Küba Devrimi’nin öyküsü; zafere kadar daima!: II- Sosyalizmin inşası

Devrimin ilk uygulamaları
İsyan Ordusu ve Fidel’in Havana’ya girişi ülkenin dört bir yanında coşkuyla karşılanmıştı. Bunu takip eden haftalarda, yeni rejimi sağlamlaştıran ve kamu yaşamının tüm alanlarında değişimler getiren kararnameler düzenlenmeye başlandı.
Ocak ayında kurulan Geçici Hükümet’e, Batista muhalifi olarak bilinen, devrimcileri beraat ettirmiş bir yargıç olan Manuel Urritia başkan olarak getirildi. Urritia ve 26 Temmuz Hareketi bir Bakanlar Kurulu oluşturdu. Başbakan olarak da Jose Miro Cardona getirildi; ancak 6 hafta sonra istifa etmesiyle birlikte, yerine Fidel geldi. 5 ay sonra, Urrutia’nın tam da ABD’nin Küba üzerinden kara propaganda yaptığı bir dönemde, sürekli olarak komünizm “tehdidi”nden şikayet etmesi ve maaşının yarıya düşürülmesine itiraz etmesi gibi bazı etik sorunların da baş göstermesiyle birlikte, Fidel’le aralarında ciddi anlaşmazlıklar yaşanmaya başladı. Bunun üzerine Fidel, Başbakanlık’tan ayrıldı. Böylece Urrutia da Başkanlık’tan istifa etmek zorunda kalmıştı. Ancak Fidel’in Küba halkı üzerindeki etkisi malumdu ve halkın, birkaç gün boyunca devam eden dev gösterileriyle Fidel, görevine geri döndü. Daha sonraları, Urrutia’nın o dönem, 1959’un Ekim ayında ABD’ye sığınacak olan anti-komünist muhalif Binbaşı Hubert Matos ile yakın kişisel ve siyasal ilişkiler içinde olduğu açığa çıktı.
İlk üç hafta içerisinde, devrimden sonra suçluların yargılanacağına dair verilen sözler tutuldu. Binlerce kişinin ölümünden sorumlu diktatörlük ajanlarının birçoğu, halka açık mahkemelerde yargılandı ve çoğu ölüm cezasına çarptırıldı. Bu yargılama süreci, devrime karşı bir kara propaganda malzemesi olarak kullanıldıysa da, aslında bu yargılamalarla linçlerin önüne geçildiği belirtilmiş ve daha sonraları Fidel, bu eleştirilere şöyle açıklık getirmiştir:
“Şeklinde bir hata olmuş olabileceğini düşünüyorum. Bu sorunların halk önünde ele alınması hataydı. Ama bu insanlar, devrim öncesinde yazılmış yasalara göre yargılandı… Burada, 1933’te Machado düştüğünde Machadocular sokaklarda sürüklendi, linç edilenler oldu, evlere girildi, halk intikam aldı. Biz, tüm savaş boyunca insanları bu konuda uyardık. Bizim küçük bir dağın tepesinde, bir kilovatlık, bir kısa dalga vericimiz vardı. Belli saatlerde rating’i diğer bütün radyoların toplamından çoktu. İnsanlara buradan ve Hareket aracılığıyla, sokaklarda sürüklemeler, kişisel intikamlar istemediğimizi söylüyorduk.

Orada yargılanan adam (Jesus Sosa Blanco), herkesin nefret ettiği biriydi. Ama insan bir adamın binlerce kişi önünde yargılandığını görünce -isterse katillerin en kanlısı olsun- ona acıyor… Bu bir hataydı ve bize karşı yürütülen kampanyada çok işe yaradı.”
1959’un ilk 9 ayında 1.500 kararname düzenlendi. Birçok yerel insiyatif yaygınlaştı, mahallelerde ve işyerlerinde denetim ele geçirildi. Batista döneminde fabrikalardan atılmış bütün işçiler işe geri alındı. Bir kira indirimi uygulandı ve bu daha sonra kira reformuna dönüştü, kiracılar ev sahibi yapıldı. Elektrik fiyatları düşürüldü, düşük ücretle çalışan işçilerin ücretleri artırıldı. Muhalifler ülkeden gitmeleri için salıverildi. Batista döneminde yolsuzluk ve hortumlamayla edinilen mal varlıklarına el koyma sözü tutuldu. Hatta Fidel o sürece dair esprili bir şekilde şöyle demiştir: “Eğer daha önceki hükümetlerin yolsuzlukla elde ettiği malları da dahil etseydik, hiç mülkiyet kalmayacaktı.”

Küba Komünist Partisi’nin oluşumu
Halk arasında güvenilirliğe sahip tek örgütün 26 Temmuz Hareketi olduğu açıklık kazanmıştı. Birçok parti, yasaklanmadan, dağıtılmadan, bir buçuk yıl içinde politika sahnesinden silindi. Dikkate değer bir varlığa sahip olan tek parti, daha önce genel grev sürecinde bahsettiğimiz Halkçı Sosyalist Parti (Partido Socialista Popular – PSP) idi. 1944’ten beri PSP olarak bilinen, eski Komünist Partisi, 1930’lardan beri işçi sınıfının bazı kesimlerinin desteğini kazanmış olmasına karşın, Batista’nın reformist bir çizgi izlediği dönemde (1938-44), onunla işbirliği yaparak uzlaşmacılıkla eleştirilmiş, diktatörlüğe karşı yürütülen silahlı mücadeleye son ana kadar muhalefet ederek de itibarını yitirmişti. Moncada Kışla Saldırısı sırasında, 26 Temmuz Hareketi’ni ‘küçük burjuva maceracıları’ olarak görmüş; ancak bu resmi görüşünü 1958 ortalarında değiştirmişti. Küba iç siyaseti ilk 4 yıl boyunca 26 Temmuz Hareketi ve PSP arasındaki işbirliğine, kimi zaman da çatışmalara sahne oldu. Bir diğer önem taşıyan hareket de, yine daha önce bahsettiğimiz Devrimci Öğrenci Yönetimi (Directorio Revolucionario Estudiantil – DRE) idi. 1961 yılı ortalarında bu üç örgüt birleşerek Birleşik Devrimci Örgüt’ü (Organizaciones Revolucionarias Integradas – ORI) oluşturdu. Örgüt, 1962’de Sosyalist Devrimin Tek Partisi (Partido Unico de la Revolucion Socialista – PURS) adını aldı ve 1965’te de Küba Komünist Partisi’ne dönüştü. Ancak öncü rol her daim 26 Temmuz Hareketi’ndeydi.

Tarım Reformu ve Che’nin geçiş dönemi ekonomisi
17 Mayıs 1959’da çıkss_060801_castro_sugar.nbcnews-ux-1024-900arılan Tarım Reformu Yasası ile özel mülkiyet 30 caballerias (yaklaşık 402 hektar) ile sınırlandırıldı. Böylece 26 Temmuz Hareketi’nin ilk programı olan, Moncada Kışla saldırısından sonra Fidel’in “Tarih beni aklayacaktır” dediği savunmasından beri öngörülen tarım reformu gerçekleştirilmiş oldu. Bu yasanın uygulanmasıyla Küba’da birçoğu ABD şirketlerine ait olan büyük toprak mülkiyetlerine el konuldu ve bunlar hükümetin eline geçti. Bu yasayla aynı zamanda topraksız ortakçılara, çiftçilere ve tapusu olmayan tarımcılara, üzerinde çalıştıkları toprak üzerinde hak tanındı. Şeker sanayiini yıkmak istenmediği için en son şeker kamışı topraklarına müdahale edildi. Büyük şirketler, kolektif devlet şirketi olarak bırakıldı, ardından da kooperatiflere dönüştürüldü. Tüm bu süreç zorlama olmaksızın yürütüldü. Hiçbir köylüye topraklarını birleştirme baskısı uygulanmadı, kooperatifler devlet şirketlerinden doğdu; işçilere devlet arazileri verildi. Bir de köylülerin birleşmesiyle ortaya çıkan kooperatifler vardı, kredi ve hizmet kooperatifleriyle çalışıyorlardı. Yani kredi istemek için birleşiyorlar ama üretimi bireysel olarak gerçekleştiriyorlardı. Fidel, bu Birinci Tarım Reformu’na ilişkin şöyle demiştir:
“Sovyetler Birliği’nde bu böyle olmadı. Onların politikası ya hep ya hiçti. NEP yıllarında hiç kamulaştırma olmadı, sonra iki üç yıl içinde topyekun bir kamulaştırmaya gidildi ve bu korkunç bir şiddet, istismar, çatışma ve zarar doğurdu. Bu yasa hakkında çok tartıştık… Ne yalan söyleyeyim, epey radikaldim. Eğer radikal olmazsan hiçbir şey yapamazsın. Partiyi örgütler, yirmi seçime gidersin, hiçbir şey de yapılmaz. Ama ben, evet, Tarım Reformu Yasası’yla bir darbe vurulması gerektiğini düşünüyordum.”
Che de aynı şekilde, Tarım Reformu’na ilişkin, “Üzerinde mücadelemizi sürdüreceğimiz temeli yarattı ve emperyalizmle karşılıklı olarak birbirimize indirdiğimiz darbeler zincirinin birinci halkasını oluşturdu” demiştir.
Ekim 1959’da, yeni bir kararla Ulusal Tarım Reformu Enstitüsü (INRA) Endüstri Bölümü kuruldu ve bölümün müdürü olarak Fidel, Che’yi atadı. Che, Sierra Maestra’dan beri bu konudaki yeteneklerini kanıtlamıştı. İsyan Ordusu’nun ikmalini sağlamak için, silah, giyecek, ekmek, ayakkabı, tuzlu et, puro, sigara vb. üreten birçok atölye kurmuştu. Endüstri Bölümü, tarım reformunun yol açtığı endüstriyel gelişime cevap vermek için kurulmuştu. Devrim öncesinin tarımda tek ürüne (şeker) dayalı, dış ticarete bağımlı ekonomisinden çıkmak da temel hedeflerdendi. Kasım 1959’da, Çalışma Bakanlığı’na, bir işletmeye, mal sahibini değiştirmeden, idaresinin denetimini almak için müdahalede bulunma izni veren bir yasa çıkarıldı. İşçiler çoğu kez sermayenin kaçışını, üretimin sabote edilmesini, mülk sahiplerinin işçi karşıtı politikalarını ve diğer suistimallerini engellemek için bu insiyatifi kullandılar. Bakanlığın müdahale ettiği işletme sahipleri hâlâ kâr hakkına sahiptiler. Gerçekte, bu şirketlerin sahiplerinin çoğu ülkeyi terk etmişti. Endüstri Bölümü, bu fabrikaları, küçük atölyeleri ve küçük dükkanları yönetecek noktaya vardı; 1960’da Küba ekonomisinin %60’ını, 1961’de ise %70’den fazlasını yönetir hale geldi. INRA, toprak dışında konularla da ilgilenmeye başladı; ellerinde bir dizi sanayi de vardı. 1961’de Sanayi Bakanlığı Che’nin yönetiminde yeni bir yapı olarak kuruldu. Böylece INRA, şeker rafineleri gibi tarıma doğrudan bağlı endüstri işletmelerininin sorumluluğuyla sınırlı kaldı.
Otellerin kapatılması isteğine sert tepkiler gelişiyordu, on bin dershane yaratılması gerekiyordu; ancak Batista neredeyse bütün parayı kaçarken götürmüştü, Merkez Bankası’nın sermayesi yoktu. Che, Merkez Bankası’nın başkanlığına atandı. Bankanın hesapları düzeldi. Fazla bir para yoktu; sanayileşme daha önemli hale gelmişti.
Che, ekonomik, politik ve ideolojik alanlarda, sosyalist ilkeleri göz önünde bulundurarak, sosyalist sistemin Küba’da kurulmasının somut problemlerine ve ortaya çıkan eksikliklere, Fidel’in önerdiği perspektifleri izleyerek “kapitalist çözümler değil, sosyalist çözümler” aradı.
Carlos Tablada, “Che’de Sosyalist Bilinç ve Geçiş Dönemi Ekonomisi” adlı kitabında bunu, şu şekilde tarif etmiştir: “Che’nin ekonomik düşüncesi şu 3 faktörün diyalektik tarzda birleştirilmesinin önemini vurgulamaktadır: Komünist ekonomik ve toplumsal oluşumu düzenleyen genel yasaların dokunulmazlığı, kardeş sosyalist ülkelerin deneyimleri ve bir ülkenin ya da bölgenin somut özellikleri.”

