2016 sonunda işçi sınıfının durumu

Dışarıda süren savaşın, bugün odak noktası Suriye’dir.
Suriye savaşı, içinde ABD’nin, arkasında Türkiye’nin açıktan yer aldığı bir savaştır.
Ve savaş, Aralık ayının ikinci haftasında, Halep’in Suriye ordusunca geri alınışı ile, yeni bir aşamaya girmiştir.
Türkiye bu savaşa burnuna kadar batmıştır ve bugün de yenilen tarafta yer almaktadır. Dahası, ABD, bu savaşın maliyetlerini büyük ölçüde Türkiye’ye yıkma hevesinde olacaktır.
Bu savaş, içeride, Erdoğan’ın başkanlık ya da kendi deyimi ile çobanlık sistemine geçme hevesleri ile, her yolla içeriye yansımaktadır.
IŞİD, El Nusra, Ahrar’ur Şam ve daha başkaları, bu savaşın çeteleridir ve Türkiye bunların ana üslerinden biridir. Uzatmaya gerek yok, bu unsurlar, hem dışarıda, hem de içeride, Erdoğan ekibi ve devlet tarafından kullanılmaktadır.
İçeride savaş, esas olarak Kürt halkına yönelmiş olsa da, gerçekte, tüm devrimcilere, tüm halklara, özgürlük, ekmek ve barış isteyen herkese, işçi ve emekçilere karşı bir savaş olarak ortaya çıkmaktadır.
OHAL, tam olarak işçi ve emekçilere, halklara, özgürlük taleplerine, hak arama taleplerine karşı bir uygulamadır ve Erdoğan bu yolla, işçi ve emekçileri, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçileri esir almak istiyor.
Bir yandan, Türkiye, devletin çözüldüğü, işçi ve emekçilerin iktidarı ele geçirme şansının nesnel olarak arttığı bir dönemdedir. Devrime gebedir. Ama öte yandan, devrim, öznesiz, örgütsüz, işçi sınıfı ve halklarının mücadelesi olmadan olmaz. Bu nedenle de öznel olarak, örgütsüzlük nedeni ile devrim, “uzak” görünmektedir.
Nesnel olarak devrim yakındır, öznel olarak, örgütsüzlük nedeni ile açık bir uzaklık görünmektedir.
İşte, 2017’ye bu koşullarda giriyoruz.
Türkiye’nin önündeki büyük devrim, sosyalist bir devrimdir. İşçi sınıfının egemenliğine dayanmaktadır.
Türkiye’nin önündeki devrim, bugün savaş bölgesi hâline gelmiş olan Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar bölgesindeki sosyalist devrimlerin bir parçasıdır. Bu nedenle, emperyalizme karşı toplu bir direniş demektir, bu nedenle tarihle açık bir barışma demektir, bu nedenle halklar için büyük özgürlük demektir.
Ve bu devrimin bir parçası olacak olan sosyalist devrimimiz açısından, 2016 yılı sonu itibari ile işçi sınıfının gerçek durumunu ortaya koymak gereklidir.
1- İşçi sınıfı, 12 Eylül ile başlayan karşı-devrim süreci boyunca, sürekli olarak politikanın dışına itilmiş, apolitikleştirilmiştir. İşçi sınıfı, devrimci hareketten bu yolla koparılmıştır. Bunun bir yanında korku varsa, diğer yanında, apolitikleştirme süreci vardır.
2- 12 Eylül’den bu yana, birçok sendika, belki bir-ikisi hariç, işçi sendikası olmaktan çıkmıştır. Sendika mafyası, sendikal örgütlenmenin tepesine çöreklenmiştir. Sendikalar, patronların, devletin sendikaları hâline gelirken, mafya çeteleri ile bağlantılı hâle getirilmiştir. Bugün, birçok sendikanın başında bulunanlar, bu sendika mafyasına bağlı olanlardır ve işçi sınıfının kanını emen birer sülük gibi, onun enerjisini kontrol etmektedirler.
3- Sendikalar, işçi hakları için mücadele etmemektedir. Bunun yerine, çoğunlukla, devletin ve patronun istekleri doğrultusunda, işçileri devrimci mücadeleden uzak tutmakla uğraşmaktadırlar. Neredeyse grevi bir silâh olarak işçi sınıfı, bu sendika mafyasına teslim etmiştir. Sendikalar, işçileri kontrol edip, mücadeleden uzaklaştırmaktadırlar.
4- Bu sendika mafyası, işçilerin kendi içlerinde dayanışma eylemleri geliştirmelerini de önlemektedir. Bu konuda basın da destekçileridir. Pek çok işçi eylemi, gündeme dahi çıkmamakta, haber dahi olmamaktadır. Basının bu karartması, sendika mafyasının işçilerin kendi içinde dayanışma geliştirmelerinin de önünü tıkamaktadır. 301 işçinin öldüğü Soma sonrasında dahi sendikalar, topluca dayanışma eylemleri ortaya koymamışlardır. Bunun pek çok örneği vardır.
