ABD, savaşı dayatıyor

Artık, bir genel kabul hâline gelmiştir: ABD hegemonyası çözülmektedir.

ABD hegemonyası, 1945 sonrasında oturuyor.

ABD, 1800’lerin sonlarında, kapitalizm tekelci aşamaya yükselirken, kapitalist emperyalizm oturmaya başlarken, yani kapitalist sistem gerçek karakterini daha dolaysız ortaya koymaya başlarken, İngiliz hegemonyasını zorlayan ülkelerden biri olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. İngiliz hegemonyası, yüzüncü yılını doldurmuştu bile. Avrupa’da Almanya, Uzak Doğu’da Japonya ve en Batı’da ABD, İngiliz hegemonyasını, Fransa’dan daha ciddi biçimde tehdit etmekteydi. ABD, İngiltere ile doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, İspanya sömürgelerini fethetmekle meşguldü. Ama esas vurgumuz savaş yolu ile sömürgelerin el değiştirmesi değil, ekonomik olarak ABD, Almanya ve Japonya’nın İngiliz hegemonyasını zorlamaya başlaması idi.

Birinci Dünya Savaşı, ABD’nin hiçbir kayba uğramadığı bir savaş oldu. Ama Almanya, ciddi bir yenilgi yaşadı. Böylece ABD, kapitalist dünya açısından biraz daha öne çıkmaya başladı. Hem Almanya yenilmişti hem de İngiltere güç kaybetmekteydi.

İkinci Dünya Savaşı, daha farklı bir savaştır. Savaşın esas amacı, SSCB’yi yok etmek, böylece tüm kapitalist dünya için yeni bir sömürgeleştirilecek alan yaratmaktı. Bu, hem kapitalist sisteme, sermaye egemenliğine karşı bir tehdit olarak zafere ulaşmış olan proletarya devletini ortadan kaldırmak demek olacaktı, hem de ardından, bu geniş coğrafyanın emperyalist güçler arasında paylaşılması söz konusu olacaktı.

Bu işe en hevesli olanı, Birinci Dünya Savaşı’nın esas kaybedeni olan Almanya olmuştu. Diğer emperyalist güçler, SSCB yenilene kadar Alman ordusunun arkasındaydı. Ama savaşın bu ilk aşaması Almanya nezdinde emperyalist dünyanın yenilgisi ile sonuçlandı. Kızıl Ordu, Hitler’i Berlin’e kadar sürmeyi başardı. Bu zafer, elbette Sovyet devrimi tehdidinin tüm sistemi baştan aşağıya sarması da demek oluyordu.

ABD hegemonyası, işte bu İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda gerçekleşti. Marshall Planı-Truman Doktrini gölgesinde, Dünya Bankası, IMF kuruldu, diğer paralar dolara, dolar da altına bağlandı. NATO kuruldu. Tüm bunlar, ABD hegemonyası altında, yeni dünya düzeni anlamına geliyordu ya da günümüz moda deyimi ile “the great reset”. “The great reset”, ABD hegemonyası da demek idi.

ABD, komünizm tehlikesine karşı tüm emperyalist ve kapitalist dünyanın ortak örgütlenmesinin lideri oldu. Elbette bunun ikili yönü vardı, bir yandan komünizme karşı savaş, diğer yandan ise emperyalist sömürüden en fazla payı almak.

İşte çözülmekte olan hegemonya, bu hegemonyadır.

Hegemonyanın çözülüşü de bir anda gerçekleşmedi. Kapitalist sistemin altın çağı olarak adlandırılan 1950-65 arası dönemin sonunda, 1970’lere gelindiğinde, Almanya ve Japonya, yeniden dirilmişlerdi. Üzerlerindeki ABD askerî kontrolü bir yana bırakılırsa, ABD’nin yeni rakipleri idiler. Ama ABD askerî kontrolü, yabana atılır gibi değildi. Bu nedenle, ABD’ye itirazlar yüksek sesle ilan edileceği zaman Fransa öne çıkmıştır. 1971 petrol krizi, ABD’nin karşılıksız dolar basmasının ayyuka çıkması sonrasına aittir. ABD, tüm petrol satışlarını dolara bağlayan bir sistem kurdu ve mesela Katar, o zamana kadar İngiliz sömürgesi iken, bir “kuyu-devlet” oldu. Katar, Kuveyt, BAE birer kuyu-devlettir. Suudi Arabistan, çok kuyulu bir devlet olarak ele alınabilir.