Yeni insanın yaratılması ve gönüllü çalışmanın rolü
Che, insan bilincinin dönüşümünün, kapitalizmden komünizme geçişin birinci aşamasından itibaren başlaması gerektiğini düşünüyordu. Yeni toplumsal bilincin yaratılmasının, sosyalizmin maddi temellerinin gelişimine harcanan kadar çaba gerektirdiğini düşünüyordu:
“Sosyalizm; ne bir hayırseverlik toplumu ne de insanın insan olarak iyi yürekliliği esas alınarak kurulnuş ütopik bir toplumdur. Sosyalizm, tarihsel olarak ulaşılan bir sistemdir ve bu sistemin hareket noktası; başlıca üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve toplumsal tipte bir üretim çerçevesinde toplumun tüm zenginliklerinin hakkaniyetli bir biçimde bölüştürülmesidir.
Komünizm; sadece bir üretim olayı değil, aynı zamanda bir bilinç olayıdır. Halkın hizmetine sunulmuş ürünlerin miktarının basit, mekanik birikimi komünizme götüremez. Elbette, bir şeye, sosyalizmin özel bir biçimine götürecektir. Ama Marx’ın komünizm olarak tanımladığı şeye, işte buna, eğer insan bilinçli değilse, yani eğer topluma karşı yeni bir bilinç kazanmadıysa ulaşamayız.
… Verimlilik, daha fazla üretim, bilinç; yeni toplumun üzerinde kurulabileceği temellerin sentezi budur.”
Sierra Maestra’dan beri pratiğe konulan bu fikirler, Küba sosyalizminin her alandaki ufkunun en net karşılığıdır. Küba devriminin yeni insanın yaratılması konusundaki bu bakışı, devrimin tüm uygulamalarına sirayet etmiştir. Che’nin bu bakışını, Fidel de şöyle tanımlamıştır:
“Che’nin yönetimi sche_en_trabajo_voluntarioalt bütçesel değildi. Her zaman, bunun yol açacağı risklere dikkat çeker, sürekli olarak tetikte olmak gerektiği hakkında uyarırdı. Maddi teşvikler vicdana, ahlaki değerlere baskın çıkmamalıydı.

Eğitim yanlısı, komünist bir vicdan oluşturulması yanlısıydı. Vicdana ve örnek olmaya inanırdı… Gönüllü emeği çok teşvik etmiştir. Küba’da gönüllü emeğin yaratıcısı, özendiricisi olmuştur. Her Pazar gönüllü olarak çalışırdı. Bir gün tarımda, bir başka gün makine başında, bir gün inşaatta. İş yerleriyle sıkı bağları vardı. İşçilerle konuşur, bazen rıhtımlara, madenlere giderdi. Bazen plantasyonlara gider, şekerkamışı keserdi. Görürdün: ekin biçiliyor ve biçerdövere çıkmak gerekiyorduysa, biçerdövere çıkardı; inşaat yapmak gerekiyorduysa, el arabasına sarılırdı; çuval taşımak gerekiyorduysa, çuval taşırdı. Bu uygulamayı bize miras bıraktı.”
Che, gönüllü çalışmanın Küba’daki en büyük öncüsüydü ve gönüllü çalışmayı, geliştirdiği ekonomik sistemin en önemli unsuru olarak görüyordu. Che’nin bu görüşü, Marx, Engels ve Lenin’in görüşlerinden gelişmiştir. Gönüllü çalışmayı, “bilinç yaratan bir okul” olarak görmüştür; “insanın eğitimi, gönüllü çalışma ile gerçekleştirilen işin sonucundan daha fazla öneme sahiptir”. Sadece teorik açıklamasıyla uğraşmamış, gönüllü çalışmanın örgütlenmesi, uygulanması için gerekli araçlar, tarzlar, denetim ve gelişim sistemi için de çaba harcamıştır.

Hız kesmeyen karşıdevrimci saldırılar
17 Mayıs 1959’da, Tarım Reformu Yasası’nın imzalanmasından iki gün sonra, Başbakan Eisenhower, Küba’yı devirmeyi amaçlayan Pluto Planı’nı onayladı. Pluto, Domuzlar Körfezi istilasıyla zirveye ulaşan, kapsamlı bir ayaklanma programı hazırlamış olan CIA’in kod adıydı. Bu planın amacı, “Castro’nun bir yılın sonunda devrilmesi ve yerine Birleşik Devletler’in yakın bir dostunun geçirilmesi”, “korsan radyolar yoluyla saldırılar düzenlemek”, “Küba radyo ve televizyonlarının yayınlarına sızmak”, “güç kullanarak Küba içerisinde bir kontrol bölgesi oluşturmaları için Amerika taraftarı karşıt grupları desteklemek” ve “Fidel Castro’yu fiziken ortadan kaldırmak” gibi birtakım “önlem”leri içeriyordu.
1959 Ağustos’undan başlayarak, ABD onayıyla, Florida’da üslenmiş Kübalı sürgünler tarafından Küba’ya yönelik silahlı saldırılar başlatıldı. 21 Ekim’de, Küba Hava Kuvvetleri’nden kaçan Binbaşı Diaz Lanz, Havana üzerinde uçarak rejim karşıtı bildiriler ve şekerkamışı plantasyonlarına yangın bombaları attı. Havana içinde karşıdevrimciler bombalar yerleştirdiler ve otobüs kuyruklarında bekleyen insanları makineli tüfeklerle taradılar. 4 Mart 1960’ta, cephane getiren Fransız Buhar Gemisi La Coubre, içi silah dolu bir halde, ikmal sırasında, sabotaj sonucu havaya uçtu. Olay 101 kişinin ölümü ve iki yüzden fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı.
Bu süreçte, 28 Ekim 1959’da komutan Camilo Cienfuegos karşıdevrimci bir komployu ortaya çıkarmasının ardından Havana’ya dönerken, bindiği hafif uçak denizde kaybolarak öldü. Ancak Küba’nın yeni insanının temsilcilerinden biri olan Camilo, Küba halkı için ölümsüzleşti, hatta uzun süre öldüğüne inanmayanlar oldu. Tıpkı Che’nin onun ardından dediği gibi: “Onun gibi insanların hayatı, halkın içinde sürer gider, ancak halkın kararıyla sona erer.”

