Alternatif bir dünya mümkün -II- Eğitim sistemi

Biz kapitalizmde yaşayan, devrimi gerçekleştirdikten sonra da, kapitalist dünya içinden taşıdığımız kirleri şu ya da bu ölçüde taşımayı sürdüren kişiler olacağız. Bu ister istemez, ufkumuzu daraltacaktır. Önceliklerimiz, birçok yerde, doğru olanı yapma ile acil olanı yapma arasında hatalar yapmamıza zemin hazırlayacaktır. Sovyetler Birliği’nin uzun deneyimine, kendi deneyimimiz gözü ile bakabilirsek, biliyoruz ki, iyi niyetli olmak hatasız bir ilerleyişi olanaklı kılmıyor. Bazı taktik hamleler, adeta bir girdap oluşturup, stratejide delikler oluşturabiliyor.

Bu deneyimimize bir bütün olarak bakarsak, yeni dünyanın, tüm yeryüzünü saracak bir devrimle daha özgür gelişeceğini söyleyebiliriz. Ama yine de hatasız bir ilerleme mümkün olamaz. Kapitalizmin aşılması, komünist bir dünyanın kurulması; insanoğlunun, doğanın ve ekonominin kör yasalarını aşıp, tarihte ilk kez kendi kaderini kendi eline alması demektir. İnsanoğlu, komünizme kadar, kendi eli ile özgürce bir dünya kurmayı başarmış değildir. Köleci, feodal ve kapitalist toplum, insanoğlunun özgür iradesini değil, insanın insana kulluğunu yansıtırlar. Öyle ise komünizm, insanoğlunun kendi kaderini eline alması süreci, yaratıcı olduğu kadar, heyecan verici olduğu kadar zordur ve hatalara açıktır.

Bu nedenle, eğitim sistemi üzerine tartıştığımız zaman, aslında tüm toplum üzerine tartışıyoruz demektir. Bunun için, bu konuda söylenecek her şey eksik olacaktır.

Bunu, bunları bilerek tartışırsak, eksiklikler sorun olmayacaktır.

Öyle ise, biz burada bir yanda, mevcut eğitim sisteminin de eleştirisini yapacağız.

Mevcut eğitim sistemi, o ünlü deyiş ile “düzene uygun kafalar” yetiştirir. O kadar ki bu düzene uygun kafalar, bir yerde IŞİD kafası, bir yerde, bencil ve korkak, bir yerde kendine güvenmeyen, boyun eğmeyi alışkanlık hâline getirmiş, bir yerde güçlüden yana olan hak ve hukuk gözetmeyen kafalar olarak karşımıza çıkarlar. Elbette daha başka açıdan da sayılabilir, ekleme yapılabilir.

Kapitalist sistem, ilk olarak, değer sistemi olmayan, kendi değerleri olmayan kişilikler ister. Bunun için, eskiden gelen değerleri çözer ve onların yerine, tek bir değeri, paranın her şey olduğu değerini koyar. Bu elbette paraya tapınmaya dönüşür. Kimin söylediğini bilmesek de,  bir kapitaliste ait olduğunu düşündüğümüz söz şöyledir: Ey para, sana allah demeye dilim varmıyor ama, ondan da aşağı kalır değilsin. İşte para, sadece tüm metalara “sahip olma” olanağı demek değildir, aynı zamanda değersizleştirme ve bir güce tapınma aracıdır. Sadece meta avcılığı için değil, sadece servet avcılığı için değil, ama bir başkasının emeğine el koyabilmenin de aracıdır. Yani, her şeydir.

Gerçekte hiçbir şey olan paranın her şey olması durumu, tüm değerlerin silinmesine de olanak tanır. Belki bu değerlerin bir bölümü, zaten aşılmış, ya da aşılmaya mahkûm değerler olabilirler, ama dikkat edilsin, eskiyen değerlerin içinden daha iyileri çıkmıyor, yerlerine paranın gücü geçiyor.

Peki bu değersizleştirmeyi nasıl sağlayacaksın?

Evet reklâmlar, evet günlük hayatımızı kuşatan mülkiyet ilişkileri bunun için mükemmel bir zemindir. Ama yine de yetmez.