SSCB çözüldükten sonra, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa, biten komünizm tehdidi ile ABD’nin hegemonyasına direnmeye başladılar. Önceden başlamış olan süreç, artık su üstüne çıkmaya başlamıştır.

ABD, hegemonyasının çözülüşünü önlemek için, “tek dünya devleti”, “imparatorluk” gibi hamleler yaptı. Afganistan ve Irak işgalleri bunun devamıdır. Ama bu süreç tıkandı. Nihayet Suriye savaşı ile, bu sürecin sonu görünmüştür. Artık, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere, bu eski paylaşımı kabul etmeyeceklerini ortaya koymaya başladılar ve böylece yeni paylaşım savaşımı tam olarak ortaya çıktı.

Balkanların, Yugoslavya’nın paylaşımı, tam da budur.

Suriye savaşı, Rusya ve Çin’in, sistemin yeni sömürgeleri olmayacaklarını ilan etmeleri de demektir. Bu durum, krizi hem boyutlandırdı hem de derinleştirdi.

İşte çözülme dediğimiz şey tam da budur. Bu özet, “çözülmekte olan ABD hegemonyası” adlandırmasını yeni duyanlar içindir. İşte bu artık, sadece bizim söylediğimiz bir şey değil, genelleşmiş bir kabuldür.

Çözülen ABD hegemonyası, sanki eğik düzleme binmiş bir ağırlık gibi sürekli hızlanarak kaymakta olan bir cisme benzemektedir. Ve ABD, bu süreci durdurmak istiyor. Suriye savaşı bunun için idi. Libya, Kafkaslardaki operasyonlar, Çin Denizi’ndeki hamleler, Kuzey Kore’ye karşı hamleler bunun içindir.

ABD, karşısındaki güçlere karşı açıktan savaşmak için elinde var olan askerî üstünlüğün de sınırlarını Suriye savaşı ile görmüş oldu. Bu durumda, ABD, diğer dört emperyalist rakibini yanına alıp, Rusya ve Çin’i sömürge hâline getirme politikasını sahaya sürdü. AB, Japonya, İngiltere bu politikaya “destek” vereceklerini ilan ettiler. Rusya ve Çin, düşman ilan edildi. Bu durum Trump döneminde başlasa da, Biden döneminde de devam ettirilmektedir. Biden, savaş politikaları konusunda, Trump’ı aratmayacak bir tutum aldı, zaten beklenen de buydu.

2022 yılının başına gelirken, bu açıdan ilgi çekici gelişmeler yaşanmaktadır.

1

ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna üzerinden hamleler yapmaktadır. Rusya, Ukrayna ile savaş istemediğini açık olarak beyan etmektedir. Zira, bu savaş, neredeyse kaynaşmış iki halkın arasında kan dökülmesi demektir ve doğrusu bunu istememeleri de anlaşılırdır.

Avrupa’ya doğalgaz sevkiyatı Ukrayna üzerinden yapılıyordu. Ukrayna’da, Kanada ve ABD’den geri getirilen Nazi artıklarının iktidarı alması ile başlayan süreç, bu gaz sevkiyatını da problemli hâle getirdi. Ukrayna, kendisine aldığı gazın ödemelerini yapmadı.

Dahası, yeni Nazi yönetimi Rusya’ya karşı savaş hazırlıklarına başladı. Rusya, daha önce Ukrayna’ya bırakılmış olan Kırım bölgesinde bir referanduma gidilmesini istedi ve bölge Rusya’ya dahil olma kararı verdi.

