“Barış”a ağırlık ve işçi sınıfının örgütlülük sorunu

Bu sadece seçime hile karıştırılması gibi, zaten rutin olan, zaten klasikleşmiş olan durumdan daha ciddidir. Bu nedenle, önümüzde her açıdan uyanık olunması gereken günler var.

Mart 2015, bir yandan barış süreci ve diğer yandan yaklaşmakta olan seçimler nedeni ile, son derece kritik idi, öyle de oldu.

Şubat’ın son günü, 10 maddelik deklarasyon açıklandı. AK Parti ya da devlet, bu başlıkların açıklanmasını özellikle istemiyordu. Süreci kapalı tutma, halka açmama eğilimi uzun süredir biliniyor ve  AK Parti bundan medet umuyordu. Samimiyetsiz yaklaşım, oyalama tutumu bunu gerektirir. Tam tersine, PKK, uzun süredir, süreci açık yürütme isteğini deklare etmektedir.

Bu açıdan 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de yapılan açıklama, deklarasyon önemlidir. Öcalan’ın kaleme aldığı açıklamayı, herkes biliyor olsa da bir kere daha aktaralım:

28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de AK Parti, devlet ve HDP heyeti ile yapılan açıklama şöyle:

“Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır” denildikten sonra 10 madde açıklandı. 10 madde şöyle:

1- Demokratik siyaset tanımı ve içeriği

2- Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması

3- Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri

4- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar

5- Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları

6- Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması (Demirtaş’ın açıkladığı metinde, “çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı”denilmekte idi).

7- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri

8- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi (Demirtaş’ın açıklamasında,  çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi yerine “eşit mekanizmaların geliştirilmesi” deniliyordu).

9- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması (Demirtaş’ın açıkladığı metninde “çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması” yok).

10- Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.

Elbette bu açıklama, devletin barış sürecini gizli yürütme isteğinin de sonudur. Bu deklarasyon, gerçekte PKK’nin barış sürecine “ağırlık” koymasıdır. “ağırlık” koymak, gerçekte, tarafların konumunu bir kere daha netleştirmektir.

AK Parti-devletin bu konudaki oyalamacı tutumunun ortadan kalkmayacağı açık. Ama barış sürecini elinde bir oyuncak olarak tutmayı isteyen devletin, AK Parti’nin, Erdoğan’ın bundan böyle ciddi olma zorunluluğu açığa çıkmıştır.

Barış süreci, sanki Erdoğan’ın, AK Parti’nin, devletin, keyfine bağlı, “sadaka” verir gibi yürütülecek bir süreç değildir ve bu artık daha da nettir. Erdoğan-devlet baba, varsa verilecek hak, “onu da biz veririz” havasındadır. Hani, komünist parti lazımsa, onu da biz kurarız mantığı gibi.

Deklarasyon, aslında genel başlıklardır ve esas etkiyi uyandıran, AK Parti-devlet-Erdoğan’ı da ortak açıklamaya ikna eden unsur, Öcalan’ın, bir tarihî niyet beyanı olarak “silâh bırakmayı” kongrede tartışmak şeklindeki açıklamasıdır. Devlet, 10 madde ile ilgilenmedi bile, burjuva medya, 10 maddeyi sadece verdi, gerçekte ise silâhlara veda başlıkları attı.

Doğrusu, bu tarihten sonra, yaklaşık 20 gün hiçbir adım atılmadı. Ve ardından, Newroz mektubu geldi. Newroz mektubu kuşku yok ki, Dolmabahçe açıklamasının üzerine yükselmektedir.

Ve tam bunun öncesinde, Erdoğan, ben diyorsam yoktur, demek ki Kürt sorunu yoktur tarzı açıklamalara girişti.

Ve elbette, AK Parti samimi değildir, devlet samimi değildir. Bu nedenle, yeni bir oylama sürecine girişebilecek hamleler yapacaklardır. Arınç-Erdoğan atışması, Arınç’ın özgül ağırlığına da bağlı olarak, bu oyalama sürecinin bir parçası olarak sahnelenmiş olabilir.

Aslında, devlet, tüm süreçte, resmî olarak, açıktan, taraf olarak ortaya çıkmamayı seçmektedir. Bu uzun süredir uyguladıkları politikadır. Bugün, Dolmabahçe açıklamasının ardından devletin açıklamalarına bakıldığında, “ortak deklarasyon yok” gibi açıklamalar, aslında bu kaçak tutumun, kendini bağlamamayı seçen tutumun kendisidir.

Diyarbakır’daki görkemli Newroz, bu “ağırlık” koyma sürecinin parçasıdır. Devlet cephesinden gelen farklı açıklamalara aldırmadan bir “ağırlık” koymadır bu.