Sosyalist ülkelerin desteği
Şubat 1960’ta, Küba’yı ziyarete gelen Sovyet Başbakan Yardımcısı Anastas Mikoyan ile 100 milyon pesoluk kredi, şeker alımı ve petrol satımı anlaşmaları imzalandı. Bu ziyaretten sonra, sosyalist ülkeler Küba’ya temsilcilerini göndermeye başladı. Çekoslovakya’dan otomobil endüstrisi için, Çin Halk Cumhuriyeti’nden 24 ayrı fabrika kurulması için kredi alındı. Ayrıca 1963 yılında, Romanya, Bulgaristan, Polonya ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden de destek kredileri alındı. Bu desteklerle kurulan önemli bir sanayi dalı da, gemi yapımı sanayisiydi. Sanayideki gelişmeler, tüketim malları üreten küçük fabrikaların kurulması ve diktatörlüğün ABD emperyalizminin güdümünde başlattığı gereksiz üretimin durdurulması temellerine dayanıyordu. Başlangıçta gelişim hedefiyle tanımlanan en önemli dört alan; metalürji, gemi yapımı, elektronik ve şeker kimyasıydı. 1960’ın Haziran ve Temmuz aylarında, şirket yöneticilerinin Sovyet petrolünü işlemeyi reddetmesi üzerine Standart Oil, Texaco ve Shell rafinerilerine el konuldu. Bunun üzerine ABD, Küba’nın şeker kotasını kesti. Ağustos’ta yabancı uzantılı bir dizi şirketin; petrol rafinerilerinin, belli başlı şeker işletmelerinin ve ABD menşeili elektrik ve telefon şirketlerinin kamulaştırılması ve Ekim ayına kadar kalan tüm ABD mal varlığının millileştirilmesi karşısında ABD’nin Küba’ya karşı ticari ambargo koymasıyla saldırılar iyice hız kazandı.
Devrim sonrası komplolardan biri de, Kasım 1960’da gerçekleştirilen “Peter Pan Operasyonu”ydu. Çocukların velayetlerinin ebeveynlerinden alınacağına dair bir yasa çıkarıldığı söylentileri yayılmıştı. Hatta bu söylentiler çocukların SSCB’ye gönderilip, orada da et konservesi yapılıp geri yollanacağı gibi hayalgücünün sınırlarını zorlayan noktalara kadar varmıştı. Bunun üzerine 14.000 Kübalı çocuk devrim karşıtları tarafından ABD’ye kaçırıldı; bu söylentilere inanarak çocuklarını vermeye razı olan ve devrimin çok fazla sürmeyeceğini, sonradan çocuklarını geri getireceklerini düşünen aileler vardı.

Yeni kitle örgütlerinin oluşumu
Tüm bunlar karşısında Kübalıların sarsılmaz bir kararlılık içinde olduğu göze çarpıyordu. Tüm ülke çapında ciddi bir kitle seferberliği vardı; işçiler, köylüler, öğrenciler, her kesimden halk, daha ilk günden, yerel yönetimleri devralma, sendikaları örgütleme, batistacıların temizlenmesini isteme, ücret artışı ve daha iyi yaşam koşulları taleplerinde son derece aktifti. Başlangıçta halk, kitle örgütlerinin eksikliğini hissetti; ancak bu durum kısa süre içerisinde değişti. Karşıdevrimci saldırılara da cevap niteliğinde kurulan yeni örgütlerin ilki, 1959’un AraGLB1959001W00043-56lık ayında kurulan ve 1960 Martı’nda gerçekten operasyonel hale gelen Ulusal Devrimci Milis (Milicias Nacionales Revolucionarias – MNR) idi. Bununla birlikte iki yeni örgüt daha kuruldu, bunlardan biri Devrimi Savunma Komiteleri (Comite de Defensa de la Revolucion – CDR), bir diğeri de Kübalı Kadınlar Federasyonu (Federacion de Mujeres Cubanas, FMC) idi. CDR’ler her semtte bir tane olmak üzere, sokak düzeyinde örgütlenmiş militanlardan oluşan komitelerdi. Halkın devrimi savunma coşkularıyla ayaklanmaları üzerine, 28 Eylül 1960’ta Fidel’in yaptığı bir çağrı üzerine kuruldu ve başlıca amacı karşıdevrimcilerin köklerini kurutmaktı. Bir yıl içinde üye sayısı 800.000’i buldu ve sağlıktan eğitime, tatil organizasyonuna kadar her tür etkinlik için halkı seferber etmede en önemli araçlar haline geldiler. 23 Ağustos 1960’ta kurulan FMC ise daha önceki birkaç kadın grubunu ulusal bir federasyon oluşturmak üzere biraraya getiren bir örgüttü ve eğitim, sağlık kampanyaları ile kadın haklarını geliştirmede çok etkili rol üstlendi.

