık sistemine sıcak bakmaması, Başbakanlığı etkin bir kurum olarak kullanmak istemesiyle Erdoğan’ın planlarıyla çelişti ve AKP iktidarı içerisinde iktidar çatışması kaçınılmaz hale geldi. Erdoğan tarafından atanan Binali Yıldırım’ın kendisine biat etmede kusur etmeyeceği söyleniyor. Ancak iktidardaki koltukların sıcaklığı her zaman aynı sonucu vermeyebilir.

Davutoğlu’na karşı Saray darbesi, HDP’ye karşı parlamento darbesi birbirini tamamlayan iki olgudur. Bunların eşzamanlı ortaya çıkması bir tesadüf değildir. İzlenen bir politikanın parçalarıdır. HDP’ye yönelik gerçekleşen darbe, bir devlet politikasıdır. Strateji çok açık ve nettir: Parlamentodan başlayarak meşru bütün demokratik güçleri tasfiye etmektir. Bu saldırının boyutları artarak devam edecektir.

Sanıldığının aksine rejim en zayıf dönemini yaşıyor. Saldırılar ve katliam türü politikaları süreklileştirmek çözülmenin bir başka boyutunu oluşturur. Özellikle uluslararası alanda oldukça izole olmuş bir cumhurbaşkanı, bölgesel ilişkilerde çöken bir devlet. İçte Kürt illerinde savaş uçaklarının kullanıldığı bir kanlı bir döneme girildi. Bütün bunlar devletin karşısına çok daha büyük sorunlar olarak çıkacaktır. Darbeler ve saldırılar tersten çok daha kapsamlı politik çözümleri gündeme getirecektir. Sorun bu saldırılar karşısında örgütlü olmayı başarmaktır.

HDP, yaşama geçirilen çok yönlü savaş politikasıyla tasfiye edilmek isteniyor. Ancak bu silahın ters tepeceğine dair çok sayıda veri var. Önemli olan güçlü ve bilinçli bir karşı koyuşu örgütlemektir. HDP, parlamento darbesini ciddi bir şekilde örgütlü ve politik bir avantaja dönüştürebilir. Oy potansiyelini yeniden %15’in üzerine çıkartması sürpriz sayılmaz. AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürt kitlesinin HDP’ye yönelmesi oldukça yüksek bir olasılıktır. CHP’ye oy veren Alevi kitlesinin kopuşu çok daha üst düzeyde artar. Ayrıca demokratik ve laik bir toplumdan yana olan kitlenin kazanılması için olanaklar oluşmuş durumda. Bu bakımdan hiçbir grupsal çıkar hesabı yapılmadan demokrasi güçlerine yönelik saldırılarda en geniş birliklere ihtiyaç olduğu herkesin gördüğü ve arzuladığı bir durum.

Ankara’da kalmak mutlak bir zorunluluk değil. Politik yaşam Ankara’ya göre örgütlendirilmez, ancak meclis politik dengeler ve ilişkiler bakımından gerekli. Bu bakımdan HDP yönetimi ve vekilleri bu dönemi, tarihsel bir fırsata dönüştürme imkânına sahiptirler. Kurumsal yapısı oturmuş çok yönlü örgütsel ağları oluşturarak, parlamento darbesini, demokrasi direnişine/mücadelesine dönüştürebilirler. HDP yöneticileri önderlik gücünü konuşturmayı başardıklarında toplumun farklı katmanlarını çok daha fazla etkileyeceklerdir. Başta HDP’yi temsil eden milletvekilleri olmak üzere tabandan tavana kadar örgütlü gücü oluşturmak başarının esasıdır. Parlamento darbesine karşı sokağı örgütlemek, darbenin boşa çıkartılmasının en önemli halkalarından biridir.