24 Haziran seçimleri ve derinleşen kriz

Erdoğan, kendisi muktedirdir ve seçim kararı alınmadan birkaç gün önce, TC kanallarında dengesini kaybetmiş boynunu göstererek, “erken seçim diyen vatan hainidir” diye buyuruyordu. Ve bu buyurmasının üzerinden, birkaç gün, hepsi hepsi birkaç gün geçtiğinde, erken seçim kararını açıkladı.
Eğer Cumhurbaşkanı seçim kararı alırsa, seçim için 90 günlük süreye ihtiyaç var. Elbette yasal olarak. Ama yasalar, elbette değiştirilmek içindir ve Erdoğan’ın kolpacı ekibi, hemen harekete geçip, meclisten seçim kararı çıkartarak, önceden ilan edilen 24 Haziran 2018’de seçim kararı almayı organize etmişlerdir.
Biz, dikkatinizi, hemen seçim kararının alınış nedeni üzerine çekmek istedik. Bugün de bu konu önemlidir. Neden, eğer başkası isterse vatan hainliği delili olduğu ilan edilen erken seçim, büyük bir hızla karar altına alınıyor? Biraz daha bekleseler, mesela Kasım ayında yapsalar, ne olurdu?
Biz, bunun nedenlerini açıkladık.
Bugün daha net ortaya çıkmıştır.
Bir neden Suriye savaşıdır. Suriye savaşında yenilen kampta yer alan Türkiye ve Saray Rejimi, eğer İdlib, Suriye ordusu tarafından geri alınırsa, ABD’nin kendisine ihtiyaç duymayacağını, hatta ABD’nin işlenen savaş suçlarının tümünü Türkiye’nin üzerine yıkacağını görmektedir. Bu nedenle İdlib alınmadan, seçim “zaferi” kazanılmalı ve 5 yıllık “başkanlık” garantiye alınmalı idi.
İkinci nedeni ise, ekonomik krizdir. Bu kriz, yıllarca üzeri örtülen bir krizdir ve şiddeti yükselerek gelmektedir. Bu nedenle, kriz öncesinde seçimi yapıp “zaferi” garanti altına almak istiyorlar.

İYİ Parti’nin seçime sokulmaması gibi ilave nedenler, elbette sayılmalıdır. Ama esas olan bu iki nedendir ve Erdoğan, gelecek korkusu içindedir.
İşte “baskın seçim” denilen şeyin gündeme gelmesinin nedeni budur.

ERDOĞAN ŞAŞKINDIR
Seçim kararını ilan eden Erdoğan, 3 gün önce “erken seçim istemek vatan hainliğidir” demekten geri durmamış idi. Öyle ise, manevra yapmakta üstüne yoktur demeliyiz. Ama gelişmeler öyle değil.
Karşı taraf, bugün adı konmuş olan millet ittifakı ya da CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi cephesi, hazırlıklı imiş. Hem de Erdoğan’ı şaşırtacak kadar hazırlıklı.
Üç kritik hamle yaptılar ve Erdoğan, Saray, tüm danışmanları ile bu üç noktada şaşkına döndüler.
İlki, İYİ Parti’yi seçime sokmama girişimini bertaraf eden 15 milletvekili olayıdır. CHP ve İYİ Parti, öylesi bir organizasyon yapmışlardır ki, Erdoğan, habersiz yakalanmıştır. Demek ki, MİT, Erdoğan’a ya bilgi vermemiş ya da habersiz yakalanmıştır.
İkinci hamleleri, Abdullah Gül hamlesidir. Gül, ortak aday olarak hazırlık sürecinin içine girmiş, ciddi bir ekip oluşturmuş, yola çıkmaya hazırlanmıştır. Ama o da ne; İYİ Parti lideri Akşener, adaylıktan çekilmeyeceğini beyan etmiştir. Böylece ortak aday formülü son bulmuş, bu kez Saadet Partisi ile Gül temasları devam etmiştir. Ve Erdoğan, Gül’ün bahçesine içinde Kalın-Akar ikilisinin olduğu bir helikopter indirmiştir. Erdoğan,
kalın akmıştır. Hem Kalın’ı, hem Akar’ı aynı helikoptere koymak, İngiliz kanadına karşı hamle demektir ve nezaket içermediği anlaşılmaktadır.

