Bölgesel savaşın yıkıcı sonuçları ve zorunlu göç

ABD’nin ve AB’nin, Afganistan’da başlayarak Irak, Libya ve Suriye’de devam eden savaşın yarattığı sosyal felaketin birinci derecede sorumluları olmanın çok ötesinde, sayıları milyonları bulan göç dalgasının özellikle AB’nin merkez ülkelerine ulaşması sorunun uluslararasılaştığını ortaya koyuyor. Bu bakımdan Ortadoğu’yu işgal edip savaşa yol açanlar aynı zamanda ortaya çıkan bu toplumsal felaketten de sorumludurlar.

Küresel savaşın yarattığı yıkım sonucu milyonları bulan göç dalgasının politik arka planı tahmin edilenden daha derin ve karmaşıktır. İnsanlık tarihiyle birlikte sosyolojik bir olgu olarak ele alınan göç, işgalci güçlerin uluslararası ve bölgesel çıkarları sonucu doğrudan veya dolaylı olarak çıkarttıkları savaşlar sonucu çok önemli oranda politik bir özelliğe büründü. Yakın tarihimize bakıldığında özellikle son yıllardan sonra bölgesel savaşlar biçiminde devam eden çatışmalar sonucu, insanlık tarihin en büyük dramlarından biri yaşanmaya başlandı. Çocukların, kadınları, yaşlı nüfusun göçe zorlandığı ve yüz binlerle ifade edilen ölümlerin gerçekleştiği günümüzün yeni tip jenositleri olarak tanımlanabilecek bir tarihsel kaosla karşı karşıya bulunuyoruz.

Küreselleşme süreci, göç olgusunu çok daha belirgin olarak farklılaştı. Küresel işgalci güçlerin bölgesel çıkarları nedeniyle Afganistan’da başlayan Irak, Libya ve Suriye’de çıkartılan ve bölgesel savaşa dönüşen savaşta yaşamak için ölümde kaçan sayıları milyonlarla bulunan göç dalgasının yarattığı trajediyi hep birlikte yaşıyoruz. Savaş koşullarının zorunlu sonucu oluşan ve bütünüyle ölümde kaçış olan bu göç dalgaları bütünüyle zorunluluğa dayanan sosyo-politik koşulların bir sonucudur. Bugün küresel ilişkilerde bütünüyle sosyal bir patlamaya dönüşen insanlık dramının en büyük olaylarından biri olan Ortadoğu’da yürütülen çıkar savaşının yarattığı kitlesel göç, dünyanın hemen her yerinde etkisini çok daha derinden hissettirecektir.

2007 yılı verilerine göre Irak’ta kesintisizce savaş nedeniyle ülkesini terk edip göçmen mülteci statüsüne dönüşen insan sayısı yaklaşık olarak 3 milyondur. Ayrıca 1,7 milyon kişi de Irak içerisinde yer değiştirmek zorunda kalmış.(1) 6 milyon Suriyeli ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bu Suriye nüfusunun yaklaşık oyarak %26’sını oluşturuyor. Ayrıca nüfusun yarısı ülke içerisinde yer değiştirmek sorunda kalmış.(2)
2014 yılı verilerine göre 59,5 milyon insan, savaş nedeniyle yaşadığı bölgeleri terk etmek zorunda kalmış. Bunlardan 38,2 milyon yerini terk etmek zorunda kalırken, 19,5 milyonu mülteci ve 1,8 milyon sığınmacı statüsünde bulunuyor.(3)
Savaş nedeniyle Suriye’de çıkmak zorunda kalan ailelerin çocuklarından yaklaşık 250 bin çocuk, 360 bin kadın sokaklarda yaşamını sürdürüyor. Kadınların çok önemli bir kısmı zorla satılmakta veya fuhuşa zorlanmaktadırlar. IŞİD, El-Nusra gibi Türkiye tarafından doğrudan desteklenen radikal İslamcı Hareketlerin Rojava’ya yönelik çok kapsamlı saldırıları sonucu bölgedeki Kürtlerin çok önemli bir kısmı topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Kobanê bunun somut bir örneğidir. 3-4 ay IŞİD kuşatmasında kalan Kobanê’de yaklaşık 150 bin sivil evlerini terk ederek komşu devletlerde göç etmek zorunda kaldılar.
AB ülkelerine gelip iltica talebinde bulunan Suriyeli göçmenlerin sayısı yaklaşık olarak 150 bindir.(4)

2015 Mart Verilerine Göre Suriyeli Göçmenlerin Dağıldıkları Ülkeler

Tablo

Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Refugees_of_the_Syrian_Civil_War

Dünyanın 32 ülkesine dağılmak zorunda kalan ve önemli bir kısmının Kürt kökenli olduğu bilinen göçmenlerin sosyo-politik durumu analiz edildiğinde, küresel dünya sisteminin yarattığı savaşa paralel olarak göçün de küreselleştiğinin çok açık bir örneğidir. Dünyanın hemen her yerinde yaşayan toplumsal gruplar, bu küresel bölgesel savaşın sonuçlarından çok daha fazla etkileneceklerdir. Bölgesel küresel savaş nedeniyle oluşan göç, öncelikli olarak yakın bölge ülkelerini etkileyerek yayılmaktadır. Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de yaşanan iç savaş bu gerçeği doğruluyor. Bölgesel savaşın yarattığı göç aşamalı olarak AB’nin tarihsel sınırlarına doğru ilerlemesine rağmen kamuoyuna yansıtıldığı gibi ciddi bir sosyal sorun haline gelmiş değil. Başta Yunanistan, Bulgaristan, İtalya ve İspanya olmak üzere AB merkez ülkelerine doğru yayılan göç, Brüksel’i çok ciddi oranda tedirgin etmeye başladı ve bu sorun karşısında ve bir kısım önlemlerin alınması kararlaştırıldı.
Dışişleri ve devlet başkanları düzeyinde yapılan toplantılarda alınan kararlar, göçün AB sınırlarında tutulması oldu. Özellikle Kobanêli çocuğun kumsaldaki ölüm görüntüsü Avrupa’nın iç kamuoyunda yarattığı tepkiyi hafifletmeye yönelik, sınırlı sayıda göçmenin kabul edilmesi kararlaştırıldı. Böylelikle çıkar savaşları nedeniyle ortaya çıkan göç krizinin esas sorumluları kendileri olduğunu gizlemeye çalışmaktadırlar.

Sorunun bir başka boyutu şudur: Gerçekten AB ülkelerinde göç fazlası mı var? Göçmenler AB ve diğer ülkelerde ciddi toplumsal bir sorun mu teşkil ediyorlar. Özellikle AB’nin göçmene ihtiyacı var mı? Bu sorulara verilecek doğru yanıt, bugünkü göçmen krizinin doğru anlaşılmasına hizmet edecektir.

Dünya nüfusu 7,3 milyar civarındadır. Buna paralel olarak Birleşmiş Milletlerin 2014 yılı raporuna göre ise dünya genelinde toplam göçmen sayısı 214 milyondur.(5) Göçmen kökenli nüfusun ancak yarısı iş gücü olarak aktiftir ve bunlar içerisinde de ancak %30’u düzenli olarak üretim sürecinde yer almaktadır.

Küreselleşmenin kapitalist ekonomik sistemde meydana getirdiği değişiklikler sonucu, AB’nin merkez ülkeleri olarak bilinen Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya yani AB’nin G-5’leri, bu süreç içerisinde çok yoğunluklu olarak ‘yeni’ tip göçmene ihtiyaç duymaya başladılar. Kapitalist üretimin genel karakteristik özellikleri dikkate alındığından bunun kaçınılmaz bir sonuç olduğu çok açık olarak görülür. Kapitalistleşme süreci ile göç olgusu, aynı zamanda artı değerin elde edilmesi bakımından önemli bir işleve sahip olduğu biliniyor. Avrupa kapitalizmin ilk gelişme merkezi olması nedeniyle burjuvazinin oluşturduğu ve gelecekte oluşturacağı göçmenlik politikasının merkezi olmaya devam edecektir. Bu reel durum egemenlerin istemleri dışında tamamen küresel kapitalist ekonomik sistemin stratejik bir parçası olarak şekillenecektir.

1990 yılı verilerine göre Avrupa’da yaşayan göçmen sayısı yaklaşık olarak 49 milyon, 2014’da ise bu oran 72,5 milyon olarak verilmiş.(6) AB ülkelerinden doğmuş olup her hangi bir ülke vatandaşı olanlar veya sonradan ülke vatandaşlığına geçenler bu rakamların dışında bulunuyor. AB sınırları içerisinde yaşayan ve bulunduğu ülkelerin vatandaşlıklarına geçenler dahil olmak üzere göçmen kökenli nüfus yaklaşık olarak 160 milyondur.