Domuzlar Körfezi Çıkarması ve sosyalizmin ilanı
2 Eylül 1960’ta, Devrim Meydanı’nda yapılan Birinci Havana Deklerasyonu’nda her ne kadar açıkça sosyalizm savunulmasa da, Küba halkı adına devrimi savunan ve militan, antiemperyalist bir tutum ifade edildi. Şubat 1962’de, 2. Havana Deklerasyonu’yla, “Her devrimcinin görevi devrimi yapmaktır” vurgusu yapıldı.
Birinci Havana Deklerasyonu’nun yayınlanmasından yaklaşık 6 ay sonra, 17 Nisan 1961’de, CIA tarafından eğitilmiş 1500 paralı askerden oluşan bir birlik (Kübalı sürgünlerden oluşuyordu) tarafından Domuzlar Körfezi’ndeki Giron sahilinde çıkartma gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ancak birlik, devrimci silahlı güçler, milisler ve tüm halk örgütleri -MRN, CDR, FMC, CTC- tarafından 72 saatten kısa bir sürede bozguna uğratıldı ve 1200 kişi esir alındı. Esirlerin hepsinin, gıda maddesi üretmek için birtakım kaynaklar karşılığı salıverilmesi kararlaştırıldı. Pazarlıklardan sonra 2 milyon dolar nakit ödemesinde anlaşıldı, bu para, tavuk yetiştirmeden kullanılacak kuluçka makinelerine yatırıldı. Elli milyon değerinde de gıda maddesi ve ilaç alındı. Bu esirlerin bir kısmı Miami’ye gönderildikten sonra tekrar karşıdevrim FidelBayofPigssaldırılarının içerisinde yer almaya çalıştı. Ancak Fidel, bu esirlerin iade edilmesine ilişkin şu vurguyu yapmıştır: “Cezaevindeki paralı askerler için çözümü biz ürettik. Onlarla belli bir ilişki bile kurduk. Çünkü tüm gerçeği anlattılar ve bunu kamu önünde yaptılar. Ceza, nefret ya da intikam arzusundan kaynaklanmıyordu. Zafer bizim için en önemli ödüldü. Miami’dekilerin kahraman mertebesine yükseltecekleri bin iki yüz esiri neden tutmak isteyelim ki? Geri yolladıklarımızdan bazıları gelip bomba koydular. Bunun sorumluluğu bize mi aitti? Hayır. “Kahraman”larla dolu bir gemi korkunç bir şeydir. Her biri kendini komutan ilan eder, hepsi “kahraman”dır; ama biz onlara bin küsur esir iade ettik.”
Fidel, istilanın ilk günü, devrimin sosyalist karakterini ilan etti. Ve 2 Aralık 1961’deki bir konuşmasında, “Bir Marksist-Leninistim ve hayatımın sonuna kadar öyle kalacağım” diyerek devrimin Marksist-Leninist karakterini de resmi olarak açıklamış oldu.
1961 yılı ortalarında PSP, DRE ve 26 Temmuz Hareketi’nin birleşerek Birleşik Devrimci Örgüt’ü (ORI) oluşturduğundan bahsetmiştik. ORI’nin Genel Sekreterliği’ne, PSP lideri Anibal Escalante getirilmişti. Birkaç ay sonra, Escalante’nin PSP çizgisindekileri kilit pozisyonlara taşımak adına görevini kötüye kullandığı ortaya çıktı. Böylece ORI tümüyle yeniden örgütlenirken, Escalante Doğu Avrupa’ya sürgüne gönderildi.
1961’deki Domuzlar Körfezi Çıkarması’ndan 1963’e kadar, Küba’ya karşı 5780 terörist eylem gerçekleştirildi. Bunların 717 tanesi sanayi kuruluşlarına karşı düzenlenmiş ciddi saldırılardı. Bu saldırılar sonucu 3.500’den fazla insan hayatını kaybetti, 2.000’den fazlası sakat kaldı. 70 ve 80’lerde ülkeye domuz vebası, “dengue virüsü tip 2” gibi virüslerin sokulmaya çalışılmasına varan girişimler oldu. Ayrıca Fidel’e karşı suikast girişimlerinden de asla vazgeçilmedi. Küba istihbaratı, Fidel’e düzenlenen, kanıtlarıyla bilinen 638 suikast girişimi kaydetmiştir ve tabii bunlar sadece bilinenlerdir.
1961 yılında, milyonlarca insana okuma yazma öğretmek için 100 binden fazla gencin katılımıyla Okuma Yazma Kampanyası başlatıldı ve bir yıl süren bu kampanyayla okuma yazma sorunu neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. 1961’deki büyük okuryazarlık kampanyası, devrim sonrası eğitime verilen önemi açıklar nitelikteydi (Yazının devamında Küba’nın eğitim ve tıp alanındaki gelişimi üzerine daha kapsamlı olarak eğileceğiz).

