“Amerikan demokrasisi” ve ABD hegemonyası

ABD seçimlerinin başından beri Trump, yenilirsem, kaybedersem bırakmayacağım gibi sözler söylüyordu. Aslında bunlar ülkemizde yaşayanlar için çok da aşina olunan sözlerdir. Erdoğan acaba, seçimi kaybederse gider mi, sorusu hep sorulmaktadır. Doğrusu, Erdoğan da, ABD’nin açık yardımı ile seçimlerde akıl almaz hileler yaparak iktidarını sürdürüyor. 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybetmişti ve “gitmedi”. Demek ki “acaba gider mi” sorusunun yanıtı 2015’te var. Yaptıkları yapacaklarının kanıtı olsa gerek. Şiddet ve kan, baskı arttı ve bombalar patladı. Onların oy oranları “yükseldi” ve 3 Kasım’da hilelerini bir üst seviyeye çıkartarak, kalmayı başardılar.

Trump, “gitmeyeceğim” anlamına gelen açıklamalar yapıyordu ama, doğrusu Kongre baskını beklenen değil idi. Ya da bizim beklediğimiz değil idi. FBI veya CIA bekliyor olmalı idi.

Ocak başında, ABD seçim sonuçları ile toplanacak delegeler, seçim sonuçlarını resmîleştirmek üzere Kongre’de buluştular. Trump, açık olarak kendi taraftarlarına, ki çoğu ırkçı, neo-nazi örgütlenmelerdir, Kongre’ye yürüyeceklerini ve kendisinin de bu yürüyüşte olacağını ilan etti. Kendisi gitmedi ama, gruplar, tuhaf kıyafetleri ile kongre binasına girdiler. Binadaki temsilciler, tünellerden kaçırıldı. Bu olaylar sırasında, hem 4 kişi öldü ve ölenler polis kurşunları ile öldü, ölen bir kadının emekli asker olduğu açıklandı, hem de göstericiler, içerideki bazı bilgisayar vb. gibi malzemelere el koydular.

Anlaşıldığı kadarı ile, işin başında polis ya da güvenlik güçleri, yolları da açtı. Belki de Trump’ın hâlâ başkan olmasının etkisi de olabilir. Bu bilinmiyor.

ABD’nin yeni başkanı, “Trump acilen görevden alınsın”, 20 Ocak beklenmesin gibi çağrıların işi uzatacağı düşüncesi ile, bu yola başvurmama eğiliminde ve Trump’ın yargılanmama garantisini aldığı da söyleniyor. Belki de yargılanacak. Ama Twitter, bir şirket olarak hemen cezasını kesti, yargılamayı beklemedi, Trump’ın hesabını kapattı.

Konunun birkaç noktadan tartışılması gerekir diye düşünüyoruz.

1-

ABD seçimleri, oldu olası bir çeşit oyundur. ABD tekelleri, kendileri için gerekli kim ise onu oraya yerleştirecek tarzda iş yapmaktadırlar ve seçimlerde hile yapma konusunda ABD hükümetleri veya devleti kadar deneyimli bir başka güç, belki İngiltere olabilir.

Tüm kapitalist dünyada seçimler, sonuçları önceden belli bir çeşit oyundur. Bunu anlatmak, belki bugün, “demokrasinin ana merkezi”ndeki hâllerden sonra daha olanaklı olabilir.

Genel eğilim, iki partili sistemde, iki kez üst üste bir partinin adayının, diğer dönemde de diğer partinin adayının seçilmesidir. Ve kimin adayı seçilirse seçilsin, halk bunu bilmese de, önceden bellidir. Dahası, uygulayacağı program da önceden bellidir.

Arada bir, bir başkan, bir dönemle idare eder. Yani iki dönem üst üste seçilemez. Arada bir de suikastle çekilmiş olur. Bunlar da genellikle, çeşitli krizlere vb. bağlıdır.

Bu son seçimlerde, ABD tekelleri, ortak hareket etmedi. ABD tekellerinin bir bölümü, mesela silah sanayii, Trump’ı desteklerken, diğer bazı tekeller de Biden’ı destekledi. Hatta, Biden’ın adaylığı, sosyalist söylemler dile getiren Sanders’in çekilmesi ile netleşti. Sanders, Trump’ın davranışlarını, büyük ölçüde önceden öngördü. hangi eyaletlerde ilk sonuçların Trump lehine sonuçlarla başlayacağını, sonra neden ve nasıl Biden lehine döneceğini bile önceden söyleyebildi.

2-

Amerikan seçimlerini bu kez önemli kılan şey, Obama dönemi seçimleri için de geçerlidir bu, emperyalist dünyanın dünyayı paylaşım için içine girdikleri paylaşım savaşımıdır. Bu paylaşım savaşımı, uzun süredir, ABD hegemonyasının çözülmekte olduğunun göstergesiydi. ABD Soğuk Savaş döneminde başında oturduğu emperyalist kampın içindeki konumunu kaybetmekteydi, kaybetmektedir. ABD, kendisi dışında 4 diğer emperyalist güç ile dünyayı paylaşmak üzere savaşa girmiştir. Ve bu savaşı öne çekmek isteyen de ABD’dir. İngiltere, Almanya, Fransa ve Japonya’nın üzerindeki eski kontrolünü sağlamak istiyor. Savaş, bu 5 güç arasındadır (Savaşın Rusya ve Çin’e karşı savaşa dönüştürülmek istenmesi bir ABD taktiğidir ve esas olarak ABD’nin diğer 4 emperyalist gücü yanında tutma isteğinin ürünüdür. Rusya ve Çin, bu emperyalist paylaşım savaşımında daha çok kendilerini savunmaktadır. Çin ve Rusya’nın da emperyalist güçler olduğu yollu tezleri savunanlara katılmadığımızı birçok kere ifade ettik. Kaldıraç’ın Ocak sayısında, Temel Demirer’in Çin üzerine kapsamlı makalesinin okunmasını öneririz).

Savaş bu beş güç arasındadır.

SSCB var iken, ABD hegemonyasında bu güçler komünizme karşı savaş çığırtkanlığı içinde, kendi aralarındaki çelişkileri öne çıkartmıyorlardı. Ama SSCB’nin çözülmesinden sonra, diğer güçler açısından bu “birleştirici tutkal” ortadan kalkmıştı. ABD bu durumu çabuk gördü ve “dünya imparatorluğu” hayallerini öne çıkarttı. Dünya ABD kontrolündedir ve “tek kutuplu”dur dediler. Roma imparatorluğundan daha büyüğünü kuracaklarını ilan ettiler. Bu doğrultuda, dünyanın çeşitli yerlerine müdahalelere başladılar. Afganistan, Irak işgal edildi. Ardından başkaları da devreye girdi. Ama bu savaş politikasına rağmen, diğer emperyalist güçlerin üzerindeki ABD kontrolü, eskisi gibi olamadı ve zayıflamaya başladı.

Obama döneminde ABD, bir toparlanmaya gitmek istedi. Bir çeşit bir mola ile, güçlerini yeniden dizayn etmeye çalıştı. Ama Obama döneminde saldırganlık azalmadı. Libya, Suriye savaşları Obama döneminin ürünüdür ve yaratıcılarının başında da Biden, yeni başkan, gelmektedir. Hem Suriye savaşı hem de IŞİD örgütlenmesi Biden imzasını taşır. Bu yolla, ABD, diğer emperyalist rakiplerine karşı yeni düşmanlar ortaya koymaya çalıştı. Bu yeni tehdit, diğer emperyalist güçlerin ABD koruyuculuğuna sığınmaları için araç olacaktı.

Yine aynı dönem, Rusya ve Çin’in artan sahaya çıkış eğilimi, ABD devletinin, Trump’tan önce, Rusya ve Çin’e karşı “savaş” ilan ettiği dönemdir.

Tüm bu süreç içinde, ABD içinde “Amerika first” (aynı akım İngiltere’de “İngiltere first” sloganı ile yaratılıyordu) sloganı ile ırkçılık yükseltiliyordu. Bunu organize eden, elbette ABD tekelleri idi. Başkası mümkün değildir. Obama sonrası Clinton’a karşı Trump, gerçekte bu politikalar için devreye sokulmuştu.

ABD tekelleri, Rusya tehdidi masalı ile, askerî operasyonlarını genişletmek, NATO’yu büyütmek isterken, Çin tehdidi vurgusu ile de ekonomik savaş üzerinde duruyordu. Bunlar Trump seçilmeden önce vardı. Böylelikle ABD, Rusya ve Çin tehdidi vurgusu ile, onlara karşı, tüm diğer emperyalist güçleri, Batı kampını kendi etrafında toplamayı hedefliyordu.

Trump, oldukça pratik bir çözüm olarak öne çıkarıldı ve biraz da zorlama ile seçildi.

Bugün hâlâ aynı noktadadırlar. Biden ve Trump’ın uygulayacağı politikalarda ancak nüanslar olabilir.

Ama içeride gelişen protestolar, ırkçılığın yükselişine rağmen gelişen direniş, Trump’ın popülaritesini azaltmaya yetti. Yetmedi ise de, Trump iyi bir aday olmaktan çıktı.

Gerçekte Sanders adaylıktan çekildikten ya da çekilmeye zorlandıktan sonra, Biden, Trump’ın kazanmasını kolaylaştırıcı bir aday idi. Ama işler istedikleri gibi gitmedi. Ve son aylarda, Trump’ın kazanması için çalışan tekellerin bir bölümü de desteklerini çektiler.

Dönüm noktası, Biden’ın Kamala Harris’i başkan yardımcısı olarak ilan etmesidir. Biden’dan çok Harris, yeni dönem politikalarının anahtar ismi olabilirdi. Öyle olunca, Biden bunu kabul edince, Trump ya da Biden, kim seçilirse seçilsin önemini kaybetti. İçeride, önce bir toparlanma sağlama ihtiyacı öne çıktı ve Biden, öyle anlaşılıyor, ilk yılında daha çok iç sorunları gündem yapacak ve dış politika büyük ölçüde aynı temelde sürecek. Yani Rusya ve Çin’e karşı daha etkili bir karşı saldırı için hazırlıklar yapılacak, bu çerçevede bazı bölgelerden geri çekilmeler gündeme gelebilecek. Latin Amerika’da saldırgan politika, bir süre duracak, ama ardından daha etkili bir saldırıya yerini bırakacak gibi.

Demek ki Biden ile birlikte, ABD’nin hoyrat, kendini beğenmiş, saldırgan politikası sona ermeyecek. Tersine daha da artacak. ABD’nin temel isteği, hegemonyanın çözülüşünü durdurmak olacak.

Bunun için NATO yeniden güçlendirilmeye çalışılacak. Macron’un “beyin ölümü gerçekleşmiştir” diye tarif ettiği NATO, yeniden saldırganlığın ana aracı hâline getirilmek istenecek. ABD, eski dostları ile, yeniden güven veren bir ilişki arayacak.

3-

ABD kongresinin işgali girişimi, bir noktadan sonra durdu. Dünyanın her yerinde darbeler tezgâhlayan ABD, bu kez kendisi bu baskın girişimi ile karşı karşıya kaldı. Amerikan neo-nazileri, bu saldırının sonunda 4 ölü verdi.

Bu durum, ırkçılığın daha da saldırganlaşmasını önleyecek midir? Sanmıyoruz. ABD, bu olay karşısında daha “idare edici”, olayı unutturan bir tutum takınacaktır. Zira bu ırkçı güruh, aslında ABD’nin, içeride yükselen tepkiye karşı, toplumsal muhalefete karşı kullanmak istediği bir silahtır. Artan ekonomik kriz nedeni ile işçi sınıfı, yoksullar daha fazla sokaklara çıkacaktır ve bu ırkçı güruh, bunlara karşı kullanılmak üzere beslenmektedir.

Kongre binasındaki kan, çatışmaları daha da körükleyecektir. Ve bu güruh, bu kez, gizliden desteklenerek halkın üzerine sürülecektir.

Elbette bunun dışarıda da yansımaları olacaktır.

İngiltere’nin eski Washington büyükelçisi, daha ilk günden “artık ABD demokrasinin parlayan feneri değildir” diye açıklamada bulunmuştur.

ABD, dünyanın her yerine, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, gerçekleştirdiği her müdahale ve saldırıda, ağzından “demokrasi taşımak” sözlerini eksik etmemişti. “Demokrasi ihracı”, bir ABD malı olarak artık öyle kolaylıkla sunulabilecek bir mal değildir, olmayacaktır.

Bu durum ise, çözülmekte olan ABD hegemonyasının daha da hızla çözülmesine neden olacaktır, bunu besleyecektir.

Eğer, birileri bize, Biden yönetiminde ABD’nin, bu hegemonya kaybını sessizce ve barış içinde karşılayacağını söyleyecekse, buna ancak gülebiliriz. Gülünecek yönü ise elbette bu düşüncenin kendisi olur. ABD, kendisini dünya lideri vb. değil de, dünyadaki herhangi devletten biri olarak görmekten çok uzaktır ve eşyanın tabiatına da aykırıdır bu. Emperyalist bir güçten söz ediyoruz. Yanlışlıkla gücü elinde toplamış bir varlıktan söz etmiyoruz.

Eğer ABD emperyalist savaştan geri çekilirse, belki o zaman içeride de bir normalleşme yaşanabilir.

ABD, kendi hegemonyasının çözülüşünü sessizlik içinde karşılamayacaktır ve elbette bu savaşın daha da büyümesi demek olacaktır.

4-

Bu vesile ile gördük ki, Türkiye’de, ABD’deki kutuplara göre kendini ayarlayan, ona göre saf tutan kesimler var. Saray, uzun bir süre açıktan Trump destekçisi olarak çalıştı. Ama sonunda Erdoğan, işin sonunu görmek zorunda kaldı ve hâlâ nerede olduğu konusunda spekülasyonlar yapılan Damat Bakan’ı Biden geliyor diye feda etti. Ama hâlâ Saray medyası, açık olarak Trump taraftarı tutumlarını sürdürmektedir.

TC egemenleri, kendilerini ABD’deki kliklerin müritleri olarak organize etmektedirler. Önerimiz, (hazır KHK işlemektedir, hâlâ Erdoğan Saray’dadır ellerini tez tutup) bir KHK ile “Türkiye, bundan böyle ABD seçimlerinde oy kullanacaktır” diye karar almalarıdır. “Birinci sınıf” Amerikan “demokrasisi”nin militan savunucusu “yerli ve milli” güruh, elini çabuk tutmalıdır. Uzaktan destek vermek, uzaktan gözyaşı dökmek yeterli olmuyor gibidir.

5-

Tüm bu süreç, aslında kapitalist sistemin çoktan ömrünü doldurmuş bir sistem olduğunu göstermektedir.

Burjuva demokrasisi, artık açık bir tekelci polis devletidir.

“Demokrasinin parlayan feneri” sadece ABD’de sönmedi, tüm kapitalist dünyada sönmüştür. Kapitalizmin bu fazladan süren ömrü, insanlığı da yok etmekte, tüm insanî değerleri tüketmekte, insana ait her olumlu şeyi kirletmektedir. Kapitalizm, ancak, insanı yok ederek ömrünü uzatmaktadır.

Amerikan kongresini, işçi ve emekçiler kızıl bayrakları ile, özgürlük talepleri ile, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya talepleri ile, adalet ve eşitlik talepleri ile doldurduklarında, işte o zaman gerçekten bir demokrasiden, halkın ezici çoğunluğu için bir demokrasiden söz edebiliriz.