“Devletten yana ya da vatan haini”

1128 öğretim üyesi, “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” oluşumu içinde, bir bildiri yayınlayarak, Kürt halkına karşı girişilen saldırılara son verilmesini, katliamların durdurulmasını, bir an önce çocuk ölümlerinin durdurulmasını ve barış istediler.

Onların bu isteğine karşı Muktedir, yağdı kükredi; ya devletten yanasın ya da vatan hainisin, dedi. Kesmedi, bunlar hakkında soruşturma yapılması emrini verdi. Sultanahmet’te bombalar patladığında, önceden hazırladığı bu konuşmasını bir gün bile ertelemedi. Bombalar patladı diye gündemi değiştirmedi ve tüm hışmı ile, barış isteyenlere, öğretim üyelerine saldırı başlatma emrini verdi.

Muktedir bunu yapınca, bu sadece Erdoğan’ın tavrıdır demek kolay. Devleti savunan bazı kesimler, aslında bu Erdoğan’ın yaptığı doğru değil, zaten o devleti temsil etmez, biraz da aydınlar “aşırı” bir bildiri hazırladılar, diyorlar.

Peki devletin varsa başka bir tavrı bunu kim açıklayacak, bunu nereden öğreneceğiz? Erdoğan, açıkça bunlar hain, bunlar zalim, bunlar alçaktır, diyor. Her türlü hakareti, nasırına basılmış bir muktedirin ses tonu ile söylüyor. Devlet tavrını görmek için, mesela sentetik Başbakan’ın ne dediğine mi bakalım, mesela ordunun ne dediğine mi bakalım? Hasan Karakaya, Suudi Arabistan’da otelde öldüğünde, ordu, üzerine vazife mi bilemeyiz ama hemen bir taziye işine girişti ve ordunun fikrinin ne olduğunu gördük. Akademisyenler bildirisinde “devlet” denilen şeyin tavrını başka nasıl anlayacağız ki, “devlette başka düşünenler de var” görüşü anlamlı olsun.

Mesela YÖK, hemen soruşturma başlattı.

Mesela savcılar hemen, üstelik hukuksuz, dayanaksız davalar açtılar. Yasalara göre, bir bildiri yayınlanması, muktedirin, iktidarın, devletin görüşlerine ters bir düşüncenin açıklanması suç mudur? Barış istenmesi, katliamların durdurulmasının istenmesi suç mudur? Mesela Filistin’de İsrail saldırılarını bir bildiri ile kınamak bir suç mudur? Ama savcılar yasalarla oynama yeteneğine sahiptirler. Muktedir alçak, hain, zalim dediğine göre, tüm öğretim üyeleri alçaklıktan, hainlikten, zalimlikten yargılanmalıdır.

Polis, mesela hemen harekete geçti, öğretim üyelerinin odalarına girildi ve oradan alıp götürüldüler. Dünyada akademisyen olup da odasına polislerin baskın için girdiği kaç ülke var bilmiyoruz ama bunun sıradan bir “vatan görevi” olmadığı açık. Birçok öğretim üyesinin evi basıldı. Birçoğu tehditler aldı ve tehditleri organize edenlerin devlet korumasında olduğu kesindir.

Yine devletin bir kolu olarak mafya, Sedat Peker, kan, banyo, kan içmek gibi sözleri bir araya getirip tehditler savurdu.

Yine devletin bir kolu olarak basın, tüm kalıbı ile saldırı ve linç kampanyası başlattı. Bazı köşelerde, “ama onlar da bunu yapmasa idi” gibi açıklamalar, aslında, muktedirin hainlik suçlamalarının daha ilerisindedir. Sözde demokrat görünüp, devletin yanına olmak, bir zamanlar teyzenin söylediği gibi ilgili yerin “kılı” olmak için gerçekleri eğip bükmek, hainlik ve alçaklık suçlamalarına ortak olmak, onları masum göstermek girişimidir.

Altıncı olarak, Başbakan’ın, Adalet Bakanı’nın açıklamalarını biliyoruz.

Şimdi bize, “devlet bunlardan ibaret değildir” ve devletin tavrı da tam bu değil diyenlere soralım, acaba ordu bir açıklama yapacaktı ve bildiriyi destekleyecek miydi? Buna inanmamızı mı istiyorsunuz.?

Bu aslında, bu ülkede “gerçeklikten kopma”nın boyutlarını göstermektedir.

Derler ki, “savaşta önce gerçekler öldürülür.” İşte yaşanan budur. TC devleti, tüm kurumları ile, ordusu ile, polisi ile muktediri ile, dinî yöneticileri ile, hukuku ile, basını ile, mafyası ile, önce gerçekleri öldürüyor. Bu ülkede aylardır süren sokağa çıkma yasaklarını “normal” karşılamamızı istiyorlar.

Sentetik Başbakan, itiraf etmiştir: 2013’te bu hazırlıklar başlatılmıştır. Bu savaş naraları bunun içindir.

Akademisyenler, barış isteyince vatan haini oluyorlar, ya devletten yanasın ya da vatan haini diyorlar.

Hangi vatanın haini? İhaleler ve onların etrafında örülen ağ mıdır vatan? Mafya babaları ile girilen girift ilişkiler midir vatan? HES projeleri ile ülkenin harap edilip yağmalanması mıdır vatan? Suriye’ye karşı kurulan kirli ilişkiler ve IŞİD ile kurulan bağlar mıdır vatan? Şehirlerin kuşatılması, ablukaya alınması mıdır vatan? Vatan, çocukların keskin nişancılarca öldürülmesi midir?

Vatan hangisidir?

Sentetik Başbakan, ödül törenlerinde akademisyenlere, bizim karşımızda eğilmeyin, gibi beylik laflar etmektedir. Ama sadece barış istediler diye, öğretim üyelerine dönük cadı avı başlatılmaktadır.

Şimdi bize “demokrasi”den söz edenlere sormak gerekir, milletvekillerinin özerklik istediler diye, yeni anayasa istediler diye haklarında fezleke hazırlanması mıdır demokrasi? Akademisyenlerin barış istediler diye vatan haini ilan edilmesi, evlerinin basılması, okullara polisin operasyonlar yapması, kapılarına çarpı işareti konulması mıdır demokrasi?

Örtülü ödenek ile yapılan işler midir demokrasi. AK Parti döneminde örtülü ödenek harcamalarının 5 kat arttığını biliyoruz, bunu soramamak mıdır demokrasi?

Sizin demokrasiniz, şehirlerin ablukaya alınması mıdır, çocukların öldürülmesi, cenazelere işkence yapılması mıdır?

İşte gerçek bu kadar karışık, bu kadar tuhaf hâle gelmiştir.

Aslında gerçek, görmek isteyen gözler için, görmeye cesareti olanlar için son derece yalın ve açıktır.

TC devleti, muktediri ile, ordusu ile, hukuk sistemi ile, basını ile ve daha başka güçleri ile, gerçekleri görmekten çok uzaktadır. Suriye’de kalkıştıkları savaşın, içeride giriştikleri savaşın tek doğru olduğundan hareket ediyorlar. Çıkarları bunu gerektiriyor. Ve kendi çıkarlarına karşı olan her ses, onlar için vatan hainidir.

Toplum da devletten gelen ideolojik baskı ile, ideolojik şiddet ile, devreye sokulan karanlık yalan makinası ile, gerçeklerden tamamen kopartılmak istenmektedir. Bu nedenle her aykırı ses, toplumu uyandıracak her girişim, büyük bir şiddetle bastırılmak isteniyor.

Muktedir, olumlu örnek olarak Hitler Almanyası’nı boşuna anmıyor. Bu bir dil sürçmesi değil, tersine halkı aptal yerine koyan bir mantığın açık konuşmasıdır.

Sultanahmet’te bombaların patladığı gün, o bombaların üzerinde duran bir devlet çarkı yerine, gerçeklerden korktuğu için akademisyenlerin bildirisi ile öfkeden aklını kaybetmiş bir devlet işleyişi ile karşı karşıyayız.

Kürtlere karşı girişilen bu katliam politikası, aslında tüm ülkenin susturulması, herkesin esir alınması, halkın biat ettirilmesi için girişilen bir savaştır aynı zamanda.

Erdoğan, ABD’li efendilerinden seçimlerde aldığı desteği, bir fırsata dönüştürmek istiyor. Bunun için, şiddetin her türünü devreye sokuyor, bunun için kara propagandanın sınır tanımayan biçimleri devreye sokuluyor. Baskı ve terör ile devlet, halkları tamamen sindirmek istiyor. 1128 akademisyenin bildirisi karşısında başlatılan cadı avı, boşuna değildir. Her koldan, bu akademisyenlere saldırı başlatılmıştır. Amaç, tam bir biat iklimi yaratmaktır.

Önce Kürtlere saldırı başlatılmıştır, önce devrimcilere saldırı başlatılmıştır. Sıra, akademisyenlere, bilim adamlarına gelmektedir, ardından sıra ile, sesini çıkartacak kimseler kalmayıncaya kadar bu saldırı devam edecektir.

Bu nedenle, akademisyenlerin bildirisi çok değerlidir. Belki bazı akademisyenler, bunca şiddetli bir saldırıyı beklemiyorlardı. Ama bildiri, gerçekten de devletin ortaya koyduğu iç savaş planlarına karşı bir girişim olmuştur ve çok değerlidir.

Barış istemek, bugün savaş baronlarına karşı durmak anlamına gelmektedir. Ve özellikle Kürt halkının direnişine Batı’dan gelecek her destek, savaş baronlarının işlerini bozmaktadır.

Ve akademisyenlerin bu çıkışı, peşi sıra başka çıkışları da beraberinde getirmektedir. Bunun ne kadar kıymetli ne kadar insanî olduğunu anlatmaya gerek bile yoktur.

Muktedir buyurmuştur; ya devletten yana olacaksın ya da hain. Dün, darbeleri yapanlar, dün Dersim katliamını yapanlar, dün 1 Mayıs’ı kana bulayanlar, dün 16 Mart katliamını gerçekleştirenler, dün Tan Matbaası’nı basanlar, dün Maraş ve Çorum katliamlarını gerçekleştirenler, dün devlet adına kurşun sıkanlar, dün halkın üzerine ateş açanlar devletten yana idiler. Dün devlet kasalarını soyanlar, dün yolsuzluklarla ülkeyi fakirleştirenler devletten yanadırlar.

Bu topraklarda hep böyledir; devlet, hep halkı düşman görmüştür.

Bugün, gerçeği savunmak, bugün insan olmayı savunmak, bugün barışı savunmak, bugün doğayı savunmak, bugün katliamlara karşı olmak, bugün çocuklar ölmesin demek, vatan hainliği olmuştur.

Eğer başarılı olurlarsa, Erdoğan’a kalacak olan şey şudur; bir avuç kahve köşelerinden toplanmış ve her türlü küfrü kullanmak dışında bir yetenekleri olmayan, yeşil dolarların kokusuna göre hareket eden iktidar savunucuları ve bu saldırganlıktan başarılı çıkarlarlarsa boyun eğmiş sessizleşmiş bir halk. O zaman da korkacaklar, o zaman da gölgelerine ateş edecekler, o zaman da tiranlıkları için katliam emirleri verecekler.

Eğer biz başarırsak, onlar iktidarlarını kaybedecek, tüm halklar özgürce nefes alacak, tüm baskı ve zulüm sona erecek, barış en güzel elbisesi ile sokaklarda dolaşacak, kardeşlik hayal olmaktan çıkacak, işçi ve emekçiler, ezilenler kendi geleceklerini kuracaklar.

İşte bu nedenle bu kadar şiddetle saldırmaktadırlar.