MESS sözleşmesinin düşündürdükleri

Bir tarafta MESS vardır. İşveren sendikasıdır ve Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası olarak kurulmuştur. İşçi sınıfı tarihinin en ciddi mücadeleleri bu alanda, DİSK’e bağlı Maden-İş ile MESS arasında verilmiştir dersek yanlış olmaz. İşçilerin, “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te, çarklar durdu elimizde” diye attıkları slogan, hâlâ düşündürücüdür.

DGM, Devlet Güvenlik Mahkemeleridir ve işçiler, DGM’ye karşı da grev kararı almış, hayata geçirmişlerdir. 15-16 Haziran direnişinin öncesinde, DİSK’in kapatılması girişimi, boşuna değildir.

Türkiye, NATO üyesidir.

Türkiye, siyasal olarak ABD emperyalizmine, ekonomik olarak AB’ye bağlı bir “ortaklaşa sömürge”dir. Tüm soğuk savaş boyunca da böyle devam etmiştir ve bugünlerde, emperyalist güçler, Türkiye’yi de içine alacak şekilde bir paylaşım savaşımına girişmişlerdir. Kaldıraç sayı 224’te, Deniz Adalı’nın, “Emperyalist paylaşım savaşımı ve TC devleti – Aslanlar kedigillerden midir?” başlıklı bir yazısı var. Durumu orada özetlemektedir. Biz daha detayına girmeyelim. Sadece, Kaldıraç 224’üncü sayıdaki bu yazının, Şubat ayının sonundaki İdlib süreci yaşanmadan yazıldığını, hatta neredeyse tüm derginin Şubat sonunda yaşanan İdlib sürecinden önce tamamlanmış olduğunu hatırlatalım.

Türkiye’de Türk-İş’in kurulması ile, NATO’ya girmek arasında bağ vardır. ABD emperyalizmi, CIA, doğrudan Türk-İş gibi bir sendikanın, devlet tarafından kurularak, işçi hareketinin denetim altına alınmasını organize etmiştir. Yoksa Türk-İş, işçi sınıfının eylemleri ile söküp aldığı bir sendika değildir.

Biz Marksistler, devrimciler, ağır baskı dönemlerinde, faşist sendikalarda bile çalışmamız gerektiğini söyleriz. Bu doğrudur da. Ama Türk-İş’in böylesi bir operasyonla, işçi hareketinin önünü önceden kesmek, Sovyetler’in faşizme karşı zaferinin işçi sınıfı üzerindeki olası etkilerini önlemek için organize edildiğini akılda tutmalıyız.

DİSK, böyle değildir. İşçi sınıfının devrimcileşmesinin, bu yöne yönelmesinin, mücadele etmesinin ürünüdür.

İşte bu nedenle, DİSK kapatılmak istenmiştir.

İşte bu nedenle, 12 Eylül karşı-devrimi, DİSK’in mal varlığına el koymuştur.

İşte bu nedenle, DİSK yöneticileri katledilmiş, hapislere atılmıştır.

Allah aşkına, bir kapitalist ülkede, bir işçi sendikasının liderleri, hiç hapse girmeden nasıl mücadele etmiş olabilir? Mesela Türk-İş denilen en büyük konfederasyonun yöneticilerini inceleyin yeter.

İşte o işçi sınıfı, o Maden-İş öncülüğünde, “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te, çarklar durdu elimizde” diye haykırmaktaydı. Çekinmeyin, evinizde, bu sloganı siz de atın, kafiyesi de uygundur, kolay atılabilmekte ve gür ses çıkmaktadır. Bir kere de siz deneyin, komşunuzdan korkmayın. Nasıl olsa DGM ve MESS nedir bilemeyecektir. Sizin, her evde olduğu gibi, aile kavgası nedeni ile seslerinizin yükseldiğini, ama bunun kafiyeli bir hâl aldığını düşünecektir. Yok, eğer komşunuz sloganı anladı ise ve siz hapiste değilseniz, demek ki, iyi bir komşunuz varmış, bunu öğrenmiş olursunuz. Lütfen, içinizden değil, açıktan, bağırarak deneyin: “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te,” bu ilk dizesi oluyor, “çarklar durdu elimizde” ikinci dizesi.

İşte MESS, bu nedenle, en bilinçli burjuva kesimlerinin de örgütüdür. Mücadele, her iki tarafı da eğitir. MESS; Maden-İş deneyimlerini asla unutmaz.

Bizim tarafta ise, artık Maden-İş yok.

Hâlâ, ülkemizin en ileri işçi sendikalarından birisi olan Birleşik Maden İş Sendikası var (BMİS olarak kısaltılıyor. En azından Kaldıraç’ın 224. sayısında ve İşçi Gazetesi’nin Şubat sayısında böyle kısaltılmış). BMİS, ülkede sendikaların işçi sendikası olmaktan çıkıp, devlet ve patron sendikası hâline gelmiş olduğu 12 Eylül sonrası sendika çürümüşlüğünden, daha az etkilenmiş sendikalardandır. Biliyoruz, bazı sendikalar, tam olmasa da, hâlâ işçi sendikası olmaya çalışmaktadır. Bunun zorlukları da biliniyor ama, galiba bunun için, bir plana, bir örgütlü iradeye ihtiyaç var.

BMİS tek değil. MESS ile masaya oturan toplam üç sendikadır. Diğer ikisi, Türk Metal ve Özçelik-İş’tir.

BMİS, 10 bin işçiyi temsilen masaya oturmaktadır.

Türk Metal (TMS) ise, 119 bin işçiyi temsilen masadadır.

Özçelik-İş, 1000 civarında işçiyi temsilen masaya oturmaktadır (Bakınız, İşçi Gazetesi’nden aktaran Kaldıraç, sayı 224).

Metal iş kolu, yakın dönemde, otomotiv sanayiinden yükselen ve adına “metal fırtına” denilen eylemlerle de gündeme geldi. Yani, MESS bünyesindeki 201 üye, ülkenin önemli sanayi alanını temsil etmektedir. Hem bu fabrikalar kapasite olarak önemlidir, hem de bu fabrikalar ihracat alanında etkilidir. Zaten önemli bir bölümü, doğrudan yabancı sermayenin, daha çok da Almanya ve AB’nin uzantısı gibidirler. Ya AB ülkelerinden ortaklıkları vardır ya da ihracat olarak doğrudan oraya çalışmaktadırlar. Örneğin, Reno, Fransız ve OYAK grubuna bağlıdır. OYAK, Ordu Yardımlaşma Kurumu’dur ve önemli ölçüde emekli subaylardan oluşmaktadır. Fransızlar, Reno fabrikalarında üretilen otomobilleri, buradan dünyaya ihraç etmektedir. Aynı şey İtalyan ortaklı Koç Grubu’na bağlı Fiat için de geçerlidir. Bu sadece otomobil sanayii için böyle değildir, otomotiv yan sanayii için de böyledir. Mesela Bosch Grubu, genellikle Almanya’ya çalışmaktadır.

Kısacası metal sanayii diyeceğimiz, MESS bünyesinde toplanan işyerleri, hem burjuvazinin en bilinçli, sınıf bilinci en yüksek kesimlerini oluşturuyor, hem de en örgütlü kesimini.

Oysa işçi sınıfı cephesinde durum böyle değildir.

Özçelik-İş’i ele alalım: Bir sendika kendine böyle bir isim koyar mı? “Öz” ne demektir? Otobüs firmalarının aile ortakları ayrıldıkça, her biri kendine eski isme ilave bir ekle isim oluştururdu, Diyarbakır Turizm, Öz Diyarbakır Turizm gibi. Öz çelik iş, böylesi bir şeyin ürünü müdür? Bu durumda, çelik iş olanın sahibi olan aile kimdir ki, ortaklardan biri yeni sendikanın adını böyle koyuyor?

