İntihar, kriz, iktidar

Bu üç sözcük altalta yazıldığında, yanyana yazılmalarına göre farklı bir anlam verir mi? Versin diye yazdım.

İntihar,

Kriz,

İktidar

sözcükleri alt alta olduğunda, aynı zamanda yönetme krizini özetliyor gibi görünmektedir. Ya da bizim amacımız buna dikkat çekmektir.

Dört kardeş, hepsi de ortayaş ve üzerinde, Fatih’te bir evde birlikte, iddiaya göre siyanür içerek ölüyorlar. İntihar olayı basına yansıyor. Basın, bir yandan Saray emirlerine uygun olarak, “faydasız olayları yayınlamayın” çerçevesinde davranmaya çalışıyor.

İntihar eden bir kişi olsa idi, işleri biraz daha kolaydı.

Zaten her gün kaç intihar vakası, basın tarafından “Saray’a faydası yok” diyerek görünmüyor, hasır altı ediliyor, kayda değer bulunmuyor. Ama bu kez, Fatih’te, dört kardeş intihar edince, bir anda basına sızıyor ve bir biçimde Saray medyasının duvarını delip geçiyor.

İşte olaylar bu noktadan sonra ilginçleşiyor. Normalde, bir evde dört kardeş toplu intihara yöneldiğinde, bunda bir tür tarikat vb. aranır. Öyle ya dört kişinin birlikte intihar etmesi, ortak karar alıp ölüme gitmesi, kolay bir iş değildir.

Dört kardeş, en büyükleri 60, en küçükleri 48 yaşında, canlarına kıyarken, kendilerini bulacak olanları düşünüp, “dikkat siyanür” diye de not bırakmışlar. Demek, oldukça kararlı bir davranış içinde imişler. Şuurları yerinde olduğu anlaşılıyor.

Ama hayır, biz bunlarla ilgili değiliz.

Basın da bunlarla ilgili değil.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a soruluyor ve Oktay, “ekonomik zorluklarla bir ilişkisi yok” türünden açıklama yapıyor. Bu açıklama, durumu daha da ilgi çekici hâle getiriyor.

Ardından, Akit gazetesi, insanlık sınırlarını aşarak, iğrendirici bir açıklamaya sarıldı. “Ateist kitap, 4 kişiyi intihara sürükledi.” İşte size Akit’in açıklaması. Nereden mi biliyorlar? Bunu söylemediler. Ama şöyle yazmaktan geri durmadılar: “Fatih’te 4 kardeşin siyanür içerek intihar ettikleri evde, evrimci Richard Dawkins’in ateizm propagandası yaptığı ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitabı bulundu. Tüm dinleri alenen inkâr eden skandal kitap, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesi ve ‘mukaddesata hakaret’ gerekçesiyle Türkiye’de davalık olmuştu. Türkiye’de basımı ve yayımlanması oldukça kolay olan ‘bilimsellik’ maskesiyle kamufle edilmiş ateizm temelli ‘ideolojik’ kitaplar toplumu zehirlemeye devam ediyor.”

İşte Akit gazetesinin bu haberi, işi daha da ilginç hâle getirdi. Akit, kuşku yok ki bu uydurma haberi, Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” isimli kitabının tanıtımını yapmak için yapmamıştır. Öyle olsa gizli reklâma girer ve RTÜK, buna ceza keserdi. RTÜK’ten kaçmaz. Ama gelgelelim, bu mide ve beyin bulandırıcı haber-uydurma, tiksindiricidir de. Dört intihar etmiş insanın ardından bu satırları yazmak, ancak, başka bir şeyi gizlemek için olabilir düşüncesini öne çıkartıyor.

Bu kadar da değil.

Adı Dilek Güngör. Bu yazısına kadar gazeteci olduğunu bilmezdim. Öyle imiş. Sabah gazetesinde yazıyor. Yazının her satırına bir miktar dolar düştüğü belli oluyor. 8 Kasım günü, intihar haberinin duyulmasından hemen sonra, Akit gazetesinin haberi ile aynı gün, intihar olayını konu alıyor. “4 kardeşin yoksulluktan öldüğüne dair haberler servis ettiler” diye yazıyor.

İşte Dilek Hanım, bize anahtar cümleyi söylüyor. “Yoksulluktan ölmek” bir suçtur. Öyle olmalı, çünkü Dilek Hanım, haberlerin bilerek böyle verildiğini, oysa yoksulluğa dair bir iz bulamadığını söylüyor. Araştırmacı gazeteci ya, hemen araştırmış ve dolarlar çabuk gelsin diye çabucak kaleme almış yazısını. Cenazeler daha kalkmamış, daha 7’si çıkmamış vb.

Sonra olaylar netleşmeye başladı. 54 yaşındaki Oya, Mimar Sinan Üniversitesi’nde saat ücretli çalışıyordu ve 21 adet icra dosyası ile maaşı hacizli imiş.

Evin kirasını ödeyemediklerini komşuları dahi biliyormuş.