Üçüncü hamle ise, ittifakın gerçekleşmesi hamlesidir. CHP-İYİ Parti-Saadet Partisi ve Demokrat Parti, “millet ittifakı” ile seçime girme kararı almıştır. Bu durum, Demokrat Parti ile Saadet Partisi’nin baraj sorununun kalmaması anlamına gelmektedir.
Erdoğan’ın AK Partisi, MHP’nin baraj altında kalmasını önlerken, CHP ve İYİ Parti de, Saadet’in baraj altında kalmasını önleme kararı almıştır. Saadet Partisi, elbette, AK Parti’den oy kopartacaktır.
Erdoğan, bu üç alanda, deyim uygun düşerse gol yemiş hâlde, şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştır.
Şaşkınlık Erdoğan’ın diline vurmuştur.
Erdoğan, muhtemelen uluslararası alandan, yatırımcılardan vb. çok sık gelen sorulara, kaybederseniz
iktidarı bırakır mısınız sorularına, kazanana kadar seçim mi olacak sorularına, toplu yanıt vermek istedi. Milletim ne zaman tamam derse o zaman bırakırım, dedi.
Şaşkın!
Bu söz edilir mi?
Tüm sosyal medya, “tamam” tweetleri ile yıkılmaya başladı. Kaç milyonu bulduğu bile bilinmiyor.
Tüm medyayı kontrol altında tutan Erdoğan ve Saray, yine de büyük gaflar yapıyor, büyük açıklar veriyor.
Erdoğan seçilene kadar sürekli seçim, diye atılan manşetler, giderek Erdoğan’a karşı dönmeye başlıyor.
Erdoğan, kimseye güvenmemekte haklı olmalı.

ERDOĞAN’IN İNGİLTERE MANEVRASI
Abdullah Gül, bir İngiliz anahtarı olarak devre dışı kalmış durumdadır. Şimdilik. Ve böyle olunca, Erdoğan, kimden akıl almış ise, bu durumu fırsata çevirmek üzere, İngiltere yolcusu oldu. Başarılı bir hamle gibi görünüyordu. Kraliçe ile görüşecek, Londra finans çevrelerinden destek isteyecekti.
Sonuçları hâlâ belli ve açık değildir.
Ama, Erdoğan’ın ziyareti, ABD’nin Kudüs’te elçilik açması ile aynı ana getirilmiştir ve Erdoğan, bir kere daha, Filistin davasını satan, İsrail ortağı durumunu gizlemeyi başarmıştır. Öyle ya, Muktedir, Dünya Lideri, Londra’dan geri mi dönmeli idi? Koskoca Kraliçe ile görüşmesini, yalvar yakar alınmış bu randevuyu iptal mi etmeli idi?
ABD ile İngiltere aracılığı ile yapılacak pazarlığı ertelese mi idi?
Dünya Lideri, İslam Aleminin Büyük Reisi, Muktedir, gerçekten de Kudüs’te katliam meydana geldiğinde, ziyaretini iptal edip, Türkiye’ye geri dönse idi, seçim “zaferi” için büyük bir olanak elde etmiş olurdu.
Ama dünya sermayesinin, İngiltere-ABD ve İsrail cephesinin uysal çocuğu, projesi olan Erdoğan, Londra ziyaretini yarıda kesecek cesaretten ve siyasal akıldan yoksun ve Filistin davası konusunda da samimiyetsizdir. Mavi Marmara olayını hatırlamak yeterlidir. Kudüs katliamı sırasında Londra’da olmak ve orada kalmak, Mavi Marmara olayını kat be kat aşan bir İsrail’e destek adımıdır.
İngiltere, Erdoğan’dan, bunu almıştır. İkincisi, Erdoğan, İngiltere’de, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ile ilgili, Londra’da topladıkları, toplantıya davet ettikleri yatırımcıların hoşuna gitmeyecek sözler söylemiştir. Muhtemelen bu durum, parasal kaynaklar, krediler bulmalarını zora sokmuş olmalıdır.
Zaten, dolar kurundaki artış, TL’nin İngiltere ziyareti sonrasında erimesi, bunu doğrular niteliktedir.
Türkiye, Saray Rejimi, tüm olanakları ile, kanamayı durduracak para arayışındadır.
Belki de Erdoğan, eğer seçimi kazanmayı çok istiyorsa, sıfırladıkları, Malezya’ya kaçırdıkları paraları getirir ve piyasaya sürer. Mesela Erdoğan’ın acaba, kutsal saydığı birkaç milyar doları ile vedalaşması mümkün değil midir?
Şansa bakın ki, Malezya’da, tıpkı Erdoğan gibi suçlanan Başkan, iktidardan düştü ve 28 milyon dolar yakalattı, sayısız mücevherlerle birlikte.
Acaba, bu yakalanan paraların içinde Erdoğan ailesinin payı da var mı?
İngiltere, acaba, Erdoğan’a destek veremecek midir? Öyle ya, Abdullah Gül devre dışı kaldı ise, Erdoğan, İngiltere ile bir pazarlığa başlayabilir.
Böylece, Gül’ün devre dışı kalması karşısında İngiltere’nin kaybedeceği yerin bir bölümünü İngiltere’ye
sunabilir.