Rusya aynı zamanda, Kuzey’den ve Karadeniz-Türkiye üzerinden bir yeni gaz hattı döşemeye başladı. Böylece Ukrayna’nın kaprislerine boyun eğmek zorunda kalmaktan kurtulacaktı. Hatlardan Karadeniz-Türkiye hattı faaliyete geçti. Kuzey hattı ise Belarus üzerinden dolaşıyordu. Hat, Ekim 2021’de tamamlandı ama henüz hatta gaz verilmedi. Bu durum, Merkel-Biden görüşmesine konu olmuş, Biden bu hatta karşı yaptırım uygulanmayacağını söylemiştir. Ama buna rağmen, olaylar hiç de rayında ilerleyiş göstermiyor.

Beyaz Rusya üzerinde ABD planları, Batı baskısı devreye sokuldu. Bu konuda Polonya ve Türkiye, özel birer tetikçi rolü oynamaktan geri durmuyor. Süreç, kendini sosyalist olarak görmeye devam eden Beyaz Rusya’nın, Rusya’nın çizgisine gelmesi ile sonuçlandı. Ama bu süreçte Ukrayna meselesi Beyaz Rusya’yı kapsayacak şekilde büyüdü.

ABD, Ukrayna meselesini kaşımaya devam ediyor.

Ukrayna sanki Rusya’nın zayıf karnı olarak görülüyor. Ukrayna’ya sürekli olarak yeni hamleler yapıyor. Bu durum, ABD’nin AB’yi aktif olarak bölgeye sokması için de fırsatlar üretiyor.

ABD, son dönemde Karadeniz’e sürekli olarak savaş gemileri göndermekte, bu savaş gemileri aracılığı ile sürekli gerilim tırmanmaktadır. Son haftalarda, bu sürece İngiltere ve Fransa daha aktif dahil olmaya başlamışlardır.

Öyle anlaşılıyor ABD’de bir grup, Rusya’ya şiddetli bir saldırının zamanının geldiğini ilan etmektedir. Bunun tersini savunanlar da var. Ama saldırı için Ukrayna’nın bir bahane olarak kullanılmasını önerenler, artık bu fikirlerini açıktan tartışmaktadır. Rusya’yı dize getirmenin acil olduğunu öne sürmektedirler. Buna göre, hem Karadeniz’den hem Kuzey’den Polonya üzerinden hem de alttan Türkiye üzerinden Rusya’ya karşı bir NATO saldırısı gündemde gibidir.

Karadeniz’e daha donanımlı bir tarzda ABD savaş gemileri gönderildiğinde, Rusya, yörüngede bulunan kendisine ait bir eski uyduyu yeryüzünden vurarak indirmiştir. Bu durum, ABD tarafından protesto edilmiştir. Aslında Ruslar nihayetinde kendi uydularını vurmuştur. Ama bu durum savaş kapasitesi açısından yeni bir bilgi gibi görünmektedir. Yoksa ABD bunu neden protesto etsin?

Bu olayın ardından, İngiliz ve Fransız gemileri de Karadeniz’e gelip gitmeye başlamıştır. Yani Karadeniz adeta kapalı bir denizden açık bir deniz hâline gelmiş gibi, savaş gemilerine çok rastlanır hâle gelmiştir.

Gelişmelerin ardından, ABD Dışişleri Bakanı, Rusya ziyaretinde, “Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve işgal etmesi hâlinde, Rusya’ya savaş açmayacaklarını, ama ağır bir ekonomik ambargo uygulayarak Rusya’yı uluslararası sistemden çıkaracaklarını” söylemiştir. Açıklaması böyledir.

Rus tarafı, zaten böyle bir saldırı hedeflerinin olmadığını açıklamıştır. ABD Dışişlerinin bu açıklaması, aslında Ukrayna’nın hayal kırıklığını artırmıştır. Demek ki, ABD bir geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Bu nedenle olmalı, Biden ve Putin, 7 Aralık 2021’de bir telekonferansla görüşme yapmışlardır. Görüşmede ABD tarafı, aynı görüşleri tekrarlamış, Ukrayna’nın işgali hâlinde uluslararası yaptırımlardan söz etmiştir.

