Çürümüş kumarhane; ABD seçimleri

Trump’ın seçilmesi, ABD basını için, büyük “şaşkınlık” oldu. Ya da iyi rol yapıyorlar. Şaşkınlık oldu diyelim, bu durumda, ya kendileri desteklediği için Clinton’un kazanacağına kuvvetle inandılar, ya da, artık ne araştırma şirketlerinin, ne de basının bir ciddi işlevi kalmamıştır.

Sürekli manipülasyon aracı olan basın ve araştırma şirketleri, baştan aşağıya çürümüştür. Demek ki, bu sonuç tam ve kesin olarak ortaya çıkıyor. Ve elbette bu, bizim tüm kapitalist sistem için vurguladığımız durumun kanıtıdır da.

Kapitalizmin son yıllarını, tekelci karekteri ve finans alanındaki gelişmeleri göze alarak  “kumarhane” olarak nitelendirenler vardır.  Artık üretimden çok, pazara sahip olmak, tekelci gücü artırmak için, hisse senetleri ile oynamak, finansal hareketler vb, önem kazanmış durumdadır. Aslında bu sistemin çoktan sınırlarına geldiğinin ifadesidir.  Biz Marksistler için bu uzun süredir geçerli bir analizdir.

Ama başlıktaki “çürümüş kumarhane” tam da buradan gelmiyor. Çürümüş sistem desek de işi anlatıyor ve daha doğru anlatıyor. Ama seçimlerde hile olacağı vurgusu, özellikle Trump tarafından dile getirilmişti. Trump, seçimlerde hile bekliyordu. Şİmdi ise Clinton, seçimlerde hile oldu bile diyemiyor. İlk sonuçlar gelmeye başladığında, Al Gore ve Bush seçimlerindeki gibi bir durum umanlar, “zarlar hileli” demeye başlamışlardı. Bunlar daha çok Clinton taraftarı idiler.

İşte biz de, sadece “zarlar hileli” demenin yetmediğine inandığımız için, sistemin çürümüş olduğunu vurgulamak üzere, bu başlığı seçtik. Yani, mevcüt kapitalist sistemde, hemen hemen her ülkede, hem zarlar hilelidir ve hem de sistem köhnemiş, kumarhane dökülmektedir.

Artık, bir bütün olarak kapitalist sistem, fazladan ömür sürmüş bir yaratık gibi, çirkinleşmiştir, çürümüştür, köhnemiştir. Seçimleri de buna uygundur. Basını da buna uygundur, araştırma şirketleri de buna uygundur.

Amerikan seçimlerinin geçmişine bakarsak, bugün Trump’a yüklenen olumsuzlukların hiç eksik olmadığını görürüz.  Trump’ın akılsız, kaba, ırkçı, cinsiyet ayrımcısı vb olduğu söyleniyor. Peki, ya Bush ne idi? Ya Regan, ya Einzinhover ne idi? Peki ya seçilmiş olması halinde Bayan Clinton, daha mı az ırkçıdır, daha mı az savaş severdir, daha mı az ayrımcıdır?

Belki şöyle söylemek yerinde olur: bir çok başkan göstermiştir ki, ABD’yi yönetmek için, bir özelliğe sahip olmak gerekmiyor, Başkanın bir yüksek değerler sistemine, bir etik ve estetik  birikime, bir kültürel altyapıya, bir pozitif bilgi birikimine vb sahip olması gerekmiyor. Bunu biz, zaten Regan’dan biliyoruz, zaten Bush’dan biliyoruz. Demek ki bu bilgimiz yeni değildir. Belki, Clinton seçilecek diye büyük umutlara sahip olmuş mesela Murat Belge, yeni öğreniyor olabilir. Kabulümüzdür, her şeyin bir vakti saatı vardır.

Ama Clinton üstüne biraz durmalıyız. Ne anlama geliyor biz sahiden bilmiyoruz, Amerika’da bir “demokrat” parti var. Bu partinin neden adı “demokrat”, bunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Çünkü, Cumhuriyetçi parti ile bir farkını, bugüne kadar biz göremedik. Bu “Demokrat” partinin, adaylarından bir Sanders idi. Sanders, elbette, Clintonla karşılaştırılamayacak kadar, insan idi. Diğer özelliklerinin ne kadar anlamı olduğunu bilmemiz mümkün değil. Ama insan olduğu anlaşılıyordu. Sanders, acaba, nasıl oldu da Clinton’a karşı kaybetti? Gerçekten, demokratik bir yarış ile mi kaybetti? Acaba, Trump’a kaba, ırkçı, ayrımcı diyenler, neden bir tek gün olsun Sanders’i savunmadılar?

Daha da ilgi çekici bir fikir ortaya atalım, acaba, Clinton Sanders yarışında, bugün Trump’ın kazandığı ve işçi sınıfının yoğun olduğu eyaletlerde, acaba Sanders, Trımp’a karşı kaybeder miydi?

Şimdi, bir çok “yorumcu”, Trump’ın tepki oylarını aldığını söylemektedir. Diyorlar ki, işçi ve emekçiler, sistemden çektiklerinin bedelini, sistemin dışından olduklarını düşündükleri Trump’a oy vererek almak istediler.

Diyelim ki doğru, demek ki, sisteme karşı tepki duyanların, işini, evini, gelirini kaybetmiş olanların oy verebilecekleri gerçek bir alternatif yoktur. Yani, işçi ve emekçilerden yana bir parti yoktur. Ve iki parti üzerine kurulu bu hollywood sistemi, sahnede durduğu gibi, sahada durmuyor. Demek ki her seçim, gerçek anlamda bir hayal kırıklığıdır. Demek ki, Amerikan toplumu, iki kanala zorla akıtılmaktadır.

İşte size Amerikan “demokrasisi”.

Paranın gücünün konuştuğu bir seçim kampanyasıdır bu. Yani, paranız varsa kazanabilirsiniz değil, paranız varsa kampanya yapabilirsiniz. Önce, büyük parababalarından size destek gelecek. Kampanyanıza büyük bağışlar gelecek. Bu bağışlar elbetteki sizin politik olarak yapacaklarınızın da yönünü belirleyecektir. Çok para varsa, kazanma şansınız da artıyor.

Bu durumda seçim, daha çok kapitalist sınıf içinde bir seçimdir.

Eskiden, iş sahibi olmayan, vergi vermeyen kişiler seçimlerde de oy kullanamazdı. Oy kullanabilmeniz için, köle olmamanız gerekirdi. Kapitalist sistemde burjuva demokrasisi, genel oy sistemini getirdi. Herkes oy kullanabilmektedir. Ama seçimlerin sonuçlarından emin olmaları gerekiyor ve tekelci kapitalizm, buna olanak vermektedir. Bu durumda, seçilecek olanı, önceden, para ile seçmek, ve sonra bu iki seçilmiş arasında bir yarış ortaya koymak gerekir. İşte yaptıkları da budur.

Buradan iki sonuç çıkar:

1- Para ile seçilmiş olanlar içinden, kim seçilirse seçilsin, egemenler için durum değişmeyecektir. Yani, ister Trump seçilmiş olsun, ister Clinton, aslında egemenler için hiç bir şey, değişmeyecektir. Elbette bunlardan hangisinin seçileceği de önceden bellidir ve esas olarak, bu seçim, halka onaylatılmaktadır. Böylece bir “demokrasi” havası yaratılmakta, seçilmiş Başkan’a bir meşruluk kazandırılmaktadır.

2- Hiç bir zaman ülkeyi bir Başkan yönetmemektedir. Başkan’ın etrafında bir grup ayarlanmaktadır. Esas yönetim işlevi ona aittir. Olası aşırılıkları önlemek, zamanı geldiğinde bazı değişiklikleri yapabilmek için, sistemin kontrol mekanizmaları vardır. Bu mekanizma içinde senato ve mecliste, egemenlerin kendi adamları vardır.

Seçime katılım oranı %53 dür. Aslında bizim ülkemizden bir çok yazar, eğer Clinton seçilmiş olsa idi, bunu önemsemeyecekti. Ne yapsınlar, onlar bu seçim işlerini ciddiye alıyorlar. Oysa şimdi, Trump’ın aslında oyların çoğunu aldığı durumun, gerçekte seçime katılmayan Amerikalılları da sayarsak, toplumun %25’ine denk geldiğini yazmaktadırlar. Doğrudur. Zaten bu durumun kendisi, seçimlerin halk nezdinde önemini kaybettiğini göstermektedir. Ve tüm sistem, her zaman manipülasyona açıktır.

Mevcut sisteme bakacak olursak, işçi ve emekçilerin bir adayının gün gelir de seçimi kazanmasının tek yolu olduğu ortaya çıkmaktadır. İlkin, toplum çok geniş ölçüde örgütlü olmalıdır. Öyle ki, zenginlerin vereceği milyon dolarlara karşılık, halktan gelecek birer dolarların toplamı bir anlam ifade edebilsin.  Ve elbette bu durumda devlet, yani polis, yani yargı, yani ordu, yani bürokrasi, yani CIA, yani FBI vb seçimlerin eşit koşullarda müdahalesiz yapılmasından yana olsun. İşte bu nedenle, bu duruma mucize denilmektedir. İşte bu nedenle, sadece “zarlar hileli” demek yetmez, kumarhane sistemi öyle kurulmuştur. Ve işçiler, tüm sistemi yıkmadan, bir tek hak kazanamaz duruma gelmektedirler.

Bugün, Trump’ın kazanmasına sevinenler de, Clinton’un kazanmasına üzülenler de gerçeğin farkında değildirler.  Deniyor ki, Erdoğan Trump’ın kazanmasına, daha doğrusu Clinton’un kazanmamasına sevinmiştir. Çünkü Gülen, Clinton’un kampanyasına bağışta bulunmuş. Eğer buna da seviniyorlarsa, vah hallerine. Demek ki, Erdoğan’a IŞİD konusunda görev veren, Albayrak’ı IŞİD petrolleri konusunda komisyoncu yapan bayan Clinton, Trump’dan daha az dost öyle mi?

Tekrar olması pahasına, buradan sevinç ya da keder duyanlar, ancak sistemi bilmeyenler, anlamayanlar, ya da anlamamakta ısrar edenler olabilir.

Hangisi daha ırkçıdır, Trump mı, yoksa Clinton mu? karar vermesi çok güçtür. Gelin şöyle diyelim, her ikisinde de ırkçılık farklı dozlarda vardır, ve bu demektir ki, Amerikan elitleri, Amerikan Tekelleri, artık ırkçı politikacılara ihtiyaç duymaktadırlar.

Hangisi daha çok savaş yanlısıdır? Trump mı, yoksa Clinton mu? Bu kez de Clinton’un daha fazla savaş yanlısı olduğunu görürsünüz. Ama ikisi de savaş yanlısıdır.  Demek ki, Amerikan tekelleri, bir dünya savaşını kundaklamaktadır ve buna çoktan başlamışlardır. Clinton seçilse idi, bu kundaklamaya Ortdaoğudan hız vereceklerdi, şimdi, Trump ile bir adım geri atıp, nefes alıp tekrar saldıracaklardır.

Obamayı ele alın. Obama, barıştan söz ederek iktidar oldu. Oysa dünya çapında, ABD saldırganlığı, 8 yıllık Obama döneminde, ilk yıl hariç sürekli artmıştır. Obama, kendisi bir beyaz değildir ve Obama dönemi, siyahlara karşı ırkçılığın, saldırganlığın yükseldiği bir dönem olmuştur.

Acaba Clinton mu daha ayrımcıdır, yoksa Trump mı? Konu kadınlar olduğunda Trump biraz ağır basar, ama Clinton bu konuda bile Trump’la yarışabilecek kadar egemen kültür ile donanmıştır. Sadece Wikileaks’in yayınladığı emaillerine bakın, gerisini anlamanız yeterli olacaktır. Trump’ın ırkçı, cinsiyet ayrımcı sözleri, aslında Clinton’da derinde zaten vardır.

Bu vesile ile, bizim ülkemizde gazeteciliğin nasıl bittiğine de tanık oluyoruz. Koskoca basından bir tek kişi çıkıp da, mesela Erkek Clinton başkan seçildiğinde acaba, Trump kime bağış yapmıştır diye bakmaz mı?

Bugün, öyle anlaşılıyor ki, ABD devleti, devlet olarak, bazı konularda restorasyona gidecektir. Bunlardan ilki, Suriye savaşıdır. ABD, Suriye’de yenilmiştir. Bu açıktır. Bu durumda ABD, bu savaşın maliyetini birilerine yükleyerek, burada bir hamle yapma şansı kazanmak istemektedir. Elbette bu “barış” demek değildir. Daha uzun süre, Amerikan egemenlerinin, Rockshilde ve Rockerfellerin barış kelimesini ağızlarına almayacaklarını biliyoruz. ABD, sadece burada bir hamle yaparak, daha fazla kaybetmeden, durmak, sonra başka bir alandan yeniden saldırmak istemektedir. Bu doğru ise, bunu, Suriye savaşını yöneten kadronun değiştirilmesi ile görebiliriz. Ve bu doğru ise, IŞİD ile bağlantılı ülkelerde yansımaları olacağı açıktır, ki, bu ülkelerin başında Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İngiltere ve İsrail gelmektedir. Trump ile ilgili medyada ortaya çıkan yaygaranın nedeni de budur.

Tüm bunların geçici olacağı da kesindir.

Ama bu konuda bir karar olmadan, Trump seçilmiş olamaz. Trump’ın seçilmesi demek, Clinton’un (ki kendisi bu savaşın mimarlarındandır ve IŞİD’in mimarlarından biridir)  politikalarının artık kabul görmemesi demektir. Tümden mi? Elbetteki hayır, sadece yenilmek demek, mutlaka bir bedel ödemek demektir. Sonra, aynı politikalar, başka bir biçimde devreye sokulacaktır.

Trump’ın seçilme nedeni budur. Seçimi, Amerikan egemenleri yapmıştır.

Trump’ın oy almasının nedeni ise farklıdır. Trump, daha çok işsizlik ve evsizlikle açıklanacak fakirleşme nedeni ile bir miktar oy almıştır. Burada bir çare olduğundan değil, sistemin hataları üzerine konuşulduğundan.

Burada akla bir soru gelmektedir.

Bugün, Trump karşıtı olarak sokaklara çıkanlar, gösteriler yapanlar acaba kimdir? Daha çok oy vermiş olanlar mı, yoksa seçime hiç katılmamış olanlar mıdır? Daha çok işçi ve emekçiler midir, yoksa daha çok borsada oynayan brokerlar mıdır? Araştırmaya değerdir.

Daha çok işçiler, daha çok oy bile vermek için sandığa gitmemiş olanlardır. Sandığa gitmemiş olanların gitmemesinin ana nedeni, Clinton’a inanmamalarıdır ve Trump’ın seçilme şansını basının çok düşük vermesidir. Sanders aday olsa idi, seçime katılma oranı %65’leri zorlayacaktı.  Ama Sanders’i denetim altına tutmak, Trump’ı denetim altına tutmaktan bir hayli daha zor olacaktı.

Amerikan toplumunda gelişen tepki, son derece önemlidir ve seçimlerden bin kat daha fazla değerlidir. Amerikalılar, çaresizlik içinde sokaklara taşmaktadırlar. Clinton’u seçmek istemediler ama Trump’a da razı değildirler.

Ve ne yazık ki, toplum yeterince örgütlü değildir. Amerikan toplumunda sol, gerçek anlamı ile bir sosyalist eğilim, bundan böyle daha da güç toplayacaktır.

ABD, dünyayı yağmalamanın verdiği avantajları bugüne kadar kullanmıştır. Ama bu durum, üretimin bütünü ile uzakdoğuya kaymasına neden olmuş, giderek üretimden kopma hızlanmıştır. Şimdi, bir ölçüde yolun sonu görünmektedir. Buna savaş harcamalarını da eklemek gerekir. Trump, NATO dahil, bir çok savaş harcamasını gündeme getirirken, bu nedende “sempatik” bulunmuştur. Ve bugün, ABD, bu açıdan yeni yollar arayışındadır. Ama bu arayış, daha fazla barış anlamına gelmeyecektir, bu arayış ABD’nin içe dönmesi anlamına gelmeyecektir. İşte halkın sezgisel olarak gördüğü budur.

Aynı durum, tüm Avrupa’yı tedirgen etmektedir. Avrupa, ABD ve Rusya arasında gelişecek işbirliğinden tedirgindir. AB, uluslararası ticaret anlaşmalarının gleceğinden endişelidir. Avrupa, NATO harcamalarının kısıtlanmasından tedirgindir. Bunların ihtimal halinde olması dahi, Avrupayı tedirgin etmektedir.

İşte tam da bu nedenle Amerikan Tekelleri, bu politikaları revize etmek istemektedir. Elbette ABD yeniden güç toplamak istiyor, buna göre yeniden savaşa hız verecektir. Ama bugün, Suriye savaşı ile gelinen durum, ABD açısından bir yenilgidir. Elbette, lokal savaşlar, daha büyük savaşın bir parçası olan savaşlar konusunda yenilgi ve zafer kalıcı değildir. Bunu bilerek, bu değişikliklere yeltenmektedirler. Böylece ABD şansını yeniden deneyecektir. Yoksa ne savaş politikaları devreden kalkacaktır, ne de yeni bir barış dönemi filizlenecektir.

Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın paylaşılması savaşımını durdurmak açısından, ne Clinton bize bir fayda sağlardı, ne de Trump bir fayda sağlar. Bu açıdan, Amerikan halkının  tepkisi, örgütlülüğü, olası direnişi bir anlam ifade edebilir.

Aynı biçimde, dünya barışının sağlanması, zaten çürümüş olan ve en ateşli savunucuları tarafından bile savunulacak hiç bir yönü kalmayan kapistalist sistemin yıkılması ile mümkündür. Bu da yeni bir sosyalist devrimler çağıdır.

Bu bölgemiz için de geçerlidir. Bölgemiz halkları, ancak bir sosyalist devrim ile, özgürleşebilir, bağımsızlıklarını elde ederek emperyalist güçleri bölgemizden kovabilir, barış içinde yaşabilir.

Amerikan seçimleri bize gösterdi ki, ne Trump, ne Clinton, dünya kültürel, sosyal, ahlakı, etik, esteik değerlerinin taşıyıcısı değildirler. Dünyanın en zengin ülkesi, insanı değerler açısından en fakir iki adayının yarışına sahne oluyor. Bu sadece bu seneye özgü de değil. Süreklilik kazanmıştır ve her seferinde daha kötüsü ile karşı karşıyayız. Ve Avrupa, bu konuda Amerikadan farklı değildir. Çürümedir bu.  Bu çok açık olarak, dünya egemenliğine soyunan egemenlerin, tekellerin, parababalarının tümünün, insanlığın karşısında olduğunun kanıtıdır. İnsan olmak, bu sisteme karşı tümden bir mücadele vermekle mümkündür.  Kapitalizmin yıkılması, devrim ve sosyalizm, bugün, insanlığın yakıcı sorunu haline gelmiştir.  Dünyamızın geleceği ve insanlığın geleceği, kapitalizmin yıkılması mücadelesine doğrudan bağlıdır.

Bu nedenle, ya sosyalizm ya ölüm, bir kere daha gündemdedir.