Kibirli, saldırgan harami iktidarı ve halkın “esaret”i

Böyle olunca, kapitalist sistem kendi içinde çürüyor, dejenere oluyor. Ve biçimsiz bu yaratık, karşımızda, devlet çarkı olarak, faşizmin dişlilerini daha geliştirdiği, bunun yanı sıra ise, mafya ve medya ile güçlü ilişkiler kurduğu bir devlet çarkı çıkarıyor. Biz, Amerika’daki devletin de böyle olduğunu, Almanya’dakinin de, İngiltere’dekinin de böyle olduğunu söylüyoruz. Hitler’in faşist devleti, bu açıdan “eskimiş”tir ve neredeyse bu modern burjuva devlet karşısında “çocuk” kalmıştır. Modern burjuva devlet, tekelci polis devleti, toplumun, en küçük hücresine kadar denetlenmesi üzerine kuruludur.

Ama elbette ki, bu her biri birbirinden katil devletler arasında farklılıklar da vardır. Bu farklılıklar, aynı zamanda, tarihsel gelişim içinde, sınıf mücadelesinin seyrine göre oluşmaktadır. Örnek olsun, TC devleti, en başından beri halkların imhası ve inkârı üzerine kuruludur ve en başından beri, Ekim Devrimi’ne karşı kurulmuş bir ortaklaşa sömürge olduğundan, anti-komünizm ile yoğrulmuştur. Bir başka devlet, bu denli katliamlar devreye sokmamış olabilir ya da tarih içinde nispeten farklı gelenekleri olabilir.

Bugün, IŞİD nedir?

Kendine bir devlet demektedir, bizce sakıncası yoktur, arkasında bulunan 6 devletin de niteliğine birebir uymaktadır. Putin, 40 devletin IŞİD’i desteklediğini açıklamıştır, yer G20 toplantısı ve Antalya’dır. Bu 40 devletin içinde, G20 üyelerinin de olduğunu söylemiştir. Ama IŞİD’i kuranlar, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar altılısıdır. Bu altı devletin IŞİD ile bağları daha farklıdır. Bunun kanıtlarını, bölgeden bilgi veren, nispeten tarafsız her gazetecinin haberlerinde bulabilirsiniz. Şimdi, bu 6 devletin, IŞİD denilen bir “devlet” çetesini organize etmesi, aslında, bu ülkelerinde birer “çete-devlet” tarafından yönetilmesi ile yakından bağlantılıdır. Evet, kabul, buradaki “çete-devlet” nitelikleri arasında fark var. ABD, İngiltere, IŞİD eli ile, akıl almaz zalimlikteki operasyonları devreye sokmaktadır. Örnek mi, Fransa-Paris patlamaları. Öyle anlaşılıyor, Fransa, Suriye’de Rus çözümüne yakınlaşınca, bu patlamalar devreye sokulmuştur.

Bu patlamalarda IŞİD kullanılmıştır.

Burada bir kıyaslama gereklidir; Suruç ve Ankara bombalamaları ile, Paris bombalaması arasında farklar nerededir?

Paris’te, siyasal kimliği belirsiz, gündelik şehir yaşamını sürdüren, daha çok eğlence sektörünün yoğun olduğu bölgede bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Öyle anlaşılıyor, buraya saldıran IŞİD’li, kendisini “İslam dışı ve yoz bir hayata saldırarak sevap kazanmak” ile motive etmiştir. Oysa, Suruç ve Ankara’ya bombalar, IŞİD eli ile, adrese teslim, solcu, devrimci, anti-kapitalist, ülkede siyasal iktidara karşı olan ve Kürt halkının mücadelesine sıcak bakan insanları hedef almıştır. Paris’te yaşam tarzına, Ankara’da mücadele tarzına; Paris’te toplumun tümüne, Ankara’da devrimci-demokrat kamuoyuna, Paris’te mesaj siyasal iktidaradır ve ABD çizgisinden çıkma, denmektedir, oysa Ankara’da, mesajı veren siyasal iktidardır ve Kürt halkı ve Türkiye işçi ve emekçilerinin sokaklarda geliştirdiği tüm hak arama, en sıradan insanî eylemlerini durdurmayı hedef almaktadır.