Aradan bir süre geçtiğinde, NATO Rusya’nın taleplerini ele alacağını duyurmuştur.

Anlaşılan o ki, Rusya, kendi güvenliği için bazı şartlar masaya koymuştur. Muhtemelen bu şartlar NATO’nun bölgeden uzak durması, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınması gibi süreçlerin durdurulması, Ukrayna’ya yabancı asker ve silah sevkiyatının durdurulması vb. gibi başlıklardır.

Son durum, bu noktadadır.

Bu tablo, açıkça göstermektedir ki, Rusya ile hem bir savaş planlanmakta hem de Rusya ile müzakereler yürütülmektedir.

ABD, açıkça Rusya’ya Çin’i yalnız bırak mı diyor? Bizim tahminimiz budur. Ama son “uydu vurulması” sürecinden sonra, masada Çin’in yalnız bırakılması meselesi artık yok gibidir. Masada ABD ve NATO’nun bölgeden uzak durması meselesi var gibidir.

Tam bu noktada, Rus yetkililerin “Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır” türünden açıklamaları -daha çok siber saldırı alanını konu alarak da olsa yapılması-, anlamlı olmalıdır.

2

ABD, bu konuda hem Türkiye’yi hem de Polonya’yı birer tetikçi olarak kullanmaktan geri durmuyor. Türkiye, sadece ve sadece ABD emri olduğu için bunları yapmaktan geri durmayacaktır. Zaten var olan ekonomik kriz nedeni ile Saray Rejimi, ABD politikalarının aktif tetikçisi olmayı severek üstlenmektedir. Ülke içinde sürmekte olan, rant-yağma ve savaş ekonomisi de bunu gerekli kılmaktadır.

Hem Ukrayna hem de Türkiye, ABD adına tetikçilik yapmaktadır. Her ikisinde de çeteleşmiş birer devlet çarkı kurulmuştur. Her ikisinin ekonomisinde de ABD zayıftır, Türkiye’de daha fazla olmak üzere her ikisinin ekonomisinde de Almanya güçlüdür.

Almanya ekonomik gücüne rağmen askerî alandaki durumu nedeni ile, daha sessiz olmayı seçmek zorunda kalmış gibidir. İki savaşta da “öncü” olmayı seçmiş olan Almanya’nın, bu Üçüncü Dünya Savaşı’nda daha pasif ve bekleyen bir görüntü çizmesi anlaşılmaz da değildir. Oysa emperyalist rakipleri (Almanya, Fransa, Japonya, İngiltere) içinde ABD’yi en çok zorlayan güç Almanya’dır.

Türkiye ve Ukrayna’nın tetikçi rolü, aynı zamanda bu ülkelerdeki rejimlerin sürecini de belirlemektedir. TC devleti, ABD politikalarının dışına çıkmayı bile düşünmemektedir. Tersine, tetikçilikte daha da heveskâr hâldedir.

Türkiye’de yaşanan bunalım nedeni ile, seçimi bir alternatif olarak görenlerin, bu durumu da hesaba katmalarını öneririz. Zira, ABD’nin ihtiyaç duyduğu bir “tetikçi” rejimdir ve bu rejimin devamı açısından oldukça önemli bir itki sağlamaktadır.

Öte yandan Türkiye’nin Rusya ile girift hâle gelmiş ilişkileri vardır. Bu ilişkiler, mesela sadece ve sadece Suriye sahasında, çok etkileyici sonuçlar vermeye müsaittir. Saray Rejimi, İdlib’den ve Suriye’de işgal ettikleri topraklardan çıkmak zorunda kalırsa, sadece ekonomik kayıplara uğramakla kalmayacaktır.