KRİZ DERİNLEŞİYOR
24 Haziran seçimlerini öne almalarının bir nedeni, krizin tüm yönleri ile patlamasından önce, “zafer” kazanma isteğidir.
Ama bu açıdan Erdoğan bir hayli geç kalmıştır.
TÜSİAD içinde önemli 3 sermaye grubu, Ülker, Doğuş ve Doğan ailesi, paralarını dışarıya çıkarmışlardır. Burada Doğan grubunun basın organları nedeni ile baskı yediğini söylemek mümkün.
Ama bu, durumu değiştirmez. Bu sermaye gruplarının kendilerini garantiye alma isteği, gerçekte krizin boyutları hakkında bilgi vermiş olmalıdır.
Dolar, Mayıs ayında 5’e yaklaşmış, Merkez Bankası, 2-3 aydır korkudan faizi artıramamış ve nihayet 3 puan faiz artırımına gitmiştir. Ama buna rağmen, döviz kuru, 4,70 TL’nin altına inmemektedir.
Birçok sunî, geçici önlem alınsa da, gerçekte, Türkiye’nin ödenecek olan borç miktarının yüksekliği nedeni ile sıkıştığı, IMF’nin kenarda ellerini ovuşturduğu biliniyor.
Kriz, sadece bu alanla ilgili değildir.
Tüm şirketler, boylarını aşan kredilerle dönmektedir.
İnşaat alanı durma noktasına yaklaşmaktadır. Konut satışları için, faiz oranlarını düşürmelerine rağmen, bir umut görünmemektedir. Ve rant ekonomisi, yağma ekonomisi, esas olarak inşaat sektörüne dayandırılmıştır. Bu rant ve yağma ekonomisindeki tıkanma, sadece ekonomiyi hızla çarpmakla kalmayacak, Erdoğan’ın çevresindeki “çıkar” bağlarını hızla sona erdirecektir.
Devlet çarkı içinde oluşmuş çetelerin, bugünden bu yönde önlemler aldığını gözlemlemek mümkündür.
Devletin tüm olanakları, tüm gelirleri vb. yağmalanmış olduğu için, bugün acilen yeni vergiler koymaya acil ihtiyaçları vardır. Bu durum, krizin yükünün halkın üzerine yayılmasıdır ve bu durum, zaten ayakta durmakta zorlanan milyonlar için daha büyük bir yük anlamına gelmektedir.
Kriz derinleşmektedir.
Bunun seçim öncesinde veya sonrasında nasıl sonuçlara, nasıl etkilere yol açacağını bugünden söylemek mümkün değildir. Erdoğan, seçim öncesinde, krizin örtülmesi için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bu durum, kanamayı daha da artıracaktır.

ERDOĞAN’IN SEÇİM MANİFESTOSU:
İTİRAFNAME
Erdoğan, bir seçim manifestosu ilan etti. İlgi çekici. İlkin, açıkça söyleyebiliriz ki, Erdoğan’ın akıl hocaları, danışmanları, artık, onu “vezir” etmek yerine “rezil” etmeye ahdetmiş olmalılar.
Erdoğan, eğer seçilirse, “dış politikayı değiştireceğini” ilan etmektedir.
Erdoğan, eğer seçilirse “OHAL’i kaldıracağını” ilan etmektedir.
Erdoğan, eğer seçilirse, “cari açığı kapatacağını” söylemektedir.
Erdoğan, eğer seçilirse, “tek tip gençlik yetiştirmeyeceğini” söylemektedir.
Erdoğan, eğer seçilirse “faizi düşüreceğini” söylemektedir.
Aslında, Saray Rejimi, diyelim ki, dış politikayı değiştirmek istiyor, buyursun, bugün, seçimden önce değiştirsin. Bu dış politikayı kim yaptı? Kim uyguluyor? Zaten iktidar olduğunuza göre, neden yanlış olduğunu ilan ettiğiniz bir politikayı yürütüyorsunuz?
OHAL’i kaldırmak, Erdoğan için, üniversite sınav sistemini değiştirmekten daha kolaydır. Liselere giriş için var olan sınavı, akşam kendisini ziyaret eden Bilal’e ithafen bir sabah ansızın kaldırabildiğine göre, OHAL için neden bekliyor?
Belki de OHAL’i bugün kaldırırsa, faiz yükselterek dolar kurunu aşağıda tutmak gibi önlemlere de gerek kalmazdı. OHAL’i kaldıracaksa, neden 2 yıldır devam ettirmektedir? OHAL kaldırılacaksa, neden seçime OHAL koşullarında gidilmektedir? OHAL’i kaldırmak için, seçimi kazanmaya gerek var mı? Şu anda, seçime giren tüm cumhurbaşkanı adayları, OHAL’i hemen, derhal kaldıracaklarını söylemektedirler, peki o hâlde
OHAL’i kim istemektedir?
Görüldüğü gibi, Erdoğan, aslında bir itirafname hazırlamıştır. Ve danışmanları bu itirafnameyi, manifesto olarak sunmasını istemişlerdir. Şaşkındır ve o da sunmuştur. Tek tip nesil yetiştirme, aslında AK Parti’ye ve Erdoğan’a dönük bir suçlamadır ve bugün Erdoğan, bu suçlamaları kabul etmiştir.
İktidarda bulunan, devleti denetimini almış olan bir liderin, manifesto diye bunları sunması, aslında “vezir” olmaktan çok “rezil” olmaya doğru atılmış bir adım olmalıdır. Yoksa tüm bunları Yiğit Bulut mu yazıyor, Berat mı yazıyor, yoksa Kalın’ın işleri midir bunlar, Cemil Erdem mi yazıyor, yoksa Mehmet Uçum mu uçuruyor?
Bunlar itirafnamelerdir.

Bu itirafnamelere, önümüzdeki dönem, ortam sıcaklaştıkça, başkalarını da eklemeleri mümkündür.
Mesela Cumhurbaşkanı, otomobillerin cam filmi konusundaki süreci bize anlatır mı, eğlenceli olurdu.
Mesela Erdoğan bize üç çocuk mu, yoksa beş çocuk mu konusunda yürütülen tartışmaların detaylarını aktarır mı? Son derece aydınlatıcı olacağından şüphe duyulmamalıdır.
Mesela koskoca Cumhurbaşkanı geçerken, kafeteryanın balkonunda utanmadan sigara içen hadsizlere karşı öfkesini detaylı olarak aktarabilir mi?
Mesela Soma cinayetinde, “fıtrat” meselesini, “ben günah keçisi ilan edildim” diyen tekmeci kadar açık bir dille açıklayabilir mi?

Mesela kendisinin Richard Perle ile görüşmelerini, Zapsu’nun ağzından değil de, kendi ağzından aktarabilir mi?