Bu konu, sizce sadece bir isim sorunu mudur?

Değildir.

Ülkemizde CIA organizasyonu ile kurulan Türk-İş tarzı sendikacılığın, devlet-patron sendikacılığının ne anlama geldiğini anlamak için bu isim meselesi önemlidir. Normal şartlarda, işçiler, içinde yer aldıkları sektöre, yürüttükleri mücadeleye vb. bağlı olarak örgütlenir ve sendikalarının isimlerini öyle koyarlar. Öyle emirle bir sendika kurulmaz. Böylesi sendikalar, işçi aidatları ile kendilerine rant yaratan sendikacıların sendikalarıdır, işçi sendikaları değildir.

İşçiler, üç ayrı sendika olduğu için, farklı taleplerle MESS’le masaya oturdular. MESS, sözleşmelerin üç yıl süre ile geçerli olmasını istiyordu. Neden? Çünkü, üç yıllık süreyi, işçilerin tahmin etmesi zordur. Onlar daha çok, bugün ve yarın alacakları ücrete bakacaklardır. Eğer sendika, işçilere bu bilinci, işçi ve sınıf olma bilincini vermiyorsa, işçilerin üç yıl sonrası dönemi kestirmeleri oldukça zor olacaktır. Oysa MESS’in uzmanları var, ekonomistleri, piyasa uzmanları, siyasal uzmanları vb. var. Onlar, zaten yalana dayalı devlet istatistiklerini yorumlayarak, işçileri daha düşük maaşla çalışmaya ikna edebilirler.

Sözleşme dönemi, Ekim 2019 ile Ekim 2021 dönemini kapsayacak iken, MESS, sözleşmenin Ekim 2022’ye kadar geçerli olmasını talep etmektedir.

MESS şunları önerdi:

  • Üç yıllık sözleşme,
  • İlk altı ay için %6 zam, diğer tüm 6 aylık dilimlerde “enflasyon” oranında artış,
  • Sosyal haklarda değişiklik yok.

TMS (Türk Metal):

  • İlk altı ayda %26 zam, diğer dilimlerde enflasyon kadar artış,
  • İki yıllık sözleşmeye devam,
  • Sosyal haklarda %30 oranında artış.

DİSK’e bağlı Birleşik Metal (BMİS) ise

  • İki yıllık toplu sözleşmeye devam,
  • İlk altı ay için %34 zam, diğer 6 aylık dilimlerde enflasyon kadar artış,
  • Sosyal haklarda %50 artış.

Özçelik-İş ise, TMS ne diyorsa o, şeklinde özetlenecek bir tutuma sahip idi.

İşçiler, MESS’in teklifi karşısında harekete geçtiler. Eylemler yükseldi ve en çok da BMİS üyeleri daha kararlı bir tutum sergilediler. İş bırakma eylemleri, polisle çatışma sahnelerine kadar vardı. İşçiler, “işçiye kalkan eller kırılsın” diye bağırdılar, ama ülkenin içinde bulunduğu şartlarda, daha kararlı bir direnişin de olmayacağının ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştı.

Kaldıraç hareketinden işçiler, Birleşik İşçi Kurultayı’ndan işçiler, bizzat miting ve eylemlerde, işçilerin ruh hâlinin, sendikaların %16-17’lerde bir artışa razı olacaklarını söylediklerini bildirmişlerdi. Yani işçiler, bu eylemlerde, bizim yoldaşlarımıza durumu değerlendirdiklerinde, sendikaların %16-17’ye razı oldukları yönündedir.

Ve nihayet, 28 Ocak gecesi, Özçelik-İş ve TMS, nedense “gece”, sözleşmeyi imzalamıştır. Neden “gece” bu imzalar atılıyor? Bu imza “töreninde” kimler var? Burada konuşulanların kayıtları acaba nerededir?

BMİS ise aynı şartlara, bu kez 2 Şubat günü imza atıyor.

