Evet, radikal olma zamanıdır!

Sizin de çevrenizde mutlaka vardır, “radikal olmak iyi değil” ya da “radikal olmak zamanı mı” diye soranlar. Sanki, kapitalist dünya, onların kalplerindeki sonsuz “iyilik” ile şifa bulacakmış gibi. Sanki, Kaz Dağlarının yağmalanmasına karşı eyleme geçerken, radikal olmamak mümkünmüş gibi. Sanki, radikal olmak denilen şey, sizin isteğinize kalmış gibi.

Adam, iktidar, tüm devlet çarkı, en büyüğünden en küçüğüne rüşvet ve rantla, yağma ve savaş ekonomisi ile beslenen bürokrasi, hakimi, savcısı, polisi, generali, basını, Saray çevresi, SADAT’ı, soylusu, işadamı, ünlüsü, ünsüzü ile tüm devlet çarkı gelmiş, Kaz Dağlarını, gayet radikal, hiçbir kanun ve kitap tanımadan yağmalıyor. Ve bizim hanım teyzemiz, iyi kalpli beyefendimiz, evrene iyilik mesajları vermek üzere, “radikal bir savunma” yapmamak lazım, diye buyuruyor.

Bu hanım teyze, bu beyefendi, acaba, Kaz Dağlarında olup biteni mi anlayamıyor? Yoksa, altın madeni yağmacılarına karşı gelişen tepkinin “insanlık”tan uzak olduğunu mu düşünüyor? Bu hanım teyzeler, bu beyefendiler, acaba, yağmacılar söz konusu olunca yapabildikleri empatiyi, Kaz Dağları söz konusu olunca mı yapamıyorlar?

Yağmacılar gayet radikaldir. Kazmayı, siyanürü doğanın tam göbeğine vuruyorlar. Son derece radikaldirler, kanunların nasıl aşılacağı konusunda hiç sınır tanımıyorlar. Son derece radikaldirler, hiç utanma ve arlanma duymuyorlar. Son derece acımasızdırlar, hiçbir biçimde doğaya acımıyorlar, yürekleri sızlamıyor, vicdanlarından ses seda yok, gözlerinden yaş akmıyor, sadece ve sadece altın düşünüyorlar.

Devlet, Saray Rejimi, Erdoğan, tüm devlet çarkı son derece radikaldir. Altın madeninin %4’ünü nasıl bölüşeceklerinin hesabını yapıyorlar. Erdoğan’dan bağımsız maden işletmesi olur mu? Haşa, olmaz elbette. Öyle ise Erdoğan’a karşı çıkmadan Kaz Dağlarını savunamazsın. Gördünüz mü, Kaz Dağlarını savunmak, Erdoğan’a hakaret anlamına gelmektedir. Öyle ise, onlar da son derece radikal bir biçimde, polisi ile, ordusu ile, MİT’i ile, çeteleri ile, basını ile, TOMA’sı ile, copu ve mermisi ile, Kaz Dağlarını korumak isteyenlerin karşısına dikilmektedirler. Yani hanım teyze, son derece radikaldirler.

Evet radikal olmak lazım.

Radikal olmalı. Doğanın talanına, doğanın yok edilmesine, yağmalanmasına, ülkenin yağmalanmasına karşı bir adım geri atmamak, bir anda, her yol ve araçla savaşmak üzere, hep birlikte sokaklara, gerekli yerler neresi ise oralara çıkmak gerekir. Umudu, öfkeyi, bilinci, sabrı, iradeye dönüştürüp, kuşanıp çıkmak gerekir.

Biz, ülkenin tütünü, şeker fabrikası, ormanları, kâğıt fabrikaları, madenleri, yer altı ve yer üstü kaynakları yağmalanırken sustuk. İşte Karadeniz, HES’lere karşı direnenler kazandılar, ama direnemeyenler, her gün çocuklarını sellere veriyorlar, her gün bitki örtüsünün yok olmasını seyrediyorlar, her gün sularının kirlenmesine seyirci kalıyorlar, her gün yozlaşma içinde yaşayıp gidiyorlar. Taşova’nın tütünü yok artık, Kütahya’nın çinisi de gidecek. Malatya’nın kayısısı yok edilmek isteniyor. Hasankeyf, yok ediliyor. Doğa, ülke kaynakları, tümden yağmalanıyor. Cargillere peşkeş çekiliyor.

Bunlara karşı durmak, ancak radikal olmakla mümkündür. Bir karış yeşile dokundurtmayacağız, bir karış kaynağı yağmalatmayacağız demekle mümkün. Bundan bir şey olmaz, bir de onları dinleyelim vb. yok artık.

Direnirken de radikal olmak gerekir. Kaz Dağlarında barikat kurmak, barikatın diğer yanında sana sıkılan suya, gaza, üzerine yürüyen TOMA’ya vb. karşılık vermek gerekir. Bu bir direniştir. Onlar, ne kadar şiddetle geliyorlarsa, o ölçüde yanıt alacaklar, o ölçüde kararlılık görecekler. İşte o zaman, belki bir adım geri atabilirler.

Karşımızda, sıradan bir düşman yok. Ve bu durum yeni değildir. Hep böyledirler, her seferinde daha saldırgandırlar. Biz karşılarına dikilmediğimiz sürece, daha saldırganlaşmaktadırlar. Nâzım Hikmet, onları şöyle anlatıyordu.

“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim

Akar suyun

meyve çağında ağacın

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurmuş damgasını

alınlarına:

-çürüyen diş, dökülen et-,

bir daha geri gelmemek üzere

yıkılıp gidecekler”

O günlerden bugünlere, burjuvazi, devlet, onların efendileri olan yabancı şirketler, hep bu ülkeyi yağmaladılar. Ülkenin toprakları ile birlikte, genç kadın ve erkeklerini de hayvanlar gibi güttüler.

Kaz Dağları şu anda önde ise, inanın, bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir. Dünya coğrafyası için çok önemli vadiler de sıradadır. Bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir, Malatya’nın kayısısı de sıradadır. Bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir, zeytin tarlaları da sıradadır. Bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir, Karadeniz ormanlarını yok etmeyi hedefleyen “yeşil yol” projesi de sıradadır. Bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir, Artvin de sıradadır. Bu sadece Kaz Dağları meselesi değildir, ülkenin tüm koyları da sıradadır.

“Gel günlerim gel de dol

Gel Aydınlım, İzmirlim,

Gel aslanım Mamak’tan

Erzincan’dan Kemah’tan

Düşmanlar selam ister

Gezden, gözden, arpacıktan!”

Böyle diyordu Enver Gökçe. Şimdi, gelme, toparlanma zamanıdır. Şimdi, bizim bir parçamız olan coğrafyaya, doğaya sahip çıkma zamanıdır. Bu yağmaya, bu rant ekonomisine, bu soyguna, bu savaş düzenine son vermezsek, o, bizim, tüm insanlığın sonunu getirecek.

Mesele ne Taksim’de Gezi Parkı’nda üç-beş ağaç meselesidir, ne Kaz Dağlarındaki bin ağaç meselesidir. Mesele, tam anlamı ile insanlık meselesidir. Mesele, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ile, insanı kul, doğayı foseptik çukuru yaparak kârlarına kâr katanlara dur deme meselesidir. Mesele gelecek meselesidir. Mesele insanlığın, ülkenin geleceği meselesidir.

Onlarda hiç vicdan yok. Onlarda hiç doğa sevgisi yok. Onlarda hiç vatan sevgisi yok. Onlarda, kendi çıkarları dışında bir şeye saygı yok. Bu kadar vahşi, bu kadar gözleri dönmüş, bu kadar kâr hırsı ile dolmuş durumdadırlar.

Onları durdurmak istiyorsak, evet radikal olacağız.

Ne en küçük adımlarına izin vereceğiz, ne de en şiddetli saldırıları karşısında geri çekileceğiz. Gezi deneyimine sahibiz ve Kaz Dağları, bu deneyimi, daha da geliştireceğimiz yer olacak.

Evet hanım teyze, evet bey amca, radikal olacağız, sen de bizimle, yarın değil, hemen şimdi, bugünden başlayarak.