Burjuva medya, yalan ve tekelci polis devleti

Burjuva devlet de böyledir. Burjuva devlet, kendi egemenliğini, azınlık, bir avuç burjuvanın egemenliğini, daha rafine yöntemlerle sağlar. İlkin, ülke-vatan meselesini devreye sokar. Ki, gerçekten de bunun bir gerçekliği vardır. Ülke ve vatan, aslında burjuvazinin egemenlik alanıdır. Ama bunu, tüm halkın, ulusun ortak alanı olarak sunarlar. Kendi çıkarlarını da bu sayede, ulusun çıkarları olarak sunabilirler. Ne zaman vatan, ne zaman millet, ne zaman ulusal çıkarlarımız derlerse, büyük bir zokayı halka, işçi ve emekçilere yutturmak istediklerinden, bir zerre kadar dahi şüphemiz olmamalıdır.

Bu iki paragrafı aklımızda tutalım.

Aklımıza tutmamız gerekenlere, bir de şunu ekleyelim, sınıflı toplumlar tarihi boyunca devlet, sürekli olarak önceki devleti aşar, onu içerir ama daha ileri düzeyde bir organizasyon yaratır. Devlet, sınıflı toplumun ürünüdür ve bu açıdan “kirli”dir. Ve her gelişmiş devlet, aynı anlama gelmek üzere, daha da fazla kirlidir.

İşte, devletin bu tarihsel ilerleyişinde, sürekli olarak halkın aldatılması, son derece gelişmiş yöntemlerle sağlanmaya çalışılmaktadır. Sürekli olarak, yalan, büyütülmektedir.

Kapitalist toplumda, burjuva egemenliği altında, ideolojik mekanizmalar, sadece din, sadece eğitim sistemi olmakla kalmaz. Bunlar elbette bir önemli temel hazırlarlar. Ama, güncel alanda, yine süreklilik içinde daha etkin kullanılan medya, tekelci sistemde, çok önemli bir işlev görür.

Tekelci egemenlik ve tekelci rekabet-egemenliğin gerektirdiği şiddet, mafya organizasyonlarını öne çıkartır ama aynı zamanda, pazar hakimiyeti ilişkileri, “salt” ekonomik alanda bile medyayı (içine basını, eğlencesi, iletişim sistemleri ve reklâm ajansları da dahil) öne çıkartır.

Ve tekelci egemenlik, bir yandan, ordu-polis vb.den oluşan baskı gücünü sürekli büyütürken, diğer yandan medyada tekelleşme ile birlikte medyanın gücünü ve olanaklarını da büyütür. Tüm toplumu kontrol ve izleme, baskı mekanizmalarında özel bir şekilde büyürken, medya da toplumun her santimetrekaresine, toplumsal ilişkilerin en mahrem alanlarına bile sızar.

Ve kuşku yok ki, bu denli büyüyen, propaganda aygıtı, sürekli ve güncel bir ideolojik karşı-savaş yürütür. Ve Hitler döneminde ortaya konduğu gibi, çok gelişmiş yalan ve manipülasyon mekanizmaları devreye sokulabilir. Göbels, bu açıdan, ilginç bir örnektir. Ama sadece başlangıç sayılabilecek örneklerden biridir. Zamanında Hitler faşizminin gücüne ne ölçüde katkı yaptığı biliniyor. Ama buna rağmen, bugün, çok daha ileri örneklere sahibiz.

Bugün, başka ülkeleri bir yana bırakırsak, sadece Türkiye üzerine odaklanırsak, bu yalan makinasının, nasıl işlediğine ilişkin, boyutlarına ilişkin, hatırı sayılır örnekler bulabiliriz. Bu örnekler Göbels’ten aşağı kalır da değildir. Bu durum, belki bize, hem modern devlet örgütlenmesinde medyanın rolünü de daha net anlatmış olur. Ya da bizim ‘tekelci polis devleti’ dediğimiz şeyi, bir kere daha anlatma şansımız olur. Tekelci egemenliği, sadece bir “salt ekonomik” olgu olarak algılamaktan kurtulmak gerektiği fikrimizi bir kere daha anlatmış oluruz. Zira, tekelci egemenliği, daha da ileri, kapitalist-emperyalizmi salt ekonomik bir olgu olarak algılamak, sol hareketin tarihinde oldukça eski bir hastalıktır.

Bu yalan makinası, mücadelenin sıcak biçimler aldığı dönemlerde, daha açık ve net ortaya çıkıyor. Mücadelenin, sınıf mücadelesinin geri düştüğü dönemlerde ise, bu yalan makinası, toplumun gelecekteki hareketliliğini önlemek, sürü bir toplum, boyun eğmiş insanlar topluluğu yaratmak için kullanılıyor.

Tekeller çağı, aynı zamanda tekelci rekabetin de devreye girdiği çağdır. Bu tekelci rekabet, öyle “serbest piyasa” koşulları falan da tanımaz. Tekelci rekabet, bir yandan tekeller arasında işbirliği demektir; ortaklaşa fiyat belirlemek, geçici bir süre için pazarı paylaşmak vb. anlaşmalar az bilinen anlaşmalar değildir. Karteller, aslında bu işbirliğinin bir biçimidir. Ama tekelci rekabet aynı zamanda silâhlı çatışmalara varan bir “yeni” tarzdır ve tekelci kapitalizm, bu olmadan var olamaz. Çeteler, mafya grupları, aslında bu tekelci rekabetin ürünüdür, buradan beslenerek büyürler. CocaCola’nın, Latin Amerika’da egemen olduğu tarlalarda, işkencehaneler dahi oluşturduğu bir efsane değil, gerçeğin kendisidir. Ülkemizde var olan mafya grupları, birçok kanalla, büyük tekellere bağlıdır. Bu nedenle, tekelci kapitalizm, her zaman bu mafyalaşma eğilimlerini, çeteleşme eğilimlerini bağrında taşır.

Tekelci egemenlik ve rekabet, arkada büyük çaplı üretimin beraberinde getirdiği, büyük çaplı ve hızlı tüketin gerekliliği ile birleşir. Tüketim toplumu ideolojisini yaratanların hareket noktası, sadece metaların, malların içerdiği artı-değeri paraya çevirme isteğidir. Ama tüketim toplumu ya da büyük çaplı tüketim gereksinimi, “salt” ekonomik olarak kalmaz, kalamaz. Reklâmlar devreye girdiğinde, bu aynı zamanda bir “yaşam biçimi” ya da bir ideoloji pompalamak anlamına gelir. “21. Yüzyıl ve Kapitalist-Emperyalizm” adlı çalışmamız (Deniz Adalı, Kaldıraç Yayınevi), Procter&Gamble gibi örnekleri aktarıyor ve pazar egemenliğinin ne boyutlara ulaştığını gösteriyor. Burada sadece şunu aktaralım ki, Procter&Gamble (kozmetik ürünleri, deterjanlar, şampuanlar vb. alanında 3 büyük dünya dev tekelden biri), İkinci Dünya Savaşı döneminde Amerikan propagandasını yürütmek üzere etkin biçimde görevlendirilmiştir.

Pazar hakimiyeti, insan olarak değil, sadece tüketici olarak görülen insanlardan oluşan bir toplumu varsayar ve bu, “birey olma” olarak pompalanan ideolojinin içindedir. Ve birçok mekanizma ile, bu tüketici bireyin alışkanlıkları gözlenir, alışkanlıkları oluşturulur. Bunun için sadece reklâm, sadece eğlence sektörü (filmleri, oyunları vb. ile) değil, aynı zamanda araştırma şirketleri de devreye sokulur. Kredi kartı firmalarına, mesela MasterCard’a bir miktar ödeme yaparak, örneğin kozmetik ürünü alındığında kendisine bir bilgi vermesini sağlayan bir holding, bu bilgileri, alışkanlık yaratmak için de kullanabilmektedir. Şimdilerde, son 25 yılda, taşınabilir telefonlar üzerinden, daha detaylı tüketim alışkanlıkları elde etmeleri mümkündür. Bu salt ekonomik gibi görülen faaliyet, aslında devletin, tüm telefon ve iletişim sistemini kontrol etmesi ile aynı sistemdir.

İşte burada medya, TV kanalları, gazeteler, filmler, oyunlar, eğlence sektörü, araştırma şirketleri vb. gibi geniş bir ağdan oluşmaktadır. Ve bu ağ, sürekli toplumu yönlendirme üzerine kuruludur. İşte yalan makinası da böyle işlemektedir.

Saymakla bitmez ama birkaçını ele almak yerinde olur.

Kabataş yalanı: Gezi sürecinde, bu yalan makinası, tüm TV kanallarında, tüm gazetelerde manşetten bir yalan girdi. Bir güruh hâlinde üzerleri çıplak bir erkekler grubu, başörtülü bir kadını taciz etmişler ve bu Kabataş’ta yaşanmış.

Ama ortaya çıktı ki, aslında bu alan, mobese denilen kamera sistemi ile izlenmektedir. Bu mobese kameralar, aslında, daha çok siyasi amaçlı kullanılmaktadır ve hep solcu, devrimci, muhalif avlamak için devrededirler. Mesela bu mobese kameralarının hiçbir zaman IŞİD’çi tespit ettiklerine rastlanmaz.

Yine de bu kameralarda böyle bir kayıt yok. Yani, üzerleri çıplak bir erkekler topluluğu yok.

Gezi Direnişi, kadınların o kadar öne çıktığı bir direniştir ki, eğer bir yerde erkek topluluğu ararsanız, bulmanız da zordur, bulsanız da o anlatılan şekli ile olmaz.

Bu açık ve bariz yalan, aslında, Gezi Direnişi’ne katılan, dindar, şu ya da bu dönemde AK Parti’ye oy vermiş kişileri hedef almaktadır. Onlara, bakın bunlar, sokakta kadınlara sarkıntılık eden insanlardır. Bakın bunlar, başörtülü bir kadın gördüler mi saldıran insanlardır, bu algı verilmek istenmektedir.

Sanki, solcular, devrimciler, bu ülkenin muhalifleri, iktidara karşı olanlar, tecavüz vakalarında kalkıp da, “ama tahrik unsuru var” diyenlerdendir. Sanki, bu muhalif kültürde, “eşim ve kızım Erdoğan’a helâldır” diyebilmenin yeri vardır. Sanki bu muhalif kültürde, tecavüzcüye iyi hâl indirimi uygulama, uygulamaları vardır. Hayır hiçbiri yoktur. Oysa iktidar yanlıları, sadece bugün AK Parti iktidarı döneminde değil, ama ülkemizin tarihi boyunca, her zaman tecavüze uğrayan kadına, baştan çıkartan kadın, tahrik edici giyinen kadın olarak bakmışlardır. Bülent Arınç’ın kahkaha atan kadınlar üzerine güzellemelerini hatırlayın. Fatma Şahin’in, Özgecan cinayetinin ardından “tahrik edici giyinmemek lazım”ını hatırlayın.

Öyle ise Kabataş’ta öyle bir yalan üretilmiştir ki, aslında gerçeklik ile bağı aranmamıştır. Sadece, net bir hedefe dönük, ısmarlama haber üretilmiştir, bunlar başörtülü kadınlara saldıran, bunlar sokakta kadınları taciz eden insanlardır. Bu haber için uygun bir isim gereklidir. Bu isme artık para mı veriyorlar, yoksa başka bir şeyler mi vaadediyorlar bunu bilemeyiz. Ama hemen haber devreye sokulmuştur.

Haber, ilgili her yere ulaşmıştır. Medya ellerindedir. Ve sonra, bu haberin yalan olduğunu ispatlamak mümkün olsa da, etkili olamamaktadır. En yüksek ağızlardan bu yalanlar topluma anlatılınca, bunu temizlemek çok zor olmaktadır.

Bugün Kabataş’ın bir yalan olduğu, bir uydurma olduğu artık tamamen ortadadır. Ama hâlâ, kalkıp kendi aralarında bunu kullanabilmeleri mümkündür.

Yine Gezi’den bir yalan haber daha ele alalım: Camide içki içmek. Caminin imamı, bu yalana ortak olmadı diye, imamı cezalandırdılar ve sürgüne gönderdiler. Sen nasıl bizim bu kadar ihtiyaç duyduğumuz yalanı desteklemezsin, bu komünistlere karşı yalan söylemek, cihadın bir parçası değil mi, sen nasıl buna onay vermezsin? İşte adamın suçu budur. İmam, devletin yürüttüğü, halka karşı yürüttüğü savaşta, kontr-gerillanın yanında yer almamış ve göre göre yalana ortak olmamıştır.

Camilerin altında AVM hesabı alışveriş için ticarethanelerin açılması günah değil. Kim bilir, bu ticarethanelerde, tam da caminin altında, acaba kaç kişi içki içiyordur ya da daha farklı günahlar işliyordur? Ama buna ses çıkmaz, çünkü ticaret kutsaldır ve Muktedir’in görevi “rant üretmektir.”

Muktedir, işi tamamen doğru anlamıştır, bu dünyada dünyalık yapmak istiyorsan, artık git üretim yap, Çin ile rekabete gir, onu pazarla vb. olmaz, bunlar için artık geçtir. Öyle ise ne yaparsın, bir kere muktedirsin, hemen rant üretirsin. Aslında üretmek de demeyecekti ama rant yaratmak dese, o da bir başka sakıncalı kelimedir. Ve Muktedir, iki konuda iyidir; birincisi rant yaratmak, ikincisi yalan haber yaratmak.

Bu yalanların ömürlerinin kısa sürmesi önemli değildir. Önemli olan o anlık etkisidir. Zira, ardından hemen yeni bir haber üretilir, olmadı yenisi. Bu, sürekli bir durumdur ve sadece ayda yılda bir yalan söylemekten söz etmiyoruz. O nedenle burada anlık sonuç almak önemlidir. Bunu yapıyorlar. Her gün, toplumun nabzını ölçeceklerini, ve bunu anket şirketlerinin doğru yapacağını sanıyorlar. Ve ardından ona uygun bir manipülasyon devreye sokuyorlar. Bunun için gerekli yalan haber neyse onu devreye sokuyorlar.

Diyarbakır bombalamasını ele alalım. HDP’nin seçim mitingine, yüzbinlerce insanın bulunduğu bir alanda, kürsüye yakın bir yerde önce bir bomba, ardından ikincisi patlatılıyor. İki bomba, aslında, muhtemel hareket yolunu düşünüp planlanmış gibidir. Ve Muktedir’e bağlı, devlete bağlı basın, hemen harekete geçiyor, kendi kendilerini patlattılar. Dahası, bilimsel bir hava verip, “sonuçları kime yarar getirir” sorusunu soralım diyorlar. Demek istiyorlar ki, bu HDP’nin oyunu artırır, demek ki bunu HDP yaptı ya da PKK yaptı. Hem bombayı attırıyorlar, hem yalanı üretiyorlar. Karşı-devrim için devreye koydukları savaş, aynı zamanda ona uygun bir kirli propaganda ile birlikte yürütülmek isteniyor.

Diyarbakır bombalaması, Suruç bombalaması, en son Ankara bombalaması, tümü, sadece seçimlere dönük saldırılar değildir. Aynı zamanda bu katliamlar, kitlesel eylemlerin, kitlesel direnişin gelişmesini önlemek içindir. Aynı zamanda sol-devrimci hareketin daha yeterince güçlü değil iken, önünü kesmek içindir. Aynı zamanda Kürt devrimi ile Batı’da gelişen Gezi sürecinin birleşmesini önlemek içindir. Yani burada uzun vadeli bir plan vardır. Kitlesel eylemleri, Soma karşısında gelişen eylemleri, Özgecan cinayetine karşı gelişen eylemler gibi eylemleri vb. önlemek istiyorlar.

Son Ankara eyleminden sonra HDP, kitlesel miting yapmama kararı aldı ve buna sevindikleri belli oluyor. İstiyorlar ki, tüm toplum sussun, kimsenin sesi çıkmasın. Muktedir, sarayında gür bir sesle konuşsun ve dinleyen herkes titresin. O rant yaratsın, oğlu toplasın. Burjuva medya yalanlar yayınlasın ve tüm toplum bir ninni gibi bunlara inansın.

Şimdi geriye bakalım, Diyarbakır bombacısı kimdir? Diyelim ki, sizden değil, neden yakalamıyorsunuz? Diyelim ki PKK’li, tüm gücünüzü devreye sokup hemen bulup afişe etmez miydiniz?

TC devleti, ister Muktedir istediği için olsun, ister Muktedir bir isteyince onlar on yaparak olsun, savaşı yoğunlaştırmıştır. Ülkenin her yanında sıkıyönetimler devrededir. 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan deklarasyonun ardından, diyelim ki 1 Nisan 2015’ten bu yana, sürekli savaş tırmanmaktadır. Ve bugüne kadar 1000’e yakın insan öldürülmüştür. Bunların 800’ün üzerindeki rakamı sivildir, 70’in üzerinde çocuk katledilmiştir. Sokaklarda beyaz bayrak kaldırarak hastahaneye gitmeye çalışan insan görüntüleri var. Evlerin duvarları mermi izleri ile dolu. Filistin artık Türkiye Kürdistanı’ndadır. Bu vahşi savaş, elbette büyük yalan propagandası ile birlikte yürüyor.

Suruç katliamını ele alalım. Suruç’ta canlı bomba patladığında, aynı “uzman”lar aynı soruyu sordular: Kime yarar sağlıyor? Oysa Ankara katliamının ardından, anlaşılan patlamayı sonradan öğrenmiş olan Davutoğlu, Erdoğan kadar hazırlıklı olmadığından, patlamayı yeni haber aldım diyerek kendini kurtarmaya çalışmıyor. Ama şaşkınlıkla, Suruç bombacısı hukuka teslim edildi diyor. Buradan hareketle, tüm canlı bomba eylemlerinin failleri bellidir, canlı bomba. O da patlamış olduğuna göre, eylem dosyası kapatılabilir. Bu tutum, çocuk kandırmayı bile aşan bir aymazlıktır. Ama dahası, savaşın şiddetini göstermektedir. Bu arada yine, Suruç katliamı için, kendileri patlattı diyebilmektedirler. Ve ulusalcı kesimler, buna dört elle sarılmakta, öyle ya, bundan kim fayda sağladı diye sormaktadırlar. Suruç’ta öldürülen 33 gence, bunlar zaten yoldan çıkmış kişilerdi diye bakan anlayıştır. Tecavüze uğrayan kadına, bu kadın zaten o yolun yolcusu diye bakan zihniyetin aynısıdır bu. Bugün Muktedir-AK Parti ile, eski Ergenekoncuları bir potada buluşturan şey, “devlet” refleksidir. Muktedir, devlet halk için vardır noktasından, halk devlet düşmanıdır noktasına gelmiştir. Ergenekon takımının bu “gelişmeyi”, işte gerçekleri gördü diye okuduğundan şüphe edilemez.

Ankara bombalarına gelelim. İki bomba patlatıldı, Diyarbakır’a benziyor ama biraz farklı. Burada iki bomba, doğrudan Gar’ın önündeki iki kolu, mitinge gelen kitleleri hedef almıştır. İkisi de, can almayı hedeflemekteydi. Öyle olmuştur. Şimdi, Ankara bombalamasının failleri yakalandı mı? İki kişi kendini patlattığına göre, dosyayı rahatça kapatabilir ve Muktedir’e teslim edebilirsiniz.
Ve yine utanmadan, devletin propaganda aygıtı, bu işi IŞİD de yapmış olabilir PKK de yapmış olabilir demekten geri durmamaktadır. Emin olabilirsiniz ki, bunca bilgiye rağmen, hâlen AK Parti tabanında bu eylemi PKK yapmış olabilir düşüncesinde epeyce insan vardır. Çünkü, savaşta taraf olmuşlardır ve gerçeklere gözlerini kapatmaktadırlar. Medya da onları bu yönde bilgilendirmektedir.
Medya denince, elbette yukarıda da söyledik eğlence sektörünü aklımızdan çıkarmayalım. Konya’da oynana milli maçta, sahada saygı duruşu yapılırken, tribünlerden allah-u ekber sesleri yükselmiştir. Konya maçının biletleri, sadece İstanbul ve Konya’da satılmıştır. Ve belli ki, bu savaşı organize eden güçler, patlamayla yetinmek, katliamla yetinmek niyetinde değillerdir. Tersine, bu yolla, kendi “ordularını” oluşturmaktadırlar. Rize’de miting düzenleyen Peker, mafya babası pozlarından siyasi ordunun liderliğine oynar pozisyona boşuna geçmemektedir. Bu iç savaşın bir ordusu oluşturulurken, en çok Peker’in takımından, en çok çetelerden adamlar alınmaktadır. IŞİD’in bu sürece aktif katıldığından da şüpheniz olmasın. Osmanlı Ocaklarının başkanının kabarık adi suç dosyası gibi, hepsinin dosyaları böyledir. Hamidiye Alaylarının oluşturulmasına benzemektedir. Farklı olarak yıl 1915 değil, 2015’tir. Ve Peker bu durumu görüp, bir miting düzenlemektedir ve polis, öncesinde, alana yakın tüm kahvehaneleri, pastahaneleri vb. miting güvenliği için boşaltmıştır. Bu, bize ulaşan bir bilgidir. Ve Peker, “oluk oluk kan akacaktır” diye tarihi-bilimsel tespitler mi yapıyor, yoksa, ‘böyle söyle’ deniliyor ve o da, önce ceketinin kollarını uca doğru çekip, heyecanla bunları mı söylüyor?

Ankara Garı’nda, MİT’in her zaman önlemleri vardır. Her zaman orası kontrol edilmektedir. Ve nedense, miting günü, kontrol etmekten vazgeçmişlerdir. Gar’ın üst odalarında, acaba, o saatlerde kimler vardı? Devletin elinde ne gibi görüntüler, videolar var?

Yine uzmanlar TV ekranlarında, “bu kime yarar”, tabii ki HDP’ye, o hâlde onlar yapmıştır, PKK ile IŞİD birlikte yapmışlardır. Bu kadar fütursuzca yalan söylenmesi, yalanın ömrünü kısaltır ama, yalan bir tane değil ki, o biter yenisi devreye sokulur, sonra o açığa çıkar, bu sefer de yeni bir yalan devreye sokulur.

Erdoğan’ın kızı Sümeyye’ye suikast iddiasını ele alalım. Birdenbire, basın, tam manşetten, Sümeyye suikastını işliyor. Sanki büyük bir komplo ortaya çıkmış gibi bir hâl yaratılıyor. Ama sonunda, Sümeyye suikastının, tıpkı, Bülent Arınç suikastı gibi yalan olduğu ortaya çıkıyor. Bülent Arınç suikastı ile, birileri kozmik odaya girmeyi hedeflemiş ve başarmış gibi görünüyor. Ama Sümeyye suikastı haberlerinin neyi hedeflediğini henüz biz bilmiyoruz.

Erdoğan’ın yolsuzluklarını örtmek için, basının uydurduğu yalanlar, yalan açıklamalar, her biri kuyruğundan yakalanacak kadar ortada olan yalanlar. Hangisini alırsanız alın.

Ya da Berkin Elvan’ın ölümünü ele alalım. Muktedir, 14 yaşındaki bir çocuğa savaş açtı. Ekmek almak için bakkala giden ve orada polisin attığı gaz fişeği ile ölen Berkin Elvan için, teröristti dediler. Sanki çocuğun Gezi Direnişi’ne katılmış olma ihtimali, onu öldürmek için yeterli gibi. Berkin’i öldürürsen, elbette, bunu anlatmak için, yalanlara başvurursun.

Ya da Roboski’yi hatırlayalım. Devlet, tüm kurumları ile, yıllardır bu olayı örtmek için uğraşıyor. O kadar ki, bir yandan, onlar zaten teröristti dediler. Olmadı. Bu sefer olayın üzerini örtmeye başladılar. Katırları öldürdüler, yalan üstüne yalan sıraladılar ve hâlâ bir sonuca ulaşılmadı.

IŞİD için, bugünün başbakanı, “bunlar öfkeli gençler” gibi bir açıklama yaptı. Bir ülkenin dışişleri bakanı bunu söyledi. Ve IŞİD’e akıl almaz yardımlar yaptılar. El Nusra’ya ya da diğerlerine. Ama bu arada giden silâhları, TIR’lar dolusu silâhı, “bayırbucak” Türkmenlerine gönderiyoruz dediler.

Musul konsolosluğunda IŞİD’in rehin aldığı konsolosluk çalışanları olayını hatırlayalım. Devlet, bizzat, açıktan halka yalan söyledi. Konsolosluk çalışanları anlaşmalı olarak IŞİD’e teslim edildi. Bu artık biliniyor.

Tüm bunlar, medya operasyonlarının nedenini daha açık hâle getiriyor. Muktedir, AK Parti, elbette doğrudan kendine bağlı medya kuvvetleri elde etmek istiyor. MİT ve polis teşkilâtını buna göre örgütledi, örgütlüyor. Bu konuda Fethullah hareketine göre çok geç kalmış olduğu açık olduğu için, o da, paramiliter çeteler kurmak istiyor. Osmanlı Ocakları, bunun legal zeminini oluşturuyor, Sedat Peker örneğindeki gibi mafya, bunun bir başka ayağını oluşturuyor, IŞİD ile bağlantılı çeteler bir başka kanadını oluşturuyor. Böylece, çete-devlet örgütlenmesinde bir yeni sayfa açılmak isteniyor.

Herkesi izliyor, dinliyorlar, ama adına “ileri demokrasi” diyorlar.

Çocukları katlediyorlar, ama “insan hakları savunucusu” oluyorlar.

İç güvenlik yasası gibi yasalar çıkarıp, herkesi tutukluyor, herkese ateş ediyor, her tür hak arama eylemine saldırıyorlar, TOMA’ları, zırhlı araçları, gaz bombaları ile tam bir savaş yürütüyorlar ve hiç utanmadan, her gün “terör”den söz ediyorlar.

Burjuva egemenlik, tekelci egemenlik, bir avuç zenginin halklar, işçi ve emekçiler üzerindeki diktatörlüğüdür. Bu bir avucun, milyonları sessiz, suskun tutabilmesi için, yalan, en büyük silâhlarıdır, gelenekler, kör inançlar en büyük silâhlarıdır. Ve bunları sürekli etkin kılacak, açık bir bombardıman ile gerçeği, güneşi görünmez hâle getirecek araçları basındır. Burjuva medyanın görevi budur. Muktedir medyası, bu konuda, ülkemiz basınının karartma geleneğinde yeni aşamalar yaratmakta, yeni zirvelere ulaşmaktadır.

Ama, ne olursa olsun, bu azgın saldırganlık, bu hukuksuz sistem, bu sömürü düzeni, insanın insana kulluğuna dayanan dünya, bu adaletsiz düzen, bu yalan makinaları ile ayakta tutulamayacaktır.