Başka bir dünya mümkün: Nasıl bir üniversite? -3-

BİR MÜCADELE ALANI OLARAK: PEDAGOJİ SINIRLARINDA LİSAN

“Bir toplum hakkında düşünmenin yolu toplumun barındırdığı ve barındırabildiği sesler açısından düşünmektir.”

Dilin ne olduğu, ediniminin nasıl sağlandığı tartışmaları süredursun, bu tartışmaların da malzemesi olan dil, toplumsal bir gerçekliktir. Saussure, dili gösterge sistemine oturturken, telaffuzun ve fikrin zorunlu ilişkisini esas alıyor. Söyleyeceğimiz, bu ilişkideki zorunluluğun, zamanı aştığıdır. Pécheux’a göre: “…dil sistemi, hem materyalist hem idealist için, hem devrimci hem karşı devrimci için…aynıdır. Ancak bu, karşıt karakterlerin aynı söyleme sahip oldukları anlamına gelmez: dil, farklılaşmış söylem süreçlerinin ortak tabanıdır”. Daha özelde, farklı sınıfların aynı dili kullandığı gerçeği, dili başlı başına bir mücadele alanı haline getirir. Söylem sürecinin maddesi olan dili, pedagoji ile etkileşimi yönünde değerlendirmek amacındayız.

Dilin ihtiyaç duyduğu bir topluma karşılık, toplumların kendilerini ifade biçimlerine, bunun için de dillere ihtiyaçları vardır. Dil dinamiktir, eklemlenir, yeniden üretir kendini. Bu durumun dışsal müdahalelerle sağlandığı aşikar. Ne var ki, egemen sınıfın “yaptırımı” halini almış müdahalelerle, diller özlerini yitirmekte ve her geçen gün ölmektedir. “Madunların dilleri” için ciddi bir tehdittir bu, yaklaşan tehlikenin, kültürel kıyım tehlikesinin somut habercisidir.

Bugün bir televizyon programında Lazca şarkı söylemek isteyen sanatçıyı engelleyenleri, Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle öğrencilerin akademik hayatını sonlandıranları tanıyoruz. Onları, tüm çoğulluğa karşı çoğunluğu savunanlardan, Şilili özgürlük sanatçısı Viktor Jara’nın dilini kesenlerden tanıyoruz. Dil, kültürü bağrında taşırken, çeşitliliğe karşı verilen bu kirli savaş, bütüncül bir kıyım yaratıyor. Madunların darbe alan dillerinin sızdığı her alanda, diyebiliriz ki yaşantının her alanında, kaybolan özdeğerler sözkonusu. Kimliklerini unutturma, aidiyetsizleştirme ve yabancılaştırmanın buradan başladığı varsayılırsa, dolaşıma giren bu kirli kanın tüm vücudu kaplamasının an meselesi olduğu bilinmelidir. Bugün hüküm süren tek dil-tek ideoloji dayatması, başta bu makalede odaklandığımız pedagoji sınırlarında büyük açmazlara sebep veriyor. Birçok dilbilimcinin uzlaştığı, çocukluk döneminin dil edinimindeki ayrıcalıklı yeri, pedagoji bazında oluşabilecek sorunsalın boyutunu açık edebilir.

“Bu dünyada yaşayakalmak için beyaz adamın dilini bilmeliyiz. Oysa kendi dilimizi sonsuza dek yaşayakalmak için bilmeliyiz.”

Amerika yerlisi Darryl’in bu sözleri, anadilin alanını tasvir ediyor olsa gerek. Bugünün Türkiye’si özelinde, pedagoji ve dil etkileşiminden bahis açarken, anadilin bu bağın neresinde durduğunu tartışmamak elde değil. Bu amaçla, anadil mücadelesini (en yoğun) sürdüren ve dolayısıyla en çok bedel ödemiş bulunan Kürt öğrencileri örneklem alacağız. Bu somutlamanın faydalı olacağı kanısındayız.

Kürtçe üzerindeki geri kalmışlık, medeniyet dili olmama yaftaları, bizi bu kavramları irdelemeye itiyor. Nedir “medeniyet dili”? Bugün bu sıfatla anılan dillerin sömürge kültürüyle bağdaşıklığı ve dışlarında kalanlar üzerindeki tahakkümleri, ezilmişlerin dillerinin göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bu temelsiz söylemler türetilmeye devam ederken, anadilde eğitime yaklaşımın sağlıklı olması beklenemez. Bütün bu yaftalamalar ve yön verdikleri dışlama eylemleri, başta Kürt çocuklarını öz kültürlerini değersiz görmeye götürmektedir. Türkçe eğitimden geçenler, özgüven eksikliği ve iletişimsizlik sorunu yaşamaktadır. İncelemeler, sınıfta kalma ve benzeri durumların yarattığı başarısızlık hissi, Kürtçe konuştuğu için damgalanma ve farklı türlerde şiddete maruz kalma, iletişimsizlikten doğan bir pasifleşme olduğu yönünde.

Anadili temelli eğitim tartışılırken, somutlaştırılmama sıkıntısı sürüyor. Kürt öğrencilerin sosyodilsel bazda türdeş bir toplam olduğu varsayımı, önerilerin de tek tip modelle sınırlı kalmasına ve dolayısıyla yolun tıkanmasına sebep vermekte. İşe, “Kürt çocukları” örnekleminin heterojenliğinin kabulüyle başlamak zaruridir. Cinsiyetleri, zorunlu göç tecrübeleri, kırsal veya kentsel ortamda bulunmaları, sınıfsal farklılık, ailelerin politik yaklaşımı gibi birçok değişkeni göz önünde bulundurmadan bir model ileri sürmek olanaksız. Görüldüğü üzere, bir çocuk üzerinde çok katmanlı ayrımcılığı doğurabilecek etkeler mevcuttur. Bunlardan bazılarına ve tek dilli sistemdeki konumlanışlarına değinmek isteriz:

 

a. Toplumsal cinsiyet

Bu başlık altında, kız çocuklarının eğitim hakkının önünde sosyo-ekonomik ve kültürel engellerin bulunduğunu hatırlatmayı önceliyoruz. Ailelerin tutumları,dini yaklaşımlar ve yoksulluk gibi ögeler bu engellere tabidir.

Kız çocuklarının zamanlarının çoğunu evde geçirme “yükümlülüğü”, dil yeterliliği sağlamada eşitsizliğe yol açıyor. Egemen dille daha az haşır neşir olmaları ve sınıf içi uygulamalarda da konuşmaya oğlan çocukları kadar teşvik edilmemeleri gibi durumlar, bu dili okul derslerini izleyebilecek düzeyde öğrenmelerini güçleştiriyor. Bütün bu koşulların temelinde yatan ekonomik ve politik etkenler göz ardı edilerek hazırlanan sayı hedefli “okullaşma” projelerinin hayata geçirilmesi elbet mümkün olmayacaktır. Çare, aşina olduğumuz, uluslararası bağlamda finanse edilen “Haydi Kızlar Okula”, “Baba Beni Okula Gönder” gibi kampanyalarda aranmamalıdır. Modernist ve zaman zaman sömürgeci argümanları barındıran bu tür kampanyalar, çokdilliliği veya anadilini tartışmaktan geri durur. İddialarındaki Kürt kız çocuklarını okula gönderme çabası, bahsi geçen kızları Türkçe tekdilli eğitim sistemine dahil ederek asimile olmalarına geçit veriyor.

 

b. Kırsal bölge-köy ve şehir arası farklılıklar

Kürt coğrafyasında çocuklar, okula başlamadan önce hiç Türkçe bilmemekte veya çok az bilmektedir. Dışarıdaki sosyal etkileşimin ve aile ortamının birincil dili Kürtçedir. Bu coğrafyanın şehir ve ilçe merkezlerinde ya da Batıdaki metropollerde yaşayan Kürt çocukları ise okul öncesi süreçte iki dilin de etkisi altındadır. Bu etkiler dengeli olmasa da bir çokdillilik durumu ortaya çıkar. Bugünlerde, sözü geçen çokdillilikte Türkçenin ağır bastığı doğrudur. Bu durum, çocukların aileleri ve kendi aralarında gittikçe daha çok Türkçe kullanmasıyla açıklanabilir. Kürtçe ikinci dil durumuna sürüklenirken, okul süreci beraberinde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ailenin Türkçe bilmemesi durumunda ise, ebeveynlerin eğitime gereğince müdahil olamaması sorunsalı doğar. İki durumun da çetrefilli süreçler yaratacağı açıktır.

Şu an uygulamada olan tekdillileştirme(batırma) modeli dışında, geçiş modeli, koruma-sürdürme modeli, çiftdillileştirme(daldırma) modeli, çift-yönlü model ve benzerleri farklı ülkelerce tecrübe edilmiştir. Kuşkusuz ki bu modellerden herhangi biri, üzerinde yeterince düşünülmeden tercih edilip bir bölgede uygulamaya konulmamalıdır. Eğitim ortamının tüm bileşenleri dikkate alınarak ve modellerin (dönüşümsüz) sürekliliği şart koşulmadan hareket edilmelidir. Dillerin birbirinin rakibi değil, destekçisi olduğu, her çocuğun en iyi bildiği dil veya dillerde eğitim aldığı durumda en iyi öğrendiği unutulmamalıdır.

 

Öğretmen yetiştirme

İktidar mücadelelerinin doğrudan etkilediği öğretmen yetiştirme, iktidarın eğitim üzerindeki kontrolünü pekiştirmesi açısından kritik bir yerde duruyor. Türkiye, çokdilli ve çokkültürlü bir ülke olmasına karşın öğretmen adayları tekkültürlü ve tekdilli ortamda çalışma yürütecekmişçesine eğitiliyor. Bu durumda, fakülteden mezun olup çalışmaya başlayan öğretmenler büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar. Pedagojik donanımları ve eleştirel yaklaşım becerileri göz ardı edildiğinden, hakim ideolojiyi yansıtan “teknisyenlerden” farkları kalmıyor.

Yukarıda somutladığımız örnek bazında, öğretmenin Kürtçe bilmesi veya bilmemesi bir meseledir. DISA’nın deneyimlerine göre, Kürtçe bilen öğretmenin sınıfındaki (birincil dili Kürtçe olan) öğrenciler, iletişim kurabilme imkanlarının oluşumu dahilinde, daha başarılılar. Bu, ebeveynlerin sürece müdahil olabilmesi, öğretmenle iletişim kurabilmesi yönünde de avantajlı bir durum. Bunun yanında, bu iki öğretmen tipinin de ortaklaştığı nokta, okul dili ile anadili farklı çocuklara eğitim vermek üzerine bir kaynak okuma imkanı bulamamış olmaları. Eğitim fakültelerinde öğretmen adaylarına böyle bir ders verilmesi, öğretmenlerin hemen hepsinin de hemfikir olduğu gibi, gereklidir.  Eğitim fakültelerine bağlı çiftdilli veya çokdilli öğretmen yetiştirme bölümleri açılmalıdır.

Bilgi edinme sürecinde çoklukla edilgen durumda kalan öğrenci, bilginin geldiği kaynak olan öğretmenin de donanımlı olmayışıyla nitelikli bir eğitimden geçemez. Öğretmen, öğrenciyi eleştirel düşünmeye, toplumsal ilişkileri anlamlandırma ve yorumlamaya iten zeminler hazırlamalıdır.

Dil, ifadenin ana yansıtıcılığını üstlendiğinden; cinsiyetin, etnik kimliğin, sınıfsal aidiyetin aktarım tipleri üzerinde yönlendiricidir. Eğitimde kullanılacak dil, ayrımcılığı yeniden üretebilecek yetkeye sahip oluşu açısından da kritiktir. Bu durum gerek öğretmen yetiştirmede gerekse model önerilerinde dikkate alınmalı, eğitim dili ayrımcı söylemleri barındırmamalıdır.

Carol Benson’un dediği gibi, ayrımcılığa uğrayan toplulukların maruz kaldığı tecrübeleri anlamak, söz konusu ayrımcılıkları yaşayan toplulukların lehine işleyecek bir eğitim sistemi geliştirmenin en önemli adımlarından biridir. Dil süreci, başlı başına bir anlamlandırma pratiğidir. Bugün, kapitalizmin pekiştirdiği “anlamlandırmadan kaçış” ve sorunlara dair önlemlerin basit reformist adımlarla düzen içinden alınmaya çalışılması, pedagoji ve dil etkileşiminde daha büyük açmazlara yol açmıştır. Eğitim ortamının güncel durumuna ve olması gerekene evrilme sürecine bakarken sahip olunması gereken bütüncül perspektifi edinmek meşakatli olacak. Tüm dostları çabamıza ortak olmaya çağırıyoruz…

 

Gözde Işık

 

KAYNAKÇA

Nettle, Daniel, ve Suzanne Romaine. Kaybolan Sesler. İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2002.

Çiler Dursun. İdeoloji Yaklaşımları Çerçevesinde Dil, Söylem ve Siyaset

Derince, Mehmet Şerif. “Anadili temelli çokdilli ve çokdiyalektli dinamik eğitim: Kürt öğrencilerin eğitiminde kullanılabilecek modeller”, DİSA Yayınları, 2012