Elbette bu süreç, sadece seçim süreci değildir. Yine de seçim süreci ile uzak da değildir. AK Parti, bir yandan Kürtlerden oy kaybetmeme hevesindedir. Kobanê’ye rağmen, hâlâ oylarını koruyabileceği düşüncesinde olmadıkları kesindir. Ama bu kaybı düşürmek istiyorlar ve bu açıdan, bölgede örgütlenme çalışmaları, çok farklı tarzlar ve biçimler altında sürmektedir. Öte yandan, AK Parti-devlet, milliyetçiliğin, ırkçılığın güç kaybettiği bir dönemde, milliyetçi oyların artmasını istemektedir. Bu elbette AK Parti için bir oy kaynağı olma durumudur. Ama aynı zamanda, devlet, bu yolla milliyetçiliği körükleme peşindedir. AK Parti, hem Kürt oylarından kayba uğramamak için her şeyi deneyecektir, ki bu “her şey”de sınır olmadığı anlaşılmaktadır, hem de milliyetçiliği daha da ileri taşımak için ortamı gereceklerdir. Bu durum, devletin tüm kurumlarının da işine gelmektedir.

İşte bu açıdan, barışa konan bu “ağırlık”, işlerini daha da zorlaştırmıştır.

Dolmabahçe açıklaması ve Newroz, HDP cephesinde, geniş anlamda demokratik cephede moralleri yükseltmiştir.

Nisan ve Mayıs ayları ise, esas olarak işçi sınıfı ve emekçilerin gündemini sahnelere taşıma dönemi olmalıdır.

Özellikle, Kürdistan dışındaki alanlarda, işçi ve emekçilerin yerel ama süreklilik kazanmış eylemleri, direnişleri söz konusudur. Bu eylemleri gündeme taşımak, direnişteki işçilerle, emekçilerle bağlar kurmak, yoksulların taleplerine ses olmak gereklidir. Sendikalar alanında devletin- sendika mafyasının deşifre edilmesi için tüm gücümüzü harekete geçirmeliyiz.

Seçim çalışmasının kendisi, aslında, işçi ve emekçilerin örgütlenmesi, seslerini duyurabilmesi için de büyük bir olanaktır.

Tüm mesele, işyerlerinde, fabrikalarda, okullarda, hayatın her alanında yürütülen çalışmalarla örgütlenmeyi ilmik ilmik örerek yükseltmektir. Bunu başarmalıyız.

Bir yandan Gezi ile başlayan süreç bu konuda büyük bir destek ve olanaktır, diğer taraftan ise, Rojava devrimi ve Kobanê direnişi de dahil  Kürt devriminin yükselişi büyük bir moral ve olanaktır.

Bugün, ülkemizde sorun, esas olarak, işçi sınıfının, emekçilerin zayıf örgütlenmesidir. Anti-komünizm, 12 Eylül yenilgisi, Kürt devrimine karşı tüm topluma pompalanan ırkçılık-milliyetçilik, işçi sınıfının iradesini dumura uğratmıştır. Bu tarihi yenilgi sürecine bağlı oluşmuştur. Ve şimdi, bu milliyetçiliği dağıtma, kırma olanakları ortaya çıkmaktadır. Barış süreci bu noktada çok ama çok önemlidir. Kürt halkının kazanımları, her açıdan, tüm halkların kazanımlarıdır ve bu artık bilince çıkmaktadır. Bu olanaklar, ırkçı-milliyetçi zehiri ortadan kaldırmak için çok verimli bir zemin oluşturmaktadır.

Elbette, gerçek anlamda kazanım, kitlelerin örgütlü gücü ile ölçülebilir. Örgütlenme olmadan, örgütsel bir ifadesi olmadan bir bilinç durumundan söz edemeyiz. Bu nedenle, büyük sözlerden çok, küçük adımlarla örgütlenmek üzerinde yoğunlaşmalıyız.

Bu açıdan Nisan ve Mayıs ayları çok önemlidir.

1 Mayıs çok önemlidir.

Devletin sokakları esir alma, olağanüstü hâl yasaları çıkarma girişimlerine ciddi bir yanıt olmalıdır, olacaktır. Sokaklar, işçi ve emekçilerin nefes alabildikleri, seslerini duyurabildikleri, çoğalabildikleri, kısacası sahne alabildikleri yerdir.

Önümüzde, çetin ama yaratıcı bir mücadele süreci durmaktadır.

En önemli kazanç, en ölçülebilir kazanç, örgütlenme olacaktır. Bu nedenle, işçi sınıfının, emekçilerin, öğrencilerin, halkların örgütlenmesi tüm yaratıcılığımızı, devrimci irademizi göstermemiz gereken yerdir.