Füze Krizi ve Sovyetlerle ilişkiler
Ekim 1962’de, ABD’den kopuşun daha da kesinlik kazandığı ve Kübalıların Sovyetlerle ilişkilerinin sınırlarını belirleyen Füze Krizi yaşandı. 1962’de, ABD’nin Giron’daki yenilgisinden sonra girişeceği yeni bir saldırıyı önlemek amacıyla Küba’ya gelmiş olan 42.000 Sovyet askeri vardı, 300.000 de Kübalı savaşçı. ABD’ye ait bir U-2 casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürülmesiyle; ABD-Sovyet ilişkileri gerginleşirken, Küba-Sovyet dostluğu giderek sıkılaşmıştı. Bu sıcak ilişkilerin bir sonucu olarak, 1962 sonbaharında Küba’ya Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasına başlandı. Ancak füzeler 16 Ekim’de yüksekten uçan bir Amerikan U-2 tarafından tespit edildi, fırlatma rampalarının fotoğrafları çekildi. Birkaç gün sonra, aslında Amerikalılara füzelerin tam yerini söyleyenin Sovyet istihbarat servisi elemanlarından Albay Oleg Penkovskiy olduğu öğrenildi ve Penkovskiy Sovyetler’de tutuklandı. Aynı gün, 16 Ekim günü, Kennedy füzelere dair haberdar edildi ve Kruşçev ile temasa geçti. Kruşçev, bir mektup yazarak füzelerin saldırı amaçlı değil, savunma amaçlı olduğunu söyledi. Ancak bu operasyonun başındaki Sovyet generalinin bazı durumlarda, Moskova’ya dahi danışmadan bu silahları kullanabilme yetkisi olduğunu söyleyen Fidel, Kruşçev’in bu açıklamasını yalana başvurmak olarak tanımlamış ve bunu etik ve politik bir hata olarak görmüştür. Zira Kennedy’ye kamuoyunun gözünde ahlaki üstünlük sağlayan şeyin, Kruşçev’in yanlış bilgilendirmesine karşın, elinde havadan çekilmiş fotoğrafların bulunması olduğunu düşünüyordu. Kennedy 20 Ekim’de savunma bakanının danışmanlığında, aralarında 40.000 deniz piyadesi taşıyan sekiz uçak gemisinin de bulunduğu, 183 savaş gemisiyle adanın abluka altına alınmasına karar verdi ve 22 Ekim günü krizi dünya kamuoyuna bildirdi. Bu sırada, füzelerin tespit edildiğine dair Sovyetlerin bilgilendirmesiyle, Küba’daki Sovyet subaylarıyla birlikte, stratejik SS-4 füzeleri için gerekli rampaların inşası hız kazandı; zira o sırada tamamlanmış neredeyse tek bir fırlatma rampası yoktu. Hiç dinlenmeden çalışıldı. Bu füzelerin, karşı tarafa da ciddi zararlar verecek bir nükleer savaş olmadan imha edilmesine imkân kalmamıştı. Topyekûn seferberlik ilan edildi, o sırada silah altında 260.000’den fazla Kübalı vardı.
24 Ekim günü abluka başladı. 23 Sovyet gemisi de Küba’ya doğru yola çıkmıştı. ABD’nin BM temsilcisi Stevenson, Sovyet Büyükelçisi Valerian Zorin’e füzelerin fotoğraflarını sundu, Zorin fotoğrafların gerçek olmadığını iddia etti. Küba, alçak uçuş yapan U-2’lere ateş açılması kararı aldı ve Sovyet yetkililerle görüştü. Sovyetler tarafından bir U-2 uçağının vurulması ve pilotun ölmesiyle gerginlik en üst seviyeye tırmandı. Küba halkı bu sırada her şeyi göze almış ve savaşmaya hazırdı. Bunun üzerine Sovyetler, ABD’ye bir teklif yolladı; Türkiye’deki Jüpiter füzelerin geri çekilmesi karşılığında, Küba’daki füzelerini geri çekecekti. Kennedy, 28 Ekim günü bu teklifi kabul etti. Sovyetler de füzelerini Küba’dan çekti. Ancak Küba, anlaşmadan sonra bile alçak uçuşlara ateş açmayı sürdürdü ve BM’nin füzelerin kaldırıldığını onaylamak amacıyla yerinde gözlem yapma talebini reddetti.
Fidel, bu anlaşmanın ve bu teklifin Küba’ya danışmadan yapılmasını ve bu tekliften kamuoyuyla birlikte haberdar olmuş olmalarını sert bir şekilde eleştirmiştir. Görüşmelere dâhil edilmeleri durumunda, korsan saldırıların ve ekonomik ambargoların son bulmasının ve ABD’nin Guantanamo deniz üssünden çekilmesinin talep edilebileceği ve bu taleplerin kabul edilebileceğini söylemiştir. Zira önceden planlandığı belli olan işgal planına karşı, Sovyetler’le yapılan füze anlaşmasının uluslararası hukuka aykırı hiçbir yanı bulunmadığını ve günün koşullarında, böylesi bir gerekçeyle bir dünya savaşına girmenin tercih edilmeyeceğini söylemiştir. Bu tablonun Kruşçev’in siyasi yönetimindeki hata olduğunu, yalan söyleyerek durumu gayrimeşru gösterdiğini ve bölge üzerinde uçuşlara izin verilmiş olmasının da hata olduğunu söylemiştir. Ve bu anlaşma Küba halkında büyük bir öfkeye yol açtı. Bu durum, Küba-Sovyet ilişkilerini yıllarca etkiledi. Bu tarihten itibaren Sovyet-Küba ilişkileri gözden geçirilerek sağlamlaştırıldı ve Küba ileriki 30 yıl boyunca Sovyet çıkarlarını devamlı savunmakla birlikte, özellikle Latin Amerika ve Afrika’daki devrimci hareketleri destekleme konusunda insiyatifi elinde bulundurma konusunda ısrarcı oldu.

Che’nin kişiliğinde somutlanan Küba enternasyonalizmi
Fidel bir konuşmasında şöyle demiştir: “Onlar ambargoyu uluslarası hale getirdiler, biz de gerillayı uluslararası hale getirdik”. Küba devrimi, devrimci enternasyonalizm konusunda dünya devrimci hareketlerine örnek teşkil etti. Küba devriminde Arjantinli bir devrimci olan Che’nin üstlendiği rol ve ardından Kongo ve Bolivya’da devrimci mücadeleyi sürdürme ufku, Küba enternasyonalizminin simgesi haline geldi.
Küba, dünya devrimci hareketlerine verdiği desteği Latin Amerika ile de sınırlı tutmadı. Ekim 1963’te Fidel, Başkan Ahmed Bin Bella’ın talebi üzerine Cezayir’e Efgenio Ameijeiras komutasında yirmi iki tank ve birkaç yüz askerden oluşan bir birlik gönderdi. Birliğin görevi, Fas’ın, Tinfud bölgesine düzenlediği bir saldırıyı püskürtmeleri için Cezayir kuvvetlerine yardım etmekti. Bu, Küba’nın Afrika’ya ilk askeri müdahalesiydi.
Fidel, Che’nin Arjantin’deki devrime katkıda bulunmak amacıyla Bolivya’ya gitme isteğiyle ilgili başlangıçta, şartların henüz elverişli olmadığını, Che’nin stratejik bir önder olarak Bolivya’da bir güç oluşmadan oraya gitmesinin yanlış olacağını düşünüyordu. Bu yüzden, Bolivya’da gerekli şartlar oluşana kadar Afrika’ya gitmesini önermişti. Küba, o sırada Kongo’da Belçika’ya karşı bağımsızlık savaşı yürüten Lumumba’nın adamlarına yardım ediyordu. Ve Kongo’nun doğusundaki gerilla hareketine destek olmak amacıyla, 1965’in Nisan ayında Che’yle birlikte güçlü bir takviye14393181571336 birliği ve çok deneyimli 150 asker Kongo’ya yollandı. Fidel, mücadelenin gelişmesi için gereken şartların olgunlaşmış olması üzerine Che’den 7 ay kaldığı Kongo’dan geri dönmesini istedi. Bu süreçte, Che’nin “yok olduğuna” dair söylentiler ortaya çıkmaya başladı. Fidel Ekim 1965’te Che’nin veda mektubunu okuyarak, onun yeni savaş alanlarında gerilla olarak savaşmak için ayrılmaya karar verdiğini belirtti; ancak nerede olduğuna dair gizlilik iki yıl boyunca itina ile korundu.
Che, yazdığı veda mektubunda dünyanın başka yerlerindeki devrimci mücadelelerde savaşmak için Küba’yla yollarını ayırdığını söylemesinin ardından, Küba’ya dönmesinin doğru olmayacağını düşünüyordu. 1966 Mart’ında Che, Afrika’dan Çekoslovakya’ya geçti ve bir süre orada kaldı. Bu sırada Fidel, Che’ye yazdığı mektupla, yaşananlar karşısında moralsizliğe kapılmamasını ve Bolivya hazırlıklarının tamamlanması için Küba’ya gelmesini istedi. Temmuz ayında, Che gizlice Küba’ya geri döndü, kendisine eşlik edecek olan, kendi seçtiği on beş deneyimli askerle birlikte talimler yaptı. Ekim ayında Bolivya’ya gitmek üzere yola çıktı ve bir ay sonra Bolivya’ya vardı. Bu süreçte Küba’yla irtibat hiç kesilmedi ve askeri destekler devam etti. Fidel, Bolivya’da, Çin ve Sovyet yanlıları arasında açığa çıkan ve devrimci harekete büyük zararlar veren ayrılıklar sonucu hareketlerin önderleriyle Küba’da görüşmeler gerçekleştirdi. Başka bir yazının konusu olabilecek nitelikte gelişen, Bolivya’daki gerilla savaşı başarısızlığa uğradı ve Che’nin birliği 8 Ekim 1967’de El Yuro Vadisi’nde yüzlerce asker tarafından kuşatıldı ve ayaklarından vurulan Che tutsak düştü. Ertesi gün saat 13.10’da, makineli tüfek ateşiyle, çavuş Mario Teran tarafından vuruldu ve iki gün sonra bedeni bilinmeyen bir yere gömüldü. Bedeninden arta kalanlar ancak Temmuz 1997’de bulundu ve Che ile birlikte üç silah arkadaşının naaşları 12 Temmuz 1997’de Küba’ya getirildi. Ancak kendisine sıkılan kurşunlar Che’yi öldürmeye yetmedi, Che dünyanın her köşesinde, tüm insani özellikleriyle hala yaşıyor, savaşıyor. Ve hiç tanışılmamış bir yoldaşa duyulan böylesine güçlü bir özlemle ve dahi bir düş gibi karşımızda, sapasağlam, “Zafere kadar daima!” diyen milyonlarca devrimcinin mücadelesinde vücut buluyor. Tıpkı Fidel’in dediği gibi:
“Bazen hayal kurardım -hepimiz hayatımızla ve mücadelemizle ilgili hayaller kurarız- Che’yi karşımda gördüğümü, geri döndüğünü, sağ olduğunu sanırdım. Ne denli çok kapılırdım böyle hayallere!.. Bunlar, Che’nin eriştiği olağanüstü yüksek düzeydeki kişiliğiyle, düşünceleriyle, amaçlarıyla, oluşturduğu yüce örnekle, bütün yarattıklarıyla, sürekli yükselişi ve yalnızca Latin Amerika’da değil, Avrupa’da ve tüm dünyada da uyandırdığı derin saygıyla, sanki bir fiziksel varlığa dönüşmüş, sanki yanı başımızdaymış duygusunu yaşamamızın dile getirilişidir.”
“Bize pek çok unutulmaz hatıra bıraktı. Tanıdığım en asil, en olağanüstü, en özverili insanlardan biri olduğunu da bu yüzden söylüyorum işte. Dünyada onun gibi milyonlarca ve milyonlarca insan olmasa, bunun pek bir önemi olmazdı. Ender görülen şekilde öne çıkan insanlar, bu nitelikleri özümseyebilecek, içlerinde bunların tohumlarını taşıyan kendileri gibi milyonlarca insan olmasa, hiçbir şey yapamazlar. İşte devrimimizin cehaletle mücadele etmek, eğitimi geliştirmek için bunca çaba göstermesinin nedeni de bu. Herkes Che gibi olsun diye…”

Carlota Operasyonu
Che’de somutlanan bu enternasyonalist bakış, Küba’da devrim sonrasının en belirgin olgularındandır. Bu bakış, sadece devrimci mücadelelere yapılan askeri desteklerle de sınırlı kalmamış, Küba, dünyanın birçok ülkesine tıbii yardımda bulunmuş ve dünyanın birçok yerinde binlerce doktor yetiştirmiştir. El Salvador, Guatemala, Nikaragua’nın yanı sıra, bunun en belirgin örneklerinden biri de Afrika’da, angola-cuba-operaciocc81n-carlota-680x365Portekiz sömürgeciliğine karşı savaşan gerillalara yapılan destektir.
1965’ten itibaren Angola ve Gine-Bissau’daki mücadelelerle işbirliği yapılmaya başlanmıştı, ilk başta bu işbirliği; rütbeli subayların eğitimi, eğitmen yollanması ve malzeme yardımından ibaretti. 1975’te, Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerinin büyük bölümü kesin bağımsızlıklarına kavuşmuştu; ancak sömürgelerin en büyüğü ve en zengini olan Angola’da durum farklıydı. ABD, Angola’yı işgal etmek için Güney Afrika birliklerini devreye soktu, hem kuzeyden hem güneyden işgal başlatıldı. Buna karşılık Küba, Carlota Operasyonu adı verilen operasyonu başlattı ve tanklı, toplu, uçaksavarlı, tam teçhizatlı 36.00 0 gönüllü Küba askerini ticari gemilerle Angola’ya taşıdı. Operasyona, Küba’daki ilk başkaldırılar sırasında ölmüş ya da idam edilmiş binlerce köleye duyulan saygının bir göstergesi olacarlota-1rak, 1843’teki başkaldırıların önderlerinden Afrika kökenli şeker fabrikası işçisi Carlota’nın adı verilmişti. Operasyon, 1976’da büyük bir zaferle sonuçlandı ve Güney Afrika askerleri Angola topraklarını terk etti.
Fidel, Carlota Operasyonu’nun “Küba’nın en haklı, en uzun, en topyekûn ve en başarılı enternasyonalist askeri harekatı” olduğunu söylemiştir. 1987’de, Güney Afrika Angola’ya tekrar -ve son olarak- bir askeri harekat düzenledi. Küba, bu savaşa da 55.000 Kübalı asker desteği gönderdi ve Cuito Cuanavale’de Güney Afrika birlikleri çok ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bu zaferle birlikte, Aralık 1988’de, Güney Afrika, Angola ve Küba tarafından Afrika’nın güneybatısı için bir barış anlaşması imzalandı.
Uzun yıllara yayılmış olan Angola savaşında; Kübalı 300.000’den fazla enternasyonalist savaşçı ve 50.000’e yakın sivil görev yaptı. Bu noktada, Küba’nın yıllara yayılmış bu direncini ve dahi geleceğini de tekrar düşünebilmek adına, Fidel’in, Kübalıların Angola’daki bu müthiş mücadelesinden sonra söylediği şu sözü hatırlamakta fayda var: “Böyle bir kahramanlık göstermeyi başarmış bir halk, kendi ülkesini savunma zamanı geldiğinde neler yapmaz ki!”

