Genel grev, genel direniş!

Bazı tarihsel dönemler vardır, yakın uzak görünür, uzak ise yakın. Bazı adımlar hemen atılabilir, bazı hamleler hemen yapılabilir durumdadır. Ama bunların birçoğunu yaparken, bir şeyin eksik olduğunu hissedersiniz. Belki de bunun ifadesi o kadar da kolay değildir ama hissedersiniz.

Bugün, birçok devrimci işçi için, “krizin faturasını ödemeyeceğiz” denildiğinde, işte böyle bir his ortaya çıkıyor. Aslında krizin faturası demek olan, işsizlik, zamlar, zorlaşan çalışma koşulları, maaşların ödenmemesi, iş güvenliğinin yok edilmesi, artan sömürü, ilave vergiler vb.ye karşı eylemler ortaya çıkmakta, işçiler tepkilerini göstermektedir. Bu, hatırı sayılır biçimde de yaygınlaşmış eylemler demektir. Ama bu eylemlerdeki insanlar, işçiler, emekçiler dahi, bu eylemlerde bir şeyin eksik kaldığını, belki de birden çok şeyin eksik kaldığını hissederler, hissetmektedirler.

Birçok eylemde, işçilerin aklında, “yalnız” kalmak, diğer işçilerden ve toplumdan yeterli desteği görmemek gerçeğinin yarattığı düşünceler takılı durumdadır. Ama gerçekçi olacaksak, daha başka eylemlerde de, diğer işçiler yalnız kalmıştı. İşte bu böyle herkesin düşündüğü, ama hiç kimsenin çözümüne yönelmediği bir sorun olarak ortadadır.

“Genel Grev Genel Direniş” sloganı ortaya çıkmaya başladığında, ki bizim önerimiz budur, ilk tepki, aslında bunun çok da mümkün olmadığı yönündedir. Hani “olabilse ne güzel olur ama olması çok zor” cinsinden bir konu gibi. Gelen grev, işçilerin şalterleri indirmesi, bunu bilerek, isteyerek, planlayarak yapmaları, bizim ülkemizde çok ender rastlanan bir durumdur.

Elbette öyle.

Hak-İş, Türk-İş gibi sendikaların egemen olduğu bir ülkede, işçi sendikalarının işçi sendikası olarak çalışmadığı, devletin ve işverenin örgütü olarak çalıştığı, başında sendika mafyası dediğimiz çetelerin oturduğu sendikaların egemen olduğu bir ülkede genel grev bir yana, düzgün bir grev bile olmaz.

Türk-İş Başkanı’nı, allah şaşırttı da, mikrofonlar açık iken ağzından çıkan lafları duyabildik. Bunlar balta saplarıdır. Balta, odunu keser ve yazık ki sapı odundan yapılmıştır. Ülkenin en uyanık işadamları, en uyanık politikacıları bu sendikaların başındakilerdir. Tam bir çetedirler. Ve bu nedenle, grev silâhını dahi kullanmazlar.

Grev bir silâhtır. İşçi sınıfının elinde, kapitalistlere karşı ekonomik mücadelesinde, haklarını alma ve koruma mücadelesinde bir silâhtır. Kullanılmayan bir silâh, gerçekte hiçbir şeye yaramayan bir demir parçası demektir.

Ülkemizde Cumhurbaşkanı, olağanüstü hâl ilan edip, olağanüstü hâlleri sürekli kılacak düzenlemeleri yaparken, ülkeden “hukuk” yok diyerek çıkmaya başlayan sermaye gruplarının rahatsızlığına karşı, “sayemizde grevleri yok ettik” diye patronların minnet duygularını yoklamıştır. İşte sendikacılar da onun daha küçük alandaki gölgeleri gibidir.

Grev bir silâhtır, ama ülkemizde patronların iznine bağlı olarak kullanılmaktadır. Bu nasıl olur, demeyin, işçi sendikası olmayan sendika olabiliyorsa, işçisiz sendikacılık var olabiliyorsa, grevsiz sendika olabiliyorsa, grev hakkı olmadan “toplu sözleşme hakkı” (toplu görüşme hakkı) olabiliyorsa, grev de patronun, hatta en büyük Başkan’ın iznine tabi hâle gelir.

Buna rağmen, işçiler grev bayrağını açmaktadırlar. Çünkü bıçak kemiğe dayanmıştır. Milyonlarca insan işsiz, aç, yoksullaşma artmakta, yaşam çekilmez olmaktadır. Bu durumda direniş, ne olursa olsun, son çare olarak, devreye girmektedir.

Aralık ayının hemen başında Doğa Koleji’nin öğretmenleri derslere girmedi. Önceleri Hüseyin Çelik ve Fethi Şimşek’in sahibi olduğu Doğa Koleji, aslında AB kredileri ve devlet olanakları ile gelişti, büyüdü. Sonra, FETÖ operasyonları çerçevesinde, okul Metal Yapı’ya satıldı. Metal Yapı, herhâlde başkası adına okulu almış olmalı ki, Metal Yapı’yı kurtarmak için okulu yağmaladığı söyleniyor. Bu arada okulun mevcut öğrenci kapasitesinin ancak %40 kadar öğrenci kaydı gerçekleşti. Ve söylenenlere göre bir banka, kredilerine karşılık okula el koydu. Ve öğretmenler maaşlarını alamadığı için, Aralık 2019’da derslere girmemeye başladı.

Oysa Doğa Koleji’nde öğretmen olmak, oldukça havalı bir işti. Ve bu öğretmenler, özel okullardaki öğretmenler, kendilerini artık emekçi, çalışan olarak görmez hâle gelmişlerdi. Hafta sonları AVM içlerinde okul tanıtımı için masalar açan bu öğretmenler, çalışma saatlerinin uzunluğuna, kölece çalışma koşullarına itiraz etmediler. Ama nihayetinde işin havası da kalmadı ve grev kapıya dayandı. İşte o zaman derslere girmemeye başladılar.

Oysa bu işçiler, bu emekçiler, bu öğretmenler eğer örgütlü olsalardı, eğer bir gerçek işçi sendikası denilebilecek sendikaları olsa idi, bu noktaya gelmeden, birleşik güçlerini harekete geçirebilir, haklarını savunabilirlerdi. Şimdi, Doğa Koleji’nin öğretmenlerine dayanışma için destek verenler acaba var mı? Peki daha önce Doğa Koleji öğretmenleri KESK eylemlerine katılırlar mıydı?

İşçi ve emekçi örgütsüz ise, yalnız demektir. Yalnız kuş, kolay avlanır.

İşçi ve emekçi, sendika mafyası tarafından kontrole alınmış ise, gerçek yaşamdan, gerçeklikten uzak demektir, köle olarak ayrıca kontrol edilmektedir demektir.

Şimdi, ülkenin her alanında, hatta dünyanın her yerinde eylemler, direnişler yükselmektedir. Ve bu direnişlerde bir şey eksik gibi görünmektedir.

İşçiler tek tek eylemler yapmaktadırlar. Tek tek greve çıkmaktadırlar. Oysa genel grev ve genel direniş, bu tek tek, bıçak kemiğe dayandığında gelişen direnişten farklıdır.

Bunun, genel grevin planlanması gereklidir.

Peki bu mümkün müdür?

Biz Kaldıraç hareketi olarak, Birleşik İşçi Kurultayı bileşenleri olarak, bu genel grev ihtiyacının derinden gelen bir istek olduğunu hissediyoruz. Bu genel grev ve genel direnişin, önemli bir adım atmamızı sağlayacağını biliyoruz. Biliyoruz ki, genel grevi örgütleyebilirsek, eğer başarabilirsek, hepimizin ağzında olan “krizin faturasını ödemeyeceğiz” sözünün gerçek olmasının mümkün olabileceğini biliyoruz.

İşin zor olduğunu bildiğimizden, işin büyük emek gerektirdiğini bildiğimizden, işçi sınıfını bu eyleme çağırıyoruz.

Peki nasıl başarabiliriz?

Açıktır ki, birçok sendika, sendika mafyasının denetimindeki birçok sendika bize cepheden karşı çıkacaktır. Zaten onları devlet ile aynı kefeye, patronlarla aynı kefeye koyuyoruz. Bunu yapmazlarsa şaşarız. Elbette öyle davranacaklar.

Birçok solcu arkadaşımız, birçok devrimci, bize hayal gördüğümüzü söylemektedir. Olsa iyi olur ama mümkün değil, demektedirler. Onlara da hak vermemek mümkün değil. İşin zorluğunu görüyorlar. Peki işin zorluğunu görüp, geri çekilmek mi lazım? Buna katılmıyoruz.

Genel grev bir ihtiyaçtır.

Tek tek işçi eylemlerini bastırmaktadırlar. Polis, medya dahil tüm devlet güçleri, en küçük bir eylemin karşısına tüm güçleri ile dikilmektedir. Ve bu eylemleri önleyemiyorlarsa, bu kez medya yolu ile karanlığa mahkûm ediyorlar.

Oysa genel grev silâhı, tam da bu zamanlarda işe yarayacak bir silâhtır.

Tüm işçiler, tüm çalışanlar, artan sömürüye, açlığa, işsizliğe, zamlara, aşağılanmaya, hayatımızın bankalarca rehin alınmasına, baskı ve şiddete karşı, savaş rant ve yağma ekonomisine karşı ortak mücadeleye girmişlerdir. Bu açıktır. Sen bir işçi olarak bunun ne kadar farkındasındır, ne zaman farkında olursun, bu ayrı bir konu, ama bugün, tüm işçi ve emekçiler, büyük bir yaşam mücadelesi içindedirler. İşte bu nedenle, ortak sorunlar için, tüm toplumun ortak sorunları için, genel grev gereklidir.

Nasıl mı örgütlenecek?

Evet işin en önemli yani burasıdır. Lafla peynir gemisi yürümez.

Örgütlenerek, bugünden başlayıp, çevremizi, tüm işçileri, sendikaları, sendikasız işçileri, herkesi bu genel grev için gün ve zaman belirlemek üzere örgütlemeliyiz.

Derler ki, bir kere yola çıktın mı, gerisi kolay gelir. İşte şimdi bu yola çıkmanın zamanıdır. Biz, sendika mafyası kontrolündeki sendikalara genel grev dediğimizde onların bunu yapmayacaklarını biliyoruz. Ama o sendika mafyası, işçilerle karşı karşıyadır. Şef, Türk-İş Başkanı, Bakan’a yakınırken açık mikrofona yakalanmıştır. Demek o da çok zor durumdadır. İşçilerin artık yalana karınları tok.

İşte biz bu işçileri örgütleyeceğiz.

Sade ve basit, bir gün belirlenmek üzere, bugünden, o gün için grevi örgütleyeceğiz. Bir tek yürek olarak aynı anda. Bunu birbirimizle konuşacağız, fabrikalarda konuşacağız, sokakta konuşacağız, hissetmeye çalışacağız.

Elbette bu bir günlük iş değildir.

Bugün anlattığımızda bize hayır diyen bir işçi kardeşimiz, bir ay sonra, kendi fabrikasında öyle sorunlarla karşılaşınca, yalnızlıkla başa çıkmak için, o da dinlemeye, anlatmaya başlayacaktır.

Bugün en önemli mesele bu bir günü bugünden belirlemek değil. Bugün önemli olan, bu işe genel grev örgütlenmesine duyulan ihtiyacı doğru hissetmektir. Elbette herkes bu düşünce ile baş başa kalacak ve düşünecektir. Ama bu ihtiyacı hissedenin, ille de bir merkeze koşması gerekmez, herkes kendi çevresinde bunu tartışmalıdır.

Bu ülkede de hâlâ duyarlı sendikalar ve duyarlı sendikacılar var. Biz kendi adımıza bu işin olabilirliğini hissediyoruz, ihtiyacı görüyoruz.

Eğer gerçekten krizin faturasını ödemek istemiyorsak, eğer gerçekten açlıktan gebermek istemiyorsak, eğer gerçekten borç batağında debelenmek istemiyorsak, eğer gerçekten bu aşağılanmaya dur demek istiyorsak, hep birlikte hareket edebilmeyi başarabilmeliyiz.

Basit ve sadedir. Şalterler inecek ve grev başlamış olacak.

Buna imkânsız diye bakan dostlarımıza sesleniyoruz, diyoruz ki, gelin bu “imkânsız” işe girişelim.

Hayatı üreten işçi ve emekçilerdir. Nihayetinde onların gücünün kaynağı da budur. Ve komik asgarî ücretlere, işsizliğe, komik maaş artışlarına dur demek istiyorsak, eninde sonunda bu genel grevi örgütlemek zorundayız. Masada, kıdem tazminatları vardır. İşsizlik fonu yağmalanmıştır bile. Sıra tazminatlara gelmiştir. Aklımızın bir köşesinde genel grev olmak zorundadır.

Elbette biz, yarın ya da bir ay sonra bunu yapabiliriz demiyoruz. Dünyanın birçok ülkesinde işçiler genel grev ile haklarını açık ve net olarak savunmaktadırlar. Bu bilinmez bir şey değildir.

Elbette tüm sendikalar bunun için ortak karar alabilir. Ama bunu beklemek, daha az imkânsız bir şeyi beklemek gibidir. Oysa her işçi, her öğretmen, her emekçi, her öğrenci bunu kendi çevresine anlatabilir.

Bir işçinin, bir emekçinin kendi haklarını savunması kadar meşru bir hak yoktur olamaz. Bir kadının yaşayabilme isteği, bir çocuğun istismar edilmekten kurtulma isteği, bir hekimin hekimlik yapabilme isteği, bir gazetecinin gazetecilik yapma isteği, bir işçinin haklarını alabilme isteği, bir emekçinin işyerinden eve ölmeden gelebilme isteği, bir insanın aç kalmama isteği, bir çalışanın emeğinin karşılığını alma isteği, bir insanın çevresini, ormanını, suyunu koruma isteği kadar doğal bir hak olamaz. Rant, yağma ve savaş ekonomisinin faturasını ödemek bir zorunluluk, bir alınyazısı değildir.

İşçi sınıfının, emekçilerin, halkın birleşik gücü, kendini en net olarak bu genel grev ile ortaya koyabilir.

Biz inanıyoruz ve biliyoruz ki, işçi sınıfının, emekçilerin bu gücü vardır.