Fiilî durumunuza da, çobanlık sisteminize de, geçmişinize de, geleceğinize de; hayır

Zaten, dün de cumhurbaşkanı vardı. Ama olsun, burada, artık cumhurbaşkanı, siyasi parti başkanı da olacak, başbakan da olacak, meclis de olacak. Adına başkanlık sistemi demekten niçin kaçındılar, anlamak mümkün değil. Ama artık karşımızda, eşine rastlanmaz bir yeni anayasa metni var.
Her devlet, sınıfların varlığının açık itirafıdır. Her devlet, bir sınıfın, diğer sınıflar üzerindeki diktatörlüğüdür. Bunlar doğrudur. Burjuva devlet, ister Amerika’da olsun ister İsveç’te, ister Almanya’da olsun ister İngiltere’de, bir burjuva diktatörlüktür. Bu burjuva diktatörlük, sınıf savaşımının tarihi içinde şekillenir. Bugün, dünyanın neresinde olursa olsun burjuva devletler, devrime karşı geliştirilen faşizmin tüm dişlilerini içinde barındırmaktadırlar. Biz bu devletlere “tekelci polis devleti” diyoruz. Günümüz burjuva “demokrasisi”ni biz böyle adlandırıyoruz.
Elbette, TC devleti, tarihi boyunca, hem işçi ve emekçilere karşı saldırgan olmuştur. İşçi sınıfının varlığının her siyasal göstergesine, büyük katliamlarla yanıt vermiştir. TC devleti, halkların imhası ve inkârı üzerine kuruludur. “Sınıfsız imtiyazsız toplum” teraneleri, devletin işçi sınıfının her türlü varlığına karşı hassaslığının açık kanıtıdır. Sovyetler Birliği’nin karnının altında, Ekim Devrimi’ni durdurmak için kurulmuş bir devletin bu anti-komünist şekillenmesi anlaşılırdır.
Artık biliyoruz ki, bu ülkede katliamlar, bu ülkede işçi ve emekçilere karşı azgınca saldırılar, istisna değil, işin akışına uygun, devletin ve egemen sınıfların karakterine uygun olandır.
Ama yine de, 2017 Ocak ayında, OHAL koşullarında yapılmak üzere referandum için meclise sunulan anayasa değişikliği, bugüne kadar görülmüş olanların ötesindedir.
Burjuva devlet, tekelci polis devleti, ne kadar baskıcı, ne kadar polis devleti niteliğinde olsa da, ne kadar kendileri için “hukuku” ayaklar altına alsalar da, hep buna bir kılıf uydurur, hep sanki “adalet” varmış gibi davranır, hep yaptıkları hukuksuzlukları örter. Ama bugün, artık örtülebilir değildir.
TC devleti, hiçbir zaman işçi sınıfı için, geniş halk yığınları için bir “adalet” sağlamamıştır, bir “hukuk” devleti olmamıştır.
Ama bugün, bu “hukuksuzluk” kendi hukuklarını ayaklar altına alma süreci, gerçekte, artık üstü örtülemez bir çözülüş süreci yaşamalarından ileri gelmektedir. TC devleti, tüm organları ile çürümektedir.
İşte bunun bir kanıtı olarak, tuhaf anayasa değişikliği, cumhurbaşkanlığı sistemi denilen bu tuhaf uygulama meclisten geçiyor ve halkın oyuna sunulmak üzere hazırlanıyor.
Yeni anayasa değişikliği, “Türk tipi başkanlık” sistemi olarak tartışılmaya başlandı. Olmadı. Kuvvetler ayrılığı olacak diye, Burhan Kuzu tarafından, ciddiyetsiz, korkakça, yalana dayalı bir tarzda sunuldu, olmadı.
Nihayet, 7 Haziran seçimlerinde siyasal alanda çoğunluğu kaybeden AK Parti, hükümet kuramaz hâle gelince, cumhurbaşkanınca seçimler iptal edildi (buna darbe deseniz abartılı olmaz) ve Kasım ayına kadar 5 ay, devlet terörü akıl almaz boyutlarda organize edildi. Kürt illeri yakıldı, yıkıldı. Katliamlar organize edildi. Açıkça, ver 400 milletvekilini, bu katliamlar bitsin dendi. Ve sonunda 1 Kasım’da, nasıl olduğu karanlık bir yolla, seçimlerden AK Parti, tek başına iktidar çıktı. 400 milletvekilini alamadılar, ama yine de iktidarı paylaşmak zorunda kalmadılar.
Yetmedi, ardından, darbe sürecine uygun tarzda, parlamento devre dışına itildi. Zaten AK Parti’nin ağırlığı ile işlemeyen parlamento, tamamen devredışı kaldı. AK Parti, bir parti olmaktan çıktı, MHP bir parti olmaktan çıktı, CHP bir parti olmaktan çıkma yoluna girdi. Partisiz, parlamentosuz bir hukuk devreye sokuldu. 15 Temmuz darbesi ardından, Erdoğan için işler daha da kolayladı. “Allahın lütfudur”, OHAL ilan edildi. OHAL ile, bir yandan, büyük çaplı bir sermaye transferi gerçekleşiyor, diğer yandan, gizli pek çok uygulama devreye sokuluyor (yerli tohum üretilmesinin yasaklanması, şeker pancarı üretiminin yasaklanması vb.) ve nihayet şiddet ve baskı, büyük boyutlarda artırılıyor. Artan devlet terörü, şiddet ve baskı, tüm toplumu yeniden bastırmanın aracı olarak düşünülüyor. Kürt devrimini boğmak, Gezi Direnişi ile başlayan uyanışı durdurmak istiyorlar.
İşte bu koşullarda, MHP, “Cumhurbaşkanı zaten fiilî olarak bir başkan gibi davranıyor, hukuku çiğniyor. Gelin hukuku fiilî duruma uyduralım” diyerek, anayasa değişikliği için kapıları açtı. AK Parti ve Erdoğan, Meral Akşener ve diğer muhaliflere karşı Bahçeli’yi cansiperane savunurken, öyle anlaşılıyor ki, Bahçeli ile ilgili, ağır dosyalara da sahiptirler.
Bir tek basın mensubu, çıkıp, fiilî durumu hukukî hâle getirelim diyenlere, sorular sormadı.
Mesela ülkemizde eroin-esrar 12 yaşındaki çocuklar tarafından dahi kullanılmaktadır. Bu bir fiilî durumdur. Öyle ise, bunu hukukî hâle getirelim niye demiyorsunuz? Birçok işyerinde işçilerin maaşları verilmiyor, sigortaları ödenmiyor. Bu fiilî durumu, hukukî hâle getirin, bundan böyle “işçiler maaş almadan, zorunlu-bedava çalışacak” yasası çıkarın, niye duruyorsunuz?
Ülkede yapılan inşaatların çoğu kaçaktır, öyle ise bu fiilî durum için bir yasa çıkarın, inşaat alanı olarak müteahhit ne kadar yapıyor, neyi uygun görüyorsa “yasal”dır niye demiyorsunuz?
Ülkenin her alanında, devletin her kurumunda rüşvet yaygındır. Öyle ise, neden bir kanun çıkarmıyorsunuz ve “bundan böyle rüşvet yasal ve zorunludur, içinde %90 cumhurbaşkanının payı olacaktır” demiyorsunuz?
Bu fiilî durumu unutmayın.
Biz, fabrikaları işgal edeceğimiz zaman, bu fiilî durumlar için yasalarımızı yapacağız. Biz, devlet kurumlarını işgal ettiğimiz zaman, “bundan böyle bu kurumlar halk tarafından yönetilir” yasalarını çıkaracağız.
Tabii ki, amacımız, hukuku fiilî duruma uydurmak olacaktır.
Ne garip, tüm bunları, burjuvalar adına, tekeller adına soran bir tek basın mensubu çıkmadı. Doğan medya grubuna Erdoğan’ın temsilcileri, yönetim kurulu üyeleri olarak alındılar. Burjuva basın, tümü ile, “havuz medyası” kılıklı hâle gelmiştir.
Anaya değişiklik tartışmaları, hiçbir ciddiyet içermemektedir.
CHP, meclisten çekilmeyerek, mecliste anayasa tiyatrosuna ortak olmuş ve Yenikapı mitinginde parti olarak intihar etmiş iken, bu anayasa oylamaları ile de ruhunu tamamen teslim etmiştir. Ruhuna fatiha.
Anayasa değişiklik tartışmaları, halkın, işçilerin, öğrencilerin, köylülerin bilinçleri ile dalga geçerek yapılmaktadır. Bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar seviyesiz, bu kadar maskaraca yapılan tartışmalar ile, TC devleti, kendine gelecek oluşturabileceğini mi sanmaktadır?
Erdoğan’ın yüksek ihtirasları, kendisini ve ailesini koruma gereksinimi, bu anayasa değişikliğinin temelindedir. Öyle anlaşılıyor, ABD ve AB, bu durumu kullanmak niyetindedir. Parlamentodan, bu denli saçma sapan bir yasanın çıkması, ABD ve AB tarafından, desteklenmiştir.
Parlamentoda ne kadar FETÖ’cü milletvekili olduğu konusunda söylenenler doğru mu bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki, İngiliz, Alman, Fransız ve Amerikan yanlıları vardır ve bunlara verilecek emirleri yerine getirecekleri sır değildir. FETÖ’cüler “hayır” demek istedi ama korktu deniyor. Peki, ya Amerikancılar, Almancılar, Fransızcılar, İsrailliler, İngilizciler, onlar da mı korkudan hayır dedi? ABD ve AB, bugüne kadar bu planları desteklemişlerdir.
TBMM, kendi varlığına bir harakiri yolu ile son vermiştir. Yeni yasanın en kritik yönü, yasama yetkisinin Cumhurbaşkanı’na, Çoban’a verilmesidir. Bu yasa ile, bugün varolan OHAL, sürekli hâle getiriliyor. Cumhurbaşkanı, ne zaman KHK çıkaracaksa, çıkarabiliyor. TBMM’nin artık bir anlamı kalmamıştır. Buna rağmen, milletvekili sayısı 600’e çıkarılıyor. 600 kişiye boşuna maaş vermek üzerine kurulu bir sistemdir bu.
Bu durumda seçimlerin de kaldırılması gerekir.
Çoban’a verilen yetkiler, seçimleri de formalite düzeyine indirmektedir. Erdoğan, bu yolla, hilafetini ilan etmekte tereddüt etmemelidir.
İstanbul’da geçen haftalar, ağır kış koşulları ortaya çıktı ve okullar tatil edildi. Vali kimdir ki, okulları tatil edecek, bundan böyle tatil olup olmama kararını Cumhurbaşkanı versin. Böylece, her alana müdahale edebilen bir Cumhurbaşkanı olmuş olur.
Başbakan ortadan kalkınca, Cumhurbaşkanı’nın konuşmak için, seri hâlde muhtarlar toplantılarına da ihtiyacı kalmaz.
Şimdi, bu yeni anayasa değişiklik paketi, referanduma sunulacaktır.
Referandum tarihi, çok önceden 2 Nisan 2017 olarak belirtilmiş olduğu için, OHAL koşullarında referandum olacaktır.
Peki ne olacak?
– Eğer referandumdan evet çıkarsa, OHAL sürekli hâle gelecek, ayrıca bir OHAL’e gerek kalmayacak. Zaten zat-ı muhteremleri istediği gibi kararnameler çıkarabilecektir. Yok, eğer referandumdan “hayır” çıkarsa, anayasa değişikliği kabul edilmezse, bu sefer Cumhurbaşkanı, OHAL’i tekrar uzatacak.
– Yapılan anketler, referandumdan “hayır” çıkacağı yönündedir. Yani, normal bir oylama olsa, yani sandıkları biz saysak, “hayır” çıkacaktır. Ama sandıkları Erdoğan sayacaktır ve hatta şimdiden saymıştır, sonuç evet çıkacaktır.
– Sonucun evet çıkması için, Erdoğan, tüm gücü ile şiddeti artıracaktır. SADAT AŞ, yeni Reina saldırılarına yönelecek, Kürt halkına karşı katliam politikaları devreye sokulacak, Kürtlere karşı bir sınırötesi operasyon ile milliyetçilik coşturulmaya çalışılacaktır. Erdoğan, daha fazla şiddet, daha fazla yalan ile yüklenecektir. Tüm basın açıkça destek verecek hâle getirilecektir. Olası problemli “yol arkadaşlarını” hemen tırpanlayacaktır.
– Sonucun hayır çıkması için, CHP’nin yapacağı hiçbir şeye güven duyulamaz. Sonucun hayır çıkması için, işçi sınıfının, tüm halkların göstereceği duyarlılık önemlidir.
Biz, elbette hayır oyu kullanacağız.
Böylesi bir anayasa değişikliği boykot edilemez. Bu hiçbir açıdan doğru bir tutum olmaz. Ayrıca, bu halk oylamasında, bizim esas derdimiz, işçi sınıfının, kitlelerin örgütlenmesidir. Örgütlenmeye doğru atılacak her adım, büyük değerdedir.
Çok büyük bir çoğunlukla hayır çıkması, ancak seçime hile karışmaması durumunda mümkündür. Hile olmaması durumu ise, imkânsızdır. Tüm hile çalışmalarına rağmen, hayır çalışması çok ama çok kıymetlidir.
Biz hayır diyeceğiz ve işçileri hayır demeye çağıracağız. Bunun nedeni, şu an varolan anayasanın iyi olması değildir. Gelecek olan daha da kötüdür. Ve biz, ne fiilî durumunuzu kabul ediyoruz, ne yeni anayasanızı, ne sisteminizin geçmişini, ne de geleceğini onaylıyoruz. Hiçbirini, hiçbir döneminizi onaylamıyoruz. Ne hırsızlıklarınızı, ne yağmanızı, ne talanınızı, ne bölge ülkelerine dönük saldırgan tutumunuzu, ne işçi düşmanı hâlinizi, ne Kürtlere karşı savaşınızı, ne asgarî ücretinizi, ne vatan-millet naralarınızı, hiçbir şeyinizi onaylamıyoruz.
Hayır çalışması, bir eylemlilik hâli, bir örgütlenme çalışması demektir. Hayır çalışmasına en çok bu yönü ile değer veriyoruz.
Ülkemizde burjuva egemenlik çatırdamaktadır. Bu “çılgınlık” hâli, onları kurtarmayacaktır. Erdoğan-Saray devletinin uygulamaları, hiçbir dertlerine çözüm olmayacaktır. Dışarıda yürütülen savaş, artık bir yenilgi olarak karşılarına çıkmıştır. İçeride yürüttükleri savaş, hiçbir dertlerine çare olmayacaktır.
Bu nedenle, işçi sınıfının önderliğinde, halkların devrimci mücadelesi dışında bu topraklarda barışın, bu topraklarda özgürlüğün, bu topraklarda ekmeğini onurunla kazanmanın, bu topraklarda adaletin başka yolu yoktur.
Tüm devrimci arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi, aktif bir hayır kampanyası yürütmeye çağırıyoruz. Bu kampanyanın başarısı, çıkan hayır oylarından çok, örgütlenme çalışmalarında elde edilen küçük ilerlemelerle ölçülecektir.
Öyle anlaşılıyor ki, burjuva egemenler, daha çok anayasa yapacaklar. 12 Eylül Anayasası’nı baştan aşağıya ele alabilecek bir cesaret ve yeteneğe sahip değiller. Onları, korkuları şekillendiriyor.
Bu nedenle, işçi sınıfının örgütlenmesi, halkın örgütlenmesi çok önemlidir. Sıra, işçi sınıfının öncülüğünde halkların ortak anayasasını hazırlamaktadır. Sıra devrimdedir. Ne dünkü anayasaları, ne fiilî durumları, ne yeni anayasaları, ne geçmişleri, ne gelecekleri, bir tek güzellik içermez. Kan ve katliam, savaş ve sömürü üzerine kurulu politikalarını yerin dibine gömmek için, işçi sınıfının devrimci iktidarı, tek çıkıştır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin, halkların özgürlük mücadelesinin bir parçası olarak, “hayır” kampanyası yürüteceğiz.