ABD, IŞİD’i, Suriye ve Irak’ta katliam ve “dümdüz etme” siyaseti için kullanmaktadır. TC devleti ise, IŞİD’i, kendi topraklarında, Suruç ve Ankara’da, siyasal iktidarın sevmediği kişileri öldürmek için kullanmaktadır.

Bunlar, aradaki temel farklardır.

Ankara’daki patlamadan sonra, hiç sıkılmadan yalan söyleyebilen Başbakan Davutoğlu, bizde demokrasi var, IŞİD’li bu iki ismi, eylem yapmadan tutuklayamazdık, tutuklarsak insan haklarına aykırı olur, gibi şeyler söylemişti. Kendisi, IŞİD’i daha önceleri de “öfkeli gençler” diye savunacak kadar pervasızdır. Ve bu ülkede, üniversite öğrencileri YÖK’ü protesto ederken coplanmakta, sokaklarda insanlar kurşunlanma, yollarda makul şüpheli diye tutuklanmakta, arama emri olmaksızın evler basılmakta vb.dir. Ama daha da ilginci gerçekleşti, Ankara bombalamasını yapan, MİT tarafından izlenen ama eylem yapana kadar yasal olarak “dokunulmaz” olan IŞİD’cilerin eylemlerinin ardından iki ay geçmeden, ABD Konsolosluğu’na karşı eylem yapacakları düşünülen IŞİD militanları, elbette eylemi yapmadan, gözaltına alınmış ve tutuklanmışlardır. Demek ki, IŞİD, solculara, direniş gösteren kitlelere, Kürt halkına ve ona destek verenlere, sosyalizm ve özgürlük diyenlere saldırabilir ve ‘bizim’ Başbakanımız bunun için önlem alınmamış olmasını normal karşılar.

Başka hiçbir şeye ihtiyaç olmadan, devletin, Ankara patlamasının nasıl arkasında olduğunu açık olarak görmek mümkündür.

Dünyanın her yerinde devlet, burjuva iktidarı korumak için, halka kurşun sıkmakta, baskı ve şiddeti devreye sokmaktadır. Ama, Türkiye’deki boyutu daha farklıdır. Ankara’daki patlamayı, bu açıdan ayırt edici bir örnek olarak ele almak gerekir. Bir devlet, kendi başkentinde, IŞİD’in eylemine yataklık yapmakta, onu yönlendirmektedir. IŞİD, bu eylem ile ilgili açıklamalarında, örneğin Fransa’daki eylemleri gibi bir açıklama da yapmamıştır, neyi ve neden hedef aldığını bile vurgulamamıştır.

Ve Ankara eylemi bir tane değildir. Sivas katliamını hatırlayın, 1 Mayıs 1977’yi hatırlayın, Dersim’i hatırlayın, 1915’i hatırlayın, 6-7 Eylül’ü hatırlayın, Diyarbakır Mitingi’ni hatırlayın ve hele hele, son 7 Haziran seçimlerinden bu yana, Kürdistan’da yaşanan ablukayı, şehir merkezlerinin topa tutulmasını, çocukların kurşunlanmasını hatırlayın. Bu, tarihten bugüne gelen bir eğilimdir. Çok eskidir ve çok derindir. Devlet adına katliamlar yapmak, kendini “vatansever” diğerlerini ise “vatan haini” ilan etmek, kendini “dindar” diğerlerini ise “dinsiz” ilan etmek, kendini “milliyetçi”, diğerlerini ise “kansız” ilan etmek, ne kadar çağdışı, ne kadar ilkel, ne kadar yüz karartıcı olursa olsun, bu toprakların bir geleneği hâline getirilmiştir.

TC devleti, bugün, bir harami iktidarı olarak hüküm sürmektedir. Soygunlar, yağmalar, yolsuzluklar çukuruna batmış, çapı ve ufku para ile satın alınacak olanlarla sınırlı bir kadronun ellerinde, devlet, halklara karşı açık savaş ilan etmiştir.

Bu kibirli, bu soyguncu, siyasal kadrolar, ABD başta olmak üzere dünya gericiliğinin emrinde, taşeronlar olarak çalışıp, tetikçilik yapıp, kendilerine “gelecek” aramaktadırlar. Bu arada ceplerini doldurmaktadırlar. AK Parti siyasal kadroları, tabanlarında var olan samimi olarak bir inanç uğruna davrananları tutabilmek için, İslam’ın tüm değerlerini fütursuzca kullanmaktadırlar. Ceplerini doldurma durumlarını, yolsuzlukları, ayakkabı kutularını, “İslamî amaçlar için bunları kullanacağız” diyerek açıklamaktadırlar. O kadar kibirlidirler ki, halkın, kendilerini dinleyen herkesin, tüm bu yalanları her gün yutacaklarını düşünmektedirler.

Kibir gözlerini kör etmiştir, kendilerini sultan, dünya lideri, başbakan hoca vb. sanmaktadırlar. O kadar kibirlidirler ki, bakacakları ayna kalmamıştır. O kadar kibirlidirler ki, kendilerine yalandan yağ yakılmasını, her türlü yalakalığı iltifat olarak görüyorlar.

Nerede belkemiği olmayan, nerede kıblesi olmayan, nerede bir değer sistemi olmayan ama kahve ağzı ile küfürler savurabilen, alacağı dolarlara göre satamayacağı değeri olmayan kadınları, erkekleri, danışmanlar hâline getirmişler. Eskiden sarayın eğlenceleri için soytarıları olurdu, şimdi yeni adları “danışman”dır. Ve en büyük marifetleri, kahve ağzı ile küfür etmektir.

Bugün, bulundukları yükseklikten emirler veriyorlar. Cizre’yi sarın, Silopi’yi ablukaya alın, Sur’u yakın yıkın, zaten saraydan başka “Sur” olacak alan istemeyiz. Cami falan dinlemeyin, yakın, yıkın, süpürün, kurşunlayın. Cizre’ye 10 bin asker, Sur’a beş bin, yetmez, tüm halkı aç bırakın, susuz bırakın. Sokaklara küfürler yazın. Çocuk kadın demeden, camdan başını uzatanı vurun.

İşte yüksek tepelerde yer tutanlar, işte kendilerini insanoğlunun tırmanabileceği en zirvede zannedenler, bu emirleri vererek kazanmak, yükselmek istiyorlar. Sokaklarda çoğalan çocuk cesetlerinin üzerine kendi geleceklerini kurmak istiyorlar. Ne kadar çok ceset olursa, başları o kadar hızla göğe değecek. İşte size kibir.

Kibirli, saldırgan harami iktidarı budur.

Yakacağız diyorlar, yok edeceğiz diyorlar.

Kendilerinden önce de böyle nutuklar atanlar oldu, tek bir gerilla kalmayıncaya kadar diye bağıranlar çok oldu. Ama bunlar diyorlar ki, “biz başkayız.”

Evet, biraz da başkalar. Onun için 90’lara dönmeyi hedeflemiyorlar, tersine 90’ları aşmayı hedefliyorlar. Ne kadar Kürt ölürse, ne kadar devrimci ölürse, ne kadar çocuk ölürse, o kadar yükseğe çıkacaklarını sanıyorlar. Zirveye varmak için, binlerce insanı öldürmekten, kan akıtmaktan çekinmiyorlar.

Kibirlidirler, saldırgandırlar.

Bu nedenle, harami iktidarı sözü yerindedir. Haramidirler, her şeyi talan etmek istiyorlar ve bunun için iş tutamayacakları katil, iş tutamayacakları kötülük yoktur, şeytanla iş tutmaktan geri durmazlar, ne de olsa şeytan da allahın yarattığı bir varlık değil midir, öyle ise yaratılanı severiz yaratandan ötürü sözünü buraya uygulayın yeter. IŞİD’le işbirliği yaparlar, petrol şeyhleri ile, eroin baronları ile, dünyadaki tiranlarla, dünya gericiliği ile işbirliği yapmaktan kaçınmazlar. O kadar geniş meşrepleri vardır ki, para varsa, her şeyi makul görebilirler.

Harami iktidarı yerindedir.

Cizre’ye yapılan saldırı, dünya gericiliğini, Batı gericiliğini arkasına almış bu harami iktidarının kibir dolu saldırısıdır.

Sur’daki saldırılar, sadece ordunun, silâhlı kuvvetlerin kullanıldığı saldırılar olmakla kalmıyor, bir ucu IŞİD’e ulaşan ve Saray’ın örgütlediği yeni kontr-gerillanın, yeni Gladio’nun saldırılarıdır da. TC devleti, bugün, IŞİD kadrolarını, dünyanın her yerinde paralı asker olarak çalışmış katil çeteleri bir araya getirerek, içte ve dışta kullanma hevesindedir. Tüm Kürdistan’da ortaya konan şehir ablukaları, bu kadroların kullanıldığı savaş uygulamalarıdır.

Ve bunu başarabilmeleri sadece baskıya bağlı değildir.

TC devleti, Erdoğan medyası başta olmak üzere, tüm medyayı savaş senaryolarına uygun örgütlemiştir. Doğan Medya Grubu da içindedir. Ahmet Hakan, “Erdoğan’a karşı olmak uğruna Putin’i eleştirmeyecek miyiz” diye ağlamaklı soruyor. Oysa Ertuğrul Özkök, açıkça, 2 Kasım’da yazdı, “ben de fabrika ayarlarıma dönüyorum” diye. Ahmet Hakan, sen de öyle yaz, biraz daha mert ol! Erdoğan’a karşı olmak adına, herhangi bir kişiyi eleştirmekten sakın kaçınma, ama bir tek gün olsun, kalk ve Cizre haberi yap, kalk ve Sur haberi yap, kalk ve haramilerden söz et, kalk ve ölen çocukların cenazeleri üst üste yığılınca göğe erer mi diye sor, kalk ve parlamento hakkında düzgün haber yap, halk ve mahkeme dosyalarına girmiş olayları, bari bunları haber yap. Bu kadar korkup, sonra çark edeceksen, Özkök’ü örnek al, fabrika ayarlarıma dönüyorum de. Ama Putin’i eleştirmek adına zehirli milliyetçiliği pompalama.

Tüm medya, topyekûn, savaş yanlısı hâline gelmiştir.

Erdoğan, TC devleti, 1 Kasım seçimleri ardından, tüm hak arayışlarını, tüm halk direnişlerini boğmak için, Kürt devrimini boğmak için, Kobanê’de IŞİD’i başarılı kılmak için, Suriye’den pay almak için vb. Gezi Direnişi’nin yarattığı havayı boğmak için, bir savaşı devreye sokmuştur. Bu savaşı başarılı kılabilmek için, tüm toplumu yalanları ile uyutabilmek için, medyayı tam anlamı ile ablukaya almışlardır.

Cizre ablukası neyse, medya ablukası da odur. Sadece birincisinde 10 bin asker gerekiyor, ikincisinde, sadece ve sadece biraz korku, biraz vergi cezası vb.

Medya devletin bu zalim saldırganlığına, bu kibrine karşı bir tek gerçek yazamaz durumdadır. Medya, tamamen özel savaşın denetimi altındadır. Yakında, medya organlarının o yekpare camdan binalarına IŞİD korumlarının görev yapmaya başlaması bize şaşırtmaz.

Ülkemizde şehirler nasıl ablukaya alınıyorsa, nasıl sokaklarda en küçük bir hak arama eylemine TOMA’larla saldırılmakta ise, aynı şekilde basın, büyük bir bölümü para ile, az bir bölümü korkutma ve sindirme ile ablukaya alınmıştır.

İşte bu medya da kullanılarak, bir başka sonuç elde edilmeye çalışılmaktadır. Halk esir alınmıştır. Ülkemiz halkları, işçileri, emekçileri, tüm insanları, esir alınmaya çalışılmaktadır ve büyük ölçüde de esir alınmıştır.

Halklar esaret altındadır. Kürdistan dışındaki coğrafyada, halklar rehin alınmıştır, esir tutulmaktadır. Basın da bu konuda büyük bir rol oynamaktadır.

Halkın sessizliği bundandır.

Elbette bu, halkı haklı çıkarma adına söylenmiyor. Ama gerçek budur.

Kredi kartları borçları ile, kredi borçları ile ve daha birçok kanalla borçlandırmalarla, halk esir alınmıştır.

İşsizlik korkusu ile esir alınmıştır.

İşimi kaybedersem, ya tutuklanır da işimi kaybedersem, ya işsiz kalırsam borçlarımı kim ödeyecek, ya bunca para ödediği dairemi kredi borcum yüzünden bankaya kaptırırsam, ya kredi kartımın borcunu ödeyemezsem vb. İşte bu korkularla halk, esir alınmıştır. Ancak, büyük bir güç görebilirse, ancak onbinlerce, yüzbinlerce insanı sokaklarda görebilirse hareket etmektedir.

Gezi öncesinde, birçok gerçeği bu netlikte göremiyordu. Bugün, medyanın bu yalan ve karartma politikasına rağmen, olup biteni anlamaktan çok da uzak değildir. Ama harekete geçmekten çok uzaktır. Sessizlik, bu suskunluk, esaret koşullarının sonucudur.

Halk, büyük ölçüde esirdir.

Bu esaret sadece ekonomik nedenlerle oluşmuş da değildir. Suruç ve Ankara bombalaması, bu esirlik koşullarının oluşumunda önemli bir katkıdır.

Baskı ve tehdit, saldırılar, IŞİD unsurlarının doğrudan veya dolaylı olarak halkın üzerine sürülmesi, tüm bunlar korkuyu yaratıyor ve suskunluğu büyütüyor.

2 Kasım’da seçim sonuçları ortaya çıktığında, halk, seçimlerin adil olduğuna asla inanmadı. Ama şöyle düşünmeye başladı, ne olursa olsun, adam sandığı kabul etmiyor ve gücümüz bu adamları alaşağı etmeye yetmiyor. Bu iş seçimle olmuyor. Ve elbette böyle düşünüldüğü zaman, büyük bir sessizlik beraberinde gelecektir, öyle olmuştur.

Bu son hâli ile sessizliğin sadece esaret demek olmadığı da açık, sessizlik aynı zamanda bir yol arayışı, bir mücadele yolu bulma girişimidir de. Bu açıdan sessizlik, bir tarz sessizlik olmaktan çıkar ve anlayana bir konuşmadır da.

Bu sessizlik, bu esaret koşulları, kibirli, saldırgan harami iktidarına, TC devletinin yönetenlerine, yeniden “milliyetçiliği” pompalama şansı vermektedir. Şimdi, gece gündüz bunun üzerinde çalışıyorlar. Kürtlere karşı yürütülen bu vahşi savaş, ancak, milliyetçilik ile gözler kör edilirse, Batı’da kabul görebilir.

Ve nasıl ki, bundan böyle ne yaparlarsa yapsınlar, Kürt halkının direnişini kıramazlar, aynı biçimde ne yaparlarsa yapsınlar, artık, Gezi öncesi tarzda bir milliyetçi körlük yaratamazlar.

Hırsızlık, yolsuzluk, katliam ve ölümler üzerine kurulu bir saltanat artık mümkün değildir. Bunu görememelerinin nedeni kibirleridir, yoksa şanslarının kalmadığını kendileri de biliyorlar. o