Eğitim sistemi, insanın aklını kullanamaz hâle gelmesini sağlıyor. Beyinler şekilleniyor. Ben, aile, mülkiyet, devlet, ulus vb. ile köreltilen beyinler, şiddet ve korku ile şekillenmeye hazır hâle getiriliyor ve gerisi aklını kullanamayan kişilerin oluşumu demektir. Aklını kullanamayan, doğru ile yanlışı ayırt edemeyen, kendisinin bilincinde olmayan bir varlık yaratılıyor.

İnsan, aslında doğanın kendi bilincine varması sürecidir. Doğanın içinden gelen, doğanın bir parçası olan insan, aslında doğanın kendi bilincine varması diye özetlenebilecek bir şeye, bilince sahiptir. Bilinç olmadan insan, insan olamaz. Bilinç, doğa ve toplumda var olan hareketin yasalarını anlamak, kavramak ve buna uygun hareket etmek, eylem geliştirmek demektir.

İşte eğitim sistemi, kapitalist toplumda, bu özelliği yok etmek için dizayn ediliyor. Çocuk, bazı bilgiler öğreniyor ama, aslında bir insan olarak, kendi bilincine varamıyor. Ona, aslında bir hiç olduğu, ister dinî eğitim ile, isterse “milli eğitim” ile olsun, her adımda veriliyor. İnsanoğlu, kapitalist toplumda, en çok akıl yürütme biçimi şekillendirilerek boyun eğen varlığa dönüştürülüyor. Kendine güvensiz, korkuları ile hareket eden, bilinci bastırılmış bir varlık yaratılmak isteniyor.

Bu nedenle, eğitim sistemi, sorgulayıcı, fikirleri geliştirici, ön açıcı, kendini ifade edebilme yollarını geliştirici, kendine güven aşılayan bir eğitim sistemi olamıyor. Bu, planlıdır, rastgele ya da kendiliğinden işleyen bir süreç değildir. Bunu yapmak için, bir yandan bilimi öğretmeme, diğer yandan da metot olarak ezberletme birbirine hizmet ederek gelişiyor. Bunlar paralel giden şeylerdir. Bilim öğrenimi, ezberle olamaz. Bilim eğitimi, özgürlükler bastırılarak yapılamaz.

Görülüyor ki, burada amaç ile metot birbirine çok bağlıdır.

Örneğin dinî eğitimin metodu, kapalı bir sistem içinde algılamayı sağlamakla ilgilidir. Çerçevesi çizilmiş bir sınır içine kişiyi sokmak, sonra o sınırlar içinde eğitmek mümkündür. Dinî eğitimde, bir kapalı sistem oluşturmadan, kişiyi sorgulamaya iten bir metot geliştirilirse, dinî eğitim, tersine sonuçlar vermeye başlar. Çünkü, binlerce yıl öncesinin ortaya koyduğu çerçeveyi sorgulamadan ilerlemek mümkün olmaz. Öyle ise, günah veya sevaplarla örülü bir sınır çizilmelidir ve orada hareket edilmesi sağlanmalıdır. Mesela serbestçe soru soran bir öğrencinin, ayetler hakkında soracağı soruların varabileceği sonuçlar vahim olabilir. Bu nedenle, önce, soruların içinde kalacağı çerçeve belli olmalıdır. Mesela din kişi ile allah, yaratan arasında bir ilişki ise, bu sonu gelmez mülk edinme sevdasının anlamı nedir? İşte bu soru yasaktır. Burada dikkat edilirse, biz sadece bir yaratıcının varlığının sorgulandığı sorulardan söz etmiyoruz. Hayır ondan önce, tüm söylenenleri ezberlemeden kabul etmeme durumunu tartışıyoruz. Anlıyoruz ki, burada da metot, kabule dayanıyor.

Bilim öğretirken, çocuklara, “Türküm, doğruyum vb.” ile başlayan bir eğitim neden verilir? Ama dahası, nasıl verilebilir? Bunun bir “disiplin” içinde, sorgulama ve soru sormayı cezalandıran bir sistemle kabul ettirilmesi, 40 kere tekrarlarsan inanırsın şeklinde bir tekrarlamaya dayandırılması boşuna değildir.

Dememiz odur ki, eğitimde amaç ile metot arasında çok ciddi bir ilişki vardır.

