İşçi sınıfının esaretine son vermek için

İşçi sınıfı, yaşamı üreten sınıftır. Doğa dışında tüm değerlerin kaynağı, insan emeğidir. Bizzat emek gücü ile çalışan emekçi, yaşamı ürettiği hâlde, kendisi insanlık dışı koşullarda yaşamaktadır, sadakaya muhtaç hâldedir. Yaşamı ürettiği hâlde, “yaşam”ın dışındadır, sürekli boynu bükük, sürekli başı eğik yaşamaya itilmektedir.
Hayatı üretenlerin sırtında, işçi ve emekçilerin sırtında, dünyanın tüm zenginlikleri, adeta cennetteki gibi, zenginlere, hiçbir şey üretmeyen asalaklara sunuluyor. Kapitalizm, bunu sağlayan sistemdir, burjuva devlet, bunu sağlamak için, işçi ve emekçilere şiddet ve baskı uygulayan burjuva örgüttür.
Bugün, 2017 başında, işçi sınıfının durumunu, şöyle özetleyebiliriz:
1- İşçi sınıfı, sendikal alanda büyük ölçüde örgütsüzdür. Sendikalı işçi oranı, %5’in altındadır. Toplu sözleşmelerden yararlanan işçi sayısı da %5 civarındadır. Bu, ciddi bir örgütlenme eksikliğidir ve eğer işçi sınıfı örgütlü değil ise, toplumsal mücadele sahnesinde yeri eksiktir.
2- İşçi sınıfının yaşam standartları çok kötüdür ve giderek kötüleşmektedir. 1980 öncesinde, özellikle DİSK’e bağlı işyerlerinde elde edilen ücret düzeyi, artık tarih olmuştur. İşçilerin 12 Eylül’den önceki çalışma koşulları yok olmuş, her gün daha da kötüleşmiştir. İşçilerin elde etmiş olduğu tüm sosyal haklar, bir bir yok edilmiştir.
İşçi sınıfına, devrimden, komünizmden uzak dur, daha iyi kazanırsın, denmiştir. İşçi sınıfı, bu burjuva politikacıların peşine takıldıkça, vatan-millet-sakarya nidaları ile, işini, aşını, ekmeğini, can güvenliğini, sosyal haklarını bir bir kaybetmiştir. Milliyetçilik ve din propagandası arttıkça, işçilerin ceplerine ulaşan patron elleri daha fazlasını götürmüştür. Din ve milliyetçilik arttıkça, mücadele etme suç sayılmış, hak arama eylemleri acımasızca bastırılmıştır. Yaşam ve çalışma koşulları her gün kötüleşmiştir. Ülkemizde her yıl, 2000 işçi, iş cinayetlerine kurban gitmekte ve hiçbiri şehit statüsünden ailelerine bir gelir bırakamamaktadır. 2000 işçinin her yıl iş cinayetlerinde öldüğü bir ülkede, diyanet işleri başkanlığı, “çok fazla iş güvenliği önlemi almanın allaha şirk koşmak” olduğunu söyleyebilmekte, bu yollu cuma hutbeleri vermektedir. Soma’da 301 kişinin ölümünü ve bu ölüm ardından, Erdoğan’dan başlayarak tüm devlet yönetiminin tavrını hatırlamak yeter.
3- Sendikaların birçoğu, sendika mafyası dediğimiz, asalak, patrona bağlı, yobaz çetelerce ele geçirilmiştir. Polis-devlet, patronlar, işçilerin arasından adam satın alarak, bu mafyanın emrine vermiş ve işçi sendikaları, artık işçi sendikaları olmaktan çıkarılmıştır. İşçilerin aidat verdikleri, ama işçi düşmanlarınca ele geçirilmiş örgütler hâline gelmişlerdir. En son, Türk-İş içinde, Petrol-İş ve Hava-İş, işçilerin temsilcilerinden alınmış, devlete yakın, dinci-mafya çetelerinin eline verilmiştir. İşçiler, bu iki sendikayı kaybettikten sonra, Türk-İş tamamen mücadeleden geri çekilmiştir.
Bugün sendikalar, Saray’a, devlete yaranmanın, onların adına işçileri kontrol etmenin araçlarına dönüşmüştür.
