Bir dalkavuğa kaç sultan düşer ya da “İnsan Hakları Eylem Planı” Saray Rejimi’ni kurtarır mı?

Magna Carta, 1215 yılında imzalanmıştı.

Bizim, Saray Rejimi altında, Mart 2021’in başında “insan hakları eylem planı” adlı bir belgemiz, Saray Rejimi’nin “başı”, her şeyin başı, cumhurbaşkanı, başbakan, Varlık Fonu başkanı, baş komutan, reis, hatta “allahın tüm sıfatlarını üzerinde taşıyan” adam, futbol federasyonu başkanı ve damadın kayınbabası tarafından, açıklandı.

Damadın kayınbabası, TV kameralarının zorunlu yayını içinde, adına “insan hakları eylem planı” denilen bir belge açıkladı.

Saray Rejimi çok yorulmuştur. Sadece “metal yorgunluğu” değil bu. Bu ruhlara kasvet çöktüren, ellerin ve ayakların işleyişi ile başın işleyişini birbirinden koparan bir “yeni tarz” yorgunluktur. Bu açıklamada da bu yeni tarz yorgunluk görünüyor.

Boğaziçi öğrencileri, üniversitelerine atanan kayyum rektörün, aslında intihal yaptığını, yani başkalarının ismini, kaynağını açıklayarak bildirmesi gereken görüşleri, “kopyala-yapıştır” metodu ile kendi çalışması olarak sunduğunu ortaya koydular. Ama bu, yani bu çalma işi, sadece Bulu’ya ait bir “buluş” değil.

Kopyala-yapıştır o kadar yaygınlaştı ki, Saray Rejimi’nde, herkes bu yolla iş yapıyor. Artık, Saray Rejimi’nde çalışmak yok. Onun yerine, bir çeşit dalkavukluk öndedir. Dalkavuk, sultanın hoşuna gidecek şekilde, o ne istiyorsa ona uygun davranır. Hoşuna gitmeyecek bir “gerçeği” reise söylemek, belki azarlanmak, belki rütbe kaybı, belki tutuklanmak, belki de dayak yemek anlamına gelmektedir. Bu durumda, dalkavuklar ordusu gelişir.

Çok sayıda dalkavuk, dalkavukluğun kendine has bir zekâsı olduğunu ispat ederek, hoşa gidecek şeyleri söylerler ve kopyala-yapıştır tarzında bir çalışma tuttururlar.

Dalkavuklarla sürekli ilişkide olmak, onlarla her gün muhattap olmak zordur. Damadın kayınbabasının da bir sınırı var. Bu nedenle, onun adına, bazıları, sultan temsilcisi, damadın kayınbabasının temsilcisi olarak devreye sokulurlar. Mesela Altun, mesela Yiğit Bulut, mesela Mehmet Uçum vb. Bunlar, aslında dalkavuklarla sultan arasında bir yerde konumlanırlar. Yani bir taraftan bakınca sultandırlar, bir taraftan bakınca dalkavuk. Sultan olmadıkları zaman dalkavuklukta çığır açarlar, ama dalkavuk olmadıkları zaman ise tam birer sultan hâline gelirler.

Diyelim ki bir yere rektör atanacak, ona listeyi getiren dalkavuk, az önce bu listeyi aldığı kişilerin karşısında sultan olmuştur ve listeyi böyle sunmuştur. Diyelim, yeni “Kânûn-ı Esâsî” yazılacak, bunun öncesinde bir Magna Carta gereklidir. Dalkavukların karşısına sultan olarak çıkmış olan baş dalkavuklar, sultanı memnun edecek metni yazın emrini verirler. Ama nerede? Böylesi bir sistem yok, kendi kelimelerini kullanarak bir metin yazacak adam yok. Çünkü ya sultan beğenmezse, alimallah falakaya bile çekebilir. O zaman bu metin, en iyi bildikleri metotla, hırsızlama ile yapılmalıdır. Öyle yaparlar. Magna Carta’dan kopyala-yapıştır, Kânûn-ı Esâsî’den (Osmanlı döneminde, Abdülhamid’in ilan ettiği anayasa) al yapıştır, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden al yapıştır. Diyelim, işler ters gitti ve beğenilmedi, “efendim Sultan Abdülhamid Kânûn-ı Esâsî’de böyle yazdırmıştı” diyebileceksin, efendim “Magna Carta’dan aldım bu satırları, İngilizlerin hoşuna gider diye” diyebileceksin.

