Emperyalist paylaşım savaşı, bir koyup üç almayı bekleyenler ve halkların direnişi

Evet, biz Suriye savaşını, tam da böyle görüyoruz.

Emperyalist güçler, SSCB sonrasında dünyanın yeniden paylaşım savaşımına hız verdiler. Başlarında ABD var. ABD, tüm Soğuk Savaş dönemi boyunca, Batı kampının, bizim adlandırmamızla kapitalist-emperyalist kampın lideri idi. Savaştan yenilgi ile çıkmış Japonya ve Almanya, ABD kontrolünde hareket etmek zorundaydı ve Fransa ve İngiltere, biraz daha fazla bağımsız hareket edebilme olanaklarına sahipti. Fransa, NATO’nun askerî kanadından çıkabilmişti ve sonra tekrar dahil olmuştu. Bu tip manevralar ne Japonya, ne de Almanya için olanaklı değildi. Her ikisi de açıktan bazı silâhları, mesela tank, üretemiyordu.

Bu beşli emperyalist ülkeler, SSCB çözülür çözülmez, kendi alanlarını büyütmek, sömürgelerini tahkim etmek için harekete geçtiler. Ama elbette Almanya ve Japonya daha temkinli hareket ediyordu. 1. Irak savaşına ciddi ekonomik destek verdiler ve bazı ABD üslerini sökebilmeyi başardılar. Deyim uygun düşerse siyasal bağımsızlıklarının bedellerini ödeyerek ilerlemek istiyorlardı.

ABD ise, hemen, askerî güç açısından üstünlüğünü kullanıp, tek kutuplu dünya, “dünya imparatorluğu”, “üçüncü Roma” gibi sloganlarla dünya egemenliğini ilan etti. Açık ve net olarak etti. Ünlü Dışişleri Bakanı Kissinger, “ABD’ye bir dış politika lazım mı” diye kitaplar yazdı. Dünya ABD’nin ve her “ülke” de gerçekte ABD’nin içi sayılmalı idi.

Bugün, bu durumun çok ötesindeyiz.

Dünya, artık tek kutuplu değil.

Ve bu paylaşım savaşımı da, bir süre uzadı. Uzadıkça, krizler ardı ardına gelmeye başladı. 2008 krizi bunun en somut kanıtıdır ve kapitalizmin insanlık için hiçbir olumluluk taşımadığının, çürüdüğünün ve ömrünü uzatmak için insanı da yok ettiğinin en somut kanıtıdır. 2008 krizi, finansal alandaki çöküşün ne denli tahrip edici olabileceğini de gösterdi. Doğrusu, hâlâ bu krizin etkileri sürmektedir. Ve bugünlerde, bu kriz, daha da derinleşmiş durumdadır.

ABD, dünya egemenliği, tek kutuplu dünya, üçüncü Roma hayallerini kaybettikçe, geri çekilmedi. Tersine, süreç içinde sürekli güç kaybetmekte olduğunu gördüğü için, farklı yollarla saldırganlığını, savaş dayatmasını öne çıkardı. Önce, tüm eski Batı’yı bir araya getirmek için bir düşman buldu. SSCB’yi kuşatma politikasının içinde kullanageldiği İslamî siyasal hareketleri, yeni düşman olarak sahneye sürdü. Bu hareketler, ABD’nin açtığı yoldan, onun istediği tarzda gitmek için hiç tereddüt etmediler. Son derece sığ, son derece yavan bir siyasal anlayışla, ABD’nin istediği her şeyi yaptılar. Böylece, radikal İslam ve cihatçı saldırılar, Batı dünyasını, özellikle de Avrupa’yı tehdit etmeye başladı ve ABD, Avrupa’nın korunmaya ihtiyacı olduğunu öne sürmeye başladı. Bu yeni “ortak düşman”, Batı’yı birbirine tutturmaya yetmedi.

ABD, hemen ardından, Afganistan ve Irak savaşı ile denediği ama tutturamadığı “egemenlik” onaylatma politikasına biraz ara verdi. Libya örneği ile, Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelere birer pay verdi. Bu teşvik edici paya rağmen, bunun etkisi de uzun sürmedi.

Ve ardından, Suriye savaşına girişti.

Suriye savaşı ile, karşısında Rusya ve Çin’i buldu. ABD’nin, Rusya ve Çin’i paylaşmadan önce, bazı alanları halletme, üstünlüğü sağlama politikası, duvara tosladı.

Irak’ta ve Afganistan’da kazanamayan ABD, bu kez Suriye’de, ardındaki tüm müttefiklerine rağmen kaybetmeye başladı.

İşte bu andan itibaren, ortak düşman radikal islamın yanında, ABD, Rusya ve Çin’i de düşman ilan etti.

Bu aşamadan sonra birçok süreç, bu beş emperyalist güç için daha farklı netleşmeye başladı.

İngiltere, daha çok ABD politikalarının ardına sığınarak, ama kendi etki alanını artırmak için ince ve sinsi yöntemler devreye sokuyor. Ekonomik olarak güç kaybettiği halde, siyasal olarak manevra sahasını geliştirmeye çalışıyor. Uygun zamanlarda, özellikle Rusya’ya karşı, Soğuk Savaş dönemi politikalarını alevlendirip, ABD’yi adım attırmaya çalışıyor. Suriye’de, en ateşli ABD taraftarı, en ateşli işgal yanlısı, ama aynı zamanda mümkün olduğunca geride duran “lord” rolünü oynuyor. İsrail’i de yanına alarak, Ortadoğu’daki yılların birikimi deneyimleri ile, ABD’nin gücünü kullanmak istiyor.

Fransa, fırsat kollar pozisyondadır. Ani bir atakla, etten parça, avdan parça koparmaya çalışan kurt misali davranıyor. Bu arada, kendini çok zeki sandığından olmalı, herkesi kandıracağını sanıyor. Bu nedenledir, ABD denetimli IŞİD, en kanlı ataklarını Fransa’da, Fransa’yı ABD çizgisine çekmek için tezgâhlamıştır

Almanya ve Japonya daha sessiz gidiyor. Ekonomik güçlerini artırarak, adım adım ve güvenli gitmek istiyorlar. ABD ile açıktan karşı karşıya gelmekten kaçınıyorlar. ABD politikalarına parasal destek sağlayıp, ABD üslerinden kurtulmaya çalışıyorlar.

Ama ABD elbette tezgâhçıdır ve yapacağı şeyler vardır. ABD, Almanya ve Japonya’yı, istediği tarzda hareket ettirmek için, çok sayıda olanağa sahiptir. Her ne kadar, Almanya dinleme olaylarını deşifre ederek ABD denetimini aşmaya çalışsa da, iş o kadar kolay yürümüyor.

Ukrayna örneğinde olduğu gibi, bir hamle ile ABD, Almanya’yı Rusya’ya karşı harekete geçirebilmektedir. Zaten Alman ve SCCB savaşı, Almanlar için hâlâ canlıdır ve bu nedenle saldırmak için heveskârdırlar. Ukrayna’da pazar kaybettme ihtimali, ABD’nin provokasyonlarına balıklama atlamalarına olanak vermektedir.

Japonya ise biraz gecikmeli olarak, Rusya ve Çin’e karşı harekete geçmiştir. Mançurya sorunu yeniden ısıtılmaktadır. Bu yolla Çin’e karşı tehditler gelmekte, ABD, hemen savaş gemileri ile Çin’i tehdit etmektedir. Aynı biçimde Japonya, ABD’den alacağına emin olduğu destekle, Ruslarda bulunan adaların mülkiyetini istemektedir.

Almanya ve Japonya, sanki ABD politikalarını daha çok kabul ediyor görünümündedir. İngiltere ve ABD, Rusya Today kanalına karşı kampanya başlattığında, Almanların buna uyması zor olmamaktadır.

ABD bir ambargo başlattığında, Rusya’ya karşı, AB ülkeleri ve Japonya buna hemen ayak uydurmaktadır. Bu yolla da ABD, tüm bu ülkeleri hâlâ kendi arkasında bir yere yerleştirme peşindedir.

Rusya ve Çin’i karşıya koyduğunda ABD, diğer 4 emperyalist kardeşine, paylaşımın önündeki engeli göstermektedir. Böylece savaş, NATO+Japonya+Kanada ile, Rusya-Çin eksenine karşı gelişmektedir. Bu karşı kamp, Rusya ve Çin ise, savaşta istekli değildir. Rusya’nın Suriye’de dişini göstermesi, savaşı önlemek için taviz verme politikasının artık sonuç vermeyeceğine inanmalarındandır. Hâlâ Rusya ve Çin ekseni, Hindistan vb. dahil, bu savaşı istememektedir.

Ama savaş da kapıya yaklaşmaktadır.

Suriye savaşı, bu açıdan önemli bir göstergedir.

Suriye savaşı, asla ve asla bölge ile sınırlı bir savaş değildir. Bu savaş, aynı zamanda, dünya savaşının bir uvertürüdür.

Bugün bu savaş, yeni bir aşamaya gelmiştir.

ABD, çekilme kararını açıklamıştır.

Trump’lı ABD, artık ne derse şüphelidir. Artık gün be gün değişen, yalpalayan bir ABD politikası vardır. Trump, Twitter üzerinden, Suriye’den çekiliyoruz, dedikten sonra, birkaç bürokratı istifa etmiştir. Bu da ABD politikalarının belirsiz olduğunu göstermektedir. Trump, daha önce de, Suriye’den çekiliyorum, demişti.

Bu sefer üzerinden günler geçti ve henüz politikada bir değişiklik yok. Bir yandan açık ve net bir çekilme yok, diğer yandan “şaka yaptık çekilmiyoruz” açıklaması da yok. Bu, çekilme eğilimine bir işaret sayılmalıdır.

ABD, kendine bağlı tetikçiler, tetikçi ülke ve çeteler ile iş yürütüyor. IŞİD böylesi bir çetedir. Türkiye, IŞİD ile içli-dışlı, tetikçi bir devlet olarak davranmaktadır. Suudi Arabistan, Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır da öyledir. Bu ülkeler servisçi diye anılacaksa, İsrail servis şefi gibidir.

Ve ABD geri çekiliyoruz dediğinde, yenilgiyi açıktan kabul etmediği sürece, bu tetikçi güçleri, bu servis sağlayıcıları devreye sokacak demektir. Elbette onların da ruh hâli hızla dalgalanıyor.

Ama bu durum, ABD ve uşakları için, amatörce de olsa bir tiyatro sahneleme olanağı da demektir.

Türkiye ve ABD arasında var olan “çatışma” hâli, büyük ölçüde bu tiyatroya örnek olarak ele alınmalıdır. Elbette, duruş noktalarından gelen bakış açısı farklılığı da vardır. TC, Osmanlıcılık hayalleri ile hemen havalanmaktadır. Oysa ABD olaya daha geniş açıdan bakabilmektedir. Ama bunlar, önemli sorunlar değildir.

ABD’nin Kürt politikası bu konuda iyi bir örnektir. Kürt hareketi, bölgede önemli bir güçtür. ABD, bu gücü kendi denetimine almak istiyor ve bunun için PKK’yi sıkıştırarak, ikna etmeye çalışıyordu. TC devletinin masayı atıp, Kürt katliamı politikasını devreye sokması, tam olarak ABD ile koordineli yapılmıştır, yapılmaktadır. TC devleti saldıracak ve ABD kucak açacak. Oyun bu idi.

TC devleti, kuyruğunu Rusya’nın eline kaptırdıktan sonra, benzer bir oyunu ABD-TC, Rusya’ya karşı oynamaya başlamıştır. TC, Rusya’ya açıktan karşı koyamamaktadır. Bu durumda ABD de destek verecek durumda değildir. Öyle ise, durumu idare edip, iki karta da oynamak ilkesi geliştirilmiş, ama elbette ABD ile danışıklı olarak. Ne zaman ABD saldırıya geçmeye başlamıştır, birden bire Astana vb. süreçleri hemen terk edilmiştir. Ne zaman ABD saldırılarının etkisiz olduğu ortaya çıkmıştır, bir miktar daha taviz vererek tekrar Rusya’ya koşulmuştur.

Şimdi, ABD, açıktan TC devletini Suriye’ye davet etmektedir. Aynı ABD, TC devletine, Kürtlere saldırma, demektedir. İyi ama Kürtlere saldırmadan, nasıl Suriye’ye girecekler? Bu soru ortadadır. Böylece, sanki ABD ile TC arasında büyük bir yol ayrımı varmış gibi davranmaktadırlar. Oysa her ikisi de, Kürt hareketi içinde Barzani güçlerini desteklemektedir. Mesele açık olarak, Kürt devrimini gömmek, Barzanici bir Kürt hareketini öne çıkartmaktır. Bunun için, herkesi kandıracaklarını sandıkları bir tiyatro ortaya koyuyorlar.

ABD, eninde sonunda çekilecektir.

Çünkü, ABD ve onunla birlikte olan güçler, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri vb. yenilmişlerdir.

Bu yenilginin bir maliyeti vardır.

Tettikçi Türkiye ve Suudi Arabistan bu maliyeti ödeyecektir. Bunu biz demiyoruz, Trump politikası diyor. Suudi Arabistan mali olarak ödeyecek, Türkiye, savaş suçlusu olarak ödeyecektir. Topraklarını IŞİD’e açmış, kimyasal silâhların sevkiyatına göz yummuş, eğitip-donatmış, hastahanelerinde tedavi etmiş vb. bir Türkiye, ABD çekilmeden önce, Suriye ile açık net, düzeyli ve ilkeli ilişkiler kurup, Kürtlerle açık bir barışa doğru rota kırmazsa, bu maliyeti ödeyecektir. Eğer Türkiye ödemezse, ABD ve İngiltere ödemek zorunda kalacaktır. İşte kendini akıllı sanan Saray Rejimi, bu maliyeti ABD adına ödemeye hazırlandığının bir dirhem bile farkında değildir.

ABD, yenilmiş ise, bölgeden çıkacaktır.

ABD baştır, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan vb. kuyruklardır. Canavar yaralandığında, kuyruğunu yerden yere savurur. Olmakta olan, olacak olan da budur.

Bir koyup üç alacağız, bir günde yola çıkıp, öğlen Emevi Camii’nde namaz kılacağız, yerle bir edeceğiz, Osmanlıcılık oynayacağız, Kürtleri yok edeceğiz, diye yola çıkınca, önüne ne konursa onu yersin. Olmakta olan da budur.

Şimdi ABD, daha büyük bir hamleye hazırlanmaktadır.

Suriye’den çekilme girişimi, saldırganlığın bitmesi değildir.

Dünyada bugün, Çin Denizi, Latin Amerika özellikle Venezuela, Ukrayna ve Ortadoğu son derece hareketlidir. ABD, bu noktalardan bir yeni atak yapmak için hazırlanıyor olmalıdır. Yoksa ABD, kuyruğunu kısıp, yenildik, diyerek geri çekilmeyecektir.

ABD’nin bu yeni saldırısı, çok da uzun sürmeden gündeme gelecek gibidir.

Isıtılan iki nokta vardır.

Biri İran’dır, diğeri Çin Denizi.

İran’a karşı operasyon için, Türkiye’yi kullanmak istedikleri öteden beri bilinmektedir. Erdoğan, Saray Rejimi, tüm çeteleri ile devlet, 24 Haziran’da Erdoğan’ı seçtiren NATO’cular, İran’a karşı bir savaşa bilerek veya bilmeyerek dalacak durumdadırlar.

Dün, 24 Haziran seçimleri öncesinde Erdoğan’ı alkışlayan generaller, bugün acaba neden istifa etmektedir, neden Genelkurmay Başkanı (artık adını bilmiyoruz) çağırdığında gitmemektedir? Neden Hava Kuvvetlerinde üst düzey general istifa etmektedir? Acaba, bunlar yeni, günümüzün General Torumtay örnekleri midir? Torumtay, Özal’ın Irak’a dalma planına karşı çıkmış ve istifa etmişti. Bugün de acaba, İran-Suriye hattına ilişkin yeni bir durum mu söz konusudur?

Çeteleşmiş bir devlet çarkının içinde, savaş dışında bir aklın gelişmesi mümkün müdür?

Acaba, ünlü işadamları neden uçaklarını satmaktadır? Ülker ile başlayan jet satma süreci, Zapsu ile devam ediyor, Zorlu arkasında, toplam 30 işadamının jeti neden satılıktır? Yoksa bu jetlere savaş döneminde Saray el koyma hakkına mı sahiptir?

TC devleti, ABD eli ile geliştirilmekte, kundaklanmakta olan bu yeni saldırıya payanda olmak için dört gözle beklemektedir. ABD’den gelen açıklamalar, TC devleti içindeki grupları savaşa ikna etmek için oynanan bir tiyatrodur. Evet gerçekçi yönleri de vardır. Olmazsa inandırıcı olamaz.

ABD çok kısa sürede yeni saldırılar sahneleyecektir. Saray Rejimi, seçimler öncesinde bu açıdan sıkıştırmaya son derece müsaittir. Korkuları dağları aşmış Saray Rejimi, ABD’nın sıkıştırmaları karşısında, istenilen her şeyi yapmaya eğilimli olacaktır. Ki, zaten tüm devlet çarkının çok önemli bir bölümü, ABD’nin istediklerini ikiletmeyecektir. Tehditlere bakılırsa, süreç son derece yakındır.

Rant ve yağma üzerine kurulu ekonomi, ciddi bir zayıflık oluşturmaktadır. Rant ve yağmaya alışık yeni sermaye, ABD uzantılıdır ve bu konuda elinden geleni yapacaktır. Bunlar, diğer ve eski sermaye gruplarına göre çok daha fazla savaş yanlısı olacaktır. Bunlar, IŞİD petrollerinden, kan ile birleşmiş karlılıktan tat almışlardır.

İşte işçi ve emekçilerin, bu durumu görmeleri gerekir.

Biz devrimciler açıkça ilan etmeliyiz ki, tüm devlet çarkı, tüm yağmacılar, rantçılar, burjuvalar, ABD’nin, efendilerinin istekleri doğrultusunda halkların kanını dökmekte, gençlerimizi kurban vermekte bir an bile tereddüt etmeyeceklerdir.

Bu savaş, bizlerin savaşı değildir.

Bu savaş, işçilerin, emekçilerin savaşı değildir.

Bu savaş, halkların savaşı değildir.

İşçiler ve emekçiler, burjuvalara, rantçılara, yağmacılara, egemen güçlere, devlete, onun ardındaki emperyalist güçlere karşı özgürlük, ekmek ve yaşam mücadelesi vermektedirler. Durum budur.

İşçi ve emekçiler, kendi kardeşlerine karşı, emperyalist efendilerinin kârları, ülkemizdeki para babalarının kârları için silâh sıkmayacaklardır, sıkmamalıdırlar.

İşçiler ve emekçiler savaşı reddetmelidirler.

İşçiler ve emekçiler, kendilerini örgütlemeli, her fabrikayı kendi denetimlerine alacak kadar, derin ve kalıcı örgütlenmeler yaratmalıdırlar.

İşçiler ve emekçiler, her mahalleyi, her okulu kendi alanları hâline getirmelidirler.

İşçi ve emekçiler, her yol ve araçla mücadele etmeli, her olanağı kullanarak örgütlenmeli, her yolla örgütlenmelidirler.

Biz, her işçiye, her öğrenciye, her gence, her işsize, her emekliye, kısacası yaşamı üreten herkese, açık gerçeği söylemekten geri durmamalıyız.

Emperyalist savaşı, ancak ve ancak, işçi sınıfı ve halkların direnişi durdurabilir.