Direniş güzelleştirir

Flormar işçileri, uzun süredir direniyor. Kozmetik sektörünün önemli firmalarından biri olan Flormar, işçilerin haklarını vermiyor. OHAL’den de beter Saray Rejimi’ni arkasına alan her patron gibi Flormar patronu da, işçilerin taleplerine kulaklarını tıkıyor.

Flormar’da direnen işçiler ise, “Flormar değil, direniş güzelleştirir” diyorlar.

Doğrudur, yerindedir.

Bilimsel anlamda doğrudur. Hayatın gerçeğidir. Direniş dışında insan kalmanın, insan onurunu korumanın, haklarına sahip çıkmanın yolu yoktur. Direnmek, hakkına sahip çıkmak, en temel insan olma göstergesi hâline gelmiştir. Ve kim direniyorsa, insanlaşıyor, insana ait her şeyi hücrelerinde yeniden yaşamaya başlıyor.

Boyun eğen, hakları gasp edilince susan, korkudan kendi haklarına sahip çıkmayan işçi, giderek, kendini ezen Saray Rejimi karşısında insan olmaktan çıkıyor. Bu, çirkinliğin, çirkinleşmenin, onurunu yitirmenin ta kendisidir.

Sadece Flormar işçisi direnmiyor.

TüvTürk işçileri de direniyor.

3. Havalimanı işçilerine bakın, yıllardır orada, insanlıkdışı işkence koşullarında, “milletin anasını” sözlerinin sahiplerinin şantiyelerinde, Rönesans şantiyelerinde, Özdemir İnşaat şantiyelerinde, Saray’ın müteahhiti Cengiz İnşaat’ın şantiyelerinde köle gibi çalıştırılan, yüzlerce kardeşleri inşaat alanında ölen ve betona gömülen işçiler, birdenbire, direnişle güzelleştiler.

İzmir’de İZBAN işçileri direniştedir.

Cargill işçileri direniştedir. Türkiye’de tarım politikalarını belirleyen, özel tohumlarla tüm toprağı zehirleyen, GDO’lu üretimin motoru, Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretlerinde koltuğunun altına dosyaları sıkıştırılan Cargill işçileri, direniştedir. Çiftçinin kendi tohumunu sertifika gerekli diyerek ektirmeyen TC devletinin politikalarını oluşturan bu Cargill firmasıdır. Cargill, AK Parti döneminde 4 kere yasa değiştirmiş ve bunu bizzat “eyy Amerika” diye konuşan Erdoğan yaptırmıştır.

Şimdi, acaba Cargill işçisi sadece kendi adına mı direniyor?

Süperpak işçileri direniyor.

Tariş işçileri direniyor.

Bunlar sadece birkaçı. İşçiler direniyor, işçi sınıfı direniyor. Direndikçe, düşünmeye başlıyor, direndikçe özgürleşiyor, direndikçe insanlaşıyor, direndikçe, işçi kardeşliğinin ne demek olduğunu anlıyor, direndikçe sınıf bilinci gelişiyor.

Direndikçe, işçiler, bir sınıf olduklarını anlıyor, kavramaya başlıyor.

Direniş güzelleştiriyor, eğitiyor, öğretiyor, daha büyük mücadele günlerine hazırlıyor.

Saray Rejimi’nin saldırgan, karanlık, yalanlarla beslenen baskı politikalarına rağmen, işçilerin direnişi her alanda gelişiyor.

Bu saydıklarımız sadece ilk akla gelenler, sadece öne çıkanlar, sadece uzun süredir süren direnişlerdir. Oysa bunlar, gerçekleşen direnişlerin yüzde biri bile değildir. İşçi sınıfı, yokluk, horlanma, açlık, işsizlik, aşağılanma koşullarına karşı direnme seçeneğine sarılıyor.

İşte bu nedenle, Saray’ın koridorlarını korku salmıştır. Saray’da çalışan temizlik işçileri, Saray’da çalışan elektrikçiler, Saray mutfağında çalışanlar, kısacası Saray’da biraz fazla maaşla tutulan işçiler, Erdoğan’ın en büyük korkusudur. Acaba, Saray mutfağından mı zehirlenecek, yoksa Saray’da çalışan bir temizlik işçisi önüne mi atlayacak? Erdoğan’ın Saray’ında korku hakimdir. Bunun için işçilere, özellikle hakkını arayan, direnen işçilere saldırıyor.

Baskı ve şiddet, sadece ve sadece, kendi korkularını bastırıyor. İşçi ve halk hareketi, bir süre suskun kalabilir, ama sürekli sessiz kalması mümkün değildir.

Saray’ı saran korku, elektrik masrafları ile giderilecek korku değildir. Her ışığı yaksanız da, bu korku alttan geliyor.

Bu nedenle Saray, akıl almaz bir saldırganlık sergiliyor.

Bu nedenle, Gezi Direnişi’ne saldırmak için, yıllar sonra dahi, uyduruk iddianameler hazırlıyorlar.

Bu nedenle, Kürt halkına dönük saldırıların ardı arkası kesilmiyor.

Bu nedenle, seçime giderken Saray, “istemediğim belediye başkanı seçilirse kayyum atarım” diye tehditler savuruyor.

Bu nedenle Saray, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen örneğinde olduğu gibi, kendisine karşı çıkan herkesi cezalandırmak için yargıya emirler yağdırıyor.

Açık ve net olarak Saray Rejimi gösteriyor ki;

Basın, karanlık üretmekle, yalan üretmekle görevli, tamamen devlet kontrolünde bir araçtır.

Yargı, tamamen, ordu ve polisten oluşan baskı aygıtının açık bir uzantısıdır. Yargı, tamamen baskı aygıtına monte edilmiştir.

Ordu, polis, yargıdan oluşan baskı aygıtı, çetelerle takviye edilmiştir. Çeteleşme, tüm devlet yönetiminin her alanında egemendir.

İşte Saray Rejimi budur.

Baskı ve devlet terörü ile, işçileri, halkları sindirmeye, susturmaya çalışıyorlar. Biraz dik duran aydınlara saldırıyorlar.

Aydınların suskunluğu ne kadar utanılasıdır.

İşte işçi direnişlerinin yayılması da o kadar aydınlatıcı olacaktır.

Uzun ve utanılası, insanı kirleten sessizlik dönemi boyunca işçiler, pek çok haklarını kaybetmişlerdir. Devlet, çeteleri ve patronlar, işçilerin haklarını gaspetmişlerdir. Erdoğan açık olarak, işçi düşmanı tutumunu her fırsatta dile getirmiştir. Grev ertelemeleri, iş cinayetleri karşısında bu denli aşağılayıcı, bu denli kibirli, bu denli zalim tutum alan Erdoğan, şimdi işçilerin 2020 TL’lik asgarî ücretinin büyük bir ödül olduğunu açıklıyor.

Ve şimdi, bıçak kemiğe dayanmıştır.

İşsizlik, açlık, yoksulluk, sokakta kol gezmektedir.

Ve işçiler, direnme yoluna girmişlerdir.

Direniş özgürleştiriyor.

Direniş birleştiriyor.

Direniş karanlığı deliyor ve aydınlatıyor.

İşçi sınıfının gerçek gücünü anlamasının tek yolu direniştir.

Direniş, örgütlülükle gelişir, örgütlülük ne kadar sağlam ise o kadar zafere ulaşmayı garantiler.

Yaşasın örgütlü direniş!

Selâm olsun, direnerek güzelleşene!

Yaşasın işçi sınıfının birliği ve kardeşliği!