Çok dalkavuk, bir sultan devri artık bitti. Sultanı temsilen sultanlar ve giderek sayıları azalan dalkavuklar var. Öyle ki, sultan adına daha çok sultan olanlar, daha az dalkavuk istiyorlar. Güvenilir dalkavuk bulmak artık zorlaşmıştır. Çan eğrisi gibi, önceleri dalkavuk sayısı, “hizmetinizdeyiz” diyerek artıyordu. Ama işler ters gitmeye başladı, Saray’a mart karı yağmaya başladı ve şimdi “beni sağlık sorunlarım nedeni ile görevden affedin efendim” dönemidir. Bu nedenle, Saray’da sultanların sayısı artmakta, dalkavuk, eskisi kadar bol bulunamamaktadır.

Saray’ın hâli budur.

Dönelim, “insan hakları eylem planı”na.

Bir iktidar, muktedir, 20 yıldır ülkeyi yönetmektedir ve sanki, iktidara adaymış gibi, sanki bir siyasal program sunarmış gibi, sanki eli kolu bağlı imiş ve bu söylediklerini yapmasının önünde engel varmış gibi, kamuoyuna bir “insan hakları eylem planı” niye sunar?

Saray’a girmesi gerçekleşmemiş, Saray kapısında el-etek öpmekle ünlü Barolar Birliği Başkanımıza sorarsanız, size dalkavukları utandıracak kadar rezil bir açıklama sunacaktır. Diyor ki, bu belge, “yıldızlara erişmemizi sağlayacak.” Feyzioğlu, bir taşla iki kuş vurmak isteyen cinsinden bir dalkavuk. Göze girebilmek için, damadın kayınpederine, “aya sert iniş yapacağız” programı ile, aynı zamanda, “insan hakları eylem planı”na destek verecek bir açıklama sunuyor. İhtimal ki, damadın kayınpederi, kendisinin de asla inanmadığı bu iki açıklamayı birleştirerek savunan bu dalkavuğu “aptal” diye nitelemeyecek. Zayıf ama ihtimal dahilindedir. Daha yüksek ihtimal ise, damadın kayınpederinin, çevresindeki sultan parçalarına dönüp, “bu adama bir sadaka verin, iyi çıkışlar yapıyor” demesidir.

Feyzioğlu, aslında, damat ile ilgili, son derece etkili bir savunma videosu yayınlasaydı, geleceği daha garantili olabilirdi. Ama ne yapsın, sultanın aşkı onu kör etmiştir ve bu körleşmenin tedavisi, bacakların arkadan birleştiği yerden bir tekme yiyene kadar, yoktur.

Sahi bu “insan hakları eylem planı” niye yayınlanmıştır?

Saray Rejimi, muhalif midir, yani iktidarda başkaları var da, Saray’dakiler bunlara karşı mıdırlar?

Sanıyorum ki hayır. Amaçladıkları bu değildir.

Peki, “bir sonraki seçimi kaybetmektedirler ve onu kazanmak için mi” bu belgeyi yayınlamışlardır? Böyle ya da buna yakın düşünenler olduğu için, tırnak içindekiler tam bir alıntı olmasa da tırnak içine alınmıştır. Bu soruya da “evet” diyemeyeceğim. Bir sonraki seçim, bugünden yolları belli olan bir durum değildir. Olup olmayacağı bile belli değildir. Kaldı ki, ülkemizde bugün yaşanan bir şeyin iki haftadan fazla gündemde kalması pek mümkün değildir.

Gündemi değiştirmek için mi yaptılar? Biraz belki. Biraz çünkü CHP ve İYİ Parti’nin “allah müstahakını versin” tarzındaki muhalefeti bir yeni anayasa hazırlığı içinde idi ve Ocak-Şubat aylarında halka sunulacaktı. Onlar bunu geciktirdiler. Çünkü Saray böyle istemiştir. Onların muhalefeti, Saray’a değil, Saray için muhalefettir. Böyle olduğundan, “insan hakları eylem planı”, bir gündem değiştirmeye yaramış, “muhalefet”in anayasa çalışmalarını açıklamasını önlemiş olabilir. Ama bu sadece nedenin “birazı”dır.

Elbette, yeni anayasa gibi bir konu da gündemlerinde yok. Mevcut anayasayı, yasaları iplemeyen bir iktidarın, “yeni” diyeceği anayasa ne olabilir ki?

Esas olarak bu çalışmanın yayınlanmasının amacı, devletin resmî sitelerine konulan İngilizce metinden de anlaşılacağı üzere, gazetecilerin AB yetkililerine “umudunuz var mı” diye bu yeni açıklama hakkında fikir sormasından da anlaşılacağı üzere, bu açıklamalar AB için yapılan açıklamalardır.

TC devleti, kendi anayasasını askıya almıştır. Bağlı olduğu uluslararası sözleşmeleri, son AİHM’in Demirtaş ve Kavala davalarına ilişkin kararlarında olduğu gibi kaale almamaktadır.

Kendi anayasasını rafa kaldırdığında AB, bir şey söylemeyebilir. Ama uluslararası sözleşmelere uyulmaması durumunda, AB, yaptırımları devreye sokacaktır. Mart ayının ikinci haftası, bu açıdan önemli bir tarihtir ve TC devletinin yeni Magna Carta’sı, bu nedenle Mart başında ilan edilmiştir. TC devleti, AB’ye bağlılık sözü vermektedir ve doğrusu AB, bunu açıkça istemiş olmalıdır.

AB, bir tek bu sözlerle “tutum” değiştirecek midir? Evet, bu sözler kadar. Bu sözler sahtedir onların tutumları da sahtedir. Bu sözler, onların duymak istedikleridir ve onlara da şimdilik bu lazımdır.

ABD ve AB arasında gelişmekte olan yeni “anlaşma” ile Rusya ve Çin’e karşı sert adımlar atılacaktır. Bunun için, ABD tetikçisi olarak iş gören Saray Rejimi’nin, şimdi AB-ABD ittifakı için, NATO için ilave görevler alması gereklidir.

Yani bu metin, AB ve ABD hattından gelen telkinlerle yazılmıştır. Ne isteyenler buna inanacak ne de kameralar karşısında okuyan. Her şeyi sahte olan bir metindir bu. Damadın kayınbabasının, bunu anlamadığını sanmak yanlış olur. Zaten, Damat, ilişkileri sayesinde, bu bilgilere çoktan ulaşmıştır.

Böyle olunca acaba Saray Rejimi kurtulur mu?

Hızlı gittik biraz, ilk soru, damadın kayınbabasının iktidarı daha yıllar yıllar sürecek duruma gelir mi?

Kanımızca gelmez. Damadın kayınbabası için yollar açık değil. Falcılara başvurmuş mudur bilmiyoruz. Bizim gördüğümüz, daha çok Bahçeli’ye başvurmaktadır. Bahçeli’nin evine gerçekleşen ziyaretler, damadın kayınbabasının falının iyi olmadığını gösterir.

Peki, ya Saray Rejimi kurtulur mu, bu “insan hakları eylem planı” Saray Rejimi’ni kurtarır mı?

Bu soruya da yanıtımız hayırdır.

Damadın kayınbabası ile Saray Rejimi’nin kaderi birbirinin içine girmiştir.

AB ve ABD, bir ortak planla hareket etmeye başlarsa, bu durumda TC devletinden alınacak olanlar bir hayli fazladır. Bunu yapmak için, AB ve ABD’nin, sakin davranmak istedikleri açıktır. Rusya’ya karşı savaş, Çin’e karşı savaş naraları atanların, TC devletine bu doğrultuda roller verecekleri bellidir. Ama bunun öncesinde, bir hamleleri olmaması düşünülemez.

Üstelik bizim görüşümüze göre, Saray Rejimi’nin kaderi, sadece AB ve ABD’nin elinde de değildir. Tersine, sokaklara taşan özgürlük arayışının, gelişen sınıf mücadelesinin bu konuda belirleyici söz hakkı olacağı kesindir.

Bu nedenle, Saray Rejimi, saldırılarına ara vermeyecek, hız verecektir. Bunu biliyoruz. Bunun için tekrar tecrübe etmeye ihtiyaç yoktur. Kürt devrimine ve Batı’daki işçi hareketine, devrimci harekete karşı saldırıları süreklidir. Ve tüm bu saldırılara rağmen, halkın tepkisi artmaktadır. İşçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların tepkisi giderek gelişmektedir. Bu nedenle Gezi, kâbusları hâline gelmiştir.

Biz, işçi ve emekçiler, Kürtler ve diğer halklar, kadınlar ve gençler bu masalımsı açıklamalara inanmayacak kadar akla ve birikime sahibiz. Her gün coplanan, her eylemde kuşatılan, her gün TOMA’larla karşı karşıya kalan, her gün hakları yenilen, her açıklamasının karşısında devletin polisi, savcısı dikilenler ve tüm bunlara karşı direnişi sürekli sürdürenler, artık masallarla kandırılamazlar.

Sokakları özgürleştirmedikçe, haklarımızı ellerimizle koparıp almadıkça, cehennemde yaşayacağımızı biliyoruz.

Biz işçiler, biz emekçiler için, ekmek, adalet ve özgürlük, birbirinden kopmaz hâlde birleşmiş durumdadır. Biz işçi ve emekçilerin devletten herhangi bir beklentisi yoktur. Biliyoruz ki, kirli ellerini ne cebimizden ne soframızdan, ne canımızı almak üzere boğazımızdan çekmeyecekler. Tersine, o elleri ancak biz, ancak ve ancak zorla koparıp atabiliriz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz