23 Haziran sonrası; belediyecilik üzerine

Yerel seçimlerin hak ve hukuk ile bir bağının olmadığını biliyoruz. Sadece İstanbul seçimleri üzerinde yürüyen tartışmalar, vermeyiz naraları vb. nedeni ile değil. Çalıştırmayız tehditleri nedeni ile değil. Üstelik biri AK Parti’dir ve diğeri de CHP’nin adayıdır. İstanbul söz konusu olunca “çalıştırmayız” naraları, burjuva egemenler arasındaki bir savaştan ibarettir. Ama görüldüğü gibi, hiçbir şeyin kendi ellerinden çıkmasına tahammülleri yoktur.

%70’i aşkın oy alıp da belediye başkanı seçilemeyen kişilerin, ellerinden başkanlık, seçim sonuçlarına göre %20 civarında oy alanlara verilmiştir. Bunun yasalarla, hukukla bir bağı yoktur. Adalet vb. ise hak getire.

31 Mart ve 23 Haziran seçimleri göstermektedir ki Saray Rejimi, hiçbir hukukî durumu kabul etmemektedir. Bana yaramıyorsa o hâlde “yok” hükmündedir. Açıkça iç savaş hukuku uygulanmaktadır.

İçişleri Bakanı, beş yıl daha kayyum uygulayalım, bütün Kürtler bizi seçer, demektedir. Bu ırkçı, işkenceci bir yaklaşımdır.

Birçok HDP’li belediyenin önünde polis barikatları kurulmaktadır. Değil çalıştırılmamak, halkın belediye binalarına ulaşması bile izne bağlanmaktadır. Tabelalar indirilmekte, belediye eşbaşkanları dövülmektedir.

Ve tüm bunlara rağmen, yerel seçimlerin sonucunda oluşmuş belediyeler var. Acaba, şöyle bir soru sorulabilir mi: Nasıl bir belediyecilik yapmalıyız, halkın aktif katılımını sağlayacak bir belediyecilik mümkün müdür?

Bu soruları, çıkarılacak engeller vb. üzerinde tartışmak için sormuyoruz. Biz Kaldıraç Hareketi olarak, belediyecilik deneyimlerine de sahip değiliz. Ama yine de acaba, nasıl bir belediyecilik yapabiliriz diye bir tartışma, çok mu tuhaf kaçar?

Tuhaf kaçmayacağı umuduyla birkaç noktayı belirtmek isteriz.

İlkin, tüm belediye faaliyetlerinin odağına, halkın örgütlülüğünü geliştirmek konmalıdır. Yani halkın sağlam, berrak, bilince dayalı bir örgütlülüğü ortaya çıkarılmalıdır. Amaç bu olmalıdır. Diyelim ki bir Kürt ilinde, diyelim ki bir ilçede, 5 yıl sonra, gerçekten halkın neredeyse tamamının örgütlü olduğu, kentin sorunlarına ortak yaklaşımlar geliştirdiği bir durum ortaya çıkarmalıyız. Bu, her şeyin güzel olacağı anlamında değildir. Hayır. Mücadelesiz bizim irademizi teslim alamayacakları anlamındadır. Elbette biz belediyecilik ile işsizlik sorununu, özel mülkiyet sorununu vb. çözemeyiz. Mesele bu değil. Mesele, ana amaç olarak o bölgenin tüm halkının örgütlenmesinin sağlanmasıdır.

Bu amaç, İstanbul, Ankara ve İzmir’de daha farklı işleyecektir. Ama burada da sorun halkın örgütlenmesidir. Mesela her mahallede bir mahalle meclisi, bunun aktif işletilmesinin sağlanması mümkündür. CHP’nin buna ne kadar destek vereceği ayrı bir konudur. Zaten mesele, kentlerin savunulması için, halkın doğrudan, ortak iradesi ile devreye girmesidir.

İkincisi, belediyecilik ile “hizmet”i anlamayı aşmalıyız. Yani, belediyecilik, çöplerin toplanması, sokakların süpürülmesi, toplu taşıma, temiz su sağlama vb. gibi, her biri önemli olan hizmetlerle sınırlı değildir, olmamalıdır.

Daha çok yaşamın ortaklaşalığı üzerine kurulu bir anlayışın ortaya çıkması geliştirilmesi gerekir. Sorunlara daha derinlemesine bir yaklaşım geliştirmek gerekir. Belki de anlatması kolay değildir. Elbette yapması hiç kolay değildir. Ama bir sorun karşısında ortaklaşa, ortakçı bir zihniyetle tutum almayı geliştirmek gerekir. Bu sadece duyarlılık değildir, bu aynı zamanda bilinçte bir değişim, ama yaşam biçiminde de bir gelişim demektir. Paylaşım, ortaklaşacılık, elde edilen sonucun kendisinden daha önemlidir.

Üçüncüsü, merkezî iktidarın tutumunu biliyoruz. Ödenek vermeyecekler, kaynak kısacaklar vb. Buna karşı, ilkin açık, şeffaf, her sorunu ortaya koyan bir tutum almak gerekir. Sadece bütçeyi, harcamaları açıklamak yetmez, aynı zamanda her sorunu açıkça ilan etmek gerekir. Bu, halkı işin içine çekmenin de yoludur. HDP’li belediyelerin bu konuda epey deneyimi olmalıdır. Halkın işin içine çekilmesi, ortak örgütlenmeye dayalı, ortakçı bir yaşamın temellerinin atılması, şeffaf bir yönetim anlayışı, merkezî iktidarın baskılarını geri püskürtmek için olanak ve güç yaratır.

İkinci olarak, iktidarın kısıtlamalarına karşı, kaynak yaratma yolları aranmalıdır. Şöyle düşünelim, bizim ilçemiz diyelim ki bir “ada” olsun. Başka yerden de bir gelir gelmeyecek olsun. Acaba, kendimiz gelir yaratabilecek bir olanağa sahip olabilir miyiz? Ovacık Belediyesi’nin yaptığının, daha kapsamlısını ve ortaklaşmacı bir anlayışla hayata geçirmek mümkün müdür? İlçenin avantajlı alanlarını ele almak, bu konuda bir bilinç oluşturmak, açık ve her şeyi net bir proje ortaya koymak, bunu ise ortakçı bir tutumla örgütlemek mümkün müdür? Belki bunu ortakçılık, komünal bir bilinçle geliştirmeyi başarabiliriz. Belki bu yolla, yokluklar içinden, zeki adamların emeği ile değil, herkesin emeği ile bir mucize yaratabiliriz. Bu sürecin bizzat kendisi, bizzat kendisi insanı değiştirir, olgunlaştırır, toplumsallaştırır. Köylülerin değirmene sahip çıkması, onu ortaklaşa kurmalarından gelir, herkesin işine yarayan bir sisteme dönüştürüldükçe de devam eder. Bunun gibi düşünülürse, kendimizi sınırlandırmazsak, gerçekten müthiş olanakların ortaya çıkması mümkündür.

Dördüncü olarak, il ve ilçeleri, insana göre düzenleyecek adımlar atmaktır. Gerçekten yaşamın, hegemonyaya göre değil, pazar hakimiyetine göre değil, emeğe ve doğanın korunmasına göre örgütlenmesi mümkün değil midir?

Beşincisi, toplumsal düşünme, ortak yaşamdan başlayarak düşünme tarzının değiştirilmesi gerekir. Gemisini kurtaran kaptan tarzının yerine, toplumsal sorunlara ortak yaklaşımın geliştirilmesi mümkündür. Bu eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi sorunlar konusunda yağma ve rant ekonomisinin deşifre edilmesi de demektir. Halkın, insanların, gerçeği görebilmesinin yolu budur. Maalesef bizim ilçemiz bir ada değildir ve elbette merkezî iktidara bağlıdır. Ama bu konuda yine de yapılabilecek şeyler vardır. Bir belediye, eğitim sistemini organize edemez. Bu yasal olarak mümkün değil. Ama merkezî eğitim sistemi karşısında da eli kolu bağlı değildir, olamaz. Bir belediye sağlık sistemini organize edemez, ama bu alanda da ortakçı bir bilinç ile yapılabilecek şeyler olduğu kesindir.

Altıncısı, çocuklar, gençlik ve kadın meselesine ilişkin yapılabilecek olanlardır. Bunun da kolay olmadığını biliyoruz. Bir ilçede “kurtarılmış alan” yaratılamaz. Bunu biliyoruz ve zaten ülkenin tümünü isteyen, burjuva iktidara son vermeyi amaçlayanlar olarak bu yalıtılmışlık bize de doğru gelmez. Ama yine de kendini çoğaltabilecek örnekler yaratabilir miyiz?

Acaba, bize izin vermezler, engellerler anlayışını kırmak hayalci midir? Diyelim ki, yaptıklarımızın hepsini engellediler, ama biz bu arada, tüm halkı içine alan bir bilinç yaratabildik, sizce bu az bir başarı mı olur?

Halka balık vermek yerine, balık tutmayı öğretmek ve bunu kolektif, ortakçı bir bilinçle yapmak büyük bir sonuç olmaz mı?

Onlar diyorlar ki, beş yıl daha kayyum ile yönetebilsek, sonra hep bizi seçmelerini sağlayabiliriz. Baskı ile, şiddet ile, yola getirmekle, havuç ve sopa politikası ile, rüşvet dağıtarak, herkesi muhbir yaparak sonuç alacaklarını düşünüyorlar.

Peki biz, halkın kendi sorunlarına sahip çıkmasını sağlayarak, üretken bir yaşam örgütleyerek, ortakçı bir yaşam geliştirerek, bilinci daha da geliştirerek, kendi iradelerine sahip çıkmalarını sağlayarak, bu asalakların bir tek oy alamaz hâle gelmelerini sağlayamaz mıyız?

Sonucu ne olursa olsun, bu değerli bir mücadele olacaktır. Belediyeler, en azından bize, halkın gerçeği anlamasını sağlamak konusunda olanaklar sunmaktadır.

Üstelik bu sadece belediye başkanlıklarının kazanıldığı yerlerle sınırlı değildir. Tüm ülke, bu konuda seferber edilebilir demiyoruz ama sadece o il ve ilçelerle sınırlı bir durum olmadığı da açıktır.