İlk okul, aslında anaokulu ya da kreştir. Anaokulu veya kreş, çocuğun aile, yani doğal çevresinden çıkışı ve toplumsallaşması yönünde ilk adımdır.

İnsan toplumsal bir varlık olduğuna göre, toplumsallaştıkça insanlaşma süreci biçimlenecek demektir. Yani çocuk, sadece büyütülecek bir canlı değildir. Kedi yavrusu da büyütülür. Ama insan, aynı zamanda insanlaşır.

Bu ilk toplumsallaşma adımında, aslında çocuk, gerçek anlamda toplumsallaşmaya başlamalıdır. Bunun anlamı, çocuğun özgürlük alanının genişletilmesi, bu özgürlüğü kullanımının geliştirilmesidir. Bu aşamadan başlayarak kendine değer verilen, kendi kararlarını verebilmesi desteklenen, mutlaka “istenilen” gibi olması gerekmeyen bir insan eğitimine girilmiş olduğu bilinirse, süreç daha iyi anlaşılacaktır. Emin olabiliriz ki, sınıfsız toplumda, komünizmde, en iyi öğretmenler, üretim hayatının dışına yaşı gereği çıkmış olanlardan seçilerek bu alanda müthiş bir yaratıcılık sergilenecektir. Toplumun yaşlılarının yanısıra, bir de bizzat üretime başlamış olanlarından kurulu bir karma eğitmen grubunun, çocuğun toplumsallaşmaya attığı ilk adımlarda müthiş sonuçlar elde etmesi mümkündür.

Sınıfın, sınıf savaşımının, devletin, devlete bağlı bir şekillenme biçiminin, her türlü ötekinin olmadığı bir ortamda, özgür ve bilimsel bir eğitim hayata geçirilebilir.

Çocuğa kendini ifade ediş olanakları sunulabilir ve öğretilebilir. Yeteneklerini görmesi sağlanabilir.  Kuşkusuz toplumsal yaşamın geçmişinden gelen bilimsel bilgiler, tarih ya da başkaları da öğretilebilir. Ama bu öğretme ve öğrenme sürecinde çocuk, bir pasif nesne, şekil alması gereken bir “hamur” olarak ele alınmaz, tersine, eğitimin bir öğesi olarak ele alınır.

Bugün, çocuk, aileden ilk ayrıldığında, bir paralı anaokuluna verilmektedir. Bazı kişiler, çoğunlukla eğitimci nitelikleri sınırlı ve çocuk sevgileri şansa kalmış kişiler, ücret karşılığı çocuğa bakmakta-eğitmektedir. O kadar ki, eğer “iyi” bir öğretmene düşmüş ise çocuğunuz, mutlu olursunuz.

Çocuk daha orada ilk anında, aşağılanır ve aşağılamayı öğrenir. Daha orada ilk anında yarışın içine sokulur. Daha orada ilk adımda, yapma-etme, uslu dur, oynama, yaramazlık yapma sesleri ile yön verilen, kontrol altına alınan bir varlıktır çocuk.

Bunun için, ailede iş, “çocuk büyütme” olarak adlandırılır. Sorarsınız, ne yapıyorsunuz, yanıt: Çocuk büyütüyoruz. Biraz çiçek büyütmek gibi, biraz kedi yavrusu büyütmek gibi. Ama insan yetiştirme fikri içinde yoktur. Dahası, çocuk büyütme, zor, bıktırıcı ve para da kazanılmayan bir zahmetli iştir. Çocuk büyütme, aslında onca şaşalı sevgi gösterileri içinde, sevgisiz büyümek de demektir. Oysa insan yetişmektedir. Çocuk insanlaşmaktadır.

Hediyeler almak ve vermek, komşularına gösteri yapmak, bu yolla bir sosyal statü edinmek aracı olarak kullanılan doğum günleri, aslında önemsenebilir. Ama eğitimle bağı kurularak, paylaşımın gelişimi sağlanarak, çocukların kendi ellerini ve akıllarını kullanmaları sağlanarak, kendilerini aracısız ifade etmelerine izin verilerek.

Doğum önemli bir süreçtir. Ve insanoğlunun, doğal çevresine bağımlılığının sona ermeye başladığı ana kadar sürer.

Okul ve eğitim de önemlidir. Bunun bir gün ile kutlanmasına gerek yoktur. Ama okul ve eğitim süreci, çocuğun aynı zamanda arkadaşları arasında yer edinme sürecidir. Burada çocuğun karakterini ortaya koyacak bir isim, çocuk için ikinci bir isim olarak ele alınabilir. Bu isim günü, o kişinin hayatında önemli bir dönüm noktası olabilir.

Üretime katılma bir başka önemli zamandır. Üretimden düşme ve çocuklarla ilgili olanları da dahil, sosyal hizmetler için bir çeşit öğretmenlik yapmak, belki bir başka evre olabilir.

Kısacası, bu insanlaşma sürecidir. İnsanın, doğanın bir parçası olarak, kendi bilincine varma sürecidir bu.

Demek ki, paralı eğitim, asla ve asla kabul edilemezdir. Paralı eğitim, sömürü sisteminin ve mülkiyet ilişkilerinin ürettiği ayrıcalığı korumak demektir. Bu aslında, eğitimin mantığına kökten aykırıdır. Öyle ya, insan eğitimi denilen şey, en başta paralı okullarda yapılmaya başlanmış ise, eşitlik, özgürlük, en başından ihlâl ediliyor demektir. Bu okulda bir çocuğun, eşitlik ve özgürlüğü öğrenmesi mümkün değildir. Bu okullarda eğer insanî değerler öğretilebiliyor olsa, o zaman para ile her satın alınan şeyde, bundan bir nüve olurdu. Tersinedir. Eğitim, toplum yaşamında kişilerin birbirine karşı güç üzerine kurulu, mülkiyet ilişkileri üzerine kurulu yaklaşımlarını reddettikçe, kişiyi özgürlüğe yaklaştırabilir.

Eğitim, herkese, eşit olanakların sunulacağı tarzda organize edilmek zorundadır. Eğitim, aynı zamanda eğitimcilerin eğitimini de içeren bir bütünlüklü süreçtir.

Elbette, ilk sosyalleşme alanı olan okul öncesi eğitim süreci, ücretsiz olmak zorundadır. Bunun üzerine artık durmaya da gerek yok.

Okul öncesi eğitimde en kritik soru, yeni eğitim tekniklerinin-metotlarının nasıl devreye sokulabileceğidir.

Gerçekte eğitimin amacını bir yarış, rakiplerini geçme vb. olarak belirlemekten kurtulduğumuz an, artık çocuk ve eğitimci birlikte aynı sürecin içinde yer almaya başlarlar. İşte bu noktadan sonra özgün eğitim metotları gelişmeye başlayacaktır.

Burada da amaç, sadece öğrenciye teknik-bilimsel bilgiyi vermek değil, içkin amaç, onun özgür bir topluluk üyesi olarak, kendine güvenli bir sorumlu kişi olarak, kendi bilincine varmasının sağlanması olmalıdır. Kuşku yok ki, bu amaç vb. komünizmin kuruluşu sürecinde pek çok tartışmayla gelişecek ve en doğru biçimini bulacaktır.

Bugünkü dünyanın problemlerini aşmak ise son derece kolaydır.

İlki, kalabalık öğrenci sayısıdır, ki kesinlikle çözümü vardır. Burada sadece okul öncesi üzerine yoğunlaşmış olsak da, diğer alanlarda da bunun çözümü vardır. Üstelik öyle apartman dairelerinden bozma okullar şeklinde de değil. Sadece, inşaat ihalelerinde Bilal’e giden paralar ya da sadece enerji ihalelerinde Damat Albayrak’a giden paralar, bu işi çözmeye yeter de artar bile. Mesele kaynak sorunu değildir.

Yeterli öğretmenin bulunması sorunu daha önemli, ama çözülemez hiç değildir.

Tüm mesele, eğitimi, insan yetiştirme meselesi üzerine kurma meselesidir. Elbette, bugünden bakılıp yapılacak itirazların çözümü çok ama çok kolaydır. Zorluk, gelecekten bakarak, insan yetiştirme ve bir bütün olarak eğitim sorununun çözümünün organize edilmesidir ve hem zor olan alan, hem de özgün olan alan tam da burasıdır.

Şimdi ilkokuldan üniversiteye ulaşan süreci tartışmaya başlayabiliriz.

 

devam edecek…