90’lara doğru
4 Ekim 1963’te, İkinci Tarım Reformu’yla birlikte, özel mülkiyetlerdeki sınır 5 caballeriasa (67 hektara) düşürülmüştü. Bu, sosyalizme geçişi sağlamlaştıran bir hamleydi. 1962’deki Füze krizinden sonra ABD, Küba’dan ülkeye girişleri durdurmuştu. Pek çok insan ayrı düşmüştü, bunların içerisinde devrimin başarsızlığa uğrayacağını düşünerek Peter Pan Operasyonu sırasında çocuklarının götürülmesine razı olan aileler de vardı. Bu yasak, yurtdışına yasadışı çıkışları, bunun sebep olduğu kazalar, ölümler ve buna karşı propagandaları başlattı ve Ekim 1965’te Camarioca limanında üç yüz bine yakın kişinin, elde edilen vizelerle güvenli bir şekilde, ABD’ye götürülmek üzere yola çıkarılmasıyla sonuçlanan ilk göçmen krizi yaşandı. İkinci göçmen krizi de, Nisan 1980’de Peru elçiliğine zorla girilip, elçiliğin Kübalı muhafızının öldürülmesi ve Peruluların katili teslim etmemesi üzerine Peru elçiliğindeki korumaların geri çekilmesiyle açığa çıktı. O sırada on bin kişi ülkeye girdi ve Mariel limanı tahsis edilip göç etmek isteyenlerin önündeki tüm engel kaldırıldı, yüz binden fazla insan Florida’ya geçti.
Mart 1968’de, Küba hükümeti, küçük zirai mülkiyetler hariç, adadaki özel işletmelerin neredeyse tamamını istimlak etmişti. Şubat 1976’da, Küba’nın ilk sosyalist anayasası referandumla oylandı ve kabul edildi. Temmuz 1972’de Küba, sosyalist ülkelerin ekonomik bloğu COMECON’a girdi ve 1973’te Ekonomik Yönetim ve Planlama Sistemi (Sistema de Direccion y Planificacion de la Economia – SDPE) olarak bilinen Sovyet tarzı bir planlama sistemini benimsedi. 1972’den 1981’e kadar, Küba’nın Gayrisafi Yurtiçi Hasılası yıllık ortalama 7.8’lik bir büyüme oranıyla, Latin Amerika ülkelerinin kişi başına gelirin azaldığı 80’lerin büyük bölümü boyunca sürekli büyüme sağladı. Ancak Sovyetler’de de olduğu gibi Küba’da da bu sistem uzun vadede etkisiz kaldı. 1985’te Fidel, bu eğilimleri reddederek ‘düzeltme’ (rectification) politikasını gerçekleştirdi. Merkezi bürokratik planlama, 1986 yılında yerini, planların hazırlanmasında daha özerkliğe izin veren ve işçi katılımını artıran ‘sürekli planlama’ ya bıraktı. En düşük maaş alan kesimde genel ücret artırımına gidildi ve gönüllü çalışma projeleri yeniden devreye sokuldu. 1980’de izin verilen özel çiftçi pazarları, eşitsizliğin artmasına yol açtığı için kapatıldı.
Berlin Duvarı’nın yıkılması, ABD’nin Panama işgali ve Nikaragua’da Sandinistaların seçimleri kaybetmesi; dünya üzerinde sosyalist ülkelerin ardı ardına çözülüşü, Küba üzerinde büyük etkiler yarattı ve her tür saldırıya karşı kendisini daha da güçlü kılmaya dönük yeniden kurguladı. 90’ların başında, Küba en zor dönemlerini yaşadı, ekonomik anlamda da en bunalımlı yıllardı. Ancak Küba, bu süreçten de ayakta kalarak çıktı. Bu başarının ardında Fidel’in, Küba üzerinde büyük etkiler yaratacak olan Sovyetler’in çöküşüyle birlikte yapılan “sosyalizmin yenilgisi” yorumlarına yanıt niteliği taşıyan şu fikirler ve kararlılık vardı:
“Sosyalizmden kapitalizme geçiş diye tutturanlar, ham hayal peşindeler. Küba Devrimi sarsılmaz ilkelere dayanmaktadır ve dayanmaya da devam edecektir. Küba “Ya Sosyalizm, Ya Ölüm!” sloganıyla yönetilecektir. Bazıları, akılları sıra ticaret yaparak bizi değiştireceklerini sanıyorlar. Hay hay, buyurup gelsinler. Gelenlerin başımızın üstünde yeri var. Biz böyle meydan okumalardan korkmayız. Bu devrim, kafa tutuyorlar diye korkmaz.”
devam edecek…

İdil Özkurşun

Kaynaklar:

1. Fidel Castro – İki Ses Bir Biyografi, Ignacio Ramonet, Doğan Kitap
2. Savaş Anıları, Ernesto Che Guevara, Ant Yayınları
3. Demokrasi ve Devrim – Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, D. L. Raby, Yordam Kitap
4. Latin Amerika: İsyan Hep Vardı!, Derleyen: Sibel Özbudun, Kaldıraç Yayınevi
5. Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano, Sel Yayıncılık
6. Ekonomik Yazılar, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
7. Dinle Yankee, Wright Mills, Ant Yayınları
8. Fidel Castro Konuşuyor, Lee Lockwood, F.R. Alleman, Yar Yayınları
9. Che’de Sosyalist Bilinç ve Geçiş Dönemi Ekonomisi, Carlos Tablada, Çözüm Yayıncılık
10. Sosyalizme Doğru, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
11. Sosyalizm ve İnsan, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
12. Vamos Bien – İyi Gidiyoruz, Fidel Castro, Nazım Kitaplığı
13. kubadostluk.org
14. Lanic.utexas.edu (Latin American Network Information Center)