Amerika’da kırılma

Evet seçim sonuçlarını tanıdılar ama, biraz da zorlandıkları ortadadır.
Artık, ABD egemen sınıfları içinde bir çatlama olduğunu, birden fazla eğilimin olmasını değil, yol ayrımları anlamında çatlama olduğunu görmek mümkündür. Bu egemen sınıf içindeki çatlama, toplumdaki derinden gelen kırılmaya eşlik etmektedir. Amerika’da kırılma yaşanmaktadır. Her kırılma eninde sonunda, kendini bir depremle yukarıya hissettirir. Şiddeti ayrı bir tartışma konusu olsa da, bunun da gerçekleşeceği bir sürecin arifesindeyiz.
Trump’ın başkanlığı, ilginç bir tartışmayı da beraberinde getirdi. CIA ve belki de başkaları da, seçimlere Rusya’nın müdahalesinden söz etmeye başladı. Olay öylesine bir boyut aldı ki, bu müdahalenin nereye kadar vardığı konusunda tartışmamak mümkün değil. Dışarıdan izleyen bizler için, sanki, wikileaks’in açıkladığı belgelerin ötesinde bir şeylerden de söz ediliyor. Bunu bilemesek de, böyle bir hisse kapılıyoruz.
Doğrudan doğruya, Rusya’nın seçimlere müdahil olduğu, bu nedenle seçimlerin iptal edilmesi gerektiği söylenmektedir. Amerika’nın, “ağır” ve “oturaklı” kurumları, bu iddiaların sahibi konumundadır.
Anlaşılan o ki, bu iddialar, Trump’ın Rusya’nın adamı olduğu fikrini yayıyor. Bir yeni ABD başkanının Rusya’nın adamı olduğu fikri, sonunda dile de getiriliyor. Bunlar bizim kurgularımız değil, kurgu ise, Amerikan devletinin, az önce ağır diye nitelendirdiğimiz kurumlarına aittir.
Trump, acaba bir KGB ajanı mıdır? Hayır, henüz iddialar o boyutta değildir. İddialar, daha farklı duruyor. Bir yandan Trump’ın Rus sevgisinden söz ediliyor. Ve bu propaganda sonuç vermiş olmalı ki, Trump, son günlerde, Rusya karşısında direneceğini söylemektedir. Ama esas iddia, İngiliz kaynaklı olarak CIA üzerinden taşınıyor. ABD’nin arka plandaki akıl hocası rolünü oynamayı çok seven İngiltere kaynaklı habere göre, 2013 yılında Trump Rusya’ya gitmiş ve bu ziyaretinden, nurtopu gibi bir kaseti oluşmuş. Bu kaset, muhtemelen bir seks kasetidir ve bunun Rusya’nın elinde Trump’a karşı bir koz olarak kullanılarak, Rusya tarafından Trump’ın Başkan olarak seçilmesi sağlandığı iddia edilmektedir.
Biraz saçma durmaktadır. Diyelim ki, bu kaset var, öyle ise, zaten oldukça belden aşağı yürüyen seçim kampanyası süresince, İngiliz istihbaratı bu “iyiliği” niye yapmamıştır? İngilizler bu kaseti CIA’ya daha sonra mı vermişler? Neden? Beklenen, bu kasetin seçim sırasında patlatılması olurdu ki, bari seçilmesin. Şu anda bu iddialar, seçilmiş bir ABD başkanına karşı dile getirilmektedir.
İddialar bunlar. Bunların ne kadarı gerçek, ne kadarı kendi içlerindeki savaşın şiddetine uygun uydurulmuş şeyler bilemiyoruz. Ama bu bize, Amerikan egemenleri içindeki çatlamayı, şiddetli yol ayrımını göstermektedir.
Dünyanın her yanında kirli operasyonlar organize etmiş CIA, bugünlerde, Halep’in Suriye ordusu tarafından geri alınması ile kesinleşen Suriye başarısızlığı nedeni ile, bir hesap vermek zorunda kalacak gibidir.
Ortalığa saçılan belgelerde, CIA’nın, Clinton’un vb. IŞİD ile ilişkilerinin derinliği görülmektedir. Öyle ki, bu belgelerde Erdoğan’ın ve enerji bakanı damadın adı da geçmektedir. Ve ABD içinde, bu kirli ilişkiler içindeki olanların, en azından bir bölümünün yargılanması eğilimi de vardır. CIA’nın, IŞİD’i kurduğu vb. tartışılmaktadır.
Öte yandan bu tartışmalar sürerken, CIA’nın, Suriye savaşı boyunca işbirliği yaptığı, suç arkadaşlığı yaptığı bazı dostlarını koruması da oldukça güçleşecektir. Bu sonuca varmak için kâhin olmaya gerek yok.
İşte bu tartışmalar altında, Trump, 45. ABD başkanı olarak, yemini yaptı ve başkanlık koltuğuna oturdu. Bu da önemli bir gelişme, zira, bazı yorumlarda, 20 Ocak 2017’deki bu törenin gerçekleşmeyebileceği gibi uç sonuçlar da yer almaktaydı.
Trump, çeşitli protestolar eşiğinde başkanlık koltuğuna oturdu. Sadece senatörlerin veya bazı yetkililerin başkanlık törenini protesto etmesinden söz etmiyoruz. Protestolar, epey zamandır var, günlerce demekten aylarca demeye uzanacak kadar. Ve nihayet protestolar, geriye doğru gitmiyor, başkanlık töreninin olduğu gün ve ertesi günlerde Washington sokaklarına yayılıyor.
Göstericiler, CIA’nın iddiaları ile yürümüyor.
Göstericiler, insan hakları düşmanlığı, kadın düşmanlığı, sağlık sigortasının iptal edilmesi gibi emekçilere dönük saldırıları vb. açılardan bir protesto yapmaya başlamıştır. Yani, gösteriler ile, CIA etrafında şekillenen iddialar arasında tam bir bağ yok.
Trump ise, Amerikan rüyasından söz ediyor. “America first” diyor. Özeti budur. Birçok şirkete, yatırımlarınızı ülke dışına değil, ülke içine yapın, diyor. Bu aslında artık neredeyse hiçbir şey üretmez hâle gelen Amerikan ekonomisinin gelişimi için bir “içe dönme” hamlesi. Ama iş bununla sınırlı kalmıyor. Şimdiden bir çok dev şirket, bu konuda Trump’ın isteklerine uygun adımlar atmaya başlamış bile. Ama bu arada, Amerika’nın yeryüzünü şekillendirme, yönetme isteği meselesi var. Yani, bu adımlar bir içe kapanmaya neden olacak mı, sorusu var.
Meksika’da birçok yeni yatırımın durdurulması, bunların ABD’ye taşınması, hatta, Meksika sınırına bir duvar örülmesi isteği var. Bu durum, Meksika’da şimdiden bir ekonomik kırılmaya neden oldu bile.
Bu süreç içinde, Türkiye’deki ekonomik bunalımın, Meksika’dakinden bile daha büyük bir hıza sahip olması ayrı bir tartışma konusu olmalıdır. Trump, Meksika’ya karşı önlemlerden söz ettiğinden, onların para birimindeki aşırı kayıplar anlaşılabilirdir. Ama TL’nin dolar karşısındaki kaybı, çok çok daha büyüktür.
Trump’ın başkanlığı, bu protestolar altında başlıyor.
Trump, bir yandan yatırımları içe çekerek, işsizlik meselesine bir çözüm bulacağını söylemektedir. Ama öte yandan, dünya çapında Amerikan saldırganlığının azalacağını söylemek için çok iyimser olmak gerekir.
Hatta Trump, ilk konuşmasında, iktidarın Washington DC’den halka taşınacağını söylemektedir. Umudumuz o ki, Amerikan işçi sınıfı bunu duymuş, anlamış olsun. Çünkü, gerçekten olması gereken şey budur: İktidarın proletarya tarafından alınmasıdır. Bu açıdan Trump, gerçeğin hiç değilse bir parçasını dile getirmektedir. Washington DC Amerikan proletaryası tarafından alınana kadar, iktidar halka geçmiş olmaz. Trump, bunun bir savaşçısı, bir devrim savaşçısı olacak değil elbette.
Bu söylemler, Amerika’da bir kırılmanın, bir toplumsal arayış sürecinin çoktan başlamış olduğunu göstermektedir. Obama, sokaklarda tepkileri azaltmak, Amerika’nın dünya ile barışmasını sağlamak söylemleri ile gelmişti. Ama olmadı. Obama, dünya çapında saldırgan operasyonlar örgütledi. Dünya barışını değil, savaşı körükledi. Amerika’da sokak savaşları diyeceğimiz bir dönemi yaşattı. Polisin sırf derisi nedeni ile, Afrika kökenli olanlara karşı tutumu, bizzat kendisi de Afrika kökenli olan Obama döneminde akıl almaz ırkçılık boyutlarına yükselmiştir. Oysa Obama, dünya barışı, içeride insan hakları vb. için iktidarını kullanacaktı. Daha iktidarı aldığı gün, Nobel Barış Ödülü’nü kendine verdiler. Bu peşin ödeme, onu barışı koruma heveslisi yapmadı, tersine, dünya barışına ihanet çizgisine götürdü. Suriye’de ölen insanların, çocukların kanları Obama’nın ellerine yapışıktır.
Obama, Amerikan egemenlerince, bu koltuğa, kırılmayı önlemek üzere getirildi. Ama buna rağmen, Bush politikalarına içeride ve dışarıda devam edildi. Ve bu kırılma bugün bir gerçekliktir.
Obama, dünya çapında ABD’nin savaş için yeni pozisyonlar alması isteğinin ifadesi idi. ABD savaşçı güçleri, bir molaya, bir nefes almaya ihtiyaç duyuyordu ve Obama, bu şansı onlara verdi. Ama ABD’nin dünyadaki durumu olumluya gitmedi. Bugün, Suriye savaşının yenilgisi ABD’nin en önemli konusudur.
Trump ise, ABD’nin içe dönme eğilimi, içeride kırılmayı tamir etme eğilimi olarak görünmektedir. Trump ile egemen sınıflar, Amerikan devletini halka yeniden sevdirmek isteğindedirler.
Trump, bunun adamı olamaz. Trump, iktidarı Washington DC’den halka taşıyamaz. Amerikan devletinin, tüm pislikleri ile, tüm suçları ile yüzleşmesi yaşanmadan, normalleşme olamaz.
Amerika’nın dünya üzerinde yükselişi ve saygı değer bir yere gelmesinden söz etmek isteyen, bunun tek yolu olarak, Amerikan proletaryasınınsosyalist devrimi gerçekleştirmesi olduğunu görmek zorundadır.