IŞİD ile olan ilişkileri, bu ilişkilerde, kendisinin ve ekibinin nasıl görevler aldığını, görevlendirmenin kimin tarafından yapıldığını, petrolden nasıl gelir elde edildiğini, IŞİD’e verilen maddi, malzemele, lojistik, eğitim, barınma vb. desteğin nasıl bir parasal gelire dönüştüğünü aktarabilir mi?

Mesela FETÖ diye ismini bizzat koyduğu Gülen Hareketi ile ilişkilerini, bu ilişkilerin ne zaman ve nasıl başladığını vb. bize doğrudan, aracı koymadan açıklayabilir mi?
İşte bunlar olabilirse, başkaları da var elbette, işte o zaman seçim çok daha eğitici, öğretici ve eğlendirici bir hâl alabilir. Doğrusu, eğitim de hakkımız, öğrenmek de, eğlenmek de, öyle değil mi?

Acaba, bu seçim süreci sona doğru yaklaştıkça, Erdoğan, çıkıp, ben de oyumu kendime vermeyeceğim der mi? Eğer böyle bir şey düşünüyorsa, kendisine yargılanmama garantisi veren İnce’ye vermesin, karşısına dişikurt olarak çıkan Akşener’e de vermesin, sandığa gittiğinde, Bahçeli adını yazıp, Perinçek’e inat Bahçeli’ye versin. Hiç değilse ahde vefa olarak ele alınabilir.

 

BİRİNCİ TUR SONUÇLARI

Elbette Erdoğan, tüm bunlara rağmen, en önemli adaydır. Onsuz seçim, kambersiz düğün gibi olur.
Erdoğan, elbette, ilk turda kazanmak için uğraşacaktır. Bunun için, İngiltere’den destek istemektedir.
Bu kadarı anlaşılıyor.

Ama Erdoğan aynı zamanda kazanmak için, seçim döneminde özellikle HDP ve diğer sol güçlere karşı saldırılarını artıracaktır. Kürt oyları ile oynamayı hedeflediği açıktır. Şimdiden 300 bine yakın oy kullanılacak sandıkların taşınmasına karar verilmiştir. Tutuklamalar, baskı ve şiddet ile, HDP’yi baraj altında bırakmak için çaba harcayacaktır.

Demirtaş, diğer adayların açıklamalarına rağmen, hapiste tutulmaya devam edilmektedir. Bunun nedeni, HDP’yi baraj altında bırakma isteğidir. Perinçek, Bahçeli ve Erdoğan dışında, Demirtaş’ın hapiste kalmasından yana olan yoktur. Saray, Demirtaş’ı adeta rehin olarak tutmak isteğindedir. Ve Erdoğan, hiç utanmadan, Kürt katliamları ortada iken, Kürtlerle ilişkileri sıcaklaştırmak için hamleler yapmaya çalışmakta, pazarlıklar yürütmektedir.

Diyelim ki, HDP baraj altında kaldı, bunun altından nasıl kalkacaktır? Erdoğan ve çevresi, bu soruların anlamını bile kavramaktan uzaktır. Yel ekiyorlar ve hiçbir zaman fırtına biçecekleri akıllarına gelmiyor.

Eğer Erdoğan birinci turda kazanamazsa, ikinci turda, kazanma şansı azalmaktadır.
HDP barajı aşarsa, HDP meclise girerse, HDP + CHP + İYİ Parti + SP + DP, çoğunluğu sağlayacaktır. Bu ihtimal gerçekleşirse, Erdoğan, ikinci tur için hazırlanırken, Gül ve çevresi, AK Parti içinden kopmaları teşvik edecektir.
Zaten içten içe var olan AK Parti içindeki dağılma süreci daha da açığa çıkacak ve Erdoğan, ikinci turda, çok daha zor bir duruma girecektir.

Erdoğan, her durumda, saldırganlaşacaktır. Birçok saldırı girişimi devreye girecektir. SADAT, bu günler için yetiştirilmiştir ve devreye sokulacağı anlaşılmaktadır.

İKİNCİ TUR
Eğer iş ikinci tura kalırsa, Erdoğan’ın, seçimi ertelemek de dahil, hamleleri devreye girecektir.
Muharrem İnce’nin, Erdoğan’a “devri sabık yaratmama” garantisi vermesi, aslında güvence verme girişimidir. Muharrem İnce, gerçekte Demirtaş ile görüşmeye çok hevesli değildir. Onun hedefi Erdoğan ile görüşmek idi ve bu nedenle Demirtaş ile görüşmesi zorunlu oldu. İnce, acaba, Kalın’a garantiler mi vermektedir? Öyle anlaşılıyor, Cumhurbaşkanı’nın bu durumlardaki etkili ismi Kalın’dır. Kalın ile İnce, aynı devlete aynı
bağlarla bağlıdır. Belki bu nedenle, Erdoğan’a çekilmesi için baskı uygulamaları mümkündür. Ama
Erdoğan, tersi yönde hazırlık yapmaktadır.
Demek oluyor ki, eğer iş ikinci tura kalırsa, aradaki ıkı haftalık süreç çok şeylere gebe olacaktır.

İkinci turda, ister Erdoğan’ın karşısında İnce olsun, ister Akşener olsun, işçi ve emekçiler için, burada yapılabilecek bir tercih yoktur.
Akşener ve İnce, devleti restore etme amacı ile öne çıkmaktadır. Her ikisinin programında devletin restorasyonu vardır.
TC devleti, çeteleşmiştir.
TC devleti, çözülmektedir.
Bu nedenle, ne seçim öncesinde, ne de seçimin sonucunda kim kazanırsa kazansın, durum değişmeyecektir, kriz daha da derinleşecek, yönetme krizi daha da artacaktır.

Bu seçim sürecinde, tarafların, İngiltere, Almanya, ABD ile pazarlıkları, öyle anlaşılıyor ki, olağanüstü boyutlardadır. Bu pazarlıkların önümüzdeki dönem daha da su üstüne çıkacağı düşünülebilir.

ALTERNATİF İŞÇİ SINIFININ İKTİDARIDIR
Tüm seçim sürecine, sınıf savaşımının bugünkü durumunu önümüze koyarak bakmamız gerekir.
Burjuvazi, egemenler, ciddi bir yönetme krizi içindedirler.
16 Nisan referandumu ile, TC devleti, Saray Rejimi, sandıkları kaldırmıştır. Bu seçimde bu süreç hâlâ devam etmektedir. Parlamento bitmiştir.

Siyasi partiler, işlevsizleşmiştir. AK Parti diye bir parti yoktur. Şimdi, bu seçim sürecinin içinde, egemen
güçler, halkın sandıklara sarsılan inancını, yeniden kazanmak istiyorlar. Aslında işlevsizleşmiş olan sandıkların, modası geçmiş olan seçim sisteminin vb. yeniden revaçta olmasını sağlamak istiyorlar.
Buna karşılık, Gezi ruhu ile gelişen halk direnişi, Kürt halkının direnişi ile, çok ağır adımlarla da olsa yakınlaşmaktadır. Direniş, ister Kürt illerinde olsun, isterse Batı’da, gelişmektedir. Elbette Kürt hareketine bakıldığında ya da orada bir direnişten söz edildiğinde, bunu herkes görebiliyor ve anlıyor. Oysa Batı’da direniş denildiğinde, bunun her göz tarafından görüldüğünü söylemek yerinde olmaz. Ama buna rağmen, gelişen bir direnişten, süren bir direnişten, tereddütsüzce söz edebiliriz.

Bu direniş, geliştirilmelidir.
Bu direniş, örgütlenmelidir.

Örgütlenmede, mutlaka yasaların verdiği olanaklar kullanılmalı, ama bununla sınırlı kalınmamalıdır. Yasal olduğu hâlde sendikal örgütlenmeye karşı devletin estirdiği terör, yasal olduğu hâlde derneklere, öğrenci derneklerine, halk derneklerine, kültür derneklerine vb. karşı devletin estirdiği terör açık ve ortadadır. Mutlaka ve mutlaka, örgütlenmede çok esnek biçimler geliştirmek zorundayız.

İşte seçim sürecine bu gözle bakmak gerekir.
Örgütlenmek, direnişi örgütlemek temeldir.