Özellikle AB devletlerinin iç politik gündemini işgal eden göçmenler, sanıldığı gibi söz konusu ülkelerin sırtında hiçbir yük oluşturmuyorlar. AB kapsamında göçmen kökenlilerin AB’nın GSMH yıllık katkısı 100 milyar euro’nun üzerindedir.

AB’nin G-5’leri olarak bilinen devletler her yıl daha fazla göçmene ihtiyaç duymaktadırlar. AB’nin önde gelen gelişmiş küresel kapitalist ülkelerinin ihtiyaç duyduğu kalifiye işçi oranı son 15 yılın en üst seviyesine ulaşmış bulunmaktadır. Sadece Almanya’nın, nitelikli iş gücünü yeterince karşılayamaması nedeniyle ekonomik kaybı 5 milyar euro civarındadır.
Göçün bir boyutu ve öncelikli olarak ön plana çıkan yönü, ucuz iş gücünü temsil etmesi ve küresel tekeller için azmi karın oluşmasında en önemli kaynak olarak görülmesidir. Öyle ki savaşlar sonucu topraklarını terk etmek zorunda kalan kitlelerin adımlarını attıkları ilk devletlerde ‘göçmenlere yardım’ adı altında ucuz işgücü olarak kullanılmakta, iliklerine kadar sömürülmektedirler. Bugün Türkiye’ye gelmek zorunda kalan 2 milyonun üzerinde göçmen, ucuz iş gücü merkezi olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.

Küresel kapitalizmin ihtiyaç duyduğu göçmenliğin bugünkü gelişme eğilimine paralel olarak 2030’lu yıllarda dünya çapında 600 ile 750 milyon arasında bir göçmen topluluğunun oluşacağı tahmin edilmektedir. Bu oran AB ülkelerinin, ABD ve Kanada’nın toplamından fazla bir rakamı oluşturuyor. Bu düzeyde bir göç hareketi sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültüre ve sosyal özellikleri bakımından da çok önemli etkiler yaratacaktır. Küresel göçün yoğunlaşarak artması, tek tek ülkeleri kapsayan uluslardan, bölgesel veya kıtasal uluslara geçiş sürecini etkileyecek en önemli faktörlerden biri olacaktır.

Sonuç

Ortadoğu savaşının yıkıcı sonuçları göçe zorlanan toplum üzerindeki yıkıcı etkisi tahmin edilenden çok derin ve sarsıcı etkileri olacaktır.  Zorunlu ve plansız göç, kişiyi tarihsel köklerinden koparmakla kalmaz, aile ve toplumsal yaşantısını alt üst ederek sosyo-psikolojik sorunların en uçta yansımasına yol açar. Bu gerçek durumun aşılması uzun yıllara yayılacaktır. Ancak, toplumsal desteklerin verilmesiyle bu zorlu süreçlerin nispeten daha az bir sancıyla aşılması mümkündür.
Bir kez kendi topraklarında kopup göç etmek zorunda kalan toplumda geriye dönüşler beklenilenin çok altında olacaktır. Bu sosyolojik bir realiteyi bilmeden göç eden toplulukların şu veya bu politik-toplumsal argümanla suçlanması son derece yanlıştır ve hiçbir kazanımı olmayacaktır.
Henüz Avrupa’da net hissedilmeyen ancak Antep, Urfa, Adana, Mersin, İstanbul gibi mega kentlerde sokaklarda yaşamını sürdürmek zorunda kalan ve aynı toplumsal değerlere ve kültüre sahip olduğumuz savaş mağduru göçmenlerin trajik durumunun kanıksanması, sıradanlaşması insanlık değerlerimizin geldiği noktayı yansıtıyor. Birey, sosyal grup ve örgüt olarak hemen her kesimin kendilerini sorgulaması gereken bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Dr. Mustafa Peköz

1) https://en.wikipedia.org/wiki/Refugees_of_Iraq
2)http://www.dailymail.co.uk/news/article-2409632/Syria-civil-war-worlds-biggest-refugee-crisis-2m-people-forced-flee.html#ixzz3mJGM1Ncq
3) http://unhcr.org/556725e69.html
4) http://syrianrefugees.eu/?page_id=513
5) http://esa.un.org/migration/p2k0data.asp
6) http://esa.un.org/migration/p2k0data.asp