5- Fabrikalarda işçi önderleri, henüz, bu apolitik tutumu kıramamışlardır. İşçi liderleri, hâlâ, soldan, devrimcilerden uzak durmanın, kendilerini devletin saldırılarından koruyacak bir tutum olduğu kanısındadır. Oysa, devrimci hareketten uzak kaldığı sürece işçi sınıfı, tamamen burjuvazinin esiri hâline gelmektedir. Patronların, sendika mafyasının, burjuva basının karanlık çemberini aşamamaktadır.
Durumu anlamak için, belki konuyu biraz daha genişletmek gereklidir.
2016 yılı sonunda, işsiz sayısı kaç kişidir? Devletin verdiği 3 milyon küsur rakamı ve %10,5 rakamı doğru mudur? Elbette değildir. Öyle ise, ne kadar işsiz vardır?
Acaba, işçilerin ne kadarı, asgari ücret ile çalışmaktadır?
Acaba, 16 yaşın altında çalışan işçi sayısı, çocuk işçi sayısı kaçtır?
Acaba, sigortasız çalışan kişi sayısı kaçtır? Sigortasız çalışanların rakamlarını bulmak nasıl mümkün olabilir? Devletin sigortasız işçi çalıştırma konusunda tutumu nedir?
Çalışan işçilerin ne kadarı sendikalıdır?
Sendikalı işçiler, acaba, sendikalarından memnun mudur?
Sendikalı işçi sayısının bu denli düşüyor olmasının nedeni nedir?
Bir yılda ne kadar toplu iş sözleşmesi yapılmaktadır ve kaç işçiyi kapsamaktadır?
Bu toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin ne kadarı sendikalıdır?
Toplu sözleşme sürecinde kaç grev olmaktadır, grevlere devletin, sendikanın, patronların tutumu nedir? Polisin varsa saldırılarının nedenleri nelerdir?
Bağlanan toplu sözleşmelerde, işçiler, enflasyonun üzerinde mi zam almakta, yoksa altında mı? İşçiler sözleşmelerde sosyal haklarını kaybetmekte midir?
Sendikalar, kendi üyelerine ne gibi eğitimler vermektedir?
İşçiler, sendikada toplanan aidatlarının nasıl harcandığı konusunda bir bilgi alabilmekte midir, bu konuda sendikalar şeffaf mıdır?
Sendikalar, işçilerin fabrika içindeki çalışma koşulları konusunda sözleşmelerde önlemler almakta mıdır?      Örneğin, işyeri cinayetlerine karşı tutumlar, sözleşmelerde karşılık bulmakta mıdır?
İşçilerin çalışma saatleri uzamakta mıdır?
İşçilerin çalışma koşulları iyileşmekte midir?
Aslında bu soruları bilerek sıralıyoruz. Her okuyucu, özellikle, her fabrikadaki işçi önderleri, işçi temsilcileri, bu konuları rahatlıkla araştırabilir. Bizim sendika mafyası konusunda söylediklerimizi, bizzat kendi araştırmaları ile ortaya çıkarabilir.
Evet biz devrimciler, işçi sınıfının devrimci karakterini ortaya çıkaracak bir örgütlenmeden, bir mücadeleden yanayız.
Evet biz devrimciler, işçi sınıfının politikadan, devrimden uzak durmasını, tutulmasını, işçi sınıfının davasına ihanet olarak yorumluyoruz.
Evet biz devrimciler, işçi sınıfının sendikal hakları, ekonomik hakları vb. için mücadeleyi verecek sendikaların, birer işçi sendikası olması gerektiğini savunuyoruz. Patronlara hizmet eden, masa arkalarında polisle, mafya ile, patronla iş tutan sendikaların, her zaman işçi sınıfını satacaklarını biliyoruz.
Evet biz devrimciler, işçi sınıfı ve halklar için, “her koyun kendi bacağından” felsefesine açıkça karşıyız. Biz, işçilerin her eyleminde, sınıf kardeşliğini göstermeleri gerektiğini söylüyoruz. Dayanışma grevleri örgütlenmelidir. İşçiler, bir fabrikadaki kardeşlerine açıktan destek olmadıkça, sıranın kendisine gelmesini bekledikçe, sınıf kardeşliğini de anlayamaz.
Biz, işçilerin örgütlülüğünden yanayız. Bunun yolu, işçilerin bilinçlenmesidir. Bilinçli, işçi sınıfının en ileri unsurlarını, doğrudan saflarıma davet ediyoruz. Biz, bu yolla, işçi sınıfının esaretinin kırılacağını düşünüyoruz.
2016 yılının sonuna geldiğimizde, işçi sınıfı, hem ekonomik anlamda, hem de sosyal haklar anlamında daha çok kaybetmiştir. Bu yeni de değildir. Her yıl bu kayıplar artmaktadır.
İşsizlik daha da artmıştır.
Ücretler daha da az şey satın almaktadır.
Daha çok işçi çocuğu, kalitesiz eğitime mahkûm edilmektedir.
Daha çok işçi çocuğunun geleceği elinden alınmaktadır.
Daha çok işçi, daha kötü koşullarda çalışmak, daha kötü koşullarda yaşamak zorunda kalmaktadır.
Daha çok işçi, daha kötü evlerde yaşamak zorunda kalmaktadır.
Daha çok işçi, işini kaybetme tehdidi ile karşı karşıyadır.
Her ay, daha fazla işçi sabah evinden sapasağlam çıktığı hâlde, akşam evine dönememektedir. İş cinayetleri sürekli artmaktadır.
İşçi sınıfının sosyo-ekonomik durumu budur. İşçi sınıfının yaşam koşulları bunlardır.
Ve iktidar, şunları önermektedir.
– Sabredin, allaha yalvarın, maaşım az demeyip şükür edin.
– İşyerinde kazayı “fıtrat” olarak ele alın, isyan etmeyin, kuzu olun.
– Hiçbir örgütlenmeye yönelmeyin, patronun, devletin istediklerini yapın.
– Devrimci örgütlerden uzak durun, yoksa işten atılırsınız, hapsi boylarsınız.
– Birbirinizle tartışıp-konuşup, çözüm arama işlerine girişmeyin.
İşte devletin işçilerden istedikleri budur. Siz koyunsunuz, ben de çoban denmektedir. Bunu açıkça söylediklerini biliyoruz.
Oysa işçi sınıfı için, çözüm vardır.
* İlk olarak, kendi hakkını istemek, kendi hakkını aramak, özgürlük ve ekmek istemek bir haktır. Bunları istemek, bunun için mücadele etmek suç değildir.
* İkincisi, işçiler, fabrikada birlikte hareket etmelidir. Eğer sendikaları sarı sendika ise, devletin ve patronun denetiminde bir sendika ise, onlardan habersiz, kendi aralarında örgütlenmek zorundadırlar. Her fabrikada bir işçi birliği, bir işyeri komitesi olmalıdır.
* İşçiler, mücadeleyi daha etkili yürütebilmek için, başka fabrikalardaki kardeşleri ile ilişki kurmalıdır, onlardan öğrenmeli, onlara öğretmelidir. Sınıf kardeşliğini açıkça göstermelidir.
* İşçiler, örgütlenirken, devrimci hareketle bağlanmalıdır. Devrimciler, işçilerin daha bilinçli mücadele etmesini sağlayacaktır, devrimciler sınıf kardeşliğini geliştirmenin olanaklarını örgütleyecektir.
İşçilerin patronlara, devlete, sisteme karşı mücadelesi, öyle basit bir mücadele değildir. Burada devrimcilerden uzak durarak, işçi sınıfı ne kendi birliğini sağlayabilir, ne de kendisi ile birlikte tüm toplumu harekete geçirebilir.
Bu nedenle, biz, tüm duyarlı işçi önderlerini, fabrikalardaki işçi liderlerini, bizim saflarımıza katılmaya davet ediyoruz. Bunun dışında örgütlenme, gerçek ve mücadeleci bir örgüt oluşturma yolu yoktur.
2017 yılı, yani gelecek yıl, Kasım ayında, Ekim Devrimi, 100. yılını kutlayacak. 100 yıl önce, işçiler, sisteme karşı, sömürü ve baskıya karşı, savaşa ve esarete karşı mücadeleyi zaferle taçlandırdılar. Tarihin ilk proleter devleti, işçi devleti, Sovyetler’de ortaya çıktı.
100 yıl sonra, biz, işçi ve emekçiler çok daha fazla kalabalığız.
100 yıl sonra soru şudur: Bu tarih içinde kim bu mücadeleden daha iyi öğrenmiştir, burjuvalar mı, yoksa biz devrimci işçiler mi? İşte ülkemizde işçi sınıfının önderliğine ihtiyaç duyan sosyalist devrim, zafere ulaşırsa, iktidarı alırsa, biz daha iyi öğrenciler olduğumuzu ispat etmiş oluruz.
Bugün, hiçbir kapitalist ülkede, hiçbir işçi ve emekçi, hemen hemen hiçbir aydın, kapitalizmi savunmamaktadır. Herkes, kapitalizmin insanı yok eden, insanı tüketen, insanı kirleten bir sistem olduğu konusunda hemfikirdir.
Tüm sorun, mesele, kapitalizmi alaşağı etmek, burjuva devleti alaşağı etmek ve halkların özgürlüğüne dayalı, savaşsız-sömürüsüz bir dünyanın kapılarını açmaktadır. Bunu yapabilecek güçteyiz.
“Hastalar, kardeşlerim
biraz sabır, biraz inat
eşiğin arkasında bekleyen ölüm değil
hayat”