Elektrikleri yokmuş, kesilmiş, suları akmıyormuş.

Dilek Hanım, acaba, bunları “yoksulluk izleri” olarak görebilir mi? Yoksa, haciz, elektrik kesintisi, su iptali vb. falan, büyük bir komplonun ürünü müdür?

***

Antalya’da, yine dört kişi, ama ikisi anne-baba, ikisi evlatları olmak koşulu ile dört kişilik bir aile ‘intihar’ etti.

Akit yazmadığına göre, evde “ateizmi öven” bir kitap henüz bulunmamış demektir. Demek ki, her aile intiharında kitap neden olarak bulunmuyor.

Dilek Hanım da bu konuda henüz bir makale yazmadı. Ya ilk yazısı için gelen dolarlar ile kaybettiği “değeri” arasında bir açı farkı olduğunu gördü ve “ucuza yazı yazmama” kararı aldı ya da bu kez görev ona düşmedi.

Fuat Oktay da bu konuda bir açıklama yapmadı.

Kuşku yok ki, bunda da bir “ekonomik sebep” yoktur.

***

Damat, Maliye Nazırı, pardon, Hazine Bakanı Albayrak, acaba Erdoğan’a rağmen mi orada duruyor, yoksa Erdoğan çaresizlikten mi onu orada tutmaya devam ediyor? Sorudur ve yanıtını en iyi, Bahçeli bilir kanısındayız.

Damat, Kasım’ın ilk günlerinde, dört kardeşin intihar vakaları ile aynı dönemde, bir açıklama yaptı, kriz var, ekonomi kötü vb. diyenleri terörist olarak değerlendirdi.

Ama Bakan bu sözleri sarf etmeden epeyce önce, krizden söz eden, ekonomi hakkında “kötü” yorumlar yapan epeyce bir ekonomist için soruşturma açılmıştı. Bakan, bunun üzerine daha şiddetli bir açıklama ile gitmeye karar vermiş diyelim. Bir sonraki hamle, muhtemelen, ekonomistleri tutuklamak, hapsetmek, kellelerini vurdurmak, dillerine zift sürmek vb.dir.

İşte intihar işi ile kriz, birbirine böyle bağlanıyor.

Ne olursa olsun, intiharların nedeni, artan şiddetin, işyerlerindeki ölümlerin vb. nedeni kriz olamaz. Bunu çağrıştıracak her şey yasaktır. Kriz kelimesi, ikinci bir emre kadar yasaklanmalıdır. Hatta, alfabeden K harfi tamamen çıkarılmalıdır.

Aslında Saray’ın alacağı çok önlem var. Kriz kelimesini kullanan ve ardından “yok” sözünü eklemeyen herkes, “terörist” ilan edilmelidir. Hatta, “kriz” kelimesini kullananları ihbar edenlere, beş maaş ödül verilmelidir. Zaten bunu yaparlarsa, böylece kriz de çözülmüş olur. Kadınlar eşlerini, çocuklar annelerini vb. ihbar eder ve bu yolla, mahalledeki herkesi ihbar edene kadar iş de bulmuş olurlar. Bu, Damat’ın aklına gelse, “işsizliğe çare” diye TV ekranlarından yayınlanır.

***

“Güneş balçıkla sıvanmaz” derler. Acaba kaynağı nedir bu sözün, nasıl ortaya çıkmıştır? Bir çömlekçi, mesela güneşin yere vuran ışınlarını mı balçıkla sıvamaya başlamıştır? Kim bilir? Ama mantığa aykırı geliyor. Çömlekçiliğin geliştiği ve balçıkla pek çok şeyin sıvanarak kapatılabildiği bir dünyada, yalanın çok yayıldığı bir dönemde söylenmişe benzer.

Gerçekleri saklamak, ancak bir dönem mümkündür. Yoksa gerçekler, kendilerini bir tarz ortaya koyarlar, bir yolunu bulurlar.

Saray Rejimi, iktidar, bugünlerde “güneşi balçıkla sıvama”ya koyulmuştur. Eğer güneşi balçıkla sıvayabilseler, onların ihtiyaç duyduğu karanlık sürekli olacak. Bitkiler, canlılar nasıl güneşe muhtaçsa, iktidarlar da öyle karanlığa muhtaçtırlar. Yalan, karanlık, onların halkı aldatmak için önemli araçlarındandır.

Kriz yoktur, demek istiyorlar.

TV kanallarında bugünlerde enflasyonun nasıl da düştüğünü görüyoruz. İyi ama, yaşayan varlıklar olarak bizler, bu düşüşü hissedemiyoruz. Tersine, hayat pahalılığı, ücretlerin erimesi işçi ve emekçileri perişan hâle getirmiş durumdadır. Her akşam, hanelerindeki “huzur”un bir parçasını kaybeden işçi ve emekçiler, TV kanallarında enflasyonun düşüşünü izliyorlar. Mutlaka buna “inanıyorlar”dır.

Damat, iktidar, Saray Rejimi, halkın bu duruma inandığına “emin” olmalıdır. Yoksa, kimsenin inanmadığını bile bile, yalan söylemek akla zarar bir davranış olur.

Ekonomik kriz var diyenleri sevmiyorlar. Ekonomi yolunda, işler tıkırında demek gerekiyor. Peki ama, size en yakın olan müteahhitler, “bittik reis, bir destek” dediklerinde kriz açığa çıkmıyor mu? Peki siz, “kriz” demek teröristliktir dediğinizde, kriz demiş olmuyor musunuz? Bu nasıl bir döngüdür? Siz kriz yok dedikçe, kriz var diyenleri terörist ilan ettikçe, kriz daha çok gündem hâline geliyor.

Dört kardeş intihar etti. Ama kriz yok.

Dört kişilik bir aile ‘intihar’ etti, ama kriz yok.

İşsiz kalan adam kendini yaktı, ama kriz yok.

Üç milyondan fazla insan, kredi kartı borçları nedeni ile hacizli, 12 milyondan fazla insan hacizli. Devlet, 3.5 milyon insana e-haciz koydu. Ama kriz yok.

Milyonlarca insan işini kaybetti, ama kriz yok.

***

Kriz aynı zamanda iktidar krizidir. Ondan böyle davranıyorlar. Bir şeye yok deyince, sihirli bir biçimde yok olacağını düşünüyorlar.

Yoksulluk öldürüyor.

Ailelerin intiharları devreye girmeye başlamıştır.

Oysa Saray, sadece ve sadece bu olup bitenin ekonomik kriz ile bağının kurulmamasını istiyor.

Halktan, halkın tepkisinden korkuyorlar. İnsanların “yeter artık” demesinden, sokaklara taşmasından, fabrikalarda şalterleri indirmesinden korkuyorlar.

Kısacası, yıllardır, yalanlarla uyuttukları halkın, uyanmasından korkuyorlar. Bu nedenle, ne olursa olsun, yasaklıyorlar, krizi, tiyatroyu, sinemayı, kitabı yasaklıyorlar. Ağaçlardan, yeşilliklerden, ormanlardan, derelerden, denizlerden konuşmayı yasaklıyorlar. Sevmeyi, insanı sevmeyi, çocukları sevmeyi, ağaçları sevmeyi, gölgede oturmayı sevmeyi yasaklamak istiyorlar. Konuşmayı yasaklıyorlar, yarın alfabeyi yasaklayacaklar. Gülmeyi yasaklamak istiyorlar. Kadından söz etmeyi, gençlikten söz etmeyi, işçiden söz etmeyi yasaklamak istiyorlar. Sadece onların çekleri, sadece onların dolarları, sadece onların iktidarları, sadece onların güçleri var olsun istiyorlar. Başka her şey karanlıkta kalsın, görünmesin istiyorlar.

Ama çok fazla şey istiyorlar.

Mümkün değil.

Yoksulluk, açlık, işsizlik, pahalılık öldürüyor, bir azrail gibi işçi ve emekçi ailelerinin içine girmiş, tırpan sallıyor.

Ama bu insanlar, işsizliğin, açlığın, yoksulluğun suçlusu kendileri olmadıklarını da anlayacaklar. Bunu anladıklarında, şiddeti kendilerine yöneltmeyecekler.

İşçiler, emekçiler bu krizin nedeni değildirler.

İşçiler ve emekçiler, öldürücü yoksulluğun nedeninin kapitalizm olduğunu, sizin iktidarınız olduğunu anlamaya başlayacaktır. Er ya da geç. Hazır daha vakit varken, bohçanızı hazırlayın ve erkenden kaçın. Olur da sonra fırsatınız olmaz.

Örgütsüz işçi, örgütsüz halk, işsizliğin, yoksulluğun dayanılmaz acılarına son vermek için kendi canına kıyıyor.

Ama örgütlü işçi, örgütlü halk, yoksulluğun nedeninin kapitalizm olduğunu, Saray Rejimi, sizin iktidarınız olduğunu anlıyor.

Sizin Kaz Dağlarında altın aramak için kullandığınız siyanürü, yoksullar hayatın acılarına katlanmamak için kendi canlarını almak üzere kullanıyor. Ama bu, bugünkü tablodur. Yarın, böyle olmayacaktır efendiler.

Bir işçi, bir emekçi, hayatı üretendir. Ürettiği hâlde aç kalan, yoksulluktan çekendir.

Ama işçi ve emekçilerin, yalnızlığı, örgütsüzlüğü onları çaresiz bırakmaktadır. Mesele bu yalnızlığı yenmektedir. Mesele işçilerin bir sınıf olduğunu, hayatı üretenlerin kendileri olduğunu anlamasındadır. O güne kadar zamanınız var efendiler.

Devrimci işçi ve emekçi için, umutsuzluk yoktur.

“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim
akar suyun
meyve çağında ağacın
serpilip gelişen hayatın düşmanı
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına;
-çürüyen et, dökülen diş-
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…”