Buna göre;

  • Sözleşmeler iki yıllık olmaya devam edecek
  • İşçiler ilk altı ayda %17, ikinci altı ayda %6, sonraki yıl her altı ayda enflasyon kadar artış alacaklar.
  • Sosyal haklara %20 artış sağlanmıştır.

İşte bu süreç üzerine bazı notlara ihtiyaç vardır.

1-

Denilebilir ki, işçiler, diğer sözleşmelere bakıldığında, fena olmayan bir artış elde etmişlerdir. Bunu söyleyen var. Bunu en başta işçi sendikacılığı yaptığını söyleyip de ifade edenler var. Bu ifadeler, aslında işçileri, toplu sözleşme sürecinde aza razı edenlerin, onları bir kere daha kandırma isteklerinin ürünüdür.

  • Diyorlar ki, işsizlik var. İşimizi mi kaybedecektik?

Bu aslında işçi sendikasının değil, patron sendikasının konuşma tarzı olabilir. Bir tehdittir. Eğer işçiler mücadele edecekse, elbette bazı şeyleri kaybetme riski vardır. Ama kazanmanın da başka yolu yoktur.

Ülkenin en dinamik sanayii, metal sanayiidir. Bu sanayi, büyük ölçüde yurtdışına çalışmaktadır. Kur farkı nedeni ile, zaten yurtdışı alıcılar için, daha büyük avantaj oluşmuş durumdadır. Bu durumda, direnilirse, işçilerin kazanma şansı çok yüksek idi. Çünkü, metal sanayiinin durması, Avrupa piyasalarını da etkileyecekti. Ve Avrupalı için, doların, euronun %40 yükseldiği şartlarda, %40’a kadar artış kabul edilebilirdir.

Ama, Özçelik-İş’i bir yana bırakırsak, TMS, zaten işçileri aza razı etme işi için görevlidir ve BMİS, bu tuzağa düşmüştür.

İşini kaybetme meselesine gelince, zaten metal iş kolu, elinden geldiği kadarı ile, ucuz işçi bulduğunda, tereddüt etmeden işçilerin işine son vermektedir. Bunun için sözleşmeye vb. de bakmamaktadırlar.

İşçilere, diğer sendikaların sözleşmelerine bakın, demek, akılsızlık değil ise, suçunu örtmeye çalışmaktan ibaret kurnazlıktır.

Eğer işçiler, en kötüye bakacak olsalar, asgarî ücretin 2324 TL olduğu bir ülkede, zam istememeleri, hatta kesintiyi kabul etmeleri gerekirdi. Ne kadar büyük utanmazlık, işçilere başka sözleşmelere bak diyebiliyorlar.

Eğer işçiler, kamuda verilen %6’ya bakacaklarsa, size ne gerek var? Siz, hemen sendikanızı kapatın. Hiç değilse, işçilerin aidatları boşa gitmesin. TMS yöneticileri, eğer ellerinden gelse, tıpkı Türk-İş Başkanı gibi, işçileri %6’ya razı ederdi. Elinden gelmedi. Buyurun, %6 isteyin de işçilerin size tepkisini görün.

İşte bu örnek de bize gösteriyor ki, TMS, özellikle TMS, işçileri en aza razı etmek için uğraşmıştır ve BMİS, onu takip etmiştir.

En kötüsüne bakarak, aldığımızı değerlendireceksek, ülkemizde toplu sözleşme yapamayan milyonlarca işçi olduğunu da bilmeliyiz. Bu durumda, isterse %1 alalım, “ne güzel, şükür ki, sözleşme yapabiliyoruz” mu diyeceğiz?

Sendikalar, sendika uzmanları, bu utanmazca değerlendirmeyi, MESS sözleşmesi için yapmaktadırlar. İşçiler, “artık bittik, daha fazla fakirleşemiyoruz” diyor, sendika uzmanları, utanmadan, diğerleri %30 kaybetti, biz %15 diye bizim sevinmemizi mi istiyor?

2-

Gerçeği bilmek işçilerin hakkıdır.

  • Bu sözleşme, geri bir sözleşmedir. Sözleşmede korunabilen tek şey var, o da iki yıllık toplu sözleşmedir. İki yıllık toplu sözleşme korunabilmiştir.
  • Ücret zammı düşüktür. Ülkemizde enflasyon, %50’lerdedir. Bu denli fiyat artışı olduğunu, her işçi, bizzat kendisi bilmekte, yaşamaktadır. Her ürünün fiyatına gelen zam ortadadır. Artık, yoksulluk ve açlık diz boyudur. O kadar ki, Diyanet İşleri Başkanı bile, pazara akşamları gidin diye öneriler sıralamaktadır.

Metal işçisi, %18,5 zam almıştır ve bu yaklaşık %30 fakirleşmektir. Evet, bazı işçiler %40 fakirleşmiştir, bazısı %50. Ama, biz biliyoruz ki, bu ülkede çok ama çok zenginleşenler de var. Bu enflasyonun, bu bunalımın, bu krizin sorumlusu biz değiliz. Biz, bu krizin mağdurlarıyız. Şimdi omuzlarımıza krizin yükü daha da fazla binmiştir.

İkinci yıl, “enflasyon farkı” almak, saçmadır.

Bu ülkede, ekonomi yönetimi, Saray Rejimi, devletin her kurumu, tüm basın yalan söylemektedir. Baştan aşağıya ülkeyi yönetenler yalan ve manipülasyona dayalı bir propaganda yürütmektedirler. Bu koşullardan, enflasyon rakamları da nasibini almaktadır.

Gelin, işverenler, enflasyon farkı kadar kâr etsinler?

Neden onlar, kârlarını hesaplarken, enflasyon ve kur değişimlerinden arındırma yapıyorlar? Neden bizim ücretlerimiz hep aşağıya doğru gidiyor?

Savaş, rant ve yağma ekonomisine dayalı Saray Rejimi, ne yapacak da enflasyonu düşürecek?

Şimdi, siz, MESS’in yerinde olsanız, enflasyon rakamlarını düşük gösteren Damat’ı çok ama çok sevmeye devam etmez misiniz?

Demek ki, ikinci yıl, işçiler daha da fakirleşecektir.

Öyle ise “krizin faturasını ödemeyeceğiz” diye bağıran metal işçisi, çoktan ödemeye başlamıştır. Çoktan zokayı yutmuştur.

3-

Sosyal haklar için elde edilen %20’lik artış, iki yılda, en az %50’lik bir azalışa denk gelecektir. %50 enflasyon ile zaten yarısını kaybetmiş olan sosyal haklar, %20 arttığında, gelecek iki yılın ancak enflasyonunu, onu da belki, kurtarabilir. Bu nedenle, en az %50’lik bir artış demektir. Ölçmek kolaydır, Ocak 2018’de, bu sosyal hakların tutarı ne ile, (metal eşyadan gidelim) kaç çamaşır makinası alınmaktadır ve iki yıl sonra, yani, Ocak 2022’de kaç tane alınacaktır? İşte bu hesabı tutmak isteyen herkes, kaybı da hesaplayabilir.

4-

Demek ki, toplu sözleşme, doğru bağlanmamıştır. İşçilerin kaybı büyüktür. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Sendikacılar, işçi dostları, devrimciler, bu durumu işçilere olduğu gibi anlatmalıdır. Eğer buna rağmen toplu sözleşmeyi bağlama nedenlerini açıklamak istiyorlarsa, hay hay, buyursunlar, ama gerçekleri anlatsınlar. Mesela korktuk diyebilirler ve bunu saygı ile karşılarız. Ama biz bir zafer kazandık diyemezler, başka sözleşmelere bakın, diyemezler.

BMİS yönetimi, işçilere; biz 10 bin kişiyiz, oysa diğer tarafta 120 bin kişi var, onların sendikaları daha büyük, bu nedenle, biz onların dediğine razı olduk, yoksa kayıplarımız şunlar şunlar olacaktı, diyebilir. Ama, “biz zafer kazandık” diyemez. Doğru değildir. Yalandır. Ve işçilerin içinde büyüyen rahatsızlık, öyle görmezden gelinecek rahatsızlık değildir.

İşçilere TMS ve Özçelik-İş rahatlıkla yalan söylemektedirler. Ve bu nedenle, onlar birer işçi sendikası değildir. TMS yönetimi, Türkiye sendikacılığının en etkili mafya örgütlenmesidir. TMS, bir işçi sendikası değildir, işçileri denetim altına almak üzere organize edilmiş, Maden-İş’in şanlı tarihini yok etmeyi hedefleyen, devlet ve işveren eli ile desteklenen, 12 Eylül sonrasında organize edilen bir sendikadır. Başında, sendika mafyası vardır. Sadece, sendika başkanının son 40 yıllık kendi ve ailesinin mal varlığı durumu göstermeye yetecektir. Kemal Türkler’i katleden eller, şimdi, TMS’de sendikacılık yapanların ağabeyleridir.

Onlar işçilere yalan söyleyebilirler.

Ama BMİS yalan söylememelidir.

İşçilerden gerçekleri gizlememelidir.

TMS ile, sendika mafyası ile işbirliği içine girmemelidir.

Onların metotlarını, BMİS’e sokmamalıdır.

BMİS, Maden-İş’in şanlı mücadele tarihine sahip çıkmalıdır.

Bunun için, işçilere açıkça sesleniyoruz, gelin örgütlenelim. Türk-Metal elindeki yerlerde de örgütlenelim. Gelin, BİK’e katılın. Gelin, gücümüze güç verin. Ancak o zaman metal fırtına, anlamlı bir fırtına olacaktır.

İşçiler gerçeği istiyorlar, durum ne kadar ağır olursa olsun, o ağırlığı ile gerçeği istiyorlar.

5-

Bize, sendikaya, toplu sözleşme sürecine “siyaset” karıştırmayın diye öğüt veren MESS, masaya geldiğinde, “ülkenin şartları” diye söz başlıyor.

Ülkenin şartları, ülkenin yönetenleri, egemenleri tarafından yaratılıyor. Bu, Saray Rejimi’nin olduğu kadar, burjuvaların da ortak suçudur. Bize “ülkenin şartları” diye siyaset yapanlar, bizim siyaset yapmamızı önleyemezler.

Evet ülkenin şartları açık.

Kriz var.

İşçilerin emekçilerin %50 daha yoksullaştığı koşullarda yaşıyoruz. Öyle ise hakkımızı almalıyız.

Ülkenin şartları açık, milyonlarca işçi ve emekçi örgütsüz ve güçsüz, burjuvalar, Saray Rejimi örgütlü ve polis, ordu gücü ile işçilere saldırıyor.

Öyle ise, güç olacağız, örgütleneceğiz.

Bize diyorlar ki, diğer işçilerin aldıklarına bir bakın ve hakkınıza razı olun.

Yanıtımız şudur: Diğer işçilerin aldıklarına bakıyoruz, görüyoruz ki, eğer sesimizi çıkarmazsak, yarın daha kötüsüne razı olacağız. Bu nedenle, diğer işçileri de örgütlemeye karar veriyoruz. Onlara, bu düşük ücrete razı olmayın, sizin aldığınız sadakayı bize gösterip, buna razı olun demelerine izin vermeyin.

6-

Toplu sözleşme sürecinde, Aralık ayından başlayarak, Türkiye’ye, Avrupa metal sektörünün, belki de sendikalarının ücretini ödediği, “uzmanlar” geldiler.

Bu arada Türk Metal, BMİS’in üye olduğu Avrupa Metal İşçileri Sendikası’na üye oldu. Böylece Türk Metal ile BMİS arasında centilmenlik ilişkileri gelişmeye başladı.

Uzmanlar, sendikaları, %18,5 zamma razı etmek için etkili bir çalışma yürüttüler.

Biz soruyoruz, BMİS’e, sektörün işçi sendikası adına en çok layık olan sendikasına soruyoruz:

  • Bu uzmanlar kimlerdir? Görevleri, unvanları nedir?
  • Bu uzmanların Türkiye’deki faaliyetleri gün be gün ne olmuştur?
  • Bu uzmanlar, ne kadar para aldılar ve paralarını kim, hangi kurum ödedi?
  • Bu uzmanların gelişini destekleyen Avrupalı metal işçileri sendikaları, Türkiye’deki grev kararlarını destekleyecekler midir? Bizim burada sürdürdüğümüz eylemlere destek vermek üzere, şalterleri indireceklerine söz verebilirler mi?

Bu soruların yanıtlarını bekliyoruz. Her gün, işçiler, bu konuda ne bilgi elde ediyorlarsa, İşçi Gazetesi bunları yayınlayacaktır. Bize gerçeğin kendisi lazım. Dürüst ve duyarlı sendikacıların, bunları kamuoyuna, işçilere açıklaması lazım. Biz İşçi Gazetesi ve Kaldıraç olarak, sayfalarımızı bu konuda konuşacak olanlara açıyoruz.

Bu sözleşme sürecini bu detayla incelemezsek, her rakamın üzerine işçi olarak parmağımızı basmazsak, faturasını ödemek ağır gelecektir.

Görülüyor ki, sermaye, dünya çapında örgütlüdür. Türkiye’de metal sektörü sözleşmesi, Avrupa burjuvazisini çok ama çok yakından ilgilendiriyor. Bunun için buraya uzmanlar gönderiliyor. Bizdeki bilgilere göre, çok yüksek paralar da verilmiştir.

Peki, ya biz işçilerin enternasyonal örgütlenmesi?

Biz, metal işçileri, Avrupa metal işçileri ile, sadece sendikalar aracılığı ile değil, her yolla ilişki geliştirmeliyiz.

Bize, bu toplu sözleşme süreci gösteriyor ki;

  • İşçiler, ülkenin durumuna, siyasete ilgisiz kalarak toplu sözleşme bile yapamazlar.
  • İşçiler, diğer sektörlerdeki işçilerle ortaklaşa, dayanışma içinde hareket etmeyi geliştirmelidirler. Bu, tüm sendikal alandan sendika mafyasının kovulması demektir. Bu mücadele verilmeden, işçi sınıfının sınıf olarak davranabilme olanağı olmayacaktır.
  • İşçiler devrimcileşmek zorundadırlar. Sadece sendikalarını geri alabilmek için değil, tüm sömürü çarkını anlamak için de devrimcileşmek zorundadırlar. İktidarı almak için de. Bu nedenle, işçileri, Kaldıraç hareketi saflarında örgütlenmeye çağırıyoruz.
  • İşçiler, sektörün gerçek durumunu analiz edecek, devrimci ve emekten yana bakışa sahip uzmanlarla çalışmak zorundadırlar. Kendi içlerinden uzmanlar yetiştirmek zorundadırlar.
  • İşçiler, sendikacılık yapıp da kendilerini işçiden, emekten yana tanıtanlardan, ilk iş olarak, ne kadar ağır olursa olsun, gerçeği duymak istediklerini beyan etmelidirler. Bu, her koşulda, her durumda geçerli bir tutumdur.
  • Sendikalar, eğer ülkenin içinden geçtiği, savaş, kriz koşullarını doğru analiz edebilselerdi, çok daha yüksek oranda zam aldıkları bir sözleşmeye imza atabilir ve bugün söyledikleri şeyi “doğru” hâle getirebilirlerdi: Zafer kazandık. Zafer kazandık, şimdi, bu sözleşme ile doğru değildir. Asla doğru değildir.