1 Mayıs 2021 Devlet emrinde sendikacılık işçi sınıfının esareti

“Balta adamın elinde, ağacın gövdesine inmektedir.

Ağacın baltaya şöyle seslendiği rivayet edilir:

‘Ey balta, sen beni kesemezdin ama neyleyeyim ki sapın benden yapılmış.’”

1 Mayıs 2021, hem kriz hem de pandemi koşullarında kutlandı. Kriz ve pandemi, aslında birbiri ile bağlantılı, birbirinin üzerine binmiş, iç içe geçmiş süreçlerdir. Kriz, 2008 dünya kapitalist ekonomisinin girdiği krizin devamıdır. Bizim liberal solcularımız, “okur-yazar” takımımız “krizin bitmekte” olduğu masalını anlatadursunlar, onların bağlı olduğu emperyalist merkezlerde, onlarla aynı işi yapanlar, bu kriz ile kapitalist dünya sisteminin bir çöküşün eşiğine geldiğini söylemekten çekinmiyorlar. Bizim ülkemizde krizden söz etmek mümkün, ama mutlaka otosansür devreye girmeli ve “yakında bitecek” mesajı verilmelidir. Saray’a yaranmak konusunda daha yakın şansa sahip olanlar, “Reis sayesinde” kriz bitecek derken, “eleştiri muhalefeti” yapanlar “elbette bir gün bitecek, yakında” demekten geri durmayacaktır.

Pandemi konusu da böyledir. Bir bölümü, “pandemiyi en iyi yöneten ülke” unvanını aldığımıza dair roman yazmaktadır, kurgusu bozuk da olsa, bir diğer bölümü de, “hayır ama zaten tüm dünyada kötü yönetiliyor” demekten geri durmayacaktır. Pandemi nedeni ile, aslında tüm sağlık hizmetlerinin ücretsiz ve kamulaştırılarak yapılması gerektiğini, pandemi yönetim merkezinin bilfiil sağlık çalışanlarından oluşması gerektiğini söyleyemeyecektir.

1 Mayıs 2021’e giderken, işçi sınıfının durumuna baktığımızda, şöylesi bir tablo görmekteyiz. İşsizlik ciddi biçimde artmıştır. Saray Rejimi, yalan üretimi için merkezlere sahiptir ve bu propaganda merkezleri tüm rakamları yanlış vermekte ustalaşmıştır. Ama işsizlik rakamlarının 6-8 milyon arası arttığı biliniyor. Eğer, “ücretsiz izin” uygulamalarını hesaba katarsak, durum daha da ağırdır. Bu durumda işsizlik, 20 milyona dayanmıştır. Bazı sendikacıların “krizin faturasını ödemeyeceğiz” deyip, basın açıklaması ile yetindiğini biliyoruz. Basın açıklamaları, krizin faturasını ödememeyi sağlamaz. Açık olarak, aktif eylemler, grevler, genel grevler gereklidir ki, sendikalar bunu hayal bile etmemektedir. Enflasyon, devletin açıkladığı rakamların çok ötesindedir. Kurun %40 arttığı bir ülkede, enflasyonun %17’lerde olduğunu söylemek devlet için normal, ama bir sendika için açık bir suçtur. Profesör Veysel Ulusoy ve arkadaşları tarafından başlatılan bağımsız enflasyon izleme çalışması, soruşturma konusu olmuştur. Oysa bu insanlar, üniversitede bir matematiksel model kurarak işi incelemektedir.

Kısacası krizin faturası, işsizlik, açlık, ücret kaybı, hayat pahalılığı olarak, ekonomik anlamda olduğu gibi işçi sınıfının ve yoksul halkın sırtına binmiştir.

Pandemi, bunun nedeni değildir. Pandemi, durumu daha da ağırlaştırmıştır. Eğer Saray Rejimi, işadamlarına verdiği olanakların bir bölümünü halka verseydi, belki pandemi döneminde krizin daha da ağırlaşması geçici olarak önlenebilirdi. Oysa Saray Rejimi, tekellerin rejimidir ve onların devleti olarak, krizin tüm faturasını halka yıkmakla görevlidir. Pandeminin krizi ağırlaştırması bir “zorunluluk” değil iken, bu durum yaşanmaktadır.

Siyasal iktidar, pandemiyi fırsat bilerek, hem zenginleşmenin önünü açmakta, sağlıktan üretilen rantı 10’a katlamaktadır, hem de pandemi bahanesi ile baskı ve devlet terörünü artırmaktadır.

Saray Rejimi’nin ortaya koyduğu “iç savaş hukuku” (birçokları “düşman hukuku” kavramını kullanmaktadır. Düşmanın işçi ve emekçiler, hakkını arayanlar, halklar olduğunu eklerlerse, sorun yok, düşman hukuku da diyebiliriz), işçi ve emekçileri düşman gören bir anlayıştır.

İşte bu koşullarda sendikalar, kendi sansürlerini devreye koymuş, devlete biat etmiş ve işçileri devlet adına esir tutacak uygulamalara hız vermişlerdir. Değil bir direniş örgütlemek, değil bir genel grev örgütlemek, basın açıklamaları bile son derece sınırlı, dilleri devletin çizdiği sınırların bile gerisinde bir dil ile yetinmişlerdir.

Sendika mafyasının etkili olduğu alanlar dışında, DİSK, gerçek bir mücadele örgütleyerek bu sürece direnebilecekken, korku ve otosansür nedeni ile, çok ama çok geri bir tutum sergilemiştir.

DİSK, 12 Eylül’den bu yana, devlet içindeki rol dağılımına uygun olarak, devlet adına CHP tarafından kontrol edilmiştir. DİSK başkanı olmak, bir süre sonra CHP milletvekili olmak için hazırlanmak demektir. Devlet, Türk-İş ve Hak-İş için ayrı bir organizasyona sahiptir. Ama DİSK daha çok CHP milletvekilliğine giden bir yol izlemiştir. Yeni DİSK Başkanı Çerkezoğlu, bu yola girmiş bulunmaktadır. Pandemi sürecindeki tutumu ve en son 1 Mayıs 2021 konusundaki tutumu buna tam bir örnektir. Ve doğrusu, “başarılı” olmuştur.

Soldan gelen tutum şöyleydi:

1- Ortada pandemi var. 1 Mayıs, cumartesi gününe gelmektedir ve pandemi yasakları nedeni ile kitlesel bir 1 Mayıs olanaklı değildir. Bu birinci tutumdur. “Sorumlu vatandaş”lar olarak bazı sol kesimler bu tutumu takınmıştır. Böylece “sorumlu vatandaş” unvanı almayı hak etmişlerdir.

2- 30 Nisan’da Taksim’de bir miting yapalım. 1 Mayıs’ta ise fabrikalarda birkaç dakikalık kutlamalar yaparız.

Elbette bu bilgiler de devlete akmaktadır. Zaten gizli değildir ve akması da problemli bir süreç değildir. Devlet, pandemi kapanması kararı aldı. Bu kapanma kararı, 16,5 milyon işçi olmak üzere, aslında 25 milyon kişiyi istisna sayan bir kapanmadır ve kapanma, 30 Nisan cuma gününden başlatılmıştır.

Solun bir kesimi, bu durumu gizli bir sevinçle karşılamıştır: “Bu sene 1 Mayıs’ı atlattık” sevincidir bu. 1 Mayıs’ı mücadeleyi yükseltme, işçi sınıfının taleplerini tüm topluma iletme aracı olarak, mücadele günü değil, geçiştirme günü olarak ele almaktadırlar. Bu sadece bazı sol kesimlerin değil, sendikacıların da ortak ruh hâlidir.

Pandemi koşulları nedeni ile, işçilerin birçoğu, yasal olmadığı hâlde, ücretsiz izine gönderilmiş ve aylık 1100 TL bir maaşa mahkûm bırakılmıştır.

Pandemi nedeni ile, kısa çalışma ödeneği kapsamına alınan işyerlerinde, işçilerin çoğuna, işsizlik fonundan (yani işçilerin maaşlarından kesilen paralarla oluşmuş fondan, yani işçilerin kendi birikiminden) çalışmadıkları günler için alacakları ücretin %60’ından azı (çünkü bu ücretten %60 + damga pulu kesilmektedir) ödenmiştir ve bu paralar, daha sonra işsiz kaldıklarında kendilerine ödenmeyecektir. Biz, hareket olarak, işsizlik fonu sendikalara devredilsin diye talepte bulunduğumuzda, aslında sendikaların harekete geçmesi gerekirdi. Basın açıklaması yapması yeterli değildir.

Pandemi nedeni ile, işçiler fabrikalarda, lebaleb, kitlesel hâlde, hiçbir gerçek önlem alınmadan çalıştırılmıştır, hâlâ da çalıştırılmaktadır. Kapanma döneminde de bu durum değişmemiştir. Sendikalar, mesela bu durum nedeni ile, açıklama yapmak dışında hiçbir şey söylememiştir. Tele1, Halk TV ve KRT’de açıklama yapmakla yetinilmiştir. Çerkezoğlu, açıkça bu kanallara çıktığında, bu kanalları buyurun işçi grevlerini, direnişleri ziyaret edelim ve bunları yayınlayın bile dememiştir. İşçilerin cep telefonları ile çektikleri videoları yayınlayın bile dememişlerdir.

Ve bu fabrikalarda, işçiler, 40 derece ateşle hasta olarak çalıştırılmış, çalışırken ölmüşlerdir.

Pandemi döneminde işyeri cinayetleri artmıştır. 2019’da ortalama günde 4 işçi iş cinayetine kurban gitmekte iken, pandemi döneminde bu sayı 10’u geçmiştir.

Her gün işçiler pandemi sürecinde fabrikalarda can verirken, virüs kapanların ve hastaların %80’den fazlası işçi ve emekçi iken, “pandemi bal gibi sınıfsaldır” açıklamasını bile yapmayan sol ve sendikalar, utanmadan “sorumlu vatandaşlık” gereği kitlesel mitinge karşı çıkmışlardır.

DİSK, bu yola girmiştir ve son derece korkakça, devletle işbirliği içinde davranmıştır. DİSK, devrimci grupların tutumunu kontrol edip devlete bilgi aktarmıştır. Bu bilgiler elbette “sır” değil idi, ama bu bilgilerin aktarılması görevi DİSK’in değildir, olamaz. Bir işçi sendikası, görüşü ne olursa olsun, siyasal eğilimi ne olursa olsun tüm işçilerin sendikasıdır ve onun görevi, işçi sınıfının güncel taleplerini sansürsüz dile getirmektir. Pandemi nedeni ile kitlesel eylemlerin olmaması gerekir diye “sorumlu vatandaşlık” tutumu alanlar, pandemi çalışan fabrikalarda şalterleri indirmek konusunda da duyarlı olmalıydılar. O fabrikalarda ölen işçilerin kanı, sendikacıların da ellerine bulaşmıştır. Devlet ve tekeller, para babaları, bunu başarmış o kanın sendikacıların eline de bulaşmasını sağlamışlardır.

AK Parti kongrelerinde ortaya konan lebaleb manzaraya bakıp bunu eleştirmek kolay olsa gerek. Fabrikalarda işçilerin çalışma koşullarını bilip de açıklama yapmakla yetinmek neyin nesi oluyor? Sendikalar, işçilerin haklarını savunacaksa, açık olarak şalterlerin indirilmesi eylemini ortaya koymaları gerekli idi. DİSK bu konuda, oldukça önemli bir rolü, devlet adına oynamıştır. Bundan sonra da oynayacağı, bu suça ortak olduktan sonra geri durmayacağı açıktır.

Biz hiçbir sendikanın devrim için hareket etmesini talep ediyor değiliz. Daha o günlerde değiliz. Ama bir işçi sendikası, her şeyden önce, bir işçi sendikası olmalıdır. İşçi sendikası, işçilerin haklarını, en temel hak olan yaşam hakkını korumayacaksa, işçilerin köleleştirilmesine karşı mücadele etmeyecekse, elindeki grev silahı da dahil mücadele yöntemlerinin tümünü denemeyecekse, nasıl bir işçi sendikası olabilir?

Krizin faturasını ödemeyeceğiz demek kolaydır. İyi ama hem zamlarla hem düşen ücretlerle, hem artan işsizlikle hem artan vergilerle krizin tüm faturasını işçiler ödemektedir. Ödeyecek olsaydınız nasıl yapardınız, her işçiye Bilal’in IBAN numarasını verip ona 10 TL göndermesini mi isterdiniz? Ki, bu çok daha dürüstçe olurdu.

DİSK’in başında olmak ya da daha genelleyelim dürüst bir sendika lideri olmak, “iki ateş arasında kalmak” demek değildir. Bu konuma düşmek suçtur. Dürüst sendikacı olmak, arkana işçileri alarak, önden gelen ateşe karşı işçilerin lideri olarak direnmek demektir. Bunu yapamayacak olanın, bu göreve talip olmaması ilke olmalıdır.

Sendikaların, devlete, “biz işçileri tutamıyoruz, öfke çok arttı, o hâlde 30 Nisan Cuma gününü yasaklı ilan edin” raporu verme görevleri yoktur. Dünyanın hiçbir işçi sendikası bunu yaparak işçi haklarını savunuyorum diyemez. “Sorumlu vatandaş”, şimdi “sorumlu sendikacılık” anlayışına ulaşmıştır. “Biz ücret sendikacılığı yapmıyoruz” diyen neoliberal solcularımızın bu davranışı alkışladığından şüphemiz yok. Onların da şüphesi olmasın, işçi sınıfı, kolektif hafızasında, “balta saplarını”na oldukça geniş bir yer ayırmıştır. Gün gelir, bu hafıza harekete geçecektir ve tek bir balta sapı dahi unutulmayacaktır.

1 Mayıs 2021, devrimci grupların nispeten küçük kortejleri ile yasakları tanımayan eylemleri ile kutlanmıştır. Bazı fabrikalarda, 10 dakikayı geçmeyen kutlamalar yapılmıştır. Bazı sendikalar, sokağa çıkma yasağını dinlemeyerek az sayıdaki kortejleri ile sokağa çıkmışlardır. Çağrıcıların akşam saat dokuzda evlerin balkonlarından kutlama çağrılarına topyekûn uyulmamıştır. Bu uyulmamanın da bir anlamı olduğu not edilmelidir. Zaten direnişte olan işçilerin, ülkenin her yanındaki küçük grupların eylemleri ile kutlanmıştır. 1 Mayıs 2021 tarihe böyle geçmiştir. Direnmekten yana olanlar, az sayıda olabilir ama 1 Mayıs ruhunu ayakta tutan onlardır. 1 Mayıs 2021’de, 1 Mayıs ruhunu yaşatanlara bin selâm olsun!

1 Mayıs 2021 göstermiştir ki;

– İşçi sınıfı büyük ölçüde esirdir. Bu esaret koşulları, devlet, sendika mafyası ve “sorumlu sendikacılık” tarafından ortaklaşa sağlanmaktadır.

– İşçi sınıfının kendi örgütlerini devralması, sendikalarını kendi sendikaları olarak yeniden devralması bir gündemdir. Bu ertelenemez bir görevdir.

– Bundan sonra, 1 Mayıs 2021’den sonra sendikal mücadele içinde bir ayrışma başlayacaktır. Devlet-sendika işbirliğini savunan gruplar, giderek kaybedecektir. İşçi sendikacılığı, bu rezil tutumları tek tek deşifre edecektir.

– İşçi sınıfı, genel olarak devrimci mücadele ile, devrimci örgütlerle arasındaki açığı kapatmak zorundadır. Devlete yaranmak, devlete sığınmak, artık işçi sınıfı içinde yer bulmamalıdır. İşçi sınıfının bilincinin göstergesi, onun geliştireceği örgütlenmelerde ortaya çıkacaktır. Bıçak kemiktedir ve işçilerin kaybedecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Bu nedenle, duyarlı işçileri, saflarımıza mücadele etmeye çağırıyoruz.

– Gelmekte olan aydınlıktır. Karanlığı dağıtacak direniş ve örgütlenmedir. Bu bilinçle “her gün 1 Mayıs, her gün kavga” sloganını hayata geçirmek büyük bir değerdir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz