Küba Devrimi’nin öyküsü; zafere kadar daima! III–Sosyalist Küba’nın pratiği

‘90 sonrası Küba’da Özel Dönem
Sovyetler’in çözülüşüyle birlikte Küba şeker pazarını kaybetti; erzak, yakıt ve hatta ölüleri Hristiyan adetlerine göre gömmek için gereken ahşap malzemelerden dahi yoksun kalındı. Üç yılda, ülke dış ticaret hacminin %85’ini kaybetti. Özellikle Sovyet petrolünün kesilmesi çok ciddi sonuçlar yarattı; birçok fabrika kapanmak zorunda kaldı ve kamu ulaşımı durma noktasına geldi. Yakıt eksiği, biçerdöver, traktör vs gibi tarım aletlerinin kullanımında da sorunlar yaratmaya başladı ve pazara ulaştırılamayan ürünler tarlada çürüdü. Günde 16 saate varan elektrik kesintilerine gidildi ve devrimin başından beri ilk kez açlık ve yetersiz beslenme sorunu ortaya çıktı. Küba’da da devrimin sonunun geldiğine dair propaganda yapılıyordu. ABD ambargoyu iyice katılaştırdı.1992’de Kuzey Amerikalı şirketlerin Küba’yla ticarî işbirliği yapmasını ve ticarî amaçla Küba limanlarına yanaşan gemilerin limanı terk edişinden itibaren 180 gün boyunca ABD egemenliği altındaki limanlara yanaşmasını engelleyen Torricelli Yasası çıkarıldı. 1996’daysa “Küba devriminden mağdur olan kişilerin hakları” ve “Küba’yla ticaret yapanlara karşı alınacak önlemler”i içeren Helms-Burton Yasası çıkarıldı. Bu ambargoların sonucunda Küba’da temel ihtiyaçları karşılayan kaynaklar bir anda kesildi. Protein tüketimi neredeyse yarıya düştü. Böylesi bir krizin yaşandığı herhangi bir ülkede, hükümetin birkaç aydan fazla dayanamayacağı düşünülüyordu. Ancak Küba halkı direndi ve yıllar içerisinde bu ihtiyaçlarını karşılayacak kaynakların büyük çoğunluğunu telafi etti. Bu aynı zamanda Küba halkının sosyalizme olan inancının göstergesidir. Fidel bu süreçten çıkışı şu şekilde anlatmıştır:
“Yıllar boyunca yapılmış işler ve yaratılmış bilinç bu şartlar altında bile bir mucize gerçekleşmesini sağladı. Nasıl direndik? Çünkü devrimin arkasında her zaman halkın desteği oldu, hala var ve her zaman olacak. Zeki bir halk. Her geçen gün birbirine daha çok kenetleniyor; kültür seviyesi yükseliyor, mücadeleciliği güçleniyor.”
Bir önceki yazımızın son kısmında, ekonomide 70ler’den itibaren Sovyet tarzı bir planlama sistemi benimseyen Küba’nın 90lar’a doğru düzeltme (rectification) politikasına geçişinden bahsetmiştik. Sovyetlerin çözülüşü ve ABD’nin ambargoları artırışıyla birlikte açığa çıkan kriz günlerinde hükümet, aşırı kıtlıkla baş edebilmek için “barış zamanındaki savaş ekonomisi” olarak tanımladığı “Özel Dönem”i başlattı ve birçok alanda kesintiye gidildi. Düzeltme politikasıyla birlikte tekrar ağırlık verilen gönüllü çalışma önem kazandı. D. L. Raby, “Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm” isimli kitabında bu süreci şöyle tanımlar:
“Küba’nıın bu güçlüklerin üstesinden nasıl geldiğini anlayabilmek için birkaç faktörü göz önüne almak gerekir. Birincisi, böylesi ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya bulunduğu koşullarda bile Küba, diğer Latin Amerika ülkelerinin (örneğin Sandinist Nikaragua’nın) tersine, IMF tipi deflasyonist önlemleri yürürlüğe koymadı; ikincisi, genel olarak uygulanan ücretsiz sağlık ve eğitim sistemini, ucuz erzak dağıtımını (temin edilebilen ürünlerde), ücretlerin %20’sini geçmeyecek şekilde düzenlenmiş kira denetimi sistemini, gaz, elektrik ve diğer temel hizmetlerde uygulanan yüksek indirimleri korudu; üçüncüsü, 1993-94 yıllarında gerçekleştirilen reformları -doların serbest dolaşımı, isteyenler için bireysel iş kurma olanağı, yabancı sermaye ile ortak yatırımlar ve yeni bir vergi sistemi – ancak halkın çok geniş katılımıyla gerçekleştirilen bir danışma sürecinin ardından benimsedi.”
Özel Dönem uygulamalarıyla birlikte 1995’ten itibaren ekonomide düzenli bir iyileşme başladı. 2002’ye gelindiğinde yaklaşık %25’lik bir kümülatif büyüme gerçekleşmiş ve üretim çeşitlenmişti. Önde gelen sektörler ilaç ve biyoteknolojiydi. Özellikle şeker sektöründe, birçok devlet çiftliği, UBPC (Unidades Basicas de Produccion Cooperative / Kooperatif Üretimin Temel Birimleri) adı verilen kooperatiflere dönüştürülmüştü. Mülkiyet hala devlete ait; ancak yönetim ve planlama işçilerin ellerindeydi.

Küba’da siyasi sistem
Yine bir önceki yazıda 1976’da Küba’nın ilk sosyalist anayasasının yürürlüğe konulduğundan bahsetmiştik. Bu tarihe kadar 1940 yasası üzerinde 1959 yılında yapılan bazı değişikliklerle yürürlükte tutulan “Temel Kanun” bakiydi. 1976’da halkın yönetimi ele almasının yasal zeminini oluşturacak, sosyalist demokrasi ilkelerine dayanan bir anayasa taslağı oluşturuldu ve bu taslak tüm kitle örgütleri aracılığıyla tartışmaya açıldı. Bu sürece 6 milyondan fazla Kübalı katıldı. Halk, tüm maddeleri tek tek öğrendi ve tartıştı, bu tartışmalar sonucunda önsöz ve 141 maddeden 60 tanesi yeniden yazılarak referandumla oylandı ve %97,7 oranında kabul oyu alarak yürürlüğe konuldu.
1976’dan beri her 2,5 yılda bir yerel seçimler (belediye meclisi ve eyalet meclisi seçimleri) her 5 yılda birse genel seçimler (Ulusal Meclis seçimleri) yapılıyor. 1990’da Küba Komünist Partisi öncülüğüyle başlatılan kampanya sonucu 1992’de Küba Ulusal Meclisi yeni bir seçim yasasını oluşturan anayasal değişiklikleri kabul etti. Böylece halk ülke yönetimine doğrudan katılmaya başladı. Bu tarihe kadar halk, yalnızca yerel meclisler (belediye meclisleri) için aday belirleyip doğrudan delege seçebiliyordu. Eyalet meclisleri ve Ulusal Meclis içinse bu yerel meclisler içerisinden delegeler seçiliyordu. Adayların belirlenmesi sürecinde Komünist Parti kendi adaylarını önerebiliyordu. Bu değişiklikle birlikte eyalet meclisi ve Ulusal Meclis için delegeler doğrudan halk tarafından seçilmeye başlandı.
Küba’nın siyasi yürütme sistemi; yerel meclisler, eyalet meclisleri ve Ulusal Meclis olmak üzere üç aşamalıdır. Yerel meclisler, adanın tamamını kapsayan 169 belediyenin işlevlerini belirliyor ve denetliyor. Bu meclisler “her 500 Küba vatandaşına bir temsilci” esasına göre işliyor. Her bir belediye, kendi sınırları içerisindeki halkın sosyal ve ekonomik refahından sorumlu ve taleplerini bağlı olduğu eyalet meclisine düzenli olarak iletmekle yükümlü. Yerel meclislere seçilecek delege adayları “genel kurul”a benzeyen semt toplantısında lehte el kaldırılması şeklinde, açık oylamayla gerçekleştiriliyor, %50’den fazla oy alan en az 2 en fazla 8 aday belirleniyor. Yerel meclislere adaylık için 16 yaşını doldurmuş olmak, Küba vatandaşı olmak ve en az 5 yıldır aday olacağı semtte yaşamış olmak koşulu gerekiyor.
Eyalet meclisleri ise 14 idari bölgeye göre oluşturulmuş durumda. Delegeleri, o eyalet sınırları içerisindeki yerel meclislerin belirledikleri adaylar arasından doğrudan eyalet halkı tarafından seçiliyor. Temsil sisteminde “10.000 ile 15.000 nüfusa bir temsilci” kriteri esas alınıyor. Adaylık için gerekli koşullar yerel meclislerle aynı şekilde. Her eyalet meclisi aynı zamanda kendi başkanlarını, başkan yardımcılarını ve yürütme organlarını seçiyor.
Küba’da devlet ve hükümet aynı anlama gelmektedir. Devletin en büyük gücü, Halk İktidarı Ulusal Meclisi’dir. Ulusal Meclis, bakanlar kurulunu kendi içerisinden seçerek oluşturur. Yüksek Mahkeme üyeleri ve başsavcı da Ulusal Meclis tarafından tayin edilir. Devlet başkanı ve devlet başkanının tayin ettiği 31 kişilik Devlet Konseyi de buradan seçilir. Meclisin delege sayısı “her 20.000 vatandaşa bir temsilci” esasına göre belirlenir. Beş yılda bir yapılan seçimlerde 16 yaşını dolduran 2012-05-01T153115Z_01_EOC01_RTRIDSP_0_US-CUBA-MAYDAYher Kübalı oy kullanabildiği gibi, eyalet ve yerel meclis seçimlerinden farklı olarak Ulusal Meclis’e delege olmak için 18 yaşını doldurmuş olmak ve yine Küba sınırları içerisinde en az 5 yıl yaşamış olmak şartı uygulanıyor.
Eyalet meclisleri ve Ulusal Meclis için seçilecek adaylar yerel meclislerce belirleniyor. Yerel meclisler, ulusal çapta örgütlenmiş kitle örgütlerinin (İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Kadın Federasyonu -FMC-, Küçük Çiftçilerin Ulusal Birliği -ANAP-, Devrimi Savunma Komiteleri -CDR-, Orta Öğrenim Öğrenci Federasyonu ve Üniversite Öğrencileri Federasyonu) seçim dönemlerinde oluşturdukları seçim komisyonlarının önerilerini dikkate alıyor. Bu örgütler seçmenlerin çok büyük bölümünü temsil etmekte ve oy verme hakkına sahip olup bu örgütlerde yer almayan seçmen pek yok gibi. Eyalet meclislerine ve Ulusal Meclis’e seçim komisyonlarınca önerilen adayların adaylıklarının kesinleşebilmesi için ait oldukları yerel meclislerde %50’nin üzerinde oy almaları gerekiyor; aksi halde komisyonlar yeni aday öneri listesi belirlemek zorunda. Adayların seçim propagandası yapması söz konusu değil; ancak fotoğraflı özgeçmişleri tüm semt sakinlerinin görebileceği şekilde asılıyor -ki yerel meclislerde seçilmiş olan delegeler zaten semt halkının yakınen tanıdığı kişiler oluyor- ve gerektiğinde seçmenin ulaşabileceği, görüşebileceği konumda olmaları isteniyor. Ulusal Meclis’e aday gösterilecek kişilerin en az yarısının hâlihazırda çeşitli yerel meclislerde görev yapmakta olan delegelerden oluşması zorunluluğu var. Böylece Ulusal Meclis yerel meclislerin gündemini doğrudan takip edebilme olanağına sahip oluyor. Ulusal Meclis seçimlerinde seçmenler, kendi yerel meclislerince belirlenmiş, içerisinde eyalet meclisi ve Ulusal Meclis için önerilen pek çok adayın yer aldığı oy pusulusundan dilerse adayların tümüne dilerse hiçbirine oy veriyor. %50’yi geçen adaylar seçiliyor. Herhangi bir seçim bölgesinde hiçbir adayın yeterli oyu alamaması durumunda seçim yeni adaylar belirlenerek tekrarlanmak zorunda.
90’lı yıllarda bu yasal zorunluluk da ABD tarafından Küba’ya karşı saldırı niteliğinde kullanıldı ve devrim karşıtı Kübalı göçmenler aracılığıyla halk seçimlerde geçersiz oy kullanmaya çağrıldı; ancak 1993’te yapılan seçimlerde katılım %97’ydi ve asla %95’in altına düşmedi.
Ulusal Meclis’e gönderilmiş olan milletvekillerinin bağlı oldukları yerel meclise düzenli raporlar göndererek Ulusal Meclis çalışmalarına dair bilgilendirme yapma zorunluluğu var. Dolayısıyla seçilen milletvekilleri seçmen tarafından sürekli olarak izlenmekte ve denetlenmekte. Aynı zamanda halkın memnun olmadığı vekilleri ya da delegeleri istediği zaman geri çağırma, görevini iptal etme hakkı var ve bugüne kadar bunun örnekleri sayısı çok olmasa da yaşanmış durumda. Tüm bu meclislerde seçilmiş vekil ya da delegelerin hiçbir ayrıcalığı yok. Seçilmeden önce çalıştıkları işyerinde, aynı konumda çalışmaya devam ediyor, genel kurul ve olağanüstü kurullarda “izinli” sayılıyorlar. Maaşlarında bir değişiklik olmuyor ve ek bir ücret almıyorlar.
Bugün, hala Küba’nın siyasi sistemine ilişkin eleştiriler yapılmaya devam ediliyor. Kimi zaman bilgi dahilinde, kimi zaman da bilgi eksiğiyle. Bu konuda Celil Denktaş’ın “Üç Açıdan Küba” kitabındaki şu sözleri iyi bir cevap olacaktır:
“Sokakta, sıradan Küba vatandaşının hükümet politikalarına yönelttiği eleştirileri, isim vererek sorumlu gördükleri hükümet ya da kamu görevlilerini kınamadıklarını işitmek her zaman mümkün. Tabii bunu ülkeyi şöyle bir göreyim diye ziyarete gelen turist gözüyle, baskı altındaki zavallı halkın yönetim üzerinde herhangi bir etki şansı olmayıp derdini gizli gizli sokakta yakaladığı yabancılara döküyor olarak görmek de mümkün. Dolayısıyla dünyanın her ülkesinde olan, hükümet ve yöneticiler hakkında pek de ciddiyeti olmayıp “atıp tutma alışkanlığı”nı burada da bulmak mümkün. Ancak Küba’nın farkı, hakkında “atıp tutulan” kişilerin seçimler sürecindeki adaylık işlemlerinde ya da seçilmiş olsalar dahi delegelikleri sırasında seçmen tarafından alaşağı edilebilecekleri gerçeğinin atıp tutanlara verdiği rahatlıkla haklarında atılıp tutulması.”

Devrimi Savunma Komiteleri (CDR’ler)
Bu noktada, bahsi geçen ve daha önce de kısaca bahsettiğimiz kitle örgütlerine dair daha detaylı bilgi vermek, Küba’da halkın politik katılımını ve yaşamı nasıl bizzat inşa ettiğini anlamak açısından faydalı olacaktır.
Öncelikle kamu kurumlarında, tarım ve hayvan çiftliklerinde, okullarda ve or-manlarda, devrimin sosyalist karakterinin ilan edilmesiyle daha da artan yangınla-rı ve diğer sabotaj eylemlerini engellemek üzere yola çıkan Devrimi Savunma Komiteleri (Comite de Defensa de la Revolucion – CDR) her semtte bir tane olmak üzere sokak düzeyinde örgütlenmiş militanlardan oluşan komitelerdi. ABD tara-fından finanse edilen karşıdevrimci cephenin deşifre edilmesini sağlamak ama-cıyla tüm mahalle ve sokaklarda geceleri dahi nöbet tutmaya başladılar. Böylece sadece karşıdevrimci eylemliliklerin azaltılmasıyla kalmayıp, tüm halkı devrimi savunma göreviyle mobilize edebilme yeteneği I099_033_CDRkazandılar.
1960’larda gönüllü çalışma tugaylarının oluşturulmasının yanı sıra kalifiye işgücünün oluşabilmesi için teknik okullar açılmasında da etkin rol alan CDR’ler, dönemin en önemli ekonomik kaynağı haline geldi. CDR’lerin kuruluşunu, kitlelerin ruhunda gerçek bir devrimin başlaması olarak değerlendiren Fidel, bu tarihi aynı zamanda toplumsal dönüşümün sağlanmaya başlandığı siyasi devrimin başlangıcı olarak görüyor.
14 yaşından büyük tüm Kübalıların cinsiyet, ırk, din ayırımı yapılmaksızın üye olabilecekleri bir kolektif olan CDR’ler, sokak, mahalle, belediye, il ve ülke ölçeğinde örgütlü bulunuyor ve bugün yaklaşık 8 milyon üyesiyle 133.000 hücrede toplanıyor. Küba’daki 14 yaş üstü nüfusun %80’i CDR’lerde örgütlü. Küba halkı CDR toplantılarında, her türlü yasa ve düzenleme konusunda fikirlerini belirtme fırsatı buluyor. Her hafta kendi sokaklarında yaptıkları toplantılarda beraber yedikleri yemeğin ardından güncel tartışmalar üzerine sohbet edip mahalle sorunlarının çözümünü arıyorlar. Toplantıda devlet malının özenli kullanılmasından, çocuk bakımının paylaşılmasına, evliliği kötü giden bir çifte öneride bulunmaya kadar her tür konu gündem edilebiliyor.
CDR’ler aracılığıyla Küba halkı, hava kirliliğine neden olan gazlardan arındırabilen ve astıma neden olan alerjenleri barındırmayan ağaçlarla şehirlerini ağaçlandırdı, çocuk bahçeleri, kültürel alanlar, açık hava tiyatroları, spor kompleksleri, balık tutulabilecek dinlenme mekanları, kişiyi yaratıcı kılabilecek kültürel alanlar kurguladı ve bunların inşasında hep beraber çalıştı. Halk sağlığı alanında da CDR’ler, aşılama kampanyalarında Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışarak pek çok bulaşıcı hastalığın hızlı bir şekilde ekarte edilmesinde etkili oldu. Uzunca bir süredir kronik hastalıkların takibinden, kadınların yıllık smearlerinin alınmasına kadar pek çok koruyucu sağlık hizmetinin sunulmasında aile hekimleriyle birlikte çalışıyor. Küba’da suç oranının çok düşük olması da CDR’lerin potansiyel suç eylemini kolaylıkla mahallelerde tanımasıyla başarıldı.

Küba Kadın Federasyonu (FMC)
Önemli kitle örgütlerinden bir diğeri olan, 1960’ta Fidel’in önerisiyle, Vilma Espin liderliğinde kurulan Küba Kadın Federasyonu’na (Federacion de Mujeres Cubanas, FMC) bugün Kübalı kadınların %90’ı üye. FMC, devrimi takip eden günlerde iki temel görevi üstlendi: İlki Kübalı kadınların öncülüğünde geli31564_MujeresFMCşen okuma yazma seferberliğiydi. Kampanyaya 55 bin Kübalı kadın katıldı. 8 yaşındaki kız çocukları dahi evlerinden kaçarak kırsal bölgelerde bu kampanyada eğitimci olarak görev aldı. En önemli amaç; kadının üretime katılması ve toplumsal yaşamın eşit bir bileşeni haline gelebilmesiydi. Bu hedefle FMC’nin üstlendiği ikinci görev; ülkedeki kreşlerin sayısını artırmaktı. Kreşlerin, ardından çamaşırhane ve yemekhanelerin inşasına dönük çalışma, kadını eve hapseden yüklerin ağırlığından kurtarmayı amaçlıyordu. Devrim sonrası kurulan kreşlerde kadın erkek eşitliği temel alınmış ve eğitim sisteminin her kademesi bu ilkeye uyumlu olarak yapılandırılmıştı. Bu iki kampanya da çok kısa zamanda etkisini gösterdi. Devrimin ilk yılında %56 olan kız çocuklarının temel eğitime katılım oranı, bugün %99 gibi bir orana ulaştı. Kadınların iş yaşamına katılım oranı ise %60’lara çıktı.

Küba’da eğitim sistemi
Daha önce Che’nin, yeni insanın yaratılmasının komünizme giden yolda belirleyici unsur olduğunu belirttiğine ve bu yolda eğitime verdiği öneme değinmiştik. Sierra Maestra’dan beri eğitime belirgin biçimde önem veren ve okuma-yazmaya dönük çalışmalar yapan Kübalı devrimciler, bugün amaçlarına fazlasıyla ulaşmış durumda ve daha da ilerisini hedeflemekte.
1953 sayımına göre Küba’da 10 yaş üstü nüfusun % 23.6’sı okur yazar değildi. Kentsel bölgelerde bu oran %11, kırsal alanlarda %41.7’ydi ve çocukların %54’ü okula gitmiyordu. 1959’da yarım milyondan fazla çocuk okula gidemiyordu ve 10 bin öğretmen işsizdi. Bu tabloyla mücadele için devrimden sonra hemen, 1959’da Temel Eğitim ve Okuma-Yazma Öğretimi Ulusal Komitesi kuruld

u. İlk olarak, 1961 yılında, milyonlarca insana okuma yazma öğretmek için 35 bin gönüllü öğretmen ve 105 bin gönüllü gencin katılımıyla gerçekleştirilen ve bir yıl süren bir kampanyayla okuma yazma sorunu ortadan kaldırıldı. Kışlalar okul haline getirildi; Sierra Maestra’daki Camilo Cienfuegos Okul Sitesfft16_mf2453496i gibi, birçok yerde bu şekilde, çok kapasiteli okul siteleri inşa edildi. Ülke genelinde anketler düzenlenerek Venceremos (Kazanacağız) adlı bir okuma yazma kitabı ve öğretmenler için Alfabeticemos (Okuryazar Olalım) adlı rehber bir kitap oluşturuldu. Kampanyanın ilk hedefi, okur-yazar insanların sayısının çok az olduğu kırsal bölgeler oldu. Gönüllü eğitmenler gittikleri bölgelerde gündüzleri halkla tarlalarda çalışıp, akşamları sorumlu oldukları ailenin eğitim etkinliklerini gerçekleştiriyorlardı. Bu kampanyanın Jose Marti’den alıntı olan iki temel sloganı vardı: “Her okuryazar olmayana bir eğitmen, her eğitmene bir okuryazar olmayan!” ve “Bilmiyorsan öğren, biliyorsan öğret”.
Ek olarak, kitlesel yetişkin eğitimi etkinliklerine de ağırlık verildi; yetişkinler için gece kursları, köylü kadınlar için okullar kuruldu ve devrim öncesi Amerikan burjuvalarına fahişelik yapan kadınlara yönelik hem meslek edindirme hem de kültür çalışmaları başlatıldı. Gece okullarında bir dersin akışı genellikle şu şekildedir: Yoklama, duvar resimleri üzerinden politika tartışmaları, aritmetik, dil, coğrafya veya fen bilgisi deneyleri, gazete haberleri üzerine tartışma, günlük haberler. Başlıca dersler aritmetik, okuma yazma, doğa tarihi, sosyal bilimler ve hijyendir. Okula gelmesi zor olan yetişkinler için ise “aile içi okuma toplulukları” oluşturulmuştur. Komşu aileler, bir üst düzeyde öğrenim görmüş olanların ya da kendi grupları dışında bir kimsenin yönetiminde, içlerinden birinin evinde toplanmışlardır. Okumayı alışkanlık haline getirmek bu toplulukların temel hedefidir. İsteyen yetişkinlere hem çalışıp hem de üniversite düzeyine kadar ücretlerinde bir düşüş olmaksızın eğitime devam edebilme hakkı tanındı. Eski kitapların içeriği yeni bir toplum yaratılmasına izin vermeyeceği düşüncesiyle, okullarda okutulacak ders kitapları Kübalı eğitimciler tarafından yeniden yazılarak ülkede basılmaya başlandı. 1961 Eğitim Yılı’nda 6 Haziran tarihinde kabul edilen “Eğitimi Kamulaştırma Yasası” ile tek bir eğitim sistemi kuruldu, özel okullar kapatılıp, eğitim tüm düzeylerde parasız hale getirildi. Devrim öncesinde 7.674 olan okul sayısı, 12.442’ye yükseltildi. Öğrencilerin 10. sınıfa kadar eğitimlerine devam etmeleri zorunlu hale getirildi. Kendilerini geliştirebilmeleri ve topluma dâhil olabilmeleri için özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için okullar açıldı. Lise ve yüksek öğrenim mezunlarının istihdamı devlet güvencesine alındı. Ayrıca bugün Küba’da 60 yaş üstü nüfusun yoğunluğundan kaynaklı üretilen çözümlerden biri olaran Yaşlı Üniversiteleri kurulmuş durumda. Şimdiye kadar 85 binden fazla mezun veren bu üniversiteler, yetişkin eğitiminden biraz farklı; asıl amaç yaşlıların toplumdan ve yaşamdan kopmamaları. Kültür, tarih ve çevre sorunlarına kadar çeşitli alanlarda ders yapılıyor ve bu derslerde sağlıklı birer birey olarak yaşlılıkla nasıl yHAVANA - JANUARY 8: Cuban pioneers cheer revolution slogans under a photograph that shows Fidel Castro (R) and Camilo Cienfuegos, commander of the Revolution, during a political act to commemorate the arrival of the so-called victory caravan, re-enacting the triumphal 1959 entry into Havana by Cubas Revolution leader Fidel Castro and his rebels, exactly 50 years later, on January 8, 2009, in Havana, Cuba. Fidel Castro, who ruled as Cuba's President since coming to victory in 1959 until two years ago, when illness forced him to hand over power to his younger brother Raul Castro, remained behind the scenes during the celebrations of the 50th anniversary of the Revolution. (Photo by Sven Creutzmann/Mambo Photo/Getty Images)üzleşilmesi gerektiği de tartışılıyor.
Okur-yazarlık sorununun çözülmesinin ardından, 1970li yıllarda öğretmen yetiştirme sistemini planlı bir şekilde örgütleme ve öğretmenliği profesyonel bir meslek haline getirme çabaları belirginleşti. Aynı dönemde okullaşma çabası ise sonraki yıllarda şöyle sonuç verdi: 1976 yılında ortaöğretimde 13-16 yaş arası okullaşma oranı (9. sınıfı tamamlayanların oranı) yüzde 75’in üzerindeyken 1978-79 eğitim yılında bu oran %96,7’ye ulaştı. Devrimin temel hedeflerinden olan kent ve köy arasındaki eşitsizlikleri giderme çabası sayesinde, 1970-71 eğitim yılında üniversiteye girişlerin yüzde 15’i işçi-köylü okulundanken, 1983-84 eğitim yılında bu oran yüzde 54’e çıktı.
“Özel Dönem”de ise Küba pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da büyük maddi zorluklarla karşı karşıya kaldı; ancak bu dönemi tek bir okulu dahi kapatmadan eğitimi sürdürme iradesini gösterdi. Özel dönemden çıkmanın işaretlerinin verildiği 1999 yılında ilan edilen ve tüm halkın genel kültüre ulaşmasını hedefleyen “Fikirler Savaşı” ise, eğitimi daha nitelikli kılma, herkesin kültüre erişimini sağlama, herkesin yeteneklerini kullanabilmesi ve ortak bir kültürün yaratılması anlamına gelmekteydi. Bu kapsamda Küba’da yükseköğretimin herkes tarafından erişilebilir hale getirilmesi hedeflendi. Üniversite sınıfları daha yaşlı yetişkinlerin erişimine açıldı ve öğrencilerin uzmanlar ve tanınmış akademisyenler öncülüğünde bilgi alışverişinde bulunabilmeleri sağlandı.
Küba’da devrim sonrası geliştirilen eğitim sistemi şu temel prensipler üzerine kurulu:
1. Kitlesel eğitim ve herkese eşit eğitim olanağı
2. Eğitim olanaklarına ücretsiz erişebilme olanağı
3. Toplumun eğitime –demokratik- katılım hakkı
4. Ders/okul ve “iş”in birleştirilmesi/birlikte yürütülmesi
5. Kadın/erkek birlikte eğitim (co-education)
6. Okulun farklılıklara –ırk, renk, inanış vb- açık olması
Eğitim sisteminin günümüzdeki görünümüyse Şema-1’deki gibidir.İdilin istediği grafik 001
Bugün Küba’da her 42 Kübalı’ya bir öğretmen düşüyor. Okulların çok büyük bir çoğunluğu, yılın 220 günü, günde 6-7 ders saati olmak üzere tam gün eğitim veriyor. Eğitimin diğer seviyelerinde olduğu gibi yükseköğretimde de kitap, diğer öğretim gereçleri, yemek, yurt, servis, tatil yerlerindeki yurtlar parasızdır ve ayrıca öğrenciye harçlık olarak kullanabileceği belli bir miktar para bursu verilir. Ders dönemine ayrılan 40 haftanın 45 günü politeknik eğitim ilkesi gereği ve özellikle tarım sektöründe olmak üzere, üretim faaliyetiyle değerlendirilmektedir.

Eğitimin getirileri ve yeni insanda kırılan önyargılar
Bu eğitim süreciyle birlikte, devrimin ilk yıllarında yeni insanın oluşmasının önündeki geçmişin artığı önyargılar da zamanla kırılmaya başlandı. Uzun bir sürecin sonucunda ırkçılık, homofobi, cinsiyet ayrımcılığı gibi birçok konuda ciddi gelişmeler kaydedildi ve kaydedilmeye devam ediyor.
Bugün, Küba’nın her tür ayrımcılığa karşı ve eşitliğe yönelik politikası anayasal desteğe sahiptir. Anayasal hakların yanısıra, bunların etkin hale gelmesini sağlayan ve ihlal edilmeleri durumunda, yeniden tesis edilmelerini temin eden mekanizma ve araçlar, net bir tamamlayıcı hukusal çerçeveyle güvence altına alınmıştır. Irkçılığın her tür yasal dayanağını ortadan kaldırmış ve elde ettiği eğitim düzeyiyle her tür öznel ayrımcılığı oratadan kaldırmış bulunuyor. Buna rağmen yıllar içerisinde pratikte ayrımcılığın gözlemlendiği sorunlar açığa çıkmıştı ve bugün Küba yüzyıllara yayılan tarihsel sürecin bir mirası olan ve kendisini, siyahların üst düzey pozisyonlarda ve kalifikasyon düzeyi yüksek işlerde daha az temsil edilmesi, suç oranının nispeten yüksek olması gibi formlarda ortaya koyan nesnel ayrımcılığı da ortadan kaldırmak amacıyla hareket ediyor.
Devrim öncesinin artığı bir diğer kemikleşmiş önyargı da eşcinsellere yönelikti. Devrimin ilk yıllarında Domuzlar Körfezi Çıkartması ile birlikte seferberlik ilan edilmiş ve orduya katılımlar hız kazanmıştı. O dönemde kadınların ve eşcinsellerin savaşa katılması halk tarafından iyi karşılanmıyordu. Dolayısıyla eşcinsellerin de askere alınmaması durumu ortaya çıktı; ancak bu durum bile ayrıcalık olarak görülerek rahatsızlık uyandırmaya ve eşcinsellere dönük haksız eleştirilere sebebiyet vermeye başladı. Üretime Yardımcı Askeri Birlikler (Unidades Militares de Ayuda a la Produccion – UMAP) adıyla kurulan ekiplere, yetersiz eğitimden dolayı silah kullanamayanlar, dini inançları sebebiyle vicdanî red hakkını kullananlar ve fiziksel durumları uygun olan eşcinsel erkekler alınıyordu. Bu birlikler tüm ülkede oluşturulmuştu ve hatta karşıdevrimciler tarafından yıllarca bu birlikler kastedilerek, eşcinsellerin toplama kamplarında tutulduğu öne sürüldü. Ancak eşcinsellere dair önyargılar olduğu ve ayrımcılık yapıldığı doğruydu. Fidel bir konuşma bu homofobik ve “maço” tutumu belirtmiş, kendisini de eleştirmiş ve bu konudaki tüm sorumluluğu kendi üzerine almıştır. Ancak Küba’da yıllar içerisinde bu homofobiyi aşmak için birçok şey yapıldı. Küba Kadın Federasyonu’nda (FMC) Vilma Espín, 1976 yılında hazırlanan anayasada, evliliğin cinsiyet belirtilmeksizin, yani heteroseksüelliğin kalıbına sokulmadan, iki kişi arasındalgbt_march_cuba_2015ki birliktelik olarak tanımlanmasını önermişti. Bugün, Uluslararası Homofobiye Karşı Mücadele Günü etkinlikleri başta olmak üzere, LGBTİ bireylerin sorun ve taleplerini topluma anlatmak için bir dizi etkinliğe öncülük eden CENESEX (Ulusal Cinsel Eğitim Merkezi) yine bir kadın devrimcinin, Mariela Castro’nun liderliğinde ilerliyor. Küba’da bir dönem “burjuva toplumunun kalıntısı” olarak görülen eşcinselliğe bakışın CENESEX’in öncülüğünde devrimci bir şekilde değişmesini de beraberinde getirdi. Ulusal Meclis çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığını yasakladı. Mariela Castro’nun önerdiği değişiklikle İş Kanunu’nda çalışanların eşitliğini düzenleyen maddeye cinsel yönelim ifadesi eklendi.
Kadınlara karşı ayrımcılıkla baş etmek de en zor işlerdendi. Kübalı devrimcilerse, Sierra Maestra’dan beri –Fidel’in kurduğu “Marianas” isimli kadın gerilla birliğinden beri- bu kalıpları yıkıyor. Kadın erkek eşitliğinin pratiğe taşınması adına bir dönem, erkeklerin ev işlerini, yemek, çocuk bakımı gibi işleri kadınlarla paylaşmasını zorunlu kılan bir Aile Yasası bile hazırlandı. FMC’nin kuruluşundan ve kaydettiği ilerlemelerden bahsetmiştik. Bugün Küba’nın geldiği noktada; öğretmen, öğretim üyesi ve bilim insanlarının %81,9’u, hekimlerin %60,2’si, sağlık sektöründe çalışanların %78,5’i ve sağlık alanında enternasyonal görevlerde bulunanların %64,2’si kadın. Hâkim ve savcıların %70’ten fazlası kadın. Teknik personelin %36,7’si, mühendislerin %31’i kadın. Üniversite mezunlarının %63,6’sı kadın ve ekonomide istihdam edilen kadınların %74,37’si yüksek öğrenim mezunu -bu oran erkekler arasında %55,6-. Yönetiminde yer alan kadınların oranı %64. Küba Komünist Partisi Merkez Komite Üyelerinin %41,7’si kadın. Ulusal Meclis içindeki milletvekillerinin %48,8’i kadın -bu oran dünya ortalamasında %20-. Devlet Konseyi üyelerinin %41,9’u kadın.

Küba’da sanat ve spor
Sanat, birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi Küba’da da gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası. Yıllardır, sanat eğitimine verilen önemin de bir sonucu olarak yetkinleşerek devam ediyor. Sanatsal faaliyetleri düzenleme ve yaygınlaştırma amacıyla kurulan Kültür Merkezleri bünyesinde sanat okulları açılmış durumda. Bu Kültür Merkezleri ile aynı zamanda, ahlaki, sosyal ve politik değerler kazandırmak da amaçlanıyor. Tüm kentlerde ve tüm köylerde en az bir, çoğu durumda birden çok Kültür Merkezi bulunuyor. Kübalı her ailenin sanatın bir dalıyla bir şekilde ilişkisi bulunuyor. Dağ köylerinde “Genç Yaratıcılar Evi” adı verilen kültür merkezleri bulunuyor; köylerin meydanlarında çocukların ve gençlerin oluşturduğu programlarla ortaya çıkan ürünler sergileniyor. Okullarda öğrencilerin derslerden sonra haftada en az 6 saat sanat çalışması zorunlu. Küba’da her üniversitede güzel sanatlar akademisi bulunuyor. Sanatsal üretime erişim için herkesin yararlanabileceği asgari bir ücretle sınırlandırılıyor. Küba’nın sanatçıları, Yazarlar ve Sanatçılar Birliği’nde (UNEAC) örgütlü ve bu örgüt seçkin bir kesimi değil tüm toplumu temsil ediyor.
Nisan 1959’da Latin Amerika ülkeleriyle ittifak kurularak, Havana’da, Latin Amerika ülkelerinin sanat birliği işlevini görecek olan Casa de las America kuruldu. Kültür ve sanat alanında çalışm3278957784_4061f40ef5_ba yürüten çeşitli kurumlarla -kütüphaneler, galeriler, senfonik orkestralar, tiyatro grupları, yayınevleri- irtibata geçerek çeşitli sanatçılar ağırlandı, oyunlar, konserler vs düzenlendi. Kendine ait bir yayın çıkarmaya başladı. Casa, sanatın birçok alanında üretimin yapıldığı ve Latin Amerika halklarının kültür araştırmalarıyla sanatın içiçe geçirildiği bir merkez haline geldi. Latin Amerika edebiyatına ilgi arttı ve birçok eser tekrar basıldı ve birçok yeni eserin çıkmasına öncülük edildi. 1959’dan beri yapılan ödül törenlerinde yılda ortalama 600-700 eser başvuruyor. Eğer ödül almamış bir tiyatro eseri söz konusuysa, jüri bu eserin sahnelenmesi gerektiğini düşünüyorsa, tanınması ve sahnelenmesi için eseri Latin Amerika’daki ve Küba’daki tiyatro gruplarına gönderiyor. Yayınlanabilecek eserler de ilişki içinde olunan yayıncılara gönderiliyor ve öneriliyor.
Sanatsal ürünler sadece sergilenebilir metalar olarak ele alınmıyor. Örneğin; Alicia Alonso öncülüğünde Küba halkı dansın ve balenin tedavi edici rolü üzerine deneyimler elde etti. Bugün hala otistik, down sendromlu, duygu durum bozukluğuna ve diğer çeşitli sinir sistemi rahatsızlıklarına sahip çocuklar düzenli olarak devlet güvencesiyle bale okuluna götürülüyor. Uzman doktorlar, sosyal hizmet görevlileri ve diyetisyenler kontrolünde usta balet ve balerinler ile düzenli olarak çalışıyorlar. Bale ile çocukların sağlıklarında ciddi bir düzelme kaydedildiği gözleniyor.
Aynı zamanda spor da anayasal hak olarak tanımlanıyor. Her yaştan Kübalı’nın spor yapma hakkını güvence altına alan merkezi kurumlar ve yaygın oryantasyon mekanizmaları geliştirilmiş durumda. Devrimden önce yalnızca burjuvalara açık olan spor tesisleri kamulaştırılarak halka açıldı, sportif faaliyetler ücretsiz hale getirildi, yeni yaygın spor alanları inşa edildi. Profesyonel spora son verildi, sporu kâr konusu haline getiren her türlü meslek kategorisi lağvedildi. Bu bakış, Küba’nın spor alanındaki başarısını daha da artırdı, ülkenin aldığı uluslararası madalyalar nüfusa oranlandığında, mesela ABD’den 11 kat daha başarılı olduğu ortaya çıkıyor.

Küba’da biyoteknoloji ve halk sağlığı
Küba sosyalizminin en büyük başarılarından birisi sağlık alanında oldu. Bu başarısının temelindeyse halk sağlığını önceliğe alması ve benimsediği önleyici tıp anlayışı yatıyordu. Doktor Che’nin yolundan giden Küba’da ada halkına eşit ve ücretsiz sağlık hizmeti verilmesi bir yana; Küba bu alandaki başarısını enternasyonalist bir ufukla onlarca ülkeye taşıdı. Daha önce, Cezayir’le başlayan ve Afrika ülkelerine yayılan tıbbi yardımlardan bahsetmiştik. 1960’larda çoğunluğu savaş yaşanan ülkelerde olmak üzere pek çok yerde yaşayanlara burs vermeye başlayan Küba; Latin Amerika, Karayipler, ABD, Pakistan ve Çin’in de aralarında bulunduğu ülkelerden 80 bin doktor yetiştirdi. 1998 yılında kurulan Latin Amerika Tıp Okulu’nda (ELAM) 122 ülkeden gelen 10 bin kadar öğrencinin halen ücretsiz eğitim almakta olduğu biliniyor. Mart 2016 itibariyle ise 67 ülkede hizmet veren yaklaşık 55.000 Kübalı hekim var.
Devrimden sonra, ambargolar sonucu Küba, yaşadığı ciddi ilaç sıkıntısını çözmek üzere kendi ecza sektörünü geliştirmeye karar verdi. 1980’de, Küba’dan 6 kişilik bir heyet, kanserle mücadelede gerekli interferonun nasıl üretildiğini öğrenmeleri için Helsinki’ye gönderildi. Ülkelerine döndüklerinde Havana yakınlarında küçük bir evde kurdukları laboratuvarda doğal interferon alfanın üretimi başarıldı. 1982’de Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB), 1986’da Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi (CIGB) kuruldu. Ülkedeki ilaçların %70’ini bu merkez üretti. Özel Dönem’de dahi Küba, bir tek biyoteknolojide kısıntıya gitmedi, aksine bu alana 1 milyar dolar yatırım yaptı. Bu öngörü, hem Küba’nın önleyici tıptaki başarısıyla, hem de bu alandaki ekonomik getirilerle karşılığını buldu. Aralarında Brezilya, Hindistan, Venezuela, Güney Afrika, Vietnam ve Cezayir gibi ülkelerin de bulunduğu coğrafyalara biyoteknoloji alanında teknoloji transferi yapan Küba, 1985 yılında yalnızca 11 milyon dolar olan biyoteknoloji ihraç gelirlerini, 2013’de yarım milyar doların çok daha üzerine çıkarttı.
Bugün, Küba’da bebek ölümleri ciddi oranda azalırken, kanser, şeker hastalığı, görme kaybı gibi ciddi hastalıklarla ilgili de önemli ilerlemeler kaydedilmiş durumda. Küba geçtiğimiz yıl, anneden bebeğe AIDS virüsü geçişini durdurmayı ve Amerika kıtasını sarsan Zika virüsünü önlemeyi de başardı. Küba’da bebek ölüm oranı 2015’te binde 6’dır ve Villa Clara şehrindeyse bu yılın ilk yarısında toplam 7 belediyede, anne-bebek ölüm hızı sıfıra düştü. Son olarak, kanser hastalarının yaşam sürelerini uzatacak, kanseri geriletecek onlarca aşı geliştirilen Küba’da, 2017 itibariyle akciğer kanseri aşısı bedava olarak halka uygulanacak olması halk sağlığının ancak sosyalizmle mümkün olduğunu da kanıtlıyor.
Şu anda anayasasında,
• Sağlık bakımı ekonomik kâr aracı değil, temel insan hakkıdır. Bu nedenle bütün sağlık hizmetleri parasızdır ve herkes için eşittir.
• Topluma sağlık hizmetini sunmak devletin görevidir.
• Koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri sosyal ve ekonomik gelişmeyle entegredir.
• Toplum, sağlık sisteminin geliştirilmesine ve yönetimine katılır
maddelerini bulunduran Küba’da devrim öncesinde yaklaşık 6000 doktor bulunmaktaydı. Bu doktorlar özel sağlık kuruluşlarında çalışıyordu. Ulaşım sıkıntısı yaşanan ve sadece paralı bir şekilde verilen sağlık hizmetine, zenginler dışında kimsenin ulaşabilme imkânı yoktu. Devrim sonrasında bu doktorların 3000’i yurtdışına kaçtı. Kaçanların önemli bir kısmana-resim-800x445ı öğretim üyeleriydi. Kalan yaklaşık 3000 doktor topluma ulaşmak ve zaten az olan sağlıkçı sayısının arttırılması için çok büyük çaba sarf etti. Sağlık hizmetleri köylüye, işçiye, fakir halka ücretsiz bir şekilde ulaştırıldı. Sadece 1960 yılında yapılan DPT (Difteri-Boğmaca-Tetanoz) aşılaması 1954-1959 yılları arasında yapılan DPT aşılamasının iki katıydı. Sağlıklı içme suyuna ulaşma oranı 1958 yılında kentte %35, kırsalda %2 iken, 1969 yılında bu oranlar kentte %90, kırsalda %63 oranına ulaştı.
Tüm bunlar kitle örgütleri aracılığıyla, halkın katılımıyla sağlandı. Evlerde, iş yerlerinde, okullarda sorunları çözmek için örgütlenildi. Çöp toplanamaması bulaşıcı hastalıklara yol açacağından, çöpleri toplama işi organize edildi. Bisiklet kullanımı teşvik edildi, sigara ve yağ tüketimi azaltıldı. Doğum kontrol ilaçları ithal edilemeyince yüzük denilen bir gereç üretilmeye başlandı. Ekonomik kriz nedeni ile engelli bireyler için yeni merkezler inşa edilemeyince parklar danışmanlık merkezi olarak kullanıldı. Küçük çocuklara ve zayıf insanlara beslenmeden kaynaklı sorunlar yaşanmaması için vitamin, mineral ve besin desteği sağlandı. Sağlık Bakanlığı altında bulunan 14 eyalette personel sayısı çok az; çünkü asıl iş alt kademelerde ve alanlarda. Bu eyaletlerin altında yerel düzeyde bir sağlık organizasyonu oluşturuldu. Bunun yanında kitle örgütleri geri bildirim yaparak, sağlık kampanyalarında sorumluluk alarak, alanın ihtiyaçlarına göre öneriler getirerek bu sağlık şemasında en önemli yere oturmaktadır. CDR’ler, bağışıklama, sivrisineklere karşımücadele, sokakların temizlenmesi ve bakımı gibi görevler üstlendi. 1961’de ilk tarım reformundan sonra kurulan Küçük Köylüler Ulusal Birliği’nin ev ev dolaşarak aşı eğitimi yapması ve aşılanacakların listesini çıkararak sağlık örgütlerine ulaştırması sonucunda 1962’de 2 milyon çocuğun polio (çocuk felci) aşısı 11 günde, 1969’da aynı uygulama 72 saatte,1970’de bir günde tamamlandı. FMC daha önce de bahsettiğimiz gibi, ana-çocuk sağlığı programı kapsamında su ve sütün kaynatılması, ev hijyeni, çocuk bakımı, enfeksiyon hastalıklarından korunma konularını direk kendi sorumluluğuna almış durumda. Ayrıca FMC yetişkin ve genç kadınlara cinsel yaşam, üreme sağlığı, aile planlaması ve hijyen önlemleri gibi sağlık konularına da yer veren dergiler çıkarıyor. Temel görevi işçi haklarını korumak, üretimi arttırmak ve işçi sağlığıyla ilgili aktif rol almak olan sendikalar; iş kazalarının analizlerini ve soruşturmasını yapmakla yükümlü.
Küba, kendisine uygulanan bütün ambargolara rağmen anayasasında bulunan dört maddeden taviz vermedi. Sağlığı bir meta haline getirmeyi asla tartışmadı. Bilimin halk yararına kullanılabileceğinin somut bir kanıtı oldu. Ayrıca Küba’da yürütülen biyoçeşitliliğin korunması, ormanlaştırma, mera restorasyonu, mikro-rezervuarlar geliştirilmesi gibi kampanyalarla önemli kazanımlar elde edildi ve halk sağlığı çalışmaları ile ekoloji çalışmaları bütünlük içerisinde ele alındı.

Sonsöz
Küba’da isyan daima var olmuş; ilk direnişçilerinden olan Hatuey’den, mambilere taşınan bu ruh, ikinci bağımsızlık savaşlarında Jose Marti’nin açtığı yoldan ilerleyen devrimcilere dek sürmüş ve 26 Temmuz Hareketi öncülüğünde devrimin zaferiyle vuku bulmuştur. Küba, bu mücadelelerin izinde, yüzyıllar içerisinde, “şeker şatoları”nın hüküm sürdüğü bir Küba’dan, özgür bir yaşamın inşa edildiği topraklara dönüşmüştür. Sosyalizmle birlikte Küba halkı özgürlüğüne kavuşmuş ve hiçbir taviz vermeyerek yeni bir yaşamın, yeni insanın yaratılması yolunda hız kesmeden, tökezlese de tekrar kalkarak yoluna devam etmiştir ve etmektedir. Başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünya devrimcilerinin, özgür ve insanca bir yaşam özlemini taşıyanların umudu, öğretmeni olmuştur.
Küba’nın bahsettiğimiz tüm bu devrim tarihinden ve bugününden çıkarılacak en önemli sonuçlarından biri; Che, Fidel ve Camilo gibi devrim önderlerinin kişiliğinde de somutlanan yeni insanın yaratılmasına yüklediği anlam, insana, insanın gelişimine verdiği önemdir. Devrim öncesinden itibaren, tüm propaganda araçlarını da buna önem vererek, bu gelişimi yaratacak, eğitimi koşullayacak biçimde kurgulamış ve yeni bir yaşamı vadederek, bunun nüvelerini o günden barındırarak devrime yürümüştür. Eğitimi çok önemli bir yerde tutmuştur; çünkü yeni bir yaşamı, yeni bir dünyayı kuracak olan, dünya devrimine yürüyecek olan ancak bu yeni insanın kendisidir. Bu anlamda da Küba, sadece kendi halkının dönüşümü değil, tüm dünya halklarına bir örnek sunma niteliğini de barındırmaktadır.
Sosyalizmin inşası ve yıllar içerisinde Küba’nın eğitim, sağlık, sanat vs. alanlarındaki bu gelişimi, sadece, halkın yıllarca süren diktatörlüklerin bunalmışlığıyla tek çözümün sosyalizm olduğunu kavraması değil; sosyalizmin de ancak bireylerin kendilerinin öznelik kazanması ve değişimin esas belirleyeninin kendi iradeleri olduğunu farkına varmaları ve bunun da ancak örgütlü bir halkla mümkün olacağını kavramalarıyla oluşmuştur. Nitekim, devrimin ilk yıllarında halk, kitle örgütlenmelerine ihtiyaç duymuş ve bunun çözümlerini üretmiştir. Tabii ki tüm bunlar devrimci partinin öncülüğünde gerçekleşmiş ve bu öncülük devrim öncesinden itibaren kitle üzerinde ciddi bir nüfuz kazanmıştır.
Küba’da devrimin sürekliliğinin en önemli belirleyicilerinden biri halkın sosyalizme inancı olduğu gibi, aynı zamanda bu inançla, asla pes etmemesi ve hiçbir ambargo ve karşıdevrimci saldırı karşısında taviz vermemesidir. Karşılaşılan sorunlara dair daima “kapitalist çözümler” yerine “sosyalist çözümler” aranmıştır. Bu noktada Che’nin “Komünizm sadece bir üretim olayı değil, aynı zamanda bir bilinç olayıdır. Halkın hizmetine sunulmuş ürünlerin miktarının basit mekanik birikimi komünizme götüremez. Elbette bir şeye, sosyalizmin özel bir biçimine götürecektir. Ama Marx’ın komünizm olarak tanımladığı şeye, işte buna, eğer insan bilinçli değilse, yani eğer topluma karşı yeni bir bilinç kazanmadıysa ulaşamayız… Verimlilik, daha fazla üretim, bilinç; yeni toplumun üzerinde kurulabileceği temellerin sentezi budur” bakışı esas alınmıştır. Sosyalist Küba, karşılaştığı sorunlara karşı, varolan sosyalist deneyimleri yerelin özgünlüğüyle birleştirerek, kendi çözümlerini üreterek ayakta kalmıştır. Ve tabii ki Küba devriminin nihaî zaferi, enternasyonalizmle mümkün olacaktır.
2006’da Fidel’in Devlet Başkanlığı’nı kardeşi Raul Castro’ya devretmesiyle birlikte çeşitli tartışmalar başlamıştı. Raul Castro’nun devrimdeki rolünü, İsyan Ordusu’ndaki varlığını hiçe sayarak yapılan aile içinde görev devretme eleştirilerinden -eleştiri demek bile hürmet sayılır- bahsetmeye bile gerek yok. Ancak Raul’u daha “ılımlı” görerek, sosyalizmin yenilgisi için ellerini ovuşturanlar oldu. Raul’un ekonomik bazı değişimlere gitmesini bu iddialarına kanıt olarak sunanlar da oldu. Şimdiyse aynı tartışmalar Fidel’in ölümü üzerinden yapılıyor. Elbette ki Fidel’in Küba halkı üzerindeki –ve hatta dünya halkları üzerindeki- etkisi tartışılmazdır, hatta bu etkSomos-Fidel-sdfthi 1959’da Havana’ya girdiğindeki ilk konuşmasında (Los Palomas Nutku) omzuna konan güvercinle “mitik” bir hal kazanmıştır. Elbette ki Fidel’in Küba Devrimi’ndeki rolü ve önderliği de tartışılmazdır. Ancak tüm bu tartışmalarda unutulmaması gereken şudur; Küba’da devrimin sürekliliğini asıl sağlayacak olan, Küba halkının iradesidir. 1959’dan sonra karşılaşılan her tür saldırıda Fidel’in kararlı ve taviz vermeyen duruşunun yanı sıra devrimi daima savunan, bu amaçla seferber olan Küba halkının ta kendisidir. Bu noktada, bir önceki yazımızda bahsettiğimiz, Angola’da 300.000’den fazla gönüllü enternasyonalist savaşçısıyla zafer kazanan Küba halkı için Fidel’in şu sözlerini hatırlamakta fayda var: “Böyle bir kahramanlık göstermeyi başarmış bir halk, kendi ülkesini savunma zamanı geldiğinde neler yapmaz ki!”
Üstelik devriminin sürekliliğini belirleyeceğini söylediğimiz bu irade, eğitimli, örgütlü, yönetimin doğrudan öznesi olan, yeni bir yaşamı inşa eden bir halkın iradesidir. Tüm bu tartışmalara karşı, halkın bu konudaki kararlılığını Fidel’in ölümü ardından yas tutan yüzbinlerce Kübalı’dan biri olan bir işçinin sözlerinde görmek mümkündür: “Ölümü bizim için inanılmaz bir hadise oldu; fakat burada hiçbir şey değişmeyecek. Raul hâlâ burada ve daha sonra bir başkası gelecek, sonra bir başkası, bir başkası daha, devrim daima sürecek.”
Ve Fidel’in 2016 Nisan ayında, Küba Komünist Partisi’nin kongresinde yaptığı ve mücadelenin ‘Zafere Kadar Daima!’ süreceğini bir kez daha vurguladığı son konuşmasında dediği gibi “Kübalı komünistlerin fikirleri, bu gezegen üzerinde, insanoğlunun ihtiyacı olan maddi ve kültürel ürünlerin onurlu bir biçimde ve çok çalışarak yaratılabileceğinin kanıtı olarak kalacaktır.”

İdil Özkurşun

Kaynaklar:
1. Üç Açıdan Küba – Politik Katılım, Eğitim, Kadın/Erkek, Celil Denktaş, Nota Bene Yayınları
2. Fidel Castro – İki Ses Bir Biyografi, Ignacio Ramonet, Doğan Kitap
3. Savaş Anıları, Ernesto Che Guevara, Ant Yayınları
4. Demokrasi ve Devrim – Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, D. L. Raby, Yordam Kitap
5. Latin Amerika: İsyan Hep Vardı!, Derleyen: Sibel Özbudun, Kaldıraç Yayınevi
6. Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano, Sel Yayıncılık
7. Ekonomik Yazılar, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
8. Dinle Yankee, Wright Mills, Ant Yayınları
9. Fidel Castro Konuşuyor, Lee Lockwood, F.R. Alleman, Yar Yayınları
10. Che’de Sosyalist Bilinç ve Geçiş Dönemi Ekonomisi, Carlos Tablada, Çözüm Yayıncılık
11. Sosyalizme Doğru, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
12. Sosyalizm ve İnsan, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
13. Vamos Bien – İyi Gidiyoruz, Fidel Castro, Nazım Kitaplığı
14. Haydée Santamaría (Vidas Rebeldes), Ocean Sur
15. kubadostluk.org
16. Lanic.utexas.edu (Latin American Network Information Center)