Aborjin çocuklarından Kürt çocuklarına…*

Önce SMS’lerle öğretmenleri Cizre ve Silopi’den çeken, böylelikle hemen ardından başlatılan askeri kuşatma ve tanklı-toplu saldırının ilk haberini veren devlet, bu kez orada engellediği eğitimi, soykırım politikasının devamına dayanak olarak kullanmaya hazırlanıyor.

Bazı öğretmenlerin bölgeyi MEB talimatıyla terketmesinin hemen ardından okullar özel harekat timleri ve askerler için karargaha dönüştürüldü.

Geçtiğimiz gün Başbakan Davutoğlu yaptığı açıklama ile “o çocuklar” diyerek kastettiği bölgede kuşatılmaya çalışılan Kürt halkının çocukları için aynen şu ifadeleri kullandı: “bu öğrencilere sahip çıkılacak. İddialı bir şey söylüyorum; alır onları ülkenin en iyi okullarında yatılı eğitim ile kayıpları telafi ederiz. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in en iyi okullarında yazın veya sömestr tatilinde alıp eğitimlerini yaptırırız. Gerekirse hepsine özel eğitim aldırırız.”

Bu sözler, iktidarın soykırım deneyimlerinin hafızalarında ne kadar taze olduğunu da ortaya koydu.

Bir halkı topyekün hedef almak, onu “terörist” olarak damgalamak, yaşadıkları mahalleleri tanklarla helikopterlerle bombalamak, yani imha politikaları, tarihsel deneyimlerini aşan boyutlarda araçlarla bugün sürdürülüyor. İmha politikaları bugüne kadar dünyanın ve bu toprakların iktidarlarının pratiğinden bildiğimiz üzere “asimilasyon hayali” ile birlikte yürütülüyor.

Bu asimilasyon ise göçe zorlama, ancak kimliğini kültürünü gizleyerek yaşayabilmenin dayatılması ile desteklenirken, çocuklar üzerinde de büyük bir plan kurar.

Halklar tarihi bunun örnekleriyle dolu

Sünnileştirme ve Türkleştirme için katliamın ardından yatılı okullar, evlatlık verme ve yetimhaneler devreye sokulmuştur. Anadolu halklar tarihi bu örneklerle doludur.

Dünyadaki soykırımlar katledilen çocuklar kadar kimliksizleştirilen çocukların gerçek hikayeleri ile hafızalara kazınmıştır.

Ermeni Soykırımı’nın ardından da çocuklar böylesi büyük bir soykırımın ardından asimilasyon politikalarının birincil aracı haline getirilirler. Sayıları yüz binlerle ifade edilen Ermeni yetimler soykırım ve asimilasyon politikalarının ilk uygulamalarından birine kurban edilmişlerdir. Aileleri katledilen, yaşadıkları yerden koparılan çocuklardan hayatta kalanlar ya Müslüman ailelere evlatlık verilmiş ya yetimhanelerde asimile edilmeye çalışılmıştır. Bu çocukların bir kısmı bizzat Kazım Karabekir tarafından seçilerek Askeri eğitime dahil edilmiştir. Yetimhanelerde isimleri değiştirilmiş, Ermenice konuşmaları yasaklanmış, kabul etmeyenlere türlü işkenceler yapılmıştır. [i]

Hepsini katledemediği halkın çocuklarını, örneğin Dersim’de, Subaylara evlatlık verir. Katliam sonrası açılan Elazığ Kız Enstitüsü sürgüne gönderilmemiş Dersim’de yaşayan ailelerin kız çocuklarının jandarma zoru ile toplanarak götürüldüğü bir okuldur. Burada yatılı olarak “eğitilen” çocukların köylerinde de birer misyoner gibi işlev görmesi devlet tarafından hesaplanmıştır. Dersim’in Kayıp Kızları sözlü tarih çalışmasını yapan Nezahat ve Kazım Gündoğan çifti, “Dersim’in kayıp kızları da kendi kültüründen tamamen koparılarak bir ulus devlet projesine dahil edilen kızlardır.” diye özetliyor. [ii]

Aborjin çocuklarından Kürt çocuklarına…

Dünyada bunun en çarpıcı örneğini Aborjinler yaşamıştır. Yüzbinden fazla çocuk ailelerinden kaçırılarak işgalci “beyaz”lara evlatlık verilmiştir. [iii]

İşte böyle bir dönemde “eğitim”in işlevi ulus devlet için iki kat önemli hale gelir.

“Eğitim”in temel hedeflerinden biri olan asimilasyon, karşısında halk iradesi ve direnişini ve örgütlülükle gelişen hafızayı bulduğu sürece asla egemenlerin hedeflediği oranda gerçekleşmez.

Asimilasyonun “başarı”ya ulaşamadığı durumlarda ise kimlikleri, kültürleri baskılamak ve halkı kimliksizleştirmek, tarihsizleştirerek iradesini teslim alma mücadelesi daha gelişmiş aygıtlarla devam eder.

Eğitim ve medyanın eşgüdümlü “faaliyeti” bu çerçevede ele alınmalıdır.

Diyarbakır’da Kurşunlu Camii’nin özel harekat polislerince yakılması ile devlet deneyimlerini bugünkü araçları ile nasıl geliştirdiğine çarpıcı bir örnektir.

Tarihleri yalan, manipülasyon ve katliam dolu

  1. yıldönümünde olduğumuz Maraş Katliamı’nda “camileri yakıyorlar” söylentisi ile katliamın fitilini ateşleyenler bugün bir camiyi ateşe verip tamamen teslim alınmış bir “medya” ile “PKK cami yaktı” şekilde manipülasyon yaparak “kirli savaş”a yeni boyutlar katmaktadır.

IŞİD’in camileri, mezarlıkları, arkeolojik ve tarihi kalıntıları, kültürel hafızaya ait ne varsa onları yakıp yıkmasını akıllara getiren bu yöntemler öte taraftan yalan propagandaya da dayanak olmaktadır.

Burada son yaşananlar devlet politikasının imha ve inkarı seçen savaş konseptiyle birlikte, çocukların ailelerinden alınması tehdidine kadar ileri taşınan bir boyut sergilenmektedir.

Hafızalarda tazedir. “Taş atan çocuklar” olarak daha 8’inde hapishanelere tıkılan çocuklar ile ilgili yasalar çıkartıp bu çocukların ailelerinden alınmasına yönelik yasal hazırlıklar yapılmıştır.

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi komisyonu 3 bin 493 çocuğun cezaevinde olduğunu açıklamıştı. Bu çocuklardan 1/3’ü siyasi nedenlerle tutuluyor. Çocukların bir çoğu henüz hüküm almadığı halde tutuklu yargılanıyor.

Bu çocuklar ailelerinin ziyaretlerine bile gelemeyeceği yaşadıkları yerlere çok uzak hapishanelerde tutulmakta, tutukluluk ile en temel hakları gaspedilen çocuklara katmerli ve hukuksuz bir “ceza” verilmektedir.

Eğitim değil asimilasyon

Cizre’de, Silopi’de ve yarın başka yerlerde Kürt halkının çocuklarının, “kendi” olamayacakları yerlere sürgün edilerek “eğitim” adı altında asimile edilmesi mi planlanıyor? Devletin başarısızlığa uğrayan planlarına böyle bir planın da dahil edilmiş olduğunun sinyali veriliyor. Ancak egemenlerin hayata geçirilmeye teşebbüs ettiklerinde, yine halkın direnişi ve iradesi ile boşa çıkartılması mümkün bir hayal olarak kalacaktır.

Kürt halkına yönelmiş tankların hedefinde olanın sadece Kürt halkı değil, halklar ve onların özgürlükleri olduğunu da bilince çıkarmak için, soykırımın ne olduğunu, imha ve asimilasyonun onu sistematik bir biçimde hayata geçiren kadar, ona karşı kör/sağır/dilsiz olmayı seçenler açısından tarihsel utanç olacağını akıldan çıkartmamak gerekiyor.

Yani Davutoğlu’nun söylediği o İzmir’de, İstanbul’da, Ankara’da “en iyi eğitim veren” (bir başka değişle ‘düzene uygun kafalar* yetiştiren’) okullardaki öğrenciler, öğretmenler, o öğrencilerin velilerine bunu anlatmanın bir yolunu bulmak durumundayız.

“Eşitsizlik” Yaklaşımı Gerçek Tabloyu Gizliyor

Davutoğlu’nun bu “çıkış”ını sadece bir eğitim eşitsizliğinin bir göstergesi olarak ele almak, Batı’dakinin “avantajlı” konumunun hatırlatmanın ve sessizce sıra kendine gelesiye kadar beklemesinin salık verilmesinin de bir yoludur.

Elbette eğitimde de, sağlıkta da, en temel hangi haklar varsa her birinde eşitsizlik var. Sınıfsal ve bölgesel eşitsizlikler de bu sistemin temelinde, bu devletin tarihsel köklerinde var.

Tek yol direniş

Burada salt vurguyu “eşitsizliğe” yapmak bu nedenle eksiktir. Bu sistemin temeli ve bu devletin tarihsel kökenlerini kavramadan ne bugün devletin kendi sınırları içinde yerleşim yerlerini onbinlerce askerle işgal girişimini ne de çocukların ailelerinden alınma tehdidini anlayabiliriz.

Bugün DTK, DBP, HDP, HDK başta olmak üzere siyasi temsilcilerin ve Kürt Özgürlük Hareketi adına söz söyleyenlerin vurguladığı “tarihsellik” hem devletin saldırılarını anlamak hem de onun karşısında direnişin tek yol ve yöntem olduğunun bilince çıkarılması için anahtardır.

HAFIZA:

Ermeni Soykırımında Çocuklar…

Önce 1894-1896 Hamidiye Alaylarının katliamları, ardından 1909 Adana Katliamı, son olarak 1915’te Ermenilerin yaşadığı coğrafyaya istisnasız yayılan sistematik ve organize soykırım neticesinde çok sayıda Ermeni çocuk katledilmiş bir çoğu da yetim kalmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun İçişleri bakanı Talat’ın emirlerinden birinde “Beş yaştan beri tam Osmanlı Ermeniler şehirlerden dışarıya götürülmelidirler ve öldürülmelidirler” yazılıdır.

Onar onar, yüzer yüzer, biner biner diri diri yakılan, zehirlenen, boğulan çocukların vahşetle sona eren yaşamı, hayatta kalan çocukların ise sürgünde açlık ve hastalıklarla ölümleri söz ile tarifi mümkün olmayan bir yaranın yalnız bir yarısıdır. Diğer yarısı ise sayıları yüzbinlerle ifade edilen yetim kalan çocuklardır.

Bunların bir kısmı Müslüman ailelere dağıtılmış, genç kadın ve kızların bir kısmı Müslümanlarla “evlendirilmiş”, bir çoğu zorla Müslümanlarla evlendirilerek Ermeni kimliklerini unutmaya çalışılmıştır.

Yetim çocuklar bazı yerlerde açılan yetimhanelerde toplandığı, bazılarının evlatlık verildiği belgelerde yer almaktadır. Bazı yetimhanelerde çocuklar asimile edilerek Türkleştirme ve İslamlaştırma politikası izlenmiştir ve bunun örneklerinden biri Antura yetimhanesi olarak gösterilir. Lübnan’da Beyrut’un 18 km kuzeyinde yer alan Antura Yetimhanesi’nde Dördüncü Ordu bölgesinde yetimhane ve okulların genel müfettişi olarak Cemal Paşa tarafından görevlendirilen Halide Edip, İttihatçıların politikalarının uygulanmasından sorumluydu.

Ermeni yetimlere Türkçe adlar verilmiş ve Ermenice konuşmaları yasaklanmıştır.

Tarihçi yazar Ayşe Hür, Kazım Karabekir’in Erzurum civarında yetim kalan binlerce çocuğu toplayarak ‘Gürbüzler Ordusu’ (ya da Erzurum Çocuklar Ordusu) kurduğunu, ve Karabekir’in bu çocuklara “Türklük bilinci” vermekle övündüğünü yazar. Bu çocuklara ordu için kaput ve potin diktirilmiş ve askeri eğitim verilmiştir. Aralarında Ermeni yetimhanelerinden de Karabekir tarafından seçilen çocuklar Türk ailelerin yetimleri gibi gösterilerek Bursa’da açılan Işıklar Askeri Lisesi’ne (Bursa Askeri İdadisi) ve Sarıkamış Askeri İdadisi’ne gönderilmişti.

Yine Hür, yetim çocukların bir kısmının da boğaz tokluğuna sanayi ve tarım işletmelerinde işçi, evlerde hizmetçi olarak çalıştırıldığını anlatır. Hür belge isteyenlere de Başbakanlık Arşivinin adresini gösteriyor:

“Başbakanlık Arşivi ise kız ve erkek çocukların ailelerinden alınmaları, Ermenilerin bulunmadığı Müslüman köylerine dağıtılmaları ve Müslümanlarla evlendirilmeleri veya yetimhanelere konulmaları ve özellikle Müslüman âdetlerine göre yetiştirilmeleri konusunda onlarca belge ile dolu.”

HAFIZA: Dersim’in Kayıp Kızları

1938 Dersim katliamında ailelerinden kopartılarak evlatlık verilen ve yıllarca birbirlerini arayanların yaşam öykülerini araştırarak sözlü tarih çalışması yapan Nezahat Gündoğan, Kazım Gündoğan çifti yaptıkları söyleşide soykırım politikalarının çocuklar üzerinde nasıl işletildiğine de ışık tutuyor.

Nezahat Gündoğan, Kazım Gündoğan çiftinin yaptığı Dersim’in Kayıp Kızları adlı sözlü tarih çalışması ve İki Tutam Saç adlı belgeseli bulunuyor.

Nezahat ve Kazım Gündoğan Hevjin dergisine şöyle anlatıyor:

“Katliamdan kurtulan sağlıklı ve güzel kız çocukları Türkleştirme ve Sünnileştirme politikası gereği talimatla subaylara dağıtıldı.

O dönem ayrım yapılmadan kadın, çoluk çocuk herkes öldürülüyor. Bahsettiğimiz sağ kalanlar. Erkek çocuklarının anne babaları ya öldürülüyor, ya ailesiyle beraber sürgüne ya da öksüzler yurduna gönderiliyor.

Kız çocuklarının annesi babası ölenler de var, yaşayanlar da var. Filme konu olan Sakine ile Şemsi’nin öyküsü gibi… Anne babaları 80’lere kadar yaşıyorlar. Arama mücadeleleri hep devam ediyor. Şöyle bir yanılgı ortaya çıkmasın: Anneleri babaları olmayan çocuklar değildi bunlar, kız çocukları için söylüyorum, anne babaları yaşayanlar ama anne babalarından zorla alınanlar var. Sürgün sürecinde katliamdan hemen önce anne babalarının kucağından alınanlar… Özellikle “sağlıklı ve güzel” kızlar alınıyor. Bu kız çocukları askerlere pay ediliyor.

Bunları bir araya toplayınca anladık ki çocuk ve kadınlar üzerine uygulanan politika çok özel bir politika. Bu politika anlaşılmazsa Dersim harekatının mantığı da anlaşılmaz. Çünkü o bütünün çok önemli bir parçası. Belki anlamak istemeyenlerin de daha rahat anlamasını sağlayacak bir şey..

O dönemin eğitim politikalarının parçası olan Elazığ Kız Enstitüsü’nü, özellikle yatılı bölümünü, yeniden incelemeye başladık. Bu bölüm katliamdan sonra açılır. Sürgüne gönderilmemiş Dersim’de yaşayan ailelerin kız çocuklarını özellikle de 10-11 yaş kız çocuklarını önce jandarma zoruyla toplarlar köylerden. Getirip yatılı bölüme yerleştirirler. Sonra tekrar yazın köylerine gönderirler, o zaman eğitim sureci üç yıldır… Burada Türkçe, dikiş nakış vs öğrenecekler. Köylerine ise birer küçük misyoner olarak gönderilecekler. Köylerinde de burada öğrendiklerini oradaki insanlara öğretecekler. Böyle bir mantıkla hareket edilir.

O dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Bey söyle ifade eder: “Ulus birliğini yaratmak aileden geçer, ailede de kadın çok önemlidir, kadını dönüştürdüğün, Türk kültürüne dahil ettiğiniz sürece yeni kuşakları da dahil ederek ulus birliğimizi yaratırız.”

Dersim’in kayıp kızları da kendi kültüründen tamamen koparılarak bir ulus devlet projesine dahil edilen kızlardır.

Neden asker ailelerine evlatlık verilmişler?

Çünkü onların evleri bir eğitim kurumu olarak, ıslah etmenin medenileştirmenin bir yolu olarak görülür. Çünkü onlar ve aileleri sonuna kadar devlet politikasına bağlı kişilerdir. Bunlar ıslah edilince Türk kültürüne dahil edilecekler. Böylece kendi köklerinden koparma en iyi orada gerçekleşecek.

Sonradan görüştüğümüz bir çok insan bu süre içerisinde ailesini görmeyince Sünnileşip, Türkleşiyor. Tarikat üyesi olanlar var, muhafazakar milliyetçi olanlar var. Kimlik olarak bu kız çocuklarının Nasıl köksüzleştirildiğini, hiçleştirildiğini görüyoruz. Kız çocuklarının seçilmesi bilinçli bir tercih.”

HAFIZA: Aborjinler: Yeryüzünün Kayıp Çocukları

Avustralya, Tasmanya ve bölgedeki diğer adalarda yaşayan yerel halk Aborjinler işgalci Avrupalıların soykırım ve asimilasyona maruz kalmıştır. Aborjinlere yönelik asimilasyonda kapsamında yüz binin üzerinde çocuk ailesinden koparılmıştır. Bu nedenle Aborjinler “Yeryüzünün Kayıp Çocukları” olarak adlandırılmaktadır.

Aborjinler zorla topraklarından edilip, hastalıklara binlerce kurban verip, köleliğe zorlanınca istilacılara karşı isyan etmeye başladılar. Tarih boyunca kendi aralarında savaştıklarına dair bir kalıntı bulunmayan Aborjinlerin, silahlı bir saldırıya karşı savunma yapmaları pek mümkün değildir. Ellerinde mızrak ve bumeranglarından başka savunma silahı olmayan Aborjinler, isyanlarına karşı barutlu silahlarla karşılık veren Avrupalıların elinde yok olmanın eşiğine gelmişlerdir. Avrupalıların “Cezalandırma” adını verdikleri bu soykırımlar sonucunda Tasmanya adasındaki tüm Aborjinler katledilmiştir.

1910 ve 1970 yılları arasında uygulanan devlet politikasıyla, yerli çocukların 3’te 1’i ailelerinden zorla alınmasını yasalarla düzenlerken “Beyaz ırkın değerlerine” göre yetiştirmek hedefi tanımlanmış.

Çocuklardan ten renkleri beyaz olanlar, beyaz ailelerin yanına evlatlık verilmiş, tenleri siyah olanlar ise yetimhanelere toplanmıştır.

1997 yılında Avustralya İnsan Hakları Komisyonu tarafından yürütülen ulusal bir soruşturma kapsamında, yerli çocukların ailelerinden zorla ayrılıp asimile edilerek, ayrı bir ırk olan Aborijinleri yok etmenin amaçlandığı ve soykırım uygulandığı sonucuna varılan bir rapor yayınlandı.

Her yıl Avustralya’da 26 Mayıs’ta resmi özelliği olmayan Ulusal Özür Günü ve Uzlaşma Haftası olarak Aborjinlere yönelik soykırım anılıyor. Avusturalya Devleti ise resmi özür dileyeceğini açıklamıştı. o

 

* Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur?, E. A. Rauter, Kaldıraç Yayınevi

 

İLKNUR K.

Kaynaklar:

http://www.genocide-museum.am/trk/online_exhibition_3.php

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/1915ten-2007ye-ermeni-yetimleri-1117692/

Güniz Öz, Feride Gün “Dersim’in Kayıp Kızları: Bir Hiçleştirme Öyküsü”, Hevin Dergisi, 20.11.2010)