Ekim bir meşaledir

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa başta olmak üzere, dünyanın birçok coğrafyasında pazar paylaşım savaşı şiddetlenmişti, süren lokal savaşlar, çatışmalar siyasal krizler içerisinde insanlık kendine bir yol arıyordu. Almanya, İngiltere, Fransa başta olmak üzere sömürülen sınıflar grevlerle, isyanlarla, ayaklanmalarla kendi kaderlerinin tayini için mücadele ediyorlardı. Fransız işçi sınıfı 1871 Paris’te kendi kurtuluşu için, kendi yarınında söz sahibi olmak için Komüncülerin önderliğinde ilk ciddi deneyimine girişti. 71 gün fabrikalarıyla, okullarıyla, fırınları, meydanlarıyla Paris’i yönetti. Üretim aletlerini özgürleştirdi ve mülkiyetine Komün adına el koydu. Bu anlamıyla Komün, bir kırılmayı tarif etmektedir. İşçi sınıfı Paris’te 71 gün süren iktidar deneyimi sonunda yenildi ancak Komün bir ilk’in, gelişmekte olanın habercisi, bir dönemin kendisi olarak tarihe geçti. Sloganlarını 20. yy’a kadar taşıyacak bir etki yarattı.
İşçi sınıfı, gelişen sınıf savaşında zaferlerin, sosyalizmin taşıyıcısı olarak kendi pratiklerini yaratıp, tarih sahnesinde boy göstermeye başlıyordu. Artık sömürünün, açlığın, yoksulluğun simgesi değil yarının yaratıcısı bir güç olarak kendi kaderine adım adım yürüyordu. Daha çok öğrenmesi ve daha çok yenilmesi gerekecekti, her bir savaş bir deneyim ve bir başka coğrafyada yeniden vuku bulan bir mücadelenin ilhamı oluyordu. Ta ki 1917’ye kadar. Ta ki dünyayı değiştiren o güne kadar.
Ekim 1917’de işçi sınıfı Çarlık Rusyası olarak tarif edilen coğrafyada binlerce yıllık sömürü düzeni, binlerce yıllık aşağılanma, binlerce yıllık açlık ve yine binlerce yıllık yoksulluğu yerle bir etti. Bu kez işçi sınıfı tüm Rusya’da iktidarı ele geçirdi. Bolşevikler önderliğinde RSDİP Moskova’yı, Petersburg’u, Volga’yı, kuzeyin tüm steplerini, Kafkasları işçi sınıfının ellerine teslim etti. Kışlık Sarayı döven Potemkin Zırhlısı, her top atışıyla işçi sınıfının tarihin akışını değiştiren bu eylemini kutluyordu. Sonrasında Beyaz Ordu olarak örgütlenen karşı-devrimciler işçi sınıfının zaferine saldırırken Kızıl Ordu; Troçki’nin komutasında devrimin kazanımlarını kalıcılaştırmak, İşçi, Asker, Köylü Sovyetlerinin devrimini burjuvaların saldırılarından korumak üzere amansız bir mücadelenin içinde devrimin kızıl yıldızı hâline geldi. Tüm dünya halklarına umut sağlayan Ekim Devrimi hemen her alanda işçi sınıfının ortak mülkiyetine dayalı bir komünal işleyişle köyleri kolhozlara, fabrikaları üretenlerin denetimine verdi. Bilim özgürleşti kadının çifte sömürüsünü ortadan kaldırmak üzere büyük bir mücadele yürütüldü. Siyasal alanda tüm işçi sınıfının yerel sovyetlerle işçi devletinin yönetimine dahil olduğu bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti var edildi. Birinci Paylaşım Savaşı sona erdi. Dünya halkları barışın, özgürlüğün yaşandığı bir sovyet işçi iktidarının ayakları üzerinde yükselişini seyretti.
Daha nice kazanımla 73 yıllık iktidarında dünya halkları ve işçi sınıfına umut olan Sovyetler, sınıfsız bir dünyanın mümkün olduğunun ve kapitalizmin tarih sahnesine gömülmesi gerektiğinin tescili olmuş ve bunu tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Sovyetler’in yokluğunda, bugün ellerimizden almak için şiddetle saldıran ve hemen hemen tüm kazanılmış haklarımızı törpüleyen burjuvazinin saldırdığı ise aslında o gün Ekim Devrimi sayesinde dünya işçi sınıfının kazanmış olduğu haklardır.
Şimdiyse konu, bugün ne yapılacağıdır.
İçinden geçtiğimiz dönemde hız kesmeyen siyasal bir krizle yönetmede zorlanan burjuvazi, aynı zamanda pazar paylaşım savaşını şiddetlendirmekte, yine bir büyük emperyalist paylaşım savaşına doğru adım adım ilerlemektedir. Dünya halklarını bekleyen; oldukça yakın bir gelecekte yine savaş, yine yıkımdır. Bununla birlikte işçi sınıfı ve halkların alternatif arayışları gelişmektedir. Kitlelerin tepkileri büyümekte tüm dünya üzerinde hayat soldan yana dönmektedir. Syriza, Podemos, Occupy Walstreet, Venezuela, Tahrir, Brezilya, Gezi vb. bunun yaşamda yer buluş biçimidir.
Kitlelerin kapitalist-emperyalizmle kurdukları bağlar zayıflamakta, toplumsal mücadelelerin seyrine göre kopmaktadır. Mesala ülkemizde kimsenin kapitalist TC devletinden adalet uman bir aidiyeti kalmamıştır ya da yine daha dar bir çevre için konuşursak, kapitalizmin ışıklı holdinglerinde kariyer planı yapan ve Gezi’de sokağa çıkan plaza çalışanlarının hırs, rekabet vb. odaklı günlük yaşam pratikleri Gezi’den önceki gibi değildir. Dahası Gezi’de sokağa çıkan kimsenin, sistemin üst yapı kurumlarına, medyaya, aileye vb. aidiyeti asla eskisi gibi değildir. Tam da bağların zayıflaması, kopması derken tarif edilmek istenen şey budur. Burada boşalan yerin kendisi ise bir alternatif dünya görüşü, bir alternatif ideoloji ile doldurulmalıdır. Bu ideoloji sosyalizmdir. Sistemin yönetme krizinin bir sonucu olarak açığa çıkan bu olanak değerlendirilmeli, devrimci mücadelenin ajitasyon-propaganda ayağı bu olanağı gören bir yaklaşımla planlanmalı, günlük ya da uzun erimli ajitasyon-propaganda faaliyeti kitlelerin sosyalizme yönelmesine hizmet etmelidir.
Eylemlerimizle gerçekliğin kendisine bir ideolojik yanıt oluşturarak kitlelere yön vermeye çalışırken her eylem bir biçimde sosyalizmin kendisini tarif eden bir içeriğe ulaşmalıdır. Bu konuda yoldaşın dediği hattımızın kendisidir; masaya sosyalizm demeden oturup, masadan beraber, sosyalizm diyerek kalkan bir tarz bizim için önemlidir. Bu söylem sosyalizm demekten çekinmeyi ya da imtina etmeyi tarif etmemektedir. Fikri örgütlemenin ve estetiğin kendisine vurgu yapan bir tariftir.
Bu kapsamda bizlerin örgütlemiş olduğu 99. yıl etkinliği bu gözle değerlendirilmeli ve bu seneye hazırlanırken çıkan sonuçlara dikkat edilmelidir.
Tartışmalara katkı sunması açısından aşağıdaki konular ilgili tartışmalarda gündem edilebilir:
1) Aydınlık tarifi etkinliğin kendi amaçları düşünüldüğünde oturmamaktadır. Etkinliğin hedeflerinden biri olarak sosyalizmin güncel olduğunun ve sosyalist işçi devriminin propagandasının yapılması gerekiyorsa, aydınlık tarifi bunu karşılamaz. Bunun yerine ana etkinlik sloganı “…hayalete can vermek için örgütlen” olarak değiştirilip kullanılabilir. Bu hem örgütlenmenin kendisine yönelten bir tarif olur, ki böylesi bir etkinlikte, belki en yüksek sesle söylememiz gerekendir.
2) Etkinlik salonunda bizim bu etkinlik kitlesine ilişkin “biz başka alem isteriz” sloganını besleyecek tarzda öğrenci hareketi, halklar meselesi, işçi sınıfının gündemleri vb. konularda içeriğe sahip ve yine örgütlenmeye çağıran imzalı pankartlar, flama vb. asmak, salonun kendisini daha diri ve canlı kılarken, bizim de propagandamızı yapmamız konusunda uğraşımızı güçlendirir.
3) Etkinliğin hedef kitlesi ile ilgili tartışma-değerlendirmede ya da bir sonraki sene bu işi örgütlerken detaylı bir şekilde konu edilmelidir.Takdir edilir ki bu her eylem için böyledir. Buradan yola çıkarak, etkinliğin hedef kitlesi yukarıda tarif edilen siyasal tablo da düşünüldüğünde, kent emekçileri, işçiler, aydınlar ve öğrenci gençlik olarak tarif edilebilir. Bu geniş kesim içinde detaya gitmek gerekir. Bu da saydığımız kesimlerin hareketli unsurları olarak ortaya konabilir ve sosyalizmi merak eden, bilen ya da savunmak isteyen, bize ya da Ekim Devrimi’ne hayranlık besleyen vb. etkiler altındakiler olarak tarif edilebilir.Etkinlik düşünüldüğündeyse ilk elden bu hareketli unsurlara seslenen ve onları örgütlenmeye, sosyalizmi savunmaya çağıran bir eylem hedeflenmelidir.
Buradan bakıldığında hedef kitlenin bugünkü tipolojisinde sosyalizmin kendisini, onun sanatını, onun bilimini, onun yarattıklarını tarif edebilmek etkinlik içerisinde onun değerlerini öne çıkartmak yerinde olacaktır. Bu, örneğin Nâzım Hikmet, Mustafa Suphi ya da Rize Sovyeti’nden bahsedebilmektir. Bu, örneğin serumu damarlarında denerken ölen Bogdanov’dan bahsederek yapılabilir, sunum içinde okunan Mayakovski’nin bir şiiridir bu aslında ya da 2. Dünya Savaşı’nda zaferin nasıl geldiğinden, ölen 20 bin Bolşevik Parti üyesinden bahsetmektir Nâzım Hikmet’in dizelerinden faydalanarak. Bu örnekler bize, Sovyet İşçi Devriminin gücü ve tarihteki yerini anlatmada yardımcı olur, ki hem gelen kitlenin kendi duygu düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verir hem bizim sosyalizm propagandamızı güçlü kılar.
4) Teknik konu her zaman geliştirilmesi gerekir, bu anlamıyla 100. yılda da bu mevzu bahis olacaktır. Yaşanan aksaklık varsa ya da yoksa da takılmamak gerekir, mükemmelleşmek emekle olacak şeydir. Dolayısı ile bu anlamıyla belirleyici olan da değildir.
5) Program içinse işçi direnişlerinin kendisini bir biçimde öne çıkarmak yerinde olabilir. Direnişte olan ve etkinliğimize dahil olmuş işçiler varken sahnede konuşma yapmaları kitle ve bu işçiler üzerinde olumlu bir etki bırakır.
6) Yine sanatçı seçimi tipolojinin ve bizim neyi öne çıkartmak istediğimizin kendisini tartışarak yapmakta fayda var. Burada, sanatçı bulmanın zorluklarını atlamadan bir değerlendirme yapmakla birlikte, ihtiyacın kendisini zorlamaktan imtina etmemek gerekir. Bunun için zaman önemli bir konu olarak önümüzde duruyor. Daha erken, daha örgütlü bir çalışma ile bu ihtiyaç doğru seçeneklerle giderilebilir. Dahası zorlama seçenekler yerine (örneğin Kürtçe müzik grubu gibi) kendi olanaklarımızı ya da daha mütevazi koro vb. olanakları değerlendirmek daha yerinde ve etkili olabilir.
7) Etkinlik fuayesi ve sonrasında dağılma esnasında ajitasyon-propaganda materyallerini etkin kullanmak üzere görevlendirmeler yapmakta fayda var. Bununla beraber yine örgütlenmeye çağıran bildiriler kaleme alıp dağıtmak içeride bir ısrarın kendisine karşılık gelir ve öncelikle bize bir şey anlatır ki, bu yaklaşımlarımızın örgütlenme konusundaki hassasiyetimizin kendi çalışmamızda oturması açısından önemlidir. Kaldı ki örgütlenmeye çağıran bir bildiri dağıtımı ya da kitlenin dağılımı sırasında elden bire bir gazete dergi satışı kitleler nezdinde coşkuyla da geçmiş olan bir etkinlik üzerine sonuç alıcı olabilir.
Tüm bunlarla birlikte 99. yıl, Anadolu’da saflarımız tarafından sosyalizm ısrarı ile ele alınarak kutlanmış ve 100. yılı daha büyük bir coşku ve daha detaylı bir hazırlıkla kutlanacaktır. Bu karanlığın içinde parlayan, sosyalizmin ışığı olacaktır.Bu baskı aynı 10 Ekim gibi bu etkinliğin örgütlenmesinde ısrarla çalışan devrimcilerin ellerinde parçalanacak, yine aynı devrimcilerin elleriyle Anadolu devrimi bir yüz yıl sonra Ekim 1917’nin coşkusunu tüm dünya halklarına taşıyarak adına adım yarını yaratacaktır. o

 

Ali Yıldız