Domates, patlıcan, terörist ve mermi

Sahi bunlar nasıl bir araya geldi? Bunları bir araya getirip bir yazının başlığı yapmak, içinde yaşadığımız durum var olmamış olsa mümkün olmazdı.

Acaba, bunun gibi, daha ne kadar “şey”, bu içinden geçtiğimiz Saray Rejimi koşulları olmamış olsa yaşanmayacaktı? Acaba bunları tespit etmek mümkün mü? Yoksa, tüm halk, biz hepimiz, ağır ağır “kurbağa” örneğindeki gibi sıcaklığa mı alışıyoruz. Yandığımızda, haberimiz mi olmayacak?

Seçimler nedeni ile ortaya konan “politika”, gerçekten de pespaye tiyatrolardan bir kat daha kötüdür.

Her adımlarında Saray Rejimi’nin derinliklerinden çürüme yansımaktadır. Bu pis kokular, aslında çürümekte olan sistemin kendisinden gelmektedir. Ve buna alışmayı reddetmek gerekir.

Domatesin kokusunu unutmayın.

Patlıcanın rengi aklınızda kalsın.

Patates, hiç sesi çıkmayanlara eleştiri olarak söylendiğinde, sofradakinden daha iyi durumu anlatır. Ama siz yine de patates kokusunu unutmayın.

Sivri biber? İşte hem sivri, hem biber olunca, iş değişiyor.

Kesinlikle Erdoğan’ı, “terörist”e ulaştıran aklın, sivri biberle zoru vardır. Hem sivri olacaksın, hem de biber, senden daha büyük terörist olur mu? Kime karşı sivrisin, garanti Saray’a karşı. Kime karşı bibersin, kimin ağzını yakacaksın, garanti Saray’dakilerin. Öyle ise sen teröristsin.

İşte seçim böyle nutuklar arasında gerçekleşiyor. Kayda geçmelidir, sistemin çürüme hâlinin açık kanıtlarıdır bunlar. Önce örneklere bakalım.

***

Alparslan Kuytul, Saadet Partisi adına etkili nutuk atmak için, kalabalığın azlığına hiç aldırmadan, etkili bir konuşma yapmak için eline mikrofonu aldığında, güzide polis kuvvetleri, “operasyona” başladı.

Polis, zamanlaması çok iyi ayarlanmış, çok ileri teknik gerektiren, çok bilgili kadrolara ihtiyaç duyulan, özel bir operasyona başladı. Kuytul’un konuşmasını bastırmak için, kürsünün hemen yanından sirenler çalmaya başladılar. Böylece ses duyulmadı.

Devlet güçleri, böylece bir “eylem” yapmış oldu.

Akla geliyor işte; acaba bir gün bu polisler, Erdoğan’ın mitingini böyle sabote ederlerse, suçları ne olur? Siren çalmak mı, Erdoğan’a hakaret mi, Cumhurbaşkanı’nın sesinin duyulmasını önlemek üzere terörist eylem mi? Gerçekten merak konusudur, nasıl yargılanırlardı?

Peki, acaba Alparslan Kuytul, böyle susturulmamış olsa idi, daha fazla mı etkili olurdu? Bu soruya evet demek zor. Yani devlet, öyle bir saldırganlıkla bastırmaya çalışıyor ki, bu kadarı artık gülünç oluyor. Korkuları, gerçekten boylarını aşmış durumdadır. Muhtemelen Kuytul’u dinlemeye gelenler, onu başka yerde de dinlerler. Ama Kuytul’un konuşturulmaması, daha geniş bir kitlenin dikkatini çekmiştir.

***

Bir AK Parti’li ne demiş: “AK Parti’ye vereceğiniz oy, ahirette af belgesi olacaktır.” Bakmayın tırnak içine almış olmamıza, tam böyle değilse de buna benzer bir şey söyledi. Belki ahiret yerine öbür tarafta demiştir. Peki niye tam sözü bulup tırnak içinde vermiyoruz? Ne olacak ki, bu, bu alanda söylenen ilk söz değil ki.

Demek oluyor ki, bunları söyleyen adam dindardır.

Demek oluyor ki, öbür taraftan haberdardır. Sadece “inanmış” birisi değil, bizzat diğer taraftan haberdardır.

Demek ki, diğer tarafta “af belgesi” varmış.

Ve demek ki, kefenin cebi yok da yalanmış. Öbür tarafa “af belgesi” götürebiliyoruz. Aman siz siz olun, öbür tarafa götüreceğiniz bu belgeyi, normal postaya vermeyin. Biri çıksa da adama sorsa, acaba nasıl götüreceğiz? Muhtemelen yanıtı “Allah bunu zaten görür” olacaktır. Eee o zaman belgeye ne gerek var?

Ve elbette ki AK Parti’ye oy vermek bir af belgesi oluyorsa, adam, bunun bu dünyalık bir iş olduğunu çok iyi biliyor.

Adam, konuşurken, korkutmaya çalışıyor.

İşte size dinin harcı alem kullanılışı. Saray Rejimi, dini hep böyle kullanıyor. Alınan rüşvetleri aklamak için fetvalar, iş cinayetlerini örtmek için işvereni aklayan fetvalar hep böylesi düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Sadece giderek daha da ucuzluyor. Bir oy, af belgesine yetiyormuş. Öyle ise, tüm tarikatlarda işlenen tecavüzler affolacak, tüm tacizler ortadan kalkacak. İşte işin sırrı da buradadır. Bu kadarla da kalmaz. Eğer, AK Parti’ye birkaç sahte oy bulabilirsen, o zaman af belgen de çoğalır. Belki, bundan sonra işleyeceğin suçlar için, peşin af belgen elinde olmuş olur. Hazır af belgen de elinde, o zaman git istediğin kadar haram ye, istediğin kadar günah işle. Nasılsa oy verirsen, işler hâlloluyor.

***

Tokat’ta, 6 ay geçici çalışmak üzere işçi alımına karar verilmiş. Kış günü bu 6 aylık işçiler tarım işçisi de olmaz ama, neyse işe alınacaklar. İşsizlerin işe alınması girişimi, bir “zekâ sahibi” AK Parti’linin fikridir elbette. Her zamanki numaralardan biri. 6 ay falan filan, zaten ne olacak ki, ortada yapılacak iş de yok.

Bu 6 aylık geçici işçi alımı ile AK Parti, Tokat’ta belediye başkanlığını almayı hedefliyor.

Başvuru, işe alınacak rakamın çok çok üstünde oluyor. Hâl böyle olunca, işçilerin “çekilişle işe alınması”na karar veriliyor. Çekiliş yapılıyor ve işçiler, her nasılsa AK Parti’lilerin işe alındığını, dahası akrabaların işe alındığını görüyorlar. Bunun üzerine işler karışıyor.

Bir kadın, sahneye çıkıyor ve “açım aç” diye bağırıp iş istiyor. Başka protestocular da ortaya çıkıyor ve polis, açım aç diye bağıran kadın da dahil, itiraz edenlere müdahale ediyor.

Şimdi, oy alabilmek için, 6 ay geçici olduğu belli olan bir işe, işçiler almak yolu ile oylarını toplamak girişimi, acaba, sonuçta tam bir fiyaskoya dönmedi mi?

Onların oy kazanmak ve halkın gözünü boyamak için kullandıkları bu iş bulma metodu, gerçekte, gerçeğin, işsizlik denilen sorunun ne kadar ağırlaşmış olduğunu ortaya çıkarmıştır.

***

Kartal’da bir bina çöktü. Binanın enkazından 21 insanın ölü bedeni çıkarıldı. Ve Soylu, içişleri bakanıdır, kaç kişi kurtardıklarını açıklayıp, gururlu olduğunu ifade etmenin yolunu bulmuştur. Ahmet Davutoğlu, Ankara Garı’nın önünde bomba ile insanlar öldürüldükten sonra, oylarının arttığını ifade etmişti. Öyle anlaşılıyor, Soylu da, koltuk hesabındadır. 21 kişinin öldüğü bir yerde, böylesi gamsız, duygusuz açıklamalar, olsa olsa çeteleşmiş yapının göstergesi olur.

Dahası var.

Devletin savcıları, mahkemeleri, Kartal’da çöken binanın haberleri için yayın yasağı koydular.

Aslında yayın yasağı, sanki, daha çok, bir panik havası oluşmasın diye konulur diye düşünürsünüz. Oysa öyle değil. Diyelim ki, siyasal iktidara sorun yaratacak bir gelişme varsa, hemen yayını yasaklanmaktadır.

Zaten, basın dediğimiz şey karanlık üretmektedir.

Karartma siyasetinde Goebbels’leri geride bıraktıkları kesindir.

Peki ama, yine de bu yayın yasağının anlamı ne idi? Zaten bina çökmüş, zaten olan olmuş, zaten ölüler ortada, ne için yayın yasağı kondu?

Kartal’daki çökme, hem 25 yıldır İstanbul’u yöneten yağmacı-rantçı zihniyeti ortaya koymuştur, hem de iktidarın, devletin ne denli beceriksiz ve duyarsız olduğunu göstermiştir.

Bir binanın enkazından 50 kişiyi 10 günde kurtaramayan bir sistem, beklenen İstanbul depreminde acaba ne yapabilir? Bu sorunun yanıtı bellidir. Bir binanın enkazından 10 günde canlı bedenleri çıkartamayan bir sistem, bir iktidar, bir gecede gümrük yasaları, bir saatte yeni yasalar vb. çıkarabilmektedir, yeter ki sonunda rant, yeter ki sonunda “arpa” olsun. Yeter ki sonunda yağmalanacak bir şey olsun.

***

Milli Eğitim Bakanı, itirafname yazar gibi bir açıklamada bulundu. Geçen ay, Şems hazretleri Ethem Sancak, sanki Cumhurbaşkanı yolun sonuna geldi de, yargılanacak, o da önceden ifadesini veriyor gibi ilgi çekici itiraflarda bulunmuştu.

Bakan’ınki öyle değil. Bakan çaresizlikten konuşmuş gibidir. Diyor ki özetle, “Gücümüzün yetmediği ve yetki alanımızın dışında olan husular var. Haddimizi biliyorum.” Konu ise, dinî vakıflardır.

Milli Eğitim Bakanı, acaba, Bilal’in yardımcısı mıdır?

Bilal’in gücünün yetmediği ve yetki alanını aşan hiçbir konu yok. O istediği gibi Milli Eğitim Bakanlığı’na iş yaptırabilmektedir.

Soru şudur: Neden açık olarak Bilal oğlan, Milli Eğitim Bakanı değil?

Bakan, kendisinin bakan olmadığının ayırdına erken varmış gibidir. Kendisini kutlarız. Hele hele haddini bilmesi nedeni ile Erdoğan’dan alacağı övgünün haddi hesabı yoktur.

Yine de bu itiraftır ve bir gün bir yerde lazım olacaktır.

***

Binali Yıldırım, istifa edip etmeme arasında gidip gelmektedir.

Bugünlerde, AK Parti çevresinde, Erdoğan’dan kurtulma duaları, kurtulmak için adak adamalar çok yaygınmış. Herhâlde Yıldırım da böyle düşünüyor.

Bu nedenle, işi espriye vurdu diyeceğiz ama öyle değil. Bu nedenle aklı karışık demek daha yerinde olur.

Yıldırım, “Tarlabaşı’nda tarla yok” demiş.

Yağma ve rant diyarından, uzak yağma ve rant gezegeninden mi geldin? Tarlabaşı’nda tarla kalmayalı çok oluyor. Esatpaşa’da da “esat” yok. Gel ki Maltepe’de çok “mal” bulunur ama Söğütözü’nde söğüt kalmadığı kesindir. Topkapı’da top yok, dahası, Tuzluçayır’da tuz hiç kalmamış. Bak şu işe ki, Ankara’nın her şeyi kara.

Bu seçimler Yıldırım için, çocukça bir şenlik olarak geçmelidir. Meclis başkanlığından sonra, en hoş alan burası olabilirdi. Zaten meclisin var olan bazı yetkileri de kırpılmakta, kırpılmak üzere kanun olmak için torbaya girmiş durumdadır. Bu nedenle, en iyisi Yıldırım’ın, Tarlabaşı’nda tarla kalmamış olmasına şaşmasıdır. Kadıköy’de kadı aramalı, Beyoğlu’nda bey bulmalı, Karaköy’ü karaya bulamalı, Ak Saray’da, ak hiçbir yönün bulunmadığına şaşmalıdır. Çocuklar gibi şen olması, sağlığına da iyi gelir.

***

AK Parti’li bir yetkili, hırsız bir belediye başkan adayını savunmak için, elinden geleni yapmış. “Hırsız,” demiş, “bizim hırsızımız.” Biz bu bizim hırsızımızı elbette ki savunacağız.

İşte size bir itiraf daha.

Nedendir acaba, sık sık itirafnameler ortaya çıkıyor. Çökmekte olan yapıların göstergesidir bu. İtiraflar, savunur gibi yapılmaktadır. Öyle bir savunu ki, düşman başına.

Hısız elbette onların. Zaten çoğu onların.

Adamın biri, AK Parti’lidir ve Erdoğan’ı dinlemeye gitmiştir. Kalabalığın içinde cüzdanını yoklar cüzdanı çalınmıştır. “Hırsız” diye bağırmaya başlar. Yanındaki diğer AK Parti’liler, sen bizim reisimize hırsız dersin ha diyerek, adamı hastahanelik ederler. Hırsızın bu kadar derin bir yeri vardır AK Parti saflarında. Elbette hırsız sizin hırsızınız. Tamam da, şimdi bunu niye söylüyorsun, subliminal mesaj mı bu?

***

Erdoğan, miting yapmak için Sivas’a gitmiş. Sivas’ta konuşurken, işçilerin “kadro istiyoruz” bağırışları yükseldi. “Kadro istemek”, hem de Erdoğan’ın keyfi yerinde değil iken!

Erdoğan sövdü mü? Hayır. Normalde söverdi ama burada sövmedi. İşçileri azarladı, fırçaladı.

***

İşin en renkli konusu, başlıktaki konudur. Domates, patlıcan, patates ve sivri biber. Erdoğan bu 4’lüyü sayıyor ve bizi kurla, diplomasi ile yıkamadılar, şimdi domatesle, patlıcanla, patatesle ve sivri biberle yıkacaklar diye gürlüyor. Ve elbette buna izin vermeyeceğini ilan ediyor.

Burada durmuyor.

Hal esnafını “terörist” ilan ediyor.

Burada da durmuyor.

Domates, patlıcan, patates ve sivri biberi saydıktan sonra, bir mermi kaç para biliyor musun, diye soruyor?

Ne demek istedi bilen yok.

Belki de demek istedi ki, sen patatesi, biberi, domatesi pahalı yiyorsun ama biz esas parayı mermilere ödüyoruz. Mermi bu kadar pahalı, ben hiç yakınıyor muyum?

Hem sonra, Sedat Peker, silâhlanın çağrısı yaptı. “Silâhları hadi bulduk, mermiler kaç para biliyor musun” mu demek istedi?

Bunları bilen yok.

Ama kesinlikle hal esnafına karşı bir FETÖ operasyonu yapılmalıdır.

Saray, “tanzim kamyonları” açtı. Özelleştirmelerin büyük savunucusu Erdoğan, devlet adına domates, sivri biber, patlıcan ve patates satmak üzere harekete geçti. Üstelik, çalışanlar belediye çalışanı olduğu için ücret de almıyorlar. Ücreti zaten belediyeden alıyor. Öte yandan, işçi için de bu iş kapsamının dışında bir iştir. Ama korkudan yapmak zorundalar.

Şimdi, Erdoğan, özelleştirmeye karşıdır diyebilir miyiz?

Serbest piyasa ekonomisi tıkandı ve Saray Rejimi, kendini kurtarmak için ekonomik operasyon yapıyor.

İşte size Saray Rejimi’nin hâli.

Saray Rejimi, sadece Erdoğan’dan oluşmuyor. Bahçeli de içindedir. Kılıçdaroğlu da, “Devlet” kadar olmasa da, yardımcıdır. Akşener de. İnce’nin ne kadar Kalın olduğunu görmüştük, üzerine durmaya değmez.

İşte bu nedenle, muhalefet denildi mi, artık sadece ve sadece devrimcileri anlamamız gerekir. Örgütlü muhalefet, devrimci cepheden gelmektedir. Bu muhalefet, elbette sokakta etkili olabilecektir. Ancak sadece sokakta etkili olmak yeterli olmaz. Ülkemizde devrimci hareketin, işçi sınıfı hareketinin yükselme dönemi başlayacaktır.

Erdoğan, yolun sonunu görmüş gibidir.