Sendikacılık, Hak-İş örneğinde olduğu gibi, allah çalışanın rızkını verir, moduna indirilmiştir. İşçi rızkını allahtan bekleyecekse, mücadele etmenin hiçbir anlamı kalmamaktadır. Bu, dinin acımasızca kullanılması, patronların çıkarlarına sömürülmesidir de. Ülkemizde 4,5 milyon çocuk işçi var, ülkemizde 10 milyon işsiz var, ülkemizde 8 milyon sigortasız çalışan işçi var. Tüm bunlar, onların rızkını verenin mi suçudur?
Sendikalar, hak arama mücadelesini bırakıp, işçinin rızkını allaha, akşam eve sağ dönmesini takdir-i ilahiye bırakırlar ama kendi cukkalarını doldurma işini, allaha bırakmazlar. Hak-İş yöneticilerinin mal varlığını merak ediyoruz.
Sendikalar, rızk meselesini yaratana devrettikçe, sendikacılık yapmaz, onun yerine, Saray’a uşaklık yapar, işçinin sırtına asalak olurlar ve işçileri “sadakaya” muhtaç hâle getirirler. Durum da budur.
4- Esaret koşullarını artıran bir başka şey, taşeronlaştırmadır. 2 milyon 500 bin civarındaki taşeronlaşma oranı, oldukça yüksektir. Zaten çoğu kontrol altına alınmış sendikaların, kalanının da gücünü kırmak içindir. Taşeron çalışma sistemi, vahşi, insanlık dışı bir sistem hâlinde devrededir.
5- İşçi sınıfının üyesi tek tek aileler, sürekli borçlandırılmaktadır. Bu durum, onların mücadele gücünü de kırmakta, yok pahasına çalışma koşullarını kabul etmelerine olanak sağlamaktadır. İşsizlik, taşeronlaştırma, borçlandırma, ücretleri sürekli aşağıya çeken bir işlev görmektedir.
Ama bu, tablonun kendisidir.
Nesnel durum budur: İşçiler esirdir.
Ama bu değiştirilmez değildir. Yıkılmayacak egemenlik, son bulmayacak zulüm, değiştirilemeyecek gerçek yoktur.
Bizim önerimiz, izlenmesi gereken yol şöyledir. Biz Kaldıraç ve İşçi Gazetesi olarak, bu yolu öneriyoruz.
1- İşin temeli örgütlenmedir. İşçi sınıfı, kapitalist sistemde, varlığı başka sınıflara bağlı olmayan tek sınıftır ve bu nedenle de, kapitalizmi yıkma, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinin öncüsüdür.
İşçi sınıfı örgütlü değil ise, hiçbir şeydir. Eğer örgütlü ise, işte o zaman da her şeydir.
Bu örgütlü mücadele için, öncü işçileri, saflarımıza bir kere daha çağırıyoruz.
2- İşçi sınıfının örgütlenmesinin bir yönü de sendikal örgütlenmedir. Bu sendikal örgütlenme, bugün, ülkemizde oldukça geridir. %5’in altında bir sendikalaşma oranı vardır. Bunu yıkmak için;
a- Mevcut işçi sendikaları, sendikalaşma çalışmalarına, bu yönde işçilerin bilinçlendirilmesine özel bir önem vermelidir. İşçi sınıfını, hem ülkemizdeki hem de dünyadaki tarihi, tüm ezilen halkların tarihi, bu açıdan öğretici deneyimlerle doludur.
b- İşçi sendikası olmaktan çıkmış olan, sendika mafyasının denetiminde devletin bir parçası, mafya çetelerinin bir organizasyonu, patronların uzantısı hâline gelmiş sendikaların, işçiler tarafından devralınması, ele geçirilmesi gereklidir. Ne kadar gerici olursa olsun, her sendikayı, işçilerin sendikası hâline getirmeliyiz. Bu, elbette açık bir örgütlenme ile mümkün değildir. Sendikalar, işçileri şikâyet etmekte, gammazlamaktadır. Bu nedenle, bu iş, sessiz ve uzun süreli bir çalışma ile yerine getirilmelidir. Ve bu konuda bir reçete, her duruma uygun bir davranış şekli bulamayız. Her işçi, kendi sendikasını gerçek bir sendika hâline getirmek için neler yapması gerektiğini, arkadaşları ile bulmalıdır.
c- İster sendika, gerçek bir işçi sendikası olsun, isterse gerici bir sendika, hatta bir çete olsun, sendikal örgütlenmeyi işyerlerinde de örgütlemeliyiz. Her işyerinde, her fabrikada, işçilerin seçtiği temsilciler, görevden alabilecekleri ve yeniden seçebilecekleri temsilciler, komiteler olmalıdır.
3- Biz biliyoruz ki, sendikal mücadele, sömürüyü ortadan kaldırmaz, onu sınırlandırır. Ama sendikal mücadele sosyalizmin okuludur. İşçiler, bu mücadele içinde, adım ve adım, nasıl mücadele etmeleri gerektiğini, toplu sözleşmenin ne olduğunu, sosyal hakların ne demek olduğunu, işyerinde çalışma koşullarını nasıl düzeltebileceklerini, ücretlerin nasıl hesaplandığını vb. öğrenirler. İşçiler bu mücadele süresince haklarını öğrenirler. İşçiler bu mücadele boyunca, kendilerine vurulmak istenen prangaları görür ve ona karşı önlemler düşünebilirler. İşçiler bu mücadele boyunca, örneğin grev silâhını kullanmasını öğrenirler.
a- İlk işlerden biri, grev silâhını, işçilerin silâhı olarak örgütlemektir. İşçiler, patron istediği zaman grev yapar hâle gelmişlerdir. Sendikalar işçileri satmanın, bu yolda hile ve üçkâğıdın her yolunu bulmuş bulunuyorlar. İşçiler, öncelikle bu hileleri deşifre edecekler. Kendi haklarını arayacak bir sistemi, fabrikalar bazında geliştirecekler.
İşçiler, çalıştıkları fabrikayı, içinde bulundukları sektörü, işkolunu iyi tanımak zorundadır. Buna göre, ne zaman, nasıl grev yapılması gerektiğini de öğreneceklerdir. Grev, eğer işçilerin bir mücadele silâhı olacaksa, bunun yolu, öncesinde, bulunulan işkoluna ilişkin her şeyi bilmekten geçmektedir.
b- Sendikalar mücadele etmek içindir. Başka türlü sendikanın bir anlamı yoktur. Sendika, işçilerin haklarını savunacaksa, bu sendikanın patronlara karşı olacağı kendiliğinden açığa çıkar. Taraflar bellidir. İşçiler bir taraftır ve karşılarında işveren, patron vardır. Ve ne zaman bir sorun çıkarsa, devlet, işçilere karşı patronu korumak için devreye girer. Hayatın gerçeği budur. Bu nedenle sendikalar, mücadele için vardır sözünü tekrarlıyoruz. Devlete ve patrona bağlı sendika var ise, bu sendika işçinin hakları için mücadele etmez, bunun için mücadele eden işçilerin yanında olmaz.
c- İşçiler olarak biz biliyoruz ki, işçi sınıfı bir bütündür. Büyük bir toplumsal sınıftır. Toplumun en kalabalık ama aynı zamanda en güçlü kesimidir. Üretim yapma gücü onlardadır. Ama işçiler, bir bütünlük içinde davranmayı, ancak mücadele içinde öğrenirler. Zaten örgütlülük da bunun için gereklidir.
İşçiler, sadece kendi fabrikalarında grev vb. durumu varsa harekete geçmekle yetinemezler. Kendi fabrikalarında işler yolunda iken, başka fabrikalarda başlayan grevlere, eylemlere destek olmalıdırlar. Sınıf kardeşliği budur. Bugün, örneğin metal işçilerinin Gezi Direnişi sonrası eylemlerine destek vermeyen bir tekstil işçisi, yarın kendisi greve başladığında, kendi haksızlığa uğradığında, metal işçilerinin yardımını nasıl isteyecek?
Kapitalistler, bir bütün olarak davranmaktadır. Mesela yeri geldiğinde MESS birlikte hareket etmektedir. Dahası, kapitalistlerin en rafine örgütü devlettir. Bugüne kadar, karşısında devleti, polisi, jandarmayı, yargıyı bulmayan bir tek grev var mıdır?
İşçiler de, kendi kardeşlerinin eylemlerine duyarlı olmalı, onlarla dayanışma göstermelidir. Dayanışma eylemleri, işçi sınıfının sınıf bilincinin gelişimi için büyük değerdedir. Bu dayanışmanın boyutları ayrı bir konudur. Her işçi önderi, bu konuda doğru kararlar vermek için, kendini eğitmek zorundadır. Bu mücadele, işçi sınıfının tüm yeteneklerini, tüm birikimini örgütlemesi gereken bir mücadeledir.
d- Bu son dönemde, değişik adlarla sendikacılıktan söz edenler vardır. Mesela “salt ücret sendikacılığı” da olabilir mi ya da “grev şart mıdır” vb. gibi. Biz, devrimci işçiler, bu tartışmaları, kafa bulandırmak için atılmış adımlar olarak görüyoruz.
Ülkemizde sendikacılık, neredeyse işçi sendikacılığı olmaktan çıkmıştır. Türk-İş, son Petrol-İş ve Hava-İş operasyonları ile, büyük ölçüde yara almıştır. Türk-İş’in içinde var olan işçi sendikalarının da gücü ve cesareti kırılmıştır. Zaten büyük bir çoğunluğu da sarı sendika olduğuna göre, devlet sendikası olduğuna göre, Türk-İş büyük yara almıştır demek abartı olmaz. Hak-İş, tümü ile din ve milliyetçiliği Saray’a göre ayarlayıp, bir AK Parti sendikacılığına dönüşmüştür. Yeşil dolarlar karşılığında işçileri satmışlardır ve bugün, bu işçileri, denetim altında tutmak için uğraşmaktadır. Sendikacılık ile, işçi sınıfı ile, işçilerin hakları ile vb. hiçbir bağı kalmamıştır. DİSK içinde de durum çok parlak değildir.
Tüm bu durum, sendikal örgütlenmenin çok da iyi olmadığının göstergesidir. Bu koşullar altında, grev şart mıdır, grevsiz sendikacılık, sosyal barış için sendikacılık, salt ücret sendikacılığı vb. tartışmaları, hayatın gerçekliğinden kopmaktır.
Sorun açıktır: İşçiler, hem sendikalarını tekrar işçi sendikaları olarak örgütlemeli, hem de yeniden sendikala örgütlenmeyi güçlendirmelidir. Bu soruna yanıt verecek tartışmalar önemlidir.
Önemli bir tartışma konusu da, işçilerin, siyasal olarak devrimcilere yakın olmasının, sendikal mücadeleyi bozduğu tartışmasıdır. Bu tümü ile yalandır. 12 Eylül’e kadar işçilerin sendikal mücadele ile elde ettiği kazanımlara bakın, sonrasına bakın. 12 Eylül, ilk iş olarak sendikaları, devrimcilerden yalıtmaya çalışmıştır. Kapatılan sendikalar, tutuklanan sendikacılar hatırlardadır. Ve bugün, işçi sınıfı 30 yılda 3-4 kat büyüdüğü hâlde, sendikalı işçi sayısı yarı yarıya gerilemiştir. Bu, işçi sınıfının devrimci politikaya yakın olmasının değil, uzak olmasının bedelidir.
İşçi sınıfının ana sorunu örgütlenmedir. Toplumsal mücadele sahnesine ağırlığını koymasının yolu budur. İşçiler, toplumun çok büyük bir kesimini oluşturmaktadır. İşsizler, köylüler, yoksullar vb. ezilen sınıfların öncüsü, temsilcisi işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, bu öncülüğünü, ancak örgütlü ise yerine getirebilir.
Örgütlenme, tüm toplumsal kesimler için önemlidir. Ama işçiler için vazgeçilmezdir. İşçi sınıfı örgütlü değil ise, hiçbir şeydir. Tıpkı bugünkü gibi. Ve bu esaret durumunu yıkmanın, esaret zincirlerini parçalamanın, işçilerin akıllarını özgürleştirmenin yolu, örgütlenmeden geçmektedir.
Elbette, mevcut yasalar içinde yapılacak çok şey vardır.
Ve elbette, yasalar, işçilerin örgütlenmesinin önünde engel ise, bu engelleri aşmak da işçilerin görevidir. İşçiler, kendi hak ve hukuklarını savunmak için, neye ihtiyaç duyuyorlarsa, bunu geliştireceklerdir.
Hukukun ayaklar altına alındığı, her devlet yetkilisinin hukuku çiğnemeyi özel bir zevk hâline getirmiş olduğuna bakılırsa, işçilerin kendi haklarını kullanmaları için hukuk bir gerçek engel olmayacaktır.
İşçi sınıfı, bugün, her alanda örgütlenmelidir.
Bunun için, öncü işçilere, işçi önderlerine büyük görev düşmektedir.