3

Tam bu noktada İngiltere, ABD’nin ardından imdada yetişir gibidir.

Birincisi, Türkiye’de ABD-AB restleşmesine çözüm olarak İngiltere kendi adayı ve çözümü için şans aramaktadır. Akar, öyle anlaşılıyor, bu nedenle şansa sahip gibidir. Erdoğan sonrası açısından bu böyledir. İyi ama Akar, Erdoğan’ın sahip olduğu “tetikçi” rolünü oynamaktaki maharetlere sahip midir? Bunu isteyeceği açıktır, ama bunu başarması daha zordur.

İkincisi İngiltere, Türk Cumhuriyetleri ile bağlantılar üzerinden Rusya’nın arkasına dolaşmak olarak isimlendirilecek ABD projesi için de devrededir. En son Turan toplantıları ve açıklamaları, tam da İngiltere’nin izlerini taşımaktadır. Bunun ABD’ye rağmen olmadığı açıktır ama ABD’den rol çalmak anlamına geleceği de açıktır.

İngiltere-ABD arasındaki yakınlaşma, Avustralya ile anlaşmada da ortaya çıkmıştı. Avustralya, Fransa ile 5 yıl önceden yapılmış denizaltı anlaşmalarını feshetmiştir. Fransa bu duruma “sırtımızdan vurulduk” tepkisini vermiştir.

İngiltere’nin Ortadoğu’da da rol almak isteyeceği kesindir.

Ama bu süreçler dahi, İngiltere’yi, ABD’nin hegemonyasının yerine oturtmaya yetecek gibi değildir.

4

Meselenin bir de Çin’e karşı savaş hamleleri boyutu var.

ABD, yanına Japonya’yı da alarak, Çin’e karşı savaş hamleleri yapmaktadır. Bir yandan Uygur meselesi var ki, büyük oranda ABD bu konuda yol alamamaktadır. Afganistan üzerinden hamlelerini bilemiyor olsak da, ABD’ye yerleştirilmiş Uygur nüfusu üzerinden bir etki yaratmaktan uzaktırlar.

Ama öte yandan Tayvan meselesi var. Çin ve Tayvan arasındaki denize hamleler yapan ABD gemileri, sürekli yeni hamleler denemektedir. En son bir ABD denizaltısı “belirsiz bir cisme çarptı” açıklaması, ABD tarafından yapılmıştır. Bu belirsiz cismin ne olduğu, onca donanıma sahip ABD gemisince “saptanamamış” gibidir. Bu durum sonrasında, ABD bir adım geri atmış olsa da, tacize ve gerilim politikalarına devam etmektedir.

ABD savaş gemilerinin manevralarına destek vermek için Japon savaş uçakları her havalandığında Rusya’nın uçaklarını devreye soktuğu da bilinmektedir.

ABD, Çin’in etki alanını daraltmak için, şiddetli bir ekonomik savaş yürütüyor. Çin’den ithalatın navlun fiyatlarını astronomik artırarak kısıtlanması bunlardan biridir. Ama dahası var. Avustralya, Japonya, Güney Kore ve Hindistan üzerinden bir abluka oluşturma isteği açıkça dile getirilmiş, sahaya sürülmüştür. Fakat, ne Güney Kore ne de Hindistan bu konuda çok da heveskâr değildirler. Endonezya ve Malezya gibi ülkeleri devreye sokmaları ise, çok da güçlü hamleler olmaktan uzaktır. Çin, bölgedeki, Uzak Asya’daki tüm bu ülkelerle son derece gelişmiş, açık ekonomik ilişkilere sahiptir. Öte yandan Çin, hem ekonomik olarak bu savaşa yanıt verebilecek kapasitede hem de askerî olarak bu tehditleri caydırabilecek bir askerî güce sahip gibi görünmektedir.

5

Suriye sahasındaki savaş, tüm bu gelişmeler nedeni ile geri düşmüş, gündemin arka sıralarına düşmüş gibi görünmektedir.

İyi ama, Türkiye’ye Biden görüşmesi sonrası sırasıyla gelen BAE ve Katar heyetleri, kimin tarafından yönlendirilmektedir? Elbette ABD tarafından.

ABD, bu yolla, hem Türkiye’de kendine bağlı daha güçlü bir sermaye kesimi yaratmaktadır hem de bunların karşılığında, tetikçi rolünü yapmakta olan TC devletinden yeni işler istemektedir.

Bu yeni görevler, Karadeniz, Kafkasya, İran ile ilgili gibi görünmektedir. TC devletinin faaliyetleri, bu alanda yoğunlaşmaktadır. İran sınırında mayın temizliği, kayda değerdir. Suriye savaşı öncesinde de aynı şey Suriye sınırında yapılmıştı.

İran üzerine hesapların askıya alındığını düşünmek için hiçbir neden yoktur. Hem Çin ile İran arasındaki ekonomik anlaşmalar hem İran’ın Ortadoğu’daki artan gücü, ABD için açık bir tehdittir. Öte yandan, İran ile TC devleti arasında ortaya çıkacak bir savaşın, her ikisini de çok ama çok güçsüz düşüreceği de kesindir. Doğrusu, bu, ABD açısından sorun da değildir.

ABD’nin Yunanistan’a yaptığı askerî yığınak, hem Rusya’ya hem de AB’ye karşı bir güç yığma hamlesi olarak görünmektedir.

Tam bu noktada, Japon Nomura bankasının raporu anlam kazanmaktadır.

İlginç bir zamanlamaya sahip bir rapordur. Rapor, 13 Aralık tarihlidir. Bu raporda, Erdoğan’ın izleyeceği strateji 5 aşama olarak verilmektedir. İlk aşamasında asgarî ücretin artırılması var. Bir hamle yapıldı. İkincisi elbette emekli maaşları üzerinden yapılacaktır. Bu hem içeride sosyal patlamayı önlemek üzere bir “gelir yanılsaması” oluşturma işini görecek hem de rapora bakılırsa Erdoğan’ın oylarını tazeleyecek. İlkini biz söylüyoruz, Japon bankasının açıklamasını gerçekçi bulmuyoruz. Bu hamle, oyların Erdoğan’a akmasını sağlamaz. Çuvaldan çıkmıştır mızrak ve girmesi bu kadarla mümkün değildir.

Raporun ikinci adımı, faiz oranlarının düşmesi ile piyasanın krediye boğulmasıdır. Bu eğer Saray’a yakın iş çeteleri için söyleniyorsa, bu zaten yapılmaktadır. Ama genel olarak bir kredi bollaşmasının etkileri de sınırlı olacaktır.

Üçüncü aşamada dövizin kontrol altına alınması var. Zor olsa da mümkündür.

Dördüncü aşamada bir “dış olay”dan söz edilmektedir.

Ve beşincisi olağanüstü hâl ilanıdır.

Bu son ikisi bizim konumuzun içinde olabilir.

Dış olay, savaş hamlesidir. Bu savaş hamlesi, görüldüğü kadarı ile, İran, Irak ve Suriye üzerinden olabilir. Libya ve Yunanistan uzak görünmektedir. Kafkaslar ve Karadeniz üzerindeki hamleler TC devletinin tek başına yapacağı hamleler olmaktan uzak olur.

Bu, yüksek ihtimalli bir durumdur.

Zira Saray Rejimi’nin dayanaklarından biri savaş ekonomisidir.

Dahası, ABD adına tetikçilik yapmanın da gerekleri vardır. ABD, eğer Ukrayna üzerinden geri çekilecekse, ihtimal şimdilik yüksektir, bu durumda spotları yeniden Ortadoğu sahasına döndürmesi mümkündür. Bu sahada TC devletinin oynayacağı rol de küçümsenir cinsten değildir.

Bu hamle, sadece içeride seçimleri ertelemeye dönük olacaksa, Irak’a dönük bir saldırı olarak gündeme gelebilir. ABD, böylesi bir saldırıyı, ikinci aşaması İran’a dönük bir saldırı hazırlığı olacağından, isteyecektir. Irak’a saldırmak için, Kürt varlığını bahane etmek de çok olanaklıdır. Bu durum, Kürt dostlarımızın dikkatinden kaçmayacak kadar açıktır. TC devleti, her fırsatta, zaten bu hamleleri yapmaktadır.

2.12.2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, “TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen ikili anlaşma ile Katar’a ait en fazla 36 uçak ve 250 askerî personel, Genelkurmay’ın belirlediği yerlere konuşlandırılabilecek. Katar envanterinde bulunan uçaklar, Türk Hava Sahası’nda uçuş yapabilecek. Havaalanları da Katar uçaklarına açılacak. Bu uçaklara, ayrı bir uçuş numarası tanımlanacak ve yerli uçaklardan ayırt edilebilmeleri sağlanacak.” Bu tarih, BAE Veliaht Prensi’nin gelişinden, Erdoğan’ın Katar ziyaretinden önceye denk gelmektedir. Bu açıdan anlamlıdır.

Katar’ın bu savaş uçakları acaba ne işe yarayacak? Bu uçaklar, Katar’da konulacak yer olmadığı için mi Türkiye’ye konuşlandırılmak isteniyor? Yoksa, Türkiye topraklarından Katar uçakları ile bir saldırı düzenlenecek de, bunun için bir hazırlık mı yapılıyor?

Katar uçaklarına ayrı uçuş numaraları verilmesi, bir saldırı ardından, “pardon, bunlar Türk uçakları değil” demek için midir?

Japon bankasının bir dış politika olayı dediği şey, eğer gerçekleşecekse, planın dördüncü aşaması olduğu için, en erken Ocak ayında gerçekleşme ihtimaline sahiptir. Zira plana göre ilk üç aşama henüz tamamlanmamıştır. Gerçekçi bir tahminle bu ilk üç aşama, en erken Şubat ayında tamamlanabilir.

Irak’a saldırı için Katar uçakları işe yaramaz, gerekli de değildir. Ama İran’a saldırı için, Libya’ya saldırı için, iş görebilecekleri açıktır. Mesele böyle ele alınırsa, burada sadece bir tek dış politika olayı ile yetinilmeyeceği de açıktır.

Ayrı uçuş numaraları, bu uçakların Karadeniz’de Rusya’ya karşı kullanılabilmesini kolaylaştırıcı bir ayrıntı mıdır? Katar uçağı vuracak ve ardından, “bizim uçak değildi” denilmek için mi bu ayrıntı anlaşmada yer alıyor?

Saray Rejimi, çıkışı savaşta bulmaktadır.

Bu anlaşılırdır.

Tüm ekonomi politikası, rant-yağma ve savaş ekonomisine göre ayarlanmıştır.

Demek oluyor ki, bölgemiz Türkiye’nin ABD tetikçisi olarak yeni savaş hamlelerini görecek gibidir. Bu potansiyel her zaman vardır. Japon bankasının bunu görüyor olması, meselenin çok da yakınlaştığı anlamına gelmektedir.

Her bölgesel savaşta olduğu gibi, bu savaşta da halklar, bölgemiz halkları, yoksullar ölecektir. TC devleti, bir kere daha, alışık olduğu üzere ABD adına tetikçilik yapacaktır.

Ülkemiz işçi sınıfının, ülkemiz halklarının böylesi savaşlara gitmek için hiçbir nedeni yoktur. Bu savaşlar emperyalist paylaşım savaşlarının içindedir. Bu savaşlar, ülke vb. adına savaşlar da değildir. Bu savaşları kundaklayan, esas onlar, halkların, işçi ve emekçilerin düşmanlarıdır. Ülkesinin askerini, işçi ve emekçi çocuklarını en değerli ihraç malı olarak sahaya sürenlerdir işçi ve